Obezite ve Sağlık Sorunları

 

Alemlerin Rabbi olan Allah’a subhanehu ve teâla hamd-u senalar, son Nebi olan Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem, ashabına ve âline salât ve selam olsun.

Bir önceki yazımızda ele aldığımız obezite ve sebep olduğu hastalıklar hakkında bahsetmeye devam edeceğiz.

Beslenme; canlıların hayatlarını idame ettirebilme şartlarından biridir. Yaşamın devamı için gerekli enerjinin büyük bir kısmını beslenme ile gıdalardan almaktayız. Gıdalar başta olmakla beraber tüm fıtratlara müdahale edildiği günümüzde en çok tüketilen besindir karbonhidrat’lar. Haliyle de genetiği/fıtratı değiştirilmiş organizmaların (GDO) içinde ilk sıralarda yer almaktadır.

Karbonhidratlar yapılarına göre 3 gruba ayrılırlar:

1- Monosakkaritler (Basit Şekerler): Glikoz (kan şekeri), Früktoz (meyve şekeri), Galaktoz (6 karbonlu monosakkarit)

2- Disakkaritler: Sakkaroz (çay şekeri), Laktoz (süt şekeri), Maltoz (malt şekeri)

3- Polisakkaritler: Nişasta (bitkilerdeki depo karbonhidrat), Glikojen (kas ve karaciğerdeki depo karbonhidrat), Selüloz (posa)

Tüm bu karbonhidrat çeşitleri (meyve, sebze, tahıl ürünleri…) vücut tarafından basit şeker olan glikoza parçalanırlar. Karbonhidratların tüketilmesi vücudun şekere maruz kalması demektir. Yani beyaz unla yapılan ekmeğin vücuda etkisi beyaz şekerden farklı değildir. Yüksek şeker vücuttaki doku ve organlar için toksik/zehir etki taşımaktadır.

Karaciğer Yağlanması

Vücut için tehlikeli bir madde olan fazla şekere karşı İnsulin hormonu üretilerek şekeri bağlamaya başlar. Bu bağlanan şeker ise sürekli karaciğer ve kas dokusunda yağa dönüşür. Yani; insülin vücuttaki karbonhidratı yağa dönüştüren bir hormondur. İnsülin hormonu ne kadar çok salgılanırsa vücutta o kadar çok yağ birikir. Bu yağ da başta karaciğer olmakla beraber kaslarda birikmeye başlar. Normal bir karaciğer hiç yağ barındırmaz ama günümüzde karaciğer yağlanması artık çocukluk döneminde dahi görülmektedir. Çünkü her yaş aralığında karbonhidratlar vücudun ihtiyacının çok çok üstünde tüketilmektedir. Bu yağlanma beraberinde bir takım rahatsızlıklar getirdiği gibi vücutta bir atık fabrikası konumunda olan karaciğerin çalışmasına da olumsuz etki etmektedir. Kilo fazlalığı olmadığı halde beslenmesine dikkat edip de karaciğer yağlanmasından muzdarip olan hasta profili çok ciddi oranlardadır. Neredeyse her 10 insandan 6-7’sinde karaciğerde bir yağlanma mevcuttur.

İnsülin Hormonu ve Direnci

Vücudun tehlikeli olarak gördüğü her maddeye karşı kendisinin bir savunma mekanizması vardır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi vücut için tehlike olan karbonhidratlar (her karbonhidrat özünde şekerdir) vücuda dahil olduğunda buna karşı pankreas bezinden insülin hormonu üretilir. Normalde 1 birim insülin 1 birim şekeri hücre içine sokup onu enerji olarak kullanabiliyorken kilo almaya başladıkça üretilen insülin zamanla yetmemeye başlıyor. İnsülinin sık salgılanmasına ve fazla kilolara bağlı şekere karşı duyarlılığı azalır. Şekeri kanda olduğu haliyle bırakmaması için pankreas daha fazla insülin üretir. Vücut 1 birim şekeri kullanmak için artık 3-4 birim insülin kullanmaya ihtiyaç duyar. Bu durumda İnsülin aktifliğini kaybederek reaktif hipoglisemiyi yani halk arasında da sık kullanılan insulin direncini oluşturur.

Zamanla vücuda alınan karbonhidratların yani şekerin miktarına bağlı olarak artık insülin şekere etki edemez ve bu da vücutta şekerin yükselmesine Tip 2 diyabet hastalığına sebep olur. Çocukluktan gelen Tip1 diyabet vücudun hiç insulin üretememesi iken sonradan gelişen Tip 2 diyabet hastalarında ise İnsülin direnci oluşmaktadır.

Diyabetli hastalarda küçük ve büyük damarlarda hasarlar oluşur. Bu damar hasarına bağlı göz kusurları ve böbrek problemleri, sinir uçlarında hasarlar (el ve ayakta uyuşma, karıncalanma, iyileşemeyen yaralar) kalp damar hastalıkları ortaya çıkar ve kalp krizleri, beyin kanseri 4 kat daha fazla gözükür. Bunlar hep vücuda yüklenen şekerin/karbonhidratların oluşturduğu tahribatlardır.

Basit karbonhidratlar kategorisine giren beyaz un ürünleri kan şekerini çok hızlı yükseltirler. Buna müdahale eden insülin hormonu da kan şekerini çok hızlı düşürmeye çalışır. İnsülin müdahalesinden kısa süre sonra ise insülin hormonunun tersi olarak çalışan glukagon hormonu salgılanmaya ve ‘vücut kan şekeri düşmemeli, acil şekere ihtiyaç var’ alarmını çalmaya başlar. Bu da tekrar acıkma hissine sebep olur ve bir kısır döngü şeklinde doyumsuzluğa sebep olmaktadır.

Leptin Hormonu ve Direnci

Leptin hormonu; tokluk duygumuzu oluşturarak açlığımızı bastırma, yemek esnasında doyduğumuzu beynimize iletme, vücut yağlarını yakma gibi çok önemli görevlere sahiptir.

Ancak 4-5 saat hiçbir şekilde ağza besin alınmadığında devreye giriyor. Leptin, 4-5 saat içinde bir şey yenmediği takdirde depo edilmiş olan yağları yakarak enerji ihtiyacımızı karşılar. Uzun öğün aralarında yağ yakan Leptin hormonu en çok gece saat 02 ile 05 arasında salgılandığı bilinmektedir. Bunun sebebi aslında ha bire tıkınmamızdan başka bir şey değildir.

Leptin hormonu, aynı zamanda vücutta bulunan tüm hormonların düzenli işlemesini de sağlayan hormondur. Tiroit, pankreas, stres, cinsiyet ve tüm hormonları ve genel olarak vücut sistemleri üzerinde düzenleyici bir rol almaktadır.

Beslenme alışkanlıklarımız Leptin hormonunun salgılanma mekanizmasına ters olduğundan dolayı, bu hormonun vücuda etkilerini de aynı zamanda azaltmış hatta bu hormonun direncine sebep olmuş oluruz.

Özetle

Ağzımıza bir yiyecek koyar koymaz kan şekerimiz yükselir. Kan şekeriyle beraber insülin hormonu da yükselir. 2 saat sonra insülin düşmeye başlar ve vücuttaki şeker, enerji için karaciğer ve kaslarda glikojen olarak depo edilir, 2 saatten sonra da glukagon depo edilmiş şekeri enerjiye dönüştürür. İşte bunlardan sonra leptin hormonu devreye girer ve o zaman yağlar yakılmaya başlanır ve depo edilmiş olan yağlar enerji sağlamak için kullanılır. 4 saat aralıkla yemek yendiğinde metabolik olarak yağların yanma süresi başlar ve devam eder. Onun için biz sık sık yedikçe insülin salgılanır, insülin salgılandıkça da uzun vadede insülin direnci oluşur ve bu şekilde kilo vermek bir yana hastalıklar oluşmaya başlar.

Sonuç

Basit karbonhidratlardan olan beyaz un ürünleri (ekmek, simit, poğaça, börek, makarna vb), pirinç, paketlenip dondurulmuş ürünler, içerisinde koruyucu maddelerin olduğu tüm ürünlerin tüketilmemesine dikkat edilmelidir.

Karbonhidratlardan mutlaka tüketilecekse de miktarı çok az ve düşük glisemik indeksli olanlarından tüketilmelidir. Beyaz ekmek yerine tam tahıllı, pirinç yerine bulgur ve kırmızı-yeşil mercimek, patates kızartması yerine haşlanmış veya fırında pişirilmiş patates, alternatif olarak tüketilmeli ama miktarının az olmasına, yemekler arasında sık atıştırılmamasına dikkat edilmelidir. Sabah kahvaltısı ile akşam yemekleri arasında mutlaka bir şeyler yenecekse de çiğ kuruyemişler yeşil çay veya limon sıkılmış açık çayla tüketilebilir.

Kahvaltıdan akşam yemeğine kadar bir şeylerin yenilmesi gerektiği gibi düşüncelerin aslında bir ihtiyaçtan değil alışkanlıkların bırakılamamasından kaynaklı sadece bir saplantı olduğu zamanla biiznillah görülecektir.

Organik besinler, doğal tereyağı, yumurta, kırmızı-beyaz et, tam yağlı süt, yoğurt, peynir, zeytin gibi gıdaların daha ağırlıklı tüketilmesine dikkat edilmelidir.

Davamızın ve dualarımızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a subhanehu ve teâla hamd etmektir. 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver