Ne kadar da seviyoruz ifrat ve tefriti. Bayılıyoruz iki uçtan birinde olmaya. Ya aşırıyız her konuda; amelde, ahlakta, akidede, çocuk eğitiminde, hak aramada, özgürlükte… ya da çok gevşeğiz tüm bunlarda…
Bu sayfa genelde çocuk eğitimi yazılarına ait olduğu için ifrat ve tefrit hâllerimizin örneklerini de bu başlık altında vereceğim.
Nedir çocuğun bizden isteği?
0-3 yaş arasında “Beni doyur, beni temizle, beni giydir, beni sev, bana sarıl, benimle oyna, bana rol model ol.” der bebek.
3-6 yaş arasında “Beni eğit (bana öğret değil); bana göster (rehberlik et); bana örnek ol; benimle oyna; benimle koş, hopla, zıpla; bana bak; beni dinle; beni gör.” der bebeklikten çıkan çocuk.
6-9 yaş arasında “Bana öğret; benimle oynamaya devam et; beni bir küçük insan olarak kabul et; hatalarımı çok görme; ben hâlâ çocuğum, yanlış yapabilirim, kızma.” der çocuk.
9-12 yaş arasında “Bu zamana kadar ne yaptıysan devam et yapmaya; beni ibadete teşvik etmede kararlı ol; hâlâ mükellef değilim unutma, davranışlarınla beni senden ve İslam’dan soğutma.” der artık genç olma yolunda ilerleyen çocuk.
Peki, biz ne yapıyoruz?
Tefritçiler, yani işlerinde gevşek olanlar bunların hiçbirini yapmıyorlar. Rahatlar. Yapmadıkları şeyin örneğini de veremiyoruz tabii…
İfratçılar ise çok iyi bir yolda olduklarını düşünüyorlar. Yaşmış, dönemmiş, çocuğun hazır bulunuşluğuymuş hiç bakmadan başlıyorlar öğretime. Dil gelişimini tamamladı mı çocuk, vakit kaybetmeden ezbere başlatıyorlar. E zihin arı duru. Ne duysa ezberliyor. Bunu gördükçe azıyor ifratçılar. Dur durak bilmiyor, öğretiyor da öğretiyor. “Bu kadar şeyi öğrenebilen bir birey, çocuk değildir, zekaya baksana!” diye düşünüyor. Böyle düşündüğü için de çocuğun hatalarına kızıyor. Yanlış yapmasına izin vermiyor. Sürekli müdahale ve uyarıyla çocuğa baskı yapıyor.
Oyun mu? Hak getire! Öğrenmesi lazım. Oyunla vakit harcanır mı? Dört yaşındaki çocuğa “Ders çalıştın mı?”diye soruyor. “Bugün ne oynadın?” diye sormak aklına gelmiyor.
Sonuç mu? Balığa ne kadar çok yem verirsen o kadar yer değil mi? “Tokum.” ya da “İstemiyorum.” diyor mu? Sen verdikçe o yiyor. Sonunda çatlıyor.
Çocukta da sonuç değişmiyor. O da çatlıyor, ama bu başka türlü çatlama…
Nefret ediyor her şeyden, bıkıyor. Din miydi öğrettiğiniz? Dinden soğuyor. Bu dersi veren kimse ondan da nefret ediyor. İçinde bir öfke birikiyor. Yüzündeki neşe kayboluyor, gözlerindeki parıltı sönüyor.
Bu mudur istediğiniz? “Dertli gençler türedi.” deniyor. İşte bu gençler; baskıyla din öğretilen dünün çocukları!
Oysa öğrenme vakti gelince zaten öğrenir, fakat eğitimin temel yaşı 0-6 yaş aralığıdır.
Eğitim derken; düşünce, duygu ve davranışları eğitmekten bahsediyorum. Çocukta hiç kaybolmayacak kalıplar oluşturmaktan. Ezber yapmadan önce Kur’ân’ı sevmekten, onu göndereni tanımaktan, baktığı her yerde onun tecellilerini görebilmekten, sünneti rol modellerden defalarca görüp hayatına geçirmekten, adabımuaşeret kurallarını uygulamaktan bahsediyorum.
Nasıl bir yol izleyeceğimizi, M. Teber’in “Din Eğitimi Semineri”nde aldığım notlardan hareketle anlatacağım. Fakat ilk önce bilmeniz gereken, hatta ezberlememiz gereken bir gerçek var: Biz kimseyi dindar yapamayız. Âlim yapamayız. Hafız yapamayız. Duyarlı, cömert, kibar ya da diğerkâm yapamayız. Biz sadece olumlu duygular oluşturur, teşvik ederiz. Tohum ekeriz. O tohum büyür; ağaç olur mu olmaz mı bizim hiç bir dahlimiz yok. Sonuç, Allah’ın elindedir. Ve kısmen çocuğun istek ve iradesindedir. Biz sadece süreci kontrol ederiz.
Bu ay bunu içselleştirelim, rotamızı bir sonraki ay çizelim inşallah…
İlk Yorumu Sen Yap