Pandemi, Toplum ve Biz

Allah’ın adıyla.

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatuhu

Her bir kardeşimin avf ve afiyet içinde olmasını temenni ediyor; her biriniz için Rabbimden selamet ve esenlik diliyorum. Yüce Allah’a hamdolsun, ben iyiyim. Rabbimin lütfettiği sayısız nimet arasında sayılı imtihan yaşıyorum. O’ndan (cc) beni sabır ve şükür ehli kılmasını niyaz ediyorum.

Başımıza gelen her şeyin, hayrıyla ve şerriyle Allah’tan (cc) olduğuna inanıyoruz.[1] O’nun, yaratıcı ve emredici olduğuna iman ediyoruz.[2] Başımıza gelen her şeyin O’nun izni ve iradesiyle olduğuna itikad ediyoruz.[3] Zerreden küreye, yerde ve göklerde olan her şeyin O’nun ordusu olduğunu biliyoruz.[4]

Tüm bu inanç esaslarının bir gereği olarak, aylardır dünyayı kasıp kavuran virüsün O’nun (cc) yaratması, izni ve dilemesiyle yaşandığını biliyoruz. Yine biliyoruz ki; O, El-Hakîm’dir. Hüküm ve hikmet sahibidir. Yaratmasında ve iradesinde boşluk, amaçsızlık, nedensizlik… yoktur.[5]

İşlerin öylesine, amaçsız ve başıboş olduğuna itikad etmek, yüce Allah’ı hakkıyla takdir edemeyen kâfirlerin düşüncesidir.[6] Yüce Allah’ın; varlığına ve birliğine delalet eden, indirdiği dinin hak olduğunu gösteren, mümin kulların kalbine sebat veren ayetleri vardır. Bu ayetler bazen yerdedir, bazen gökte…[7] Bazen kendi öz nefsimizdedir, bazen ufuklarda…[8] Bazen mücadele meydanlarındadır, bazen gündelik yaşamın içinde…[9] Bazen bir toplumun yükselişindedir, bazen yıkılışında… [10] Bazen bir kaçış öyküsündedir, bazen hastalıkta…[11] Bazen bir sivrisinektedir, bazen bir haşeratta ya da bir virüste…[12] [13]

Hiç şüphesiz Allah (cc) El-Âlim’dir ve kullarına hücceti her an ikame eder. Görsünler, duysunlar, anlasınlar… diye ayetlerini peş peşe gönderir. Bir insanın gündelik hayatında dahi şer’i ve kevni sayısız ayetler vardır. İbret almak, ibretten öte onun gerektirdiği şekilde kulluk etmek için bazı özelliklere sahip olmak gerekir. Şöyle düşünebiliriz: Etrafımızda onlarca radyo dalgası vardır. Bunların sese dönüşmesi için bir radyoya ve radyoyu çalıştıracak enerjiye ihtiyaç duyarız. Aksi hâlde etrafımızı saran dalgalar, bize hiçbir faydası olmayan bir varoluştan öteye geçmezler. Yüce Allah’ın etrafımızı saran ayetleri de böyledir. Vardır, hayatın içindedir, her yanımızı sarmıştır… Bununla birlikte görmek ve ibret almak için bir cihaza, yani kalbe ve o kalbin akletmesini sağlayan enerjiye, yani şu özelliklere ihtiyaç vardır:

“…Şüphesiz ki bunda, işiten bir topluluk için ayetler vardır.”[14]

“…Şüphesiz ki bunda, akleden bir topluluk için ayetler vardır.”[15]

“…Şüphesiz ki bunda, düşünen bir topluluk için ayetler vardır.”[16]

“…Şüphesiz ki bunda, âlimler için ayetler vardır.”[17]

“…Şüphesiz ki bunda, çok sabırlı olan ve çokça şükredenler için ayetler vardır.”[18]

“…Biz yakinen inanan bir topluluk için ayetlerimizi açıklamışızdır.”[19]

“…Şüphesiz ki bu (anlattıklarımızda), ahiret azabından korkanlar için (ibret alınacak) bir ayet vardır.”[20]

“…Şüphesiz ki bunda, (Allah’a çokça) yönelen her kul için (ibret alınacak) bir ayet vardır.”[21]

Burada sayılan özelliklerin her biri kısmen kesbi, kısmen de vehbidir. Yani bir kısmı bizim çabamızla oluşur (kesbi), bir kısmı da yüce Allah’ın ihsanıyla oluşur (vehbi). Biraz daha anlaşılır kılmak için şöyle söyleyebiliriz: İşitmek, akletmek, düşünmek… için ilk adımı biz atarız. Bu, kulluk toprağına atılmış bir tohumdur. Rabbimiz o tohumu alır, kabul eder ve bir bitki gibi yetiştirir. Tohumumuz/çabamız büyür, büyür, büyür… öyle ki; bizi gölgesinde ilme/fıkhetmeye eriştiren ulu bir çınara dönüşür. O zaman daha iyi gördüğümüzü, anladığımızı, öğüt aldığımızı fark ederiz. Kendi çabamız ve kapasitemizle ulaşamayacağımız ufuklara ulaştığımızı; önünden geçmeyi hayal dahi edemeyeceğimiz kapıların/manaların bir bir açıldığını görürüz. İşte bu; çabamızı ve o ilk adımı bereketlendiren Eş-Şekûr’un ihsanıdır.

Gösterilen Her Ayet Bir İmtihandır!

“Ve onlara içlerinde açık bir imtihan olan ayetler verdik.”[22]

Yüce Allah’ın gösterdiği her ayet, aynı zamanda bir imtihandır. Her imtihanın ise biri tüm topluma, diğeri de bireye bakan iki yönü vardır. Yaşadığımız salgın/pandemi süreci bir ayet, dolayısıyla bir imtihansa -ki hiç şüphesiz öyledir- durup düşünmek zorundayız. Bu imtihanın topluma ve bir birey olarak bizlere bakan yönleri nelerdir? Yüce Allah bu ayetiyle insanlığa, bize ve bana ne anlatmak, neleri göstermek istemiştir? Zira bir yerde ayet varsa orada imtihan; bir yerde imtihan varsa orada bir kaybeden, bir de kazanan vardır.

Pandeminin Topluma Bakan Yönleri!

Bir kardeşiniz olarak daha önce, bu sürecin topluma/genele bakan yönlerini sizlerle paylaşmıştım. “Hatırlat/öğüt ver! Çünkü hatırlatma müminlere fayda verir.”[23] fehvasınca, tekrar hatırlatmak istiyorum:

Seni tenzih ederim Rabbim! Gözle görülmeyen bir varlıkla, modern cahiliyenin kendisiyle övündüğü ne varsa ters yüz ettin. Ekonomi, eğitim, eğlence, spor, turizm… durdu!

Seni tenzih ederim Rabbim! İnsanın, evrenin ve hızını alamayıp, “tanrının sırrını” çözdüğünü iddia eden cahiliye; gözle görülmeyen bir varlık karşısında acziyet içinde kaldı, tıkandı!

Seni tenzih ederim Rabbim! Modern cahiliyenin taktığı tüm sahte maskeleri, avuç içi kadar beyaz bir maskeyle düşürdün. (Me)deniyet havarileri birer barbar gibi rafları yağmalıyorlar.

Seni tenzih ederim Rabbim! Modern cahiliyenin ulaşılmaz sanılan güç ve iktidarının ne kadar kırılgan olduğunu gösterdin. Göklerin ve yerin orduları şöyle dursun, tek bir virüsle ne hâle geldiler!

Seni tenzih ederim Rabbim! Dünyaya gelişmişlik/ilericilik dersi veren Avrupa’nın; üç hafta içinde sağlık sistemi çöktü, aşağıladıkları Doğu’dan/Çin’den yardım almak zorunda kaldılar.

Seni tenzih ederim Rabbim! Senin yardımını hak ettiğimiz takdirde küfrü “ol” diyerek kahredeceğini bir daha gösterdin. Ki sen, kullarına sürekli ayet gösterirsin.[24]

Seni tenzih ederim Rabbim! Samiri, dokunulmaması gereken “bir” şeye dokundu, ömür boyu dokunulmamakla cezalandırıldı.[25] Bugün dokunulmaması gereken “her şeye” dokundular/bozdular; birbirlerine dokunmamakla cezalandırıldılar.

Seni tenzih ederim Rabbim! Bunca şirk, isyan ve zulme rağmen, insanları kendi hâline terk etmedin. Yine ve yeniden onları uyardın.

Toplum/Sistem bu İlahi ayetten payına düşeni aldı mı? Üzülerek belirtmeliyim ki hayır, almadı! Pandemi sürecinin en öncelikli meselesi turizm, yani fahşa ve münkerin meşrulaştırılması ise, hangi anlayıştan ve ibret almadan konuşabiliriz ki? Yüce Allah merhametlidir; günahlarıyla helak olmayı hak eden toplumlara mühlet verir. Düşünüp öğüt alsınlar diye yeni ayetler gönderir. Firavun gibi bir zalime dahi dokuz apaçık ayeti peş peşe, tek bir peygamber eliyle göndermiştir:

“Andolsun ki Musa’ya, dokuz apaçık ayet/mucize verdik. Sor İsrailoğullarına! Hani (Musa) onlara geldiğinde Firavun ona: “Ey Musa! Ben, senin kesinlikle büyülenmiş biri olduğuna inanıyorum.” demişti. (Musa) demişti ki: “Andolsun ki bunları göklerin ve yerin Rabbinin, (insanları) basiretli kılıcı (ayetler) olarak indirdiğini biliyorsun. Ve ben senin kesinlikle helak olmuş biri olduğunu düşünüyorum ey Firavun!”[26]

Kur’ân daha sonra bu dokuz ayeti farklı yerlerde tafsilatlandırır. Bazılarının topluca anlatıldığı bir ayet, günümüz açısından gerçekten dikkat çekicidir:

“(Bunun üzerine) ayrı ayrı ayetler/mucizeler olan tufan, çekirge, (bit, pire, böcek vb.) haşerat, kurbağalar ve kan yolladık üzerlerine. Yine büyüklenip kibre kapıldılar ve suçlu günahkâr bir toplum oldular.  Azap üzerlerine çökünce: ‘Ey Musa! Senin yanında bulunan (Allah’ın) ahdiyle bizim için Rabbine dua et. Bu azabı bizden giderirsen, andolsun ki sana iman edecek ve İsrailoğullarını seninle beraber yollayacağız!’ demişlerdi.”[27]

Tufan, çekirge, bit/pire/böcek -virüsü bu gruba dâhil edebiliriz-, kurbağa ve kanla imtihan edilen Mısır toplumu, ayetleri ilk gördüklerinde etkilendiler, ibret alır gibi oldular. İman edip zalimliklerine son vereceklerine dair sözler verdiler. Ne ki azabın ürkütücü gölgesi çekilince, eski azgınlıklarına geri döndüler. Şirke ve o günün muvahhidleri olan İsrailoğullarına zulmetmeye devam ettiler. Peki, sonuç?

“(Bunun üzerine) onlardan intikam aldık. Ayetlerimizi yalanlamaları ve ona karşı gafil olmaları nedeniyle onları suda boğduk. Bereketli kıldığımız toprakların doğusuna ve batısına zayıf bırakılmış topluluğu mirasçı kıldık. Sabretmelerine karşılık Rabbinin güzel vaadi İsrailoğulları için gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıkları ve bina edip yükselttiklerini yerle bir ettik.”[28]

Bu süreci anlamaya çalışan bir ilim talebesi olarak, kanaatim şudur: Son birkaç yıldır yaşanan tufan/kasırgalar, çekirge istilası, haşerat gibi her yeri istila eden virüs, dünyanın birçok yerinde oluk oluk akan kan… büyük azabın öncülü, köprüden önceki son çıkıştı. İnsanlık ibret alır gibi oldu; ancak ayetlerin gölgesi üstünden çekilince, eski azgınlığına döndü. Daha yerinde bir ifadeyle, döneceğinin sinyalini vermeye başladı. Şimdi yüce Allah’a çokca sığınmak ve bizi kurtulanlardan kılmasını dilemek zorundayız. Yeryüzünün doğusuna ve batısına vâris kıldığı o sabır ehli mustazaflardan…

Evet, biliyorum ki; yüce Allah için zaman mefhumu yoktur. Bugün olur, yarın olur, bir asır sonra olur… Ancak kesin olan şudur ki Allah’ın (cc) sünnetleri vardır ve bu sünnetler değişmez… İmtihanımız Musa’nın (as) ve yanındaki mustazafların imtihanına benziyor madem; duamız ve duruşumuz da onlara benzesin:

“Musa demişti ki: ‘Ey kavmim! Şayet Allah’a inanıp O’na teslim olduysanız yalnızca O’na tevekkül edin.’ (Bunun üzerine:) ‘Allah’a tevekkül ettik.’ demişlerdi. ‘Rabbimiz! Bizi zalimler topluluğuna fitne kılma. (Bize üstün gelirlerse hak yolda olduklarını zannederler. Onlara fitne olmuş oluruz.) Ve bizleri rahmetinle kâfirler topluluğundan kurtar.’ “[29]

Pandeminin Bize Bakan Özel Yönleri!

Bizden kastım; muvahhid müslim topluluklardır. İnançta tevhidi, amelde sünneti esas edinmiş; yalnızca Allah’a (cc) ve yalnızca resûlleri vasıtasıyla gösterdiği şekilde kulluk çabası içinde olanlar… Şirk ve bidatten arınmaya çalışan, Tevhid ve Sünnet ehli müminler…

Bu sürecin bize anlattığı çok şey olsa da ben iki mesele üzerinde durmak istiyorum:

Birincisi;

İnsanlığın, toplumların ve bireylerin tahavvülüne dair bakış açımızı değiştirmek zorunda olduğumuz gerçeğidir. Zira biz, bazı şeyleri gözümüzde çok büyütüyoruz. Milyarlarca insandan oluşan şirk ehli karşısında bir avuç muvahhidin ne kadar etkili olabileceğini düşünüyor, çoğu zaman işin içinden çıkamıyoruz. Şirk, bidat ve masiyetin okyanus misali küreyi kuşattığı bir ortamda; kaya çatlaklarından akan bir sızıntı misali tevhid, sünnet ve taatin neyi ne kadar değiştirebileceğinden emin olamıyoruz.

Aslında bu durum, bizden önce yaşamış ve bizim öncülerimiz olan hidayet imamlarının da yaşadığı bir problemdir. Zaman olmuş; kâfirlerin yeryüzünde mağrur bir şekilde dolanıp durmalarından, yani onların güç ve iktidarından etkilenmişlerdir:

“Kâfirlerin yeryüzünde (mağrur bir şekilde) dolanıp durmaları seni aldatmasın. (Bu hâlleri) az bir faydalanmadır. Sonra barınakları cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o!”[30]

Zaman olmuş; kâfirlere verilen ve içinde -zahiren- mutlu ve huzurlu yaşadıkları dünyevi imkânlardan etkilenmişlerdir:

“Onlardan bazılarına, kendilerini imtihan etmek için verdiğimiz dünya süsüne gözünü dikme! Rabbinin rızkı, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Ailene namazı emret, sen de onda sabırlı/kararlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz. Biz seni rızıklandırıyoruz. Akıbet takvanındır. (Takvalı olanlarındır.)”[31]

“Onların malları ve evlatları seni etkileyip imrendirmesin. Allah bu (mal ve evlatlarla) dünya hayatında onlara azap etmek, (bir de) canlarının zorlanarak ve kâfir olarak çıkmasını ister.”[32]

Zaman olmuş; onların giyim kuşamından, etkili konuşmalarından, insanda etki bırakan cüsselerinden/kalıplarından/karizmalarından etkilenmişlerdir:

“Onları gördüğünde cüsseleri/kalıpları hoşuna gider. Konuşacak olsalar sözlerini dinlersin. Onlar, (kendi başına ayakta duramayan, meyve vermeyen,) duvara yaslanmış kütük gibidirler. Her çığlığı kendi aleyhlerine sanırlar. (Dış görünüşleriyle cesur, özü sözü bir görünseler de iç dünyalarında korkak ve her şeyden ürken bir yapıları vardır.) Asıl düşman onlardır, onlardan sakın. Allah, onları kahretsin, nasıl da çevriliyorlar?”[33]

Ancak her seferinde Allah (cc) ayetler indirmiş ve okuduğumuz örneklerde olduğu gibi, İslam toplumunun bakış açısını tashih etmiştir. Bugün bizler de, karşımızdaki şirk ve tuğyanın imkânları, güç ve iktidarı, iyi giyimli ve ağzı laf yapan propagandacıları karşısında benzer durumlar yaşıyoruz. Bu gidişatı nasıl değiştirebileceğimiz konusunda kara kara düşünüyoruz. Örneğin, siz yüzlerce insan ve ciddi bir sermayeyle bir hayır çalışması yapıyorsunuz. Karşınızdaki güç bir tuşa basarak, bir mahkeme kararıyla, bir hamleyle iptal ediyor. İptal etmekle kalmıyor, hak arayabileceğiniz tüm yolları da kapatıyor. Günün sonunda insanlığın iyiliği için yaptığınız çalışma, kendisiyle suçlandığınız ve kendinizi savunmak zorunda kaldığınız bir suça (!) dönüşüyor.

İşte bu pandemi süreci, biz muvahhidlere çok önemli bir gerçeği hatırlattı. Şayet biz yüce Allah’ın istediği kıvama gelirsek, topluma imamlık yapacak donanıma sahip olursak, yani şahit bir ümmet olabilirsek yüce Allah için ortamı hazırlamak en kolayıdır. O (cc), tüm dünyayı, çıplak gözle görülmeyen bir mahlûkla dizginleyebilir; bir virüsü aracı kılıp muvahhidleri yeryüzüne vâris kılabilir. “Zor” bizedir. O’na (cc) “zor” yoktur. O, mutlak kudret sahibidir. Bir şey diledi mi hiçbir güç O’nun iradesi karşısında duramaz:

“Kendilerinden önce (yaşayanların) akıbetini görmek için yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı? Hem onlar, güç ve kuvvet yönünden (bunlardan) daha çetindiler. Göklerde ve yerde Allah’ı aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Şüphesiz ki O, (her şeyi bilen) Alîm, (her şeye güç yetiren, mutlak kudret sahibi olan) Kadîr’dir.”[34]

Yüce Allah kullarına gösterir, öğretir. Şer’i ve kevni ayetlerle bakış açılarını düzeltir. Anlamak, ibret almak ve gereğini yapmak kullara kalmıştır. Dileyen Rabbine bir yol tutar; iman eder, tevbe eder ve halini ıslah eder. Dileyen yüz çevirir, hatasında ısrar eder ve…

“Her yıl bir veya iki defa (Allah tarafından) imtihan edildiklerini, (buna rağmen) tevbe etmeyip öğüt almadıklarını görmüyorlar mı?”[35]

Kâfirlerin güç, iktidar ve dünyevi imkânları karşısında etkilenmek; şeytanın fıtri kodlarımızı manipüle ederek oluşturduğu bir anlayıştır. Zira bizler güç, iktidar ve dünya süsünü seven bir fıtrata sahibiz. Dahası, bir imtihan olarak yüce Allah bunları bize süslü kılmıştır:

“Kadınlar, evlatlar, kantar kantar altın ve gümüş, besili atlar, hayvanlar ve ekinlerden oluşan şehvetlerin sevgisi insanlara süslü gösterildi. Bu, dünya hayatının (kendinden faydalanılan geçici) metaıdır. (Ebedî ve hakiki nimetlerin olduğu) güzel dönüş, Allah katındadır.”[36]

Yüce Allah’ın şer’i ve kevni ayetlerini rehber edinip şeytani bakış açısını tashih etmezsek, yakinimizi keybederiz. Allah’ın vaadine dair yakinimizi kaybedince mücadele azmimizi de yitiririz. Kazanacağından yakinen emin olmadığı bir dava için kim hakkıyla mücadele eder ki? Yakini ve mücadele azmini/sabrı kaybettiğimizde ise Allah’ın yardımını kaybederiz. Zira Allah (cc) kendi zatının şer’i ve kevni ayetlerine yakinen inanan ve mücadelesinde sabırlı/azimli kullarını insanlığa yol gösteren hidayet imamları kılar:

“Sabrettikleri zaman, içlerinden bizim emrimizle yol gösteren imamlar/önderler kıldık. Onlar bizim ayetlerimize yakinen inanıyorlardı.”[37]

İkincisi;

Bazı değerlerin kyımetini daha iyi anlamamız gerektiğidir… Bugün yüce Allah’ın bir lütfu olarak, takva mescidlerine sahibiz. İçinde yüce Allah’a tevhid üzere kulluk ettiğimiz, dinimizi öğrendiğimiz, öğrendiklerimizi başkalarına aktardığımız, gönül rahatlığıyla sırtımızı dayayabileceğimiz kardeşler edindiğimiz, cahiliyenin kirinden ve pasından arındığımız, içinde Allah’ın (cc) nurunu bulmayı umduğumuz mescidler… Dokunduğu her şeyi manevi bir çöle çeviren modern cahiliye içinde, gönüllere inşirah veren bir vaha… Her şeyi önüne katıp sürükleyen şüphe ve şehvet dalgalarına karşı korunaklı bir sığınak… Bu nimetin ve vesile olduğu hizmetlerin farkında mıyız? Aslında genel anlamda farkındayız! Ancak sahip olduğumuz tabiat, zaman zaman farkındalığımızı olumsuz etkiliyor. Tabiatımızdan kastım; süreklilik arzeden şeylere karşı körleşme, alışkanlık hâline getirme, bıkma, önemsiz görme… özelliklerimizdir.

Üzücüdür, fakat hakikattir de; insanoğlu sürekli göz önünde olanı önemsiz görür. Birçok insanın, hayatın en büyük nimeti olan aileyi, çocuğu, sıhhati… önemsiz görmesi ve gereken ehemmiyeti vermemesi gibi. Maalesef çoğunluk, bunları kaybettiğinde kıymetini anlar. Allah Resûlü (sav) diyordu ya: “İki nimet vardır ki insanların çoğu onda aldanmıştır (öneminin farkında değildir): Sıhhat ve boş vakit!”[38]

Kanaatimce hayatımızın bir parçası hâline gelen mescidlerin önemini unutmuştu bazımız. Yüce Allah bizi aylarca mescidlerden, İslami hizmetlerden, bir arada omuz omuza ibadet etmekten alıkoydu. Bayram günü dahi bir araya gelemedik, daha ne olsun!

Bilmeliyiz ki; ibadetler ve kendisiyle şeref duyduğumuz İslami hizmetler, kardeşlerimizle ve bizi bir araya toplayan mekânlarla güzeldir. Omuzumuz kardeşimizin omuzuna bitişince ve birbirimizin elinden tutunca anlamlıdır. Öyleyse; mescidler ve vesile olduğu hizmetler için yüce Allah’a şükredelim. Bazı nimetlerin kıymetini hayatımızdayken bilelim. Mahrum olduktan sonra kıymet bilmek, bir kulluk afetidir. Kendimizde bu ahlakı görüyorsak; hayatımızda bulunan nimetleri tekrar gözden geçirelim. Çok göz önünde olduğu için farkında olmadığımız başkaca nimetlerin farkına varalım. Bu imtihandan olgunlaşmış, öğrenmiş ve ileriye dönük olarak, yeni tecrübeler edinmiş olarak çıkalım.

Pandemi “Bana” Ne Anlattı?

Yukarıda pandemi sürecinin genele ve biz muvahidlere bakan özel yönlerine temas ettik. Elbette siz bu yazılanlarla yetinmemeli, yazıyı bir sıçrama tahtası kabul edip daha yüksek ufuklara yükselmelisiniz. Yüce Allah’ın kullarına bahşettiği ilim, fıkıh/anlayış, basiret ve hikmetten payınıza düşeni almak için tefekkür etmelisiniz. Hayrı ve güzelliği üstüne yenilerini koyarak çoğaltmalısınız…

Bunun yanında şuna da dikkat etmeliyiz: Her imtihanın kişiye bakan özel yönleri vardır. Yüce Allah’ın gösterdiği ayetle bize, yalnızca şahsımıza öğretmek istediği şeyler vardır. Yüce Allah’ın öğrettiklerinden öğrenmeye, yaktığı hidayet kandillerinden yolumuzu aydınlatmaya gayret etmeliyiz. Zira her ayet, bir fırsattır. Cehaletimizi gidermek, hatalarımızı anlamak ve olgunlaşmak için bir fırsat… Bu sürecin insanlığa bakan yönlerine takılıp, şahsımıza özel ibretlerden gafil kalmayalım. Zira insan, yaşanan hadiseleri başkaları üzerinden okuyup kendi üstüne alınmamaya meyyaldir. Başkalarını kınayarak dolaylı yoldan nefsini temize çıkarmaktan hoşnuttur. Oysa nefsi temize çıkarmak, ister direkt ister dolaylı, yasaklanmıştır. Yasaklanmıştır; çünkü bu bir kalp hastalığı, bir kulluk afetidir. Temize çıkarılan nefisler tevbeden, istiğfardan ve Allah’a (cc) karşı duyulan ihtiyaç duygusundan uzaktır… Temize çıkarılan nefisler kibirli, gafil ve mustağnidir…

Tüm insanlığa örnek gösterilen ilk nesli bu seviyeye ulaştıran nedenlerden birisi tam da buydu. Onlar, şer’i olsun kevni olsun, tüm ayetleri üstlerine alınırdı. Örneğin kevni bir ayet görecek olsalar; “Bu, putperestlerin helaki için gelen bir ayettir.” demez; korkar, ürperir, Allah’a sığınırlardı…

Âişe’nin (r.anha) şöyle dediği nakledilmiştir:

“Peygamber (sav) gökyüzünde yağmur yüklü bulutlar gördüğü zaman telaşlı bir şekilde hareket eder, ileri geri gidip gelir, içeriye girip çıkar ve yüzündeki ifade değişirdi. Fakat yağmur yağdığı zaman neşesi yerine gelirdi. -Daha sonra Âişe (r.anha) Resûlullah’a (sav) o telaşlı hâlini anlatmış ve- Peygamber de şöyle buyurmuştur: ‘Ne bileyim, belki de durum Âd Kavmi’nin (kendilerine gelen azaptan habersiz bir şekilde) … vadilerine doğru enlemesine yayılan bulutu görünce…’ söyledikleri gibi olacaktır.”[39]

İşte, geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmış Allah Resûlü (sav)! Kevni bir ayet görüyor, putperest Ad Kavmi gibi yanılmaktan ve azaba düçar olmaktan korkuyor ve Allah’a (cc) sığınıyor.

Abdullah b. Ömer, Ebu Bekir Sıddık’ten (r.anhuma) şöyle aktarmıştır:

“Resûlullah’ın (sav) yanındaydım, şu ayet indirildi: ‘(Kimin hak ya da batıl üzere olduğu, kimin cennete ya da cehenneme gideceği) ne sizin ne de Ehl-i Kitab’ın temennileriyle olacak iştir. (Bunu belirleyecek olan şudur:) Kim bir kötülük yaparsa onunla cezalandırılır. Ve kendisi için Allah’ın dışında ne bir dost ne de bir yardımcı bulur.’[40]

Bunun üzerine Resûlullah (sav) ‘Bana indirilen bir ayeti sana okuyayım mı?’ buyurdu. Ben de ‘Evet, oku ey Allah’ın Resûlü!’ dedim. Resûlullah (sav) o ayeti bana okudu, bu esnada ben belim kırılacak gibi hissettim. Resûlullah (sav) ‘Neyin var, ey Ebu Bekir?’ diye sordu. Ben de ‘Anam, babam yoluna feda olsun, ey Allah’ın Resûlü! Hangimiz kötülük yapmamıştır? Bizler yaptıklarımızla cezalandırılacağız.’ dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sav) buyurdular ki: ‘Sen ve tüm müminler, yaptığınız kötülüklerin cezasını bu dünyada çekecek ve Allah’a günahsız olarak kavuşacaksınız. Kâfir olanlara gelince kötülükleri onlar için birikecek ve neticede bunun cezasını kıyamet günü çekecekler.’ “[41]

Ebu Bekir (ra)! Allah (cc) ondan, o da Allah’tan razı bir kul; Resûl’ün (sav) diliyle cennetle müjdelenmiş bir sahabe. Günah işleyenlerle ilgili bir ayet indiğinde belinin kırıldığını hissediyor. Sanırsınız yeryüzünün en günahkâr insanı, haşa!

Abdullah b. Mes’ud (ra) şöyle demiştir:

” ‘İman eden ve imanlarına zulüm/şirk bulaştırmayanlar (var ya); işte bunlara (Allah’ın azabından) emin olma vardır. Ve onlar hidayete erenlerdir.’ ayeti indiğinde bu, Resûlullah’ın (sav) sahabesine ağır geldi ve ‘Hangimiz nefsine zulmetmiyor ki?’ dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sav) ‘Bu sizin zannettiğiniz gibi değildir. Bu ancak Lokman’ın, oğluna ‘Oğulcuğum! Allah’a şirk koşma! Şüphesi ki şirk, en büyük zulümdür.’ buyurduğu zulümdür.’ dedi.”[42]

Genel olarak sahabe! İnen şer’i bir ayeti üstlerine alıyor; zulümleri nedeniyle hidayet ve emniyet nimetinden mahrum kalmaktan korkuyorlar. Allah Resûlü (sav) ayeti açıklayınca teskin oluyorlar.

Öyleyse bizler de pandemi sürecine yoğunlaşıp “Bu süreç hususi olarak bana ne söyledi?” diye kendimize sormalıyız. Yüce Allah’a sığınıp yardım istemeli ve anlamamız gerekeni bize ilham etmesi için çokça ve içtenlikle dua etmeliyiz.

Bu ay bu kadarla iktifa ediyor, her birinizi Allah’a (cc) emanet ediyorum. Rabbim bu süreci hakkımızda hayra çevirsin, bizleri bu sürecin şerrinden muhafaza eylesin.

Son tahliye süreci ve akabinde yaşanan tutuklama üzerine, birçoğu hiç tanışmadığım insanlardan mektuplar aldım. Âdetim olduğu üzere her birine cevap yazdım. Ancak mart ayından bu yana cezaevinin sistemi tamamen değişti. Bazı mektupların bana ulaşmamış olması veya benim cevaplarımın sahiplerine ulaşmamış olması muhtemeldir. Genel olarak hâlimi hatırımı soran kardeşlerime şunu söylemek isterim: İstanbul’a yerleştiğim son on üç yılın en sakin, en huzurlu ve en verimli günlerini, bu süreçte yaşadım. Zahiren şer gibi görünen kısıtlamaların birçok hayra kapı araladığına şahit oldum. Ziyaretlerin durdurulması; Arapça kitap alışverişinin tamamen, Türkçenin kısmen durması; iletişim araçlarının ve sosyal faaliyetlerin kısıtlanması… yavaşlamamızı sağladı. Yavaşlayınca daha iyi görmeye, duymaya ve hissetmeye başladık. Hani şair diyor ya: “Biliyorsun ben hangi şehirdeysem/Yalnızlığın başkenti orası” Ben de bu dizelere nazire yaparak “Biliyorsun ben hangi mekândaysam/Yoğunluğun başkenti orası” desem yeridir. Bilmiyorum; ben mi yoğunluğu yanımda taşıyorum, yoğunluk mu beni takip ediyor? Ancak yoğunluk içinde bir yaşam, son sürat giden bir araçtan etrafı izlemeye benziyor. Bir şeyler görüp hissediyorsunuz belki, ama künhüne vakıf olamıyorsunuz. Akıp gidiyor hayat…

İnsan yavaşlayınca özlemi, hasreti, mahrum olduğu şeyleri daha derinden hissediyor elbet. Bu da imtihanın cilvesi! Zahmetsiz rahmet, külfetsiz ülfet olmuyor. Sayısız nimet içinde sayılı imtihanla kullarına merhamet eden Allah’a (cc) hamdolsun.

Bana dualarını, selamlarını ileten kardeşlerden Allah (cc) razı olsun. Onlara dualarının misliyle mukabelede bulunsun, maddi ve manevi olarak esenlikte kılsın. Selam ve dua ile.


[1] .”Nerede olursanız olun -korunaklı burçlarda dahi olsanız- ölüm sizi bulacaktır. Onların başına bir güzellik geldiğinde: ‘Bu, Allah’tandır.’ diyorlar. Başlarına bir kötülük geldiğinde: ‘Bu, senden dolayıdır.’ diyorlar. De ki: ‘Hepsi Allah’tandır.’ Ne oluyor bu topluluğa? Neredeyse hiçbir sözü anlamayacaklar.” (4/Nîsa, 78)

[2] .”Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, ısrarla kovalayan geceyle örter. Güneş, Ay ve yıldızları emrine amade kılıp, boyun eğdirendir. Dikkat edin! Yaratmak da emretmek de Allah’a aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah, ne yücedir.” (7/A’râf, 54)

[3] .”İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelenler Allah’ın izniyledir. (Gayesi) sizden (musibetler karşısında sabır gösteren ve Allah hakkında güzel zan besleyen) müminleri açığa çıkarmaktır.” (3/Âl-i İmran, 166)

[4] .”Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.” (48/Fetih, 7)

[5] .”Yoksa sizi, boşu boşuna/amaçsız yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (23/Mü’minûn, 115)

[6] .”Gök, yer ve ikisi arasındakileri boş/amaçsız/öylesine yaratmadık. Bu, kâfirlerin zannıdır. (Girecekleri) ateş nedeniyle veyl olsun o kâfirlere!” (38/Sâd, 27)

[7] .”Şüphesiz ki göklerde ve yerde, müminler için (O’nun birliğine ve azametine işaret eden) ayetler vardır.” (45/Câsiye, 3)

[8] .”O (Kur’ân’ın) hak olduğu kesin bir şekilde kendilerine belli olsun diye, ayetlerimizi hem ufukta hem de kendi nefislerinde onlara göstereceğiz. Rabbinin her şeyin üzerinde şahit olması yetmez mi?” (41/Fussilet, 53)

[9] .”Şüphesiz ki sizin için (Bedir Günü) karşı karşıya gelen iki toplulukta (dersler çıkaracağınız) ayet/ibret vardır. Bir grup Allah yolunda savaşıyordu. Diğeri ise kâfirdi ve (müminleri) çıplak göz ile kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah, yardımıyla dilediğini destekler. Şüphesiz ki bunda, (çokça Kur’ân okuyup, Allah’ın şer’i ve kevni ayetleri üzerinde kafa yordukları için) basiret sahibi olanlara ibretler vardır.” (3/Âl-i İmran, 13)

[10] .”Onu yalanladılar. Onları gölgeli günün azabı yakaladı. Şüphesiz ki o, büyük bir günün azabıydı. Şüphesiz ki bunda (Allah’ın dostlarına yardım edip düşmanları helak edeceğine dair) ayet vardır. Onların çoğu mümin değildir.” (26/Şuarâ, 189-190)

[11] .”Eyyub’u da (an)! Hani o Rabbine dua etmiş (ve demişti ki:) ‘Şüphesiz ki bu dert bana dokundu/her yönden beni kuşattı ve sen merhametlilerin en merhametlisisin.’ Onun duasına icabet ettik ve sıkıntısını giderdik. Tarafımızdan bir rahmet ve (Allah’a) kulluk edenlere öğüt olması için, ailesini ve bir o kadarını daha ona verdik. İsmail, İdris ve Zelkifl… Hepsi sabırlı kimselerdendi. Onları rahmetimize dahil ettik. Şüphesiz ki onlar, salih kimselerdendiler. Zennûn/Balık sahibini de (an)! Hani kızgınlıkla (kavmini bırakıp) gitmiş ve onu sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Onu balık karnında hapsetmekle cezalandırınca) karanlıklar içinde seslenmişti: ‘Senden başka (ibadeti hak eden) ilah yok! Sen tüm eksikliklerden münezzehsin. Şüphesiz ki ben, zalimlerden oldum.’ ” (21/Enbiya, 83-88)

[12] .”Allah, bir dişi sivrisineği ya da ondan daha üstün/aşağı bir şeyi örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler (örneği duyunca) onun, Rablerinden gelen bir hakikat olduğunu bilirler. Kâfirler ise: ‘Allah bu örneği vermekle ne murat etti?’ derler. (Allah) o (örnekle) birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayet eder. (Hakikatte) onunla sadece fasıkları saptırır.” (2/Bakara, 26)

[13] .”(Bunun üzerine) ayrı ayrı ayetler/mucizeler olan tufan, çekirge, (bit, pire, böcek vb.) haşerat, kurbağalar ve kan yolladık üzerlerine. Yine büyüklenip kibre kapıldılar ve suçlu günahkâr bir toplum oldular.” (7/A’râf, 133)

[14] .10/Yûnus, 67

[15] .13/Ra’d, 4

[16] .30/Rûm, 21

[17] .30/Rum, 22

[18] .14/İbrahîm, 5

[19] .2/Bakara, 118

[20] .11/Hûd, 103

[21] .34/Sebe’, 9

[22] .44/Duhan, 33

[23] .51/Zâriyat, 55

[24] .40/Mü’min (Ğafir), 13

[25] .20/Tâhâ, 96-97

[26 .17/İsrâ, 101-102

[27] .7/A’râf, 133-134

[28] .7/A’râf, 136-137

[29] .10/Yûnus, 84-86

[30] .3/Âl-i İmran, 196-197

[31] .20/Tâhâ, 131-132

[32] .9/Tevbe, 55

[33] .63/Münafikûn, 4

[34] .35/Fâtır, 44

[35] .9/Tevbe, 126

[36] .3/Âl-i İmran, 14

[37] .32/Secde, 24

[38] .Buhari, 6412

[39] .Buhari, 3206; Müslim, 899

[40] .4/Nîsa, 123

[41] .Tirmizi, 3039; Müsned, 23

[42] .Buhari, 6937; Müslim, 124

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver