Naif’lere Mektup

 

Bize bağışladığı İslam nimetinden dolayı yüce Allah’a hamd ederiz. O (İslam) ki, nimetlerin en büyüğü ve hayırların anasıdır.

Sevgili Naif,

Bedenen, ruhen, kalben ve itikaden afiyet üzere olman için her daim duacıyım. Epey uzun bir müddet sonra sana yazmak istedim. Zira sıhhatinin bozulduğunu ve dahi gulat-ı rey’e dûçar olduğunu öğrendim. Hatrı daima sayılacak güller ve lalelerle müzeyyen ömrünün şu deminde tutulduğun fırtına karşısında bünyenin zayıf kalmış olmasından ötürü derin teessürlerimi bildiririm.

Bazı hastalıklar vardır ki, dokuz ayın Çarşambası bir araya getirilse bir derman bulunmaz. Ümit ediyorum ki, sendeki hastalık böyle galiz ve şedid değildir. Kimi hastalıklar da eş-Şafi olan Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımıyla pîr-i fani’yi bile adeta fütuvvet devrindeymiş gibi eski sıhhatine ve kuvvetine dönmesine vesile olan sadra şifa reçetelerle sona erer.

Bil ki, hastalığın tedavisi için evvela doğru bir teşhis gerekir. Belirtilerden emin olunamıyorsa tahliller yapılmalıdır. Bundan da kesin bir netice elde edilemiyorsa daha ileri tetkiklerin yapılması zaruridir. Sen de durumuna bir bak. Halen İslam coğrafyasında kolgezen bulaşıcı ve mahsus bir hastalıktan virüs kapmış olmayasın? Her ne olursa olsun böyle bir hastalık seni asla ümitsizlik döşeklerine yatırmasın. Bununla beraber bu illeti tanımalısın. Tanımalısın ki, çaresine bakabilesin. Bundan nasıl korunmalı? Korunmaya muvaffak olmayanlar nasıl korunmalı? Bunları tahkik edip öğrenmelisin…

Naif Kardeşim,

Bu müptela olduğun, Dünya Sağlık Örgütü’ne kayıtlı yeryüzündeki tüm tabipler bir araya gelse dahi çare bulamayacakları vehamette fena bir marazdır. Bu menhus hastalığın şifası aslında o kadar kolaydır ki, bundan muzdarip olan yeryüzündeki tüm hastalıklar için de afiyet ve kurtuluşu müjdeler. Kolay diyorum, çünkü bu hastalıktan kurtulman aynı zamanda senin elindedir, hatta dilindedir. Öncelikle tüm bildiklerini yeniden gözden geçirmen gerekecektir.

Biraz yakın biraz da uzak tarihe ders nazarıyla odaklanmalısın. Ak sakaldan yok sakala nasıl sürüklendiğinin resmini daha da netleştirmelisin. Doğruların eğrilere nasıl da denk getirildiğini hatırlamalısın.

Seni böyle şiddetli hastalıklara mahkum eden sebeplerden birisi ve belki de en başta geleninin; bir gassalı ve gömücüsü dahi bulunamadığı için, sandık teneşirinde bekleyen, çürüyen, kokan, çevreye mikrop yayan ve en nihayetinde bu kahrolası virüsü sana da bulaştıran asrın vebası, demokrasinin ta kendisi olduğunu bilmelisin.

Naif Hoca,

Demokrasinin tarihi; trajediler, komediler, telafisi mümkün olmayan vahim hatalar ve cümleler tarihidir. İslam coğrafyasında girdiği her toplumda evvela tevhid kalesini ‘Özgürlük, eşitlik, laiklik, hoşgörü ve diyalog’ gibi mancınıklarla dövüp yıkmaya yönelmiştir. Beraberinde getirip takdim ettiği fikrî ve siyasi azgınlıklar İslam coğrafyasındaki halkların, ipi kopmuş tespih taneleri gibi dağılmasına ve daha da parçalanmasına sebep olmuştur.

Demokrasinin, girdiği toplumlarda ekonomik sistem olarak mecburen uygulatıp himaye ettiği kapitalizm; sistemin sahiplerini ve işbirlikçilerini ihya edip semirtirken, hakların ekseriyetinin emeklerini büyük bir ustalık gerektiren ve şeytanı dahi afallatan günyüzü görmemiş usullerle sömürmektedir.

Demokratik haklar ve özgürlüklerin geliştirilmesi adına İslam coğrafyasında, tarihte eşi benzeri görülmemiş den’iyette ahlakî yozlaşmanın hızla yayılmasına neden olan her türlü marazın bulaştırıcısı işte bu bir mikrobik demokrasidir.

Demokrasinin çağrıcıları ve savunucuları, bâtılı hak sûretinde göstermeye çalışıp tevhidin özünde olmayan bir şey söyleyerek iyiden ve doğrudan yüz çeviren dayanaksız ve bulanık düşünceleri pazarlama misyonlarını ifa eden şirk ağalarıdır. Önde veya ortada, hangi pozisyonda olursa olsun bu şirk ağalarının çağrılarına kulak verip yönelenler de ağır yaralar aldılar. Açıkça söylemeye cesaret edemiyor olsalar da bu icraatlarıyla, İslam’da birtakım eksiklikler bulunduğunu, bunların tamamlanması için demokratik sistemin en elverişli araç olduğunu iddia etmiş olurlar. Halbuki İslam’ın özünde ve menhecinde hiçbir eksiklik bulunmadığı açık naslarla sabittir.

Naif Ağabey,

Demokrasi, Allah’ı subhanehu ve teâlâ gereği gibi tanımayan, tevhidi de doğru bir şekilde tanımlamaktan uzaklaşan, vücutlarının dörtte üçü sudan, kalpleri ise seranser şüpheden ibaret; sahabe ismiyle müsemma olup kalemlerini ve lisanlarını şeytanın mismarı gibi kıvrak bir şekilde kullanarak tevhid davetini ve mücahidleri hevâ-u hayal mahsulü tezviratlarla tezyif etmeye cür’et eden ‘mülhid adayları’ nın barındığı genişçe bir kusmuk torbasıdır.

Demokrasi, en zinde halkları dahi hasta ve hatta meflûç eder. Çünkü demokrasi, Aziz ve Celil olan Allah’ın emrettiklerini, daha çok oy alanlar, yani çoğunluk yani mebzul miktar kelleler öyle istiyor diye ortadan kaldırmanın şu ana dek bilinen en risksiz ve zahmetsiz yöntemidir. Bu öyle sinsi bir şirktir ki, kendisini sahil-i selamete ulaştırmayı vaad ettiği adamı, dibine yetmiş yıllık mesafe katedilerek ancak ulaşılabilecek derinlikteki cehennem vadilerine itiverir.

Demokrasi, Allah’ın haramlarını serbest kılarak, göstere göstere alıştıran, alıştıra alıştıra sindiren, sindire sindire aynılaştırmayı hedefleyen; muvahhid ile müşriği, muttaki ile müfsidi, mümin ile kafiri, hidayet ile sapıklığı, Resulullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem vârisleri olan ilim ve cihad ehli ile şeytanın dostları olan şirk ehli ile askerlerini eşit gören ve hatta şeytanî olana, daha çok değer vermek suretiyle pozitif ayrımcılık yapan gayr-ı fıtrî, iblisî bir sistemdir.

Şeyh Naif,

Demokrasi çağrıcıları, toplumu anlayış ve yaşayışta derin sapmalara yöneltmektedir. Bir an dahi olsa düşününüz. Yeryüzünde halen farklı şekillerde devam etmekte olan işgal, sömürü, devlet terörü, hak ihlalleri ve mevcut tağutî düzenlerin himayesi gibi zulümlerin her türlüsünü bizzat icra eden veya perde gerisinde destekleyip yönlendiren Batılı küfür devletlerinin hemen hemen tamamında bir çeşit demokrasi uygulanmaktadır. Tüm cürümlerini de o lanetli demokrasilerinin yol göstericiliğinde icra etmektedirler.

Demokrasi, Allah’ın subhanehu ve teâlâ hüküm koymadığı herhangi bir meselede, kötü örnekleri model olarak alıp uygulamaya başladıktan sonra bu kararın ne denli derin hikmetler barındırdığının açıklanmasına dair sığ sularda çırpınan, çırpındıkça da kendisine muhalefet edenlere salya salya sövgü ve adavet püskürten acziyet fıkıhçılarının yağlarının eritildiği ‘Sistem’ markalı uzlaşı potasıdır.

Demokrasi, Rasûlullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın bir sûreti, ilk yaratılan ve mahlukatın kendisinden yaratıldığı çekirdek, kâinatın asli unsuru olacak bir varlık olarak görüp takdim eden küfür ve ilhad anlayışının sahibi Hallac-ı Mansur’un gellacına bulanarak başlarında kavak yelleri esen ‘Hakikat-ı Muhammediye’ (!) sufistlerinin serhoşluk tekkesidir.

Naif Efendi,

Demokrasi, zulmün her türlüsüne destek olup mazlumları uyutan, insanları Allah’ın subhanehu ve teâlâ yoluna tabi olmaktan alıkoyan ve tevhidin hakikatini değiştirmeye niyetlenip teşebbüs edenleri daha da cür’etlendirmek gibi cürümlerin, devletin korumasında ve rahatlıkla gerçekleştirilebileceği, şirk ideolojilerinin harman yeridir.

Demokrasi, bir mısır koçanındaki taneler kadar İslamî cemaatlerin bulunduğu ülkemizde en büyük zulüm olan şirke karşı gösterilmesi gereken buğz ve adavetin millik ayarlarla kontrol edilip zararsız(!) mecralara kanalize edilmesinin en etkin vasıtasıdır.

Demokrasi, hem yerli hem de küresel küfre karşı sahih İslamî duruşun sergilenmesine engeldir. Tevhidî davete yönelik düşmanlık yapanların tuğyanlarının sürdürülmesini ise teşvik eder. Onlara yol gösterir, güç verir, geniş imkanlar sunar, bu amaçla hazırlanmış fesat projelerini destekler.

Molla Naif,

Demokrasi, tevhid akidesini bildiği halde çevresinin baskısı veya dünyanın geçici menfaatlerinden dolayı bilinçli ve hesaplı bir direnç gösterip taşkınlıkta bulunarak ‘Cuhûd bataklığına’ saplanan nasipsizlerin mazeret bankasıdır.

Demokrasi, Allah’ın subhanehu ve teâlâ, kulları üzerindeki “Ancak O’na ibadet etmek ve hiçbir şekilde şirk koşmamak” hakkını ifa etmediği halde, bunu yerine getirmiş gibi kulun Allah üzerindeki “O’na şirk koşmayana azap etmemesi ve cennete koyması” hakkını dile pelesenk eden, servetini kaybetmiş ‘müflis tüccar’ların lebaleb dolu ham hayaller kasasıdır.

Demokrasi, kalplerini dünyaya kazık gibi çakarak tûl-i emel deryasına dalan haris ve saptırıcı önderleri ile onlara tâbi olanların, günümüzdeki mevcut manzaraya bakarak işleri sonsuza dek bu şekilde devam edeceği zannına kapılmalarına sebep olan çöl serabıdır.

Demokrasi, serbestlik adına bir toplumun lanet ve gazaba uğramasına sebep olacak ‘münkerin yasaklanmayıp, marufun emredilmemesi’ni temel prensip olarak kabul eder. Halbuki sen, İslam’a göre “İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet”in bir ferdi olarak marufu (tevhidi) emredip münkeratı (şirki) nehyetmekle emrolunmuş değil miydin?

Kalender Naif,

Demokrasi, birkaç hususta İslam ile özdeşleştirilmeye çalışılmaktadır. Bil ki bu hezimet ideolojisinin Aziz İslam ile ortaklaştığı hiçbir yönü yoktur. İkisi de taştır diye kömür ile yakût-i rummanînin (Nar tanesi gibi olan çok değerli yakut) aynı olduğunu söyleyebilen ise ehli hamakattır. Zifiri karanlıkta yakılan bir kibrit çöpünün ışığıyla, yeryüzünü aydınlatıp ısıtan, hayat kaynağı güneş, hiç aynı nitelikte, değer ve önemde olabilir mi?

Demokrasi dininin mezhepleri olan partiler yoluyla senin gibi, hakikatte temiz fıtrat sahibi binlerce pırıl pırıl genç yüce Allah’ın rızasına ulaşmak için en üstün amellerden olan davet, ıslah ve cihaddan geri bırakılmakta, ürkütülüp korkutulmaya çalışılmaktadır.

Duyguları asil, karakteri sağlam ve kalbi selim bir civanmert olarak adeta tarihin kalbi olan bu süreçte tevhid akidesinin izzetini kuşanarak muvahhid bir mümine yakışan kararlılığı, duruş ve direnişi göstermelisin.

Demokratik sistemin ayrılmaz birer parçası olan partilere yönelerek yüce Allah’ın sana bahşetmiş olduğu gençlik dinamizmini, enerjini, bilgi, birikim ve yeteneklerini heder etme. Şüphesiz ki kişi, dünyası için ebedî hayatı (ahireti) harap ederse bu onun için en büyük musibettir. Bundan çok daha büyüğü ise kişinin, başkalarının dünyası/dünyalığı için ahiretini harap etmesidir.

Demokrasi, partiler yoluyla her köye ve kasabaya ulaşabilen, hem eyere hem de semere gelebilen bir şeytan bineğidir.

Bahadır Naif,

Demokratik sistemin başına geçen her kim olursa olsun tağutun ta kendisidir. Allah’ın subhanehu ve tala hakimiyetini ‘Oy’ yoluyla gasp ettikten sonra insanlar arasındaki muamelelerde kısmen de olsa hakkaniyete riayet ediyor olması, o yöneticinin tağut olduğu gerçeğini (bu hali devam ettiği müddetçe) asla değiştirmez.

İnsan, fıtrî olan korku veya ümit; tehdit ya da vaadlere kapılabildiği için tağutun hükmüne boyun eğebilmektedir. Zira tağutlar, 12 Eylül 1980 darbesi benzeri olağanüstü dönemlerde olduğu gibi baskı ve korkuyla, veyahut yaşadığımız şu süreçte ‘Yumuşak Güç’ ile icra ettikleri gibi ümit veya vaadler yoluyla şirk düzeninin tahakkümünü muhafaza ederler.

Demokrasi, düşünce kuruluşları ve kanaat önderleri gibi yerli ve uluslararası alanda faaliyet gösteren şebekelerin, İslam’ı sadece ahiret ile ilgilenip dünya hayatına sırt çeviren ‘Kilise Dini’ne dönüştürme projesidir. Demokrasi, Batılılarca gayrımeşru olarak doğurulan; ulusalcılık, laiklik (ilmaniye), yurtseverlik, humanizm, milliyetçilik, faşist sosyalizm (baasçılık) ve ateizm gibi şeytanî ideolojilerin döl yatağıdır.

Naif, Evladım,

Bil ki çoğu necis olan bir şeyin azından da istifade edilmez. Tahir olan İslam’a particilik gibi kurumlarıyla demokrasi necasetini sıçratmaya cür’et edenlerin nasıl da zelil olduklarının örnekleri bugün capcanlı bir şekilde müşahade edilmektedir. Cezayir (FIS), Filistin (HAMAS), Türkiye (RP), Mısır (İHVAN) ve Tunus (NAHDA) birer ibret vesikası olarak halen güncelliğini korumakta ve akıl sahipleri için öğreticiliğini sürdürmektedir.

Yarın mahşer gününde müflisane bir ahvalde ilahi gazap ve azaba sebep olacak meş’um ve menhus demokrasi menheci üzere ve demokratik düzenin vazgeçilmez kurumlarından olan herhangi bir partinin kartvizitiyle huzur-u Rabbu’l âlemin’e vardığını düşün…

Ürperdin, değil mi?

“Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını arttıran ve yalnız Rabblerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (8/Enfal, 2)

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver