Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Tevhid ile şirk, hak ile batıl ve cahiliye ile İslam’ın mücadelesi, insanlık tarihiyle başlamış ve kıyamete kadar da devam edecektir.
Bu mübarek mücadelede; bedenleri, emekleri, kalemleri veya fikirleriyle yer alanların ortak kanaati, içinde bulunduğumuz dönemin tarihte benzeri görülmemiş zorlu bir mücadeleye sahne olduğudur. Bu tespitin birçok sebebi vardır. Ancak bu sebeplerin başında cahiliyenin son birkaç yüzyılda büründüğü kurumsallaşma ve plan-proje dahilinde hareket etme kabiliyet ve karakteri üzerinde durulması gerekmektedir.
Cahiliyeyle mücadele sancağını kendilerinden devraldığımız önderlerimiz, kurumsal cahiliyeyi görmediler. Onlar, bireysel şehvetlerin yönlendirdiği, kabile ya da devlet hakimiyetiyle hareket eden, güçlülerin imtiyazlarını zayıfların ise alışkanlık hâline gelmiş adet ve göreneklerini yaşatmak istedikleri; çözümlenmesi kolay, basit ve anlaşılabilir bir cahiliyeyi tanıdılar. Kendilerine müdahale edilmediği, Allah’ın subhanehu ve teâlâ ve ahiretin hatırlatılarak keyiflerinin kaçırılmadığı(!) ilahlarına söz söylenerek dinlerinin ve atalarının hürmetine dokunulmadığı sürece İslam’ın ve tevhidin bireysel anlamda yaşanmasından rahatsız olmayan laik, yer yer panayır vb. kamusal alanlarda muvahhidlere söz hakkı verecek kadar demokrat bir dönemde yaşadılar. (Kuss b. Sâide’nin Hutbesi: ‘Ey insanlar! Beni iyi dinleyin ve anlayın. Anladığınız şeylerden de faydalanın. Şunu iyi bilin ki; yaşayan ölür, ölen gömülür, gelecek olan her şey de görülür. Yağan yağmurlar ve biten otlar, rızıklar ve azıklar, babalar ve analar, diriler ve ölüler, toplular ve dağınıklar, ayet üstüne ayettir bunlar. Vahiy bilgisi gökten gelen haberlerdir. Karanlık gece, burçlarla dolu gökyüzü, vadilerle yarılmış yeryüzü ve dalgalarla coşan denizler yerdeki ibretlerdir. Bana ne oluyor! İnsanların gittiğini fakat dönmediğini görüyorum. Bunlar, gittikleri yerlerden çok mu memnunlar da orada duruyorlar? Yoksa terk mi edildiler de uyuyorlar? Kuss ne haince ne günahkârca ama dosdoğruca yemin eder ki, Allah katında, O’na şu inandığınız dininizden çok daha sevimli olan bir din var. Ve bir de gönderilme vakti çok yaklaşmış bir Peygamber var. O Peygamberin gelme zamanı sizi gölgeledi, devri de kucakladı. Ne mutlu onu anlayan ve ona iman edene. Yazıklar olsun ona karşı gelen ve ona isyan edene. Yine yazıklar olsun gafillere, bomboş ümmetlere ve geçmiş toplumlara. Ey İyad topluluğu! Hani şimdi nerede o dedeler ve babalar, ziyaretçileriyle beraber hastalar, o zalim firavunlar, binalar yapanlar ve kuleler dikenler, evlerini süsleyip döşeyenler. Hani nerede mallar ve oğullar, zalimler ve azgınlar, servetler toplayıp yığanlar ve ‘Ben sizin en büyük rabbiniz değil miyim?’ diye bağıranlar. Onlar malca sizden daha zengin değiller miydi? Onların ömürleri sizden daha uzun değil miydi? Toprak onları değirmeninde öğüttü, güçlerini dağıttı. İşte onların çürümüş kemikleri, içlerinde uluyan kurtların yaşadığı bomboş kalmış evcikleri. Sakın ha! Şunu iyi bilin ki, O Allah tek mabuddur ve O, ne doğurmuş ne de doğmuştur. Önceki geçen toplumlarda bizim için ibretler var. Henüz görmedim dönüşünü, ölüme giden yol çok dar. Görüyorum kavmim küçüğüyle büyüğüyle o tarafa gidiyor naçar. Gidenler bana geri dönmüyor ve baki olmuyor kalanlar.Anladım ki, bir toplumun başına geleceklere mani bir güç mü var?’)
Altı asır süren fetret dönemi sonrasında, münker ve fahşanın yaşam biçimi hâline geldiği şehirlerde dahi evinin kapısını kapatmak, ibadethaneye çekilmek, toplumdan uzaklaşmak, korunmak için yeterliydi. Dünyayı şirk ve masiyetin kuşattığı bir zaman diliminde Medine gibi bir semt mahallesi büyüklüğündeki şehir, müminleri muhafaza eden, arıduru bir yaşam sürdükleri esenlik ve takva yurdu olabiliyordu.
Bugün ise durum çok farklı. Modern cahiliye kurumsallaşıyor ve kurumları vasıtasıyla hayatın her alanına müdahale etmek istiyor. Yetişkinlerin yumuşak karnı olan ve kendiliğinden gelişen şehvet, ortamlarından faydalanmakla yetinmiyor.
Şehveti kamçılamak, insanları manipüle etmek, onu Rabbinden uzaklaştıracak duygu ve arzularını canlı tutmak için özel çalışmalar yapıyor. Bunun için bilim yuvaları(!) kuruyor, akıl almaz bütçeler oluşturuyor. Sosyolojiyle topluma, psikolojiyle bireye tahakküm etmeyi kural ve kaideye bağlayıp ilmi bir zemine oturtuyor. Yetişkin insana hitap eden kadim cahiliyenin aksine; zorunlu eğitim, eğlence sektörü vb. araçlarla insanı çekirdekten ele alıp, istediği hayat tarzına uygun olarak programlıyor. Bu dahi yetmiyor. Eşyanın özüne, genetiğe müdahale ederek cahiliyenin azgınlık ve isyan yüklü yapay genlerini insanın kanına, etine enjekte ediyor. Yani cahiliye kuşatıyor. Artık kapınızı kapatmanız, perdenizi indirmeniz, size özel bir muhit oluşturmanız korunmanız için yetmiyor. Çünkü cahiliye, teknoloji aracılığıyla evinize, cebinize, en mahrem alanlarınıza kadar nüfuz ediyor. İnsanlar, bağımlı hâle geldikleri yaşam standartlarıyla cahiliyelerini, şeytanlarını, ateşlerini yanlarında taşıyor. Cahiliyenin hayatı, toplumu ve bireyi bu yoğunlukta kuşattığı bir vasatta, mücadelenin de çok yönlü, kuşatıcı, azimli ve sürekli Allah’a sığınılıp, O’nun subhanehu ve teâlâ yardımı talep edilerek verilmesi kaçınılmaz oluyor.
Bu bağlamda fahşa ve münker, azgınlık ve isyan medeniyetinin kuşatmasını yarmaya yönelik ortaya konan her çaba, değerli ve gereklidir. Ancak bunların içinden en değerlisi belki de hayati bir öneme sahip olanı eğitimdir. Muvahhid öğretmenlerimizin, çocuklarımızı İslam fıtratı üzere ve cahiliyenin tek tipleştirici, put sevici, maddeye tapan, ruhsuz, menfaatçi yapısından uzak, Allah’ın razı olacağı ve Allah’ın adının anıldığı pak ve nezih mekânlarda eğitmesi yani İslami eğitim ve öğretimdir…
Bu vesileyle tüm muvahhid öğretmenleri, eğitim hizmetlilerini ve öğrencileri yeni başlayan sezon münasebetiyle tebrik ediyor ve yüce Allah’tan kendilerini muvaffak kılmasını temenni ediyoruz.
Hayırlı hizmetlerine ve müminler için göz aydınlığı olan çalışmalarına bir katkısı olur ümidiyle öğretmenlerimize ve ebeveynlere Tevhid ve Sünnet Cemaati olarak bazı tavsiyelerde bulunmak istiyoruz.
Niyetlerimizi Kontrol Edip, Salihleştirelim
Eğitim, önemli olduğu kadar zorludur da. Bu nedenle Allah subhanehu ve teâlâ, toplumları zorlukla sınanmış, sabır ve dirayet sahibi seçkin Peygamberler eliyle eğitmiştir. Ve eğitimcilik bir Peygamber mesleği ve misyonu olarak kabul edilmiştir. (“Allah beni zorlaştırıcı ve sıkıntı verici olarak göndermedi. Lakin beni muallim/öğretmen ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi.” (Müslim) “Bir gün evinden çıkıp mescide giren Rasûlullah, orada halka olmuş iki gruptan birisinde Kur’an okunup dua edildiğini, diğerinde ise ilim öğrenildiğini ve ilim öğretildiğini görür. Rasûlullah: ‘Her biri hayır üzeredir. Şunlar Kur’an okuyorlar ve Allah’a dua ediyorlar; Allah dilerse onlara verir, dilerse vermez. Bunlar da ilim öğreniyorlar ve ilim öğretiyorlar. Ancak ben bir muallim/öğretmen olarak gönderildim’ (İbni Mace, Sünen Daremi.) dedi ve ilim halkasına oturdu.”)
Emek istemesi, yorucu ve yıpratıcı bir iş olması, sonuçlarının uzun vadede alınıyor olması onu zorlaştıran sebepler arasında zikredilebilir. Eğitimin tabiatından kaynaklanan bu zorluklara karşı Rabbimizin şu buyruğuna kulak verelim:
“… Şayet Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse sizden alınana karşılık size daha hayırlısını verecek ve günahlarınızı bağışlayacaktır…” (8/Enfal, 70)
Ayet, her ne kadar savaş esiri olup fidye vermek zorunda kalan, daha sonra müminlerin arasına katılınca verdiğinden dolayı üzülenler hakkında inse de mesajı umumidir. Allah subhanehu ve teâlâ kalplere bakmakta, içinde salih niyetler, hayırlı hedefler ve de Allah’a hüsn-ü zan besleyen, umutlar taşıyan kalp sahiplerine emeklerine karşılık daha hayırlı olanı vermeyi ve günahlarını bağışlamayı taahhüt etmektedir.
Her öğretmen ömrünün en değerli yıllarını ve günün en bereketli vakitlerini eğitim işine harcamaktadır. Çoğu zaman kendini ve sevdiklerini bu ulvî hedef için ihmal edebilmektedir. Elbette bu emeklerinin karşılığını görmek isteyecektir. Hiç şüphesiz bir dünya nimeti ve göz aydınlığı olarak bunu fazlasıyla hak etmektedir. Öyleyse verdikleri karşılığında daha hayırlısını alabilmek için niyeti ıslah etmekle işe başlamalı, niyetini sürekli bir biçimde kontrol edip yenilemeli, Allah’a güvenip, O’nun subhanehu ve teâlâ rızasını umarak eğitim hizmetini sürdürmelidirler.
Eğitimin Zorlu Yürüyüşüne Allah’ın Beraberliğini Dahil Etmek
Eğitimin tabii zorluklarını aşmanın ve emeklerin karşılığını almanın bir yolu da duayı ahlak hâline getirmek ve her aşama için özel olarak Allah’a subhanehu ve teâlâ yönelmektir.
Dua, eğitim yürüyüşüne âlemlerin Rabbi olan Allah’ın subhanehu ve teâlâ beraberliğini dahil etmektir.
Dua, insanın Rabbine acziyetini ve O’nun yardımı olmadan bir hiç olduğunu itiraf etmesidir.
Dua, sırtını dayanakların en sağlam ve güçlü olanına yaslamaktır.
Öğretmen duayı ihmal etmemeli, kibrin ve Allah’tan müstağni olmanın en çirkin belirtisi olan duasızlıktan şiddetle sakınmalıdır. Duayı bir vird haline getirmelidir. Kendisi için, ilgilendiği çocuklar için ve özel olarak karşılaştığı zorluklar için Allah’tan subhanehu ve teâlâ yardım istemelidir.
Çocuklarımızın Sevgi Dilini Yakalayabilmek
Eğitim, karşılıklı sevgiyle mümkündür. Öğretmenin öğrencilerini, öğrencilerin de öğretmeni sevmesiyle eğitim hem zevkli hem de sonuç almaya dönük bir hizmet halini alacaktır. Bunun pratiğini görmek isteyenler Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem eğitimciliğini incelemeli, karşılıklı sevginin nasıl bir eğitim ortamı oluşturduğuna ve ne tür sonuçlar doğurduğuna şahitlik etmelidirler. Tarih Allah Rasûlü dışında susması, konuşması, gülmesi, ağlaması, sevmesi, kızması, helası, yemesi, içmesi, özel hayatı, yürümesi, durması gibi en ince detaylarıyla taklit edilmiş, hıfzedilmiş ve sonraki nesillere aktarılmış bir şahsiyet görmemiştir. Oysa o, insanlardan yalnızca sözlerini aktarmalarını istemiş, fazlasını talep etmemiştir. Fakat sevgi, onun her anını eğitime çevirmiş ve her hâli ahlak ve erdem kabul edilerek nesilden nesile aktarılmıştır.
Öğretmen kardeşlerimiz Allah’ın subhanehu ve teâlâ El-Vedud ismine sığınmalı ve Allah’tan öğrencilerini sevmeyi ve onlar tarafından sevilmeyi istemelidirler.
Fiilî dua olarak da öğrencilerine sevgilerini göstermelidirler. İnsanın sevgiye sevgi, ilgiye ilgi ve alâkayla karşılık verdiğini unutmamalıdırlar.
Her insanın sureti, kaderi ve ahlakının farklı olduğunu bildikleri gibi sevgi dilinin de farklı olduğunu bilmelidirler. Mühim olan, karşımızdakinin sevgi dilini tespit edip, onun diliyle iletişim kurmaya çalışmaktır.
Kimi insanın sevgi dili takdir ve onaydır. Yaptığı bir güzelliği takdir etmeniz onu sevdiğinizin işaretidir. Kimi insanın sevgi dili onu önemseyip, özel ilgi göstermenizdir. Hayatında var olan bir sıkıntıyı unutmamanız, arayıp sormanız, yanında olduğunuzu hissettirmeniz onu sevdiğinizi hissettirir. Kimi insanın sevgi dili düşünülmek ve kendisine bir hediye verilmesidir. Bir başkasının sevgi dili temastır. Saçını okşamanız, ona sarılmanız, elinizi omzuna koymanız onun için yeterlidir. Bazı insanların sevgi dili hizmettir. Ona yardım etmeniz, eşyalarını beraber toplamanız, ödevine yardımcı olmanız kendini iyi hissetmesini sağlayacaktır.
Öğretmenlerin öncüsü, baş muallimimiz olan Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem böyle değil miydi?
Onun sallallahu aleyhi ve sellem Hatice annemizi radiyallahu anha sevmesiyle Aişe’yi sevmesi aynı mıdır? Muaz’a radiyallahu anh sevgisini göstermesiyle Ebu Bekir’i sevmesi bir midir? Hayır! Her insanı, anladığı şekilde sevmiştir. Öyle ki her bir sahabi en fazla kendisinin sevildiğini düşünmüştür. (Hatice annemizle dertleşmiş, Aişe annemize latifeler yapmıştır. Muaz’ın elini tutarak ona ilme dair bilgiler öğretmiş, Ebu Bekir’i toplum içinde överek onore etmiştir. Amr b. As ‘İnsanlar arasında en sevdiğin kimdir?’ diye sorduğunda ‘Aişe’ cevabını vermiştir. ‘Peki erkeklerden kimdir?’ dediğinde ‘Babası’ buyurmuştur. Amr, kendi isminin zikredileceğini umarak bu soruyu sormuştur. Ancak, İslam’da öncü şahsiyetlerin peşi sıra sayıldığını görünce sıranın kendisine gelmeyeceğinden korkmuş ve sormayı bırakmıştır.)
Bir insanın sevgi dili, öğretmenini veya arkadaşlarını sevme biçiminde gizlidir. Her insan başkalarını nasıl seviyorsa, öyle sevilmeyi bekler. Bunun için iyi bir gözlem yapmalı, öğrencilerin sevgi dili tespit edilmelidir.
Normal Duruşu Fark Edilmeyen Anormal Yollara Başvurur
Genel olarak insanın, özel olarak da çocuk ve gençlerin ruh dünyasını iyileştiren ve kendilerini iyi hissetmelerini sağlayan şeylerden biri fark edilmektir. Bunun lider, hoca, öğretmen gibi değer verilen biri tarafından olması ise çok daha farklı ve onarıcı bir etkiye sahiptir. Çünkü fark etmekte ilgi vardır, sevgi vardır, değer verme vardır.
Öğretmen, öğrencilerini fark etmeli, güzel yönlerini öne çıkarıp teşekkür etmeli, başarısının devamını talep etmelidir. Aksi halde çocuk bu ihtiyacı başka yollardan karşılamaya yeltenecektir. Maalesef evlerde ve eğitim kurumlarında şöyle bir durum yaşanabilmektedir: Sorumluluklarını yerine getiren, genel kurallara riayet eden, edep ve saygı çerçevesinde iletişim kuran çocuklar ‘sorunsuz’ olarak kategorize edilmekte ve kendi hâllerine terk edilmektedirler. Buna mukabil ebeveyn ve öğretmenler ileri derecede başarılı ya da aşırı haylaz çocukları gündem edinip, ilgilerini onlara yöneltmektedirler.
Bu durum normal olan çocuklarda olumsuz etki yapmakta ve fark edilme arayışını tetiklemektedir. Ya başarılı öğrencilerle gereksiz ve kapasitelerini aşan bir yarış içerisine girmekte ya da sorunlu çocuklara öykünerek tabiatlarına uygun olmayan davranışlar sergilemektedirler. İki durum da bireyin şahsiyet ve karakteri üzerinde onarılması zor tahribatlar meydana getirmektedir.
Etiketleyip Hayat Karartanlardan Olma!
Eğitim üzerine çalışma yapan bir grup bilim adamının yaptığı bir saha çalışmasından söz edelim. Her anlamda eşit şartlara sahip bir grup öğrenci seçiliyor. Bunlar aynı öğretmenin öğrencileri ve aynı ortamda eğitim alıyorlar. Öğretmenle yapılan görüşmelerde öğrencilerin yarısı zeki, başarılı ve üstün özelliklere sahip olarak tanıtılıyor. Kalan yarısı için bir şey söylenmiyor. Yıl sonunda olumlu yönde etiketlenmiş öğrencilerin kendi seviyelerinin çok üstünde bir başarı yakaladıkları, kalan öğrencilerin ise mevcut seviyelerini koruduğu görülüyor.
Bir başka deney fareler üzerinde yapılıyor. Bir laboratuvar ortamında denek olarak kullanılan fareler iki kısma ayrılıyor. Bir grup için tembel, gelişmeyen, sorunlu deniyor; diğer grup için daha zeki, çalışkan, işe yarar deniyor. İki grup da etiketlendikten sonra bilimsel deneylerde kullanılmak için uzmanlara teslim ediliyor. Daha sonra laboratuvar ortamının görüntüleri inceleniyor, olumlu yönde etiketlenen denekler istenileni yapmasa dahi uzman tarafından ihmal edilmiyor, tekrar tekrar denemelerle geliştirildiği görülüyor. Olumsuz etiketlenen deneklerde ise tersi bir durum yaşanıyor. En basit ve sıkça karşılaşılan bir problemde dahi uzmanların o deneği elediği ve başka bir denek üzerinde çalışmaya başladığı görülüyor.
Olumsuz etiketlenen çocuklar gereken ilgiyi görmezler. Şeytanın vesveseleri ve nefsin fücûra meyilli fısıltıları öğretmenin o çocuğa karşı ilgisini kesmesine ve ‘Boşuna uğraşıyorum, bundan bir şey olmaz’ ruh hâline kapılmasına sebebiyet verir. Bu da yapılabileceklerin yapılmamasına, emanet olan çocuğa gerekli ihtimamın gösterilmemesine ve öğretmenin başta öz nefsine, sonra da kendisine emanet edilen yavruya zulmetmesine neden olur.
Çocukların güzel ve olumlu yönlerini görmeye çalışmalı, olumlu yönleriyle etiketleme yapılmalıdır. Aksi ise Allah’ın haram kıldığı zulümdür.
Sorunlu Çocuklar ve Çaresiz Eğitimciler
Eğitimin iki taraf için de yıpratıcı ve zararlı bir hâl almaya başladığı an, öğretmenin çaresizlik hissettiği ve yapılacak hiçbir şeyin kalmadığına inandığı andır.
Tevhid inancına sahip, her şeyin Allah’ın subhanehu ve teâlâ elinde olduğuna inanan bir eğitimci çaresizlik bilmez. Sürekli çözüm ve çareler arar, bu arayış ve çabanın dahi başlı başına bir ibadet olduğunu bilir.
İlgilendiği çocuk yeryüzünün en şaki insanı olsa bile -ki bunu Allah’tan başkası bilemez- öğretmen umudunu korumalıdır. Bir yandan Allah’a subhanehu ve teâlâ duayla yönelmeli, diğer yandan yapılabilecekler üzerinde kafa yormalıdır.
“Allah, dilediğini siler, dilediğini bırakır. Kitabın anası O’nun katındadır.” (13/Rad, 39)
Ömer radiyallahu anh bu ayete dayanarak şöyle dua ederdi: ‘Allah’ım! Şayet beni şaki/bedbaht kulların arasında yazmışsan beni oradan sil ve said/bahtiyar kullarının arasına yaz. Sen dilediğini siler, dilediğini bırakırsın. Kitabın anası senin katındadır.’
Bu dua, müminin defterinde çaresizliğe yer olmadığının en güzel örneklerinden biridir. Madem her şey Allah’ın elinde, madem O subhanehu ve teâlâ dilediğini silip, dilediğini olduğu gibi bırakabiliyor ve madem hiçbir şey O’nu aciz bırakamaz öyleyse eller içtenlikle yalvararak El-Mucib ve El-Karib olan Allah’a açılmalıdır.
Şikayet ederek ve söylenerek bir çocuğun düzelip ıslah olduğu vaki değildir. Ancak içtenlikle yapılan samimi bir dua ve Allah’a hüsn-ü zan besleyerek gösterilen çabalarla sayısız insan ıslah olmuştur.
Kur’an-ı Azimuşşan’ın zorlu insanlara yönelik gösterdiği çarelerden biri de, ‘kötülüğü iyilikle savma’ taktiğidir.
“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen (kötülüğü) iyilikle sav. (Bir de bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık olan kimse, sıcak/samimi bir dost oluvermiş.” (41/Fussilet, 34)
Bu ilahî bir vaattir. Kötülüğe iyilikle mukabele etmek kötüyü yumuşatacak, zamanla iyilik sahibine yakın bir dost kılacaktır.
Sorunlu kabul edilen çocukları karşılıksız sevmek, taşkınlıklarına sabır göstermek, ne yaparsa yapsın ona kucak açmak yaraya düzenli uygulanan pansuman misali zamanla onu iyileştirecektir. Hiçbir çocuk durduk yere anormalleşmemiştir. Mutlaka onu bu duruma iten harici sebepler vardır. Öğretmen, gözlem yapmalı sorunun kaynağını bulmaya çalışmalıdır. Yetersiz kaldığı yerde mutlaka bir uzmandan yardım almalı ve problemin köküne inme gayretinde olmalıdır.
Öğretmene Aşırı İlgi, Problem Belirtisidir
Çocuğun öğretmenini sevmesi ve onunla ilgilenmesi gayet normaldir. Fakat bazı çocukların öğretmenlerine ilgisi dikkat çekecek oranda abartılı ve öğretmenin işini yapmasına engel olacak şekilde yoğundur.
Öğretmen kardeşlerimiz bilmedir ki, Allah subhanehu ve teâlâ her şeyi denge ilkesiyle yaratmaktadır. Dengenin dışına çıkan her şey başka bir dengesizliğin netice ve tezahürüdür.
Öğretmenine aşırı ilgili çocuk onu annesinin, babasının ya da kardeşlerinin yerine koyuyordur.
Öğretmen, çocuğun hangi ihtiyacını karşılamak için kendisine sığındığını anlamaya çalışmalıdır. Seven, şefkat gösteren ve onaylayan anne mi; koruyan, kollayan, gölgesine sığındığı baba mı; yoksa ilgilenen, paylaşan kardeş mi?
Hiçbir öğretmen, ebeveyn ya da kardeş olamaz, olmaya çalışmamalıdır. Bu durum rol çatışmasına neden olup, ilerleyen dönemlerde öğretmeni zora sokabilir. Fakat çocuğun ihtiyaç duyduğu ve öğretmenle telafisine çalıştığı duygusal açlığı gidermek için faydalı bazı adımlar atabilir.
Çocuğun ihtiyacı olan, duyguya yönelik sözlü ve fiilî yaklaşım gösterebilir. Sevip onaylayabilir, koruyup kollayabilir veya paylaşımda bulunabilir. Yeter ki ölçülü davransın.
Aile içinde çocuğu ihmal eden yetişkinle iletişim kurup, yönlendirmede bulunabilir.
Bir uzman yardımına başvurup, çocuğun ruh ve duygu dünyasındaki boşluğu telafi edecek bir alan tespit edip, çocuk yönlendirilebilir.
Yapılan çalışmalar göstermiştir ki, bu durumda olan çocuklar doğru yönlendirildiklerinde ciddi başarılar elde etmekte ve kendi durumlarında olan insanlara yardım etmektedirler.
Dengeli Olmaya Gayret Edelim
Eğitim süreci içinde yer yer çocukların başarısı takdir edilirken, yeryer çocukları uyarmak ve hatadan korumak gerekebilir. Öğretmen kardeşlerimiz övgü ve uyarıda dengeli olmalı, ilkeli ve belirlenmiş prensiplerle hareket etmelidirler. Çocukların şahsiyet ve karakter gelişiminde önemli bir yeri olan ödül-ceza müessesesi rastgele, ilkesiz, duygu durumuna göre değişken yani dengesiz olduğunda çocuk dengesizleşmekte ve olumsuz bir ahlaka sahip olmaktadır. Buna binaen:
Çocukları arkadaşlarının yanında uyarmak yerine, ders ortamının dışında özel olarak konuşmayı tercih edin. Böylece hem ani müdahalede bulunup öfkeyle hareket etmemiş olur hem de çocuğun onurunu incitmemiş olursunuz.
Çocuklardan beklentilerinizi açık, net ve anlaşılır cümlelerle ifade edin. ‘Bizim zamanımızda öğrencilik şöyle şöyleydi…’ gibi akıl ve mantık ölçülerini zorlayan beklentiler içine girmeyin.
Çocuklar neyi kabul edip etmediğinizi bilmeli, neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair sizin düşüncenizden haberdar olmalıdır. Yorgun ve sinirli olduğunuz bir gün kızdığınız ve kabul etmediğiniz bir davranışı iyi ve moralli olduğunuz başka bir gün kabul ediyor ve töleranslı davranıyorsanız bu durum çocuğu olumsuz etkiler.
Çocukların akıl ve zekalarını övmek yerine çaba ve gayretlerini takdir edin. Akılları övülen çocuklar, akıllarını aşan durumlar karşısında pes eder, çaresizlik hissederler. Çaba ve gayreti övülenlerse ne denli büyük bir zorlukla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar mücadele etmekten vazgeçmezler.
Farkındalık Oluşturun!
Öğretmen kardeşlerimiz sorumlu oldukları yaş grubunu iyi tanımalı, o yaş grubuna dair araştırmalar yapmalı, onlara hitap eden süreli-süresiz yayınları takip etmelidirler.
İlgilendikleri öğrencilerle farkındalık oluşturan, o sınıfa özel bir çalışma yapmalıdırlar. Bu, hem öğretmenin hem de öğrencilerin şevkini arttıracak, daha verimli bir yıl geçirmelerini sağlayacaktır.
Dinlenmeliyiz
Öğretmen kardeşlerimiz kendilerine zaman ayırmalı, dinlenmeli ve yorgun olarak haftaya başlamamaya özen göstermelidirler. Ruh/kalp, akıl ve beden dinginliğinin bir arada olmasına gayret etmelidirler.
Ruhu ağırlaştıran, kalbi gölgeleyen ve insanı Rabbinden uzaklaştıran günahlardan istiğfarla temizlenmeli, gün içerisinde bir vird edinip, Allah’tan bol bol bağışlanma dilemelidirler.
Akıl ve gönül dünyasını dinlendirmek için kitaplar okumalı, duygu ve düşüncelerini bilgiyle zinde tutmalıdırlar. Beden sağlığı ve dinginliği için uyku ve yemek düzenine sahip olmalı, haftanın bir gününü dinlenmeye ayırmalıdırlar.
Tüm eğitim gönüllüsü kardeşlerimizin yeni eğitim yılını tebrik ediyor, hayırlı ve bereketli bir döneme muvaffak olmalarını yüce Allah’tan niyaz ediyoruz.
İlk Yorumu Sen Yap