Muvahhid Babanın Muvahhid Oğlu: Saîd ibni Zeyd

سعيد بن زيد Saîd ibni Zeyd ibni Amr ibni Nufeyl

Saîd ibni Zeyd’in (ra) hayatını anlatmaya devam ediyoruz. Geçtiğimiz yazıda ailesinden ve akrabalarından bahsetmiştik. Ayrıca iman edişini anlatmıştık. Bu yazımızda ise hicretini, cihadını ve duasını anlatmaya çalışacağız. Böylelikle Saîd ibni Zeyd’in (ra) kıymetli hayatını bu yazımızla noktalamış olacağız.

Hicreti ve Cihadı

Saîd ibni Zeyd (ra), Medine’nin kapısı açılıp hicret izni verilince Medine’ye hicret etmişti. Büyük hicrete katılarak hicretin ecrine ve faziletine nail olmuştu. Medine’ye vardığında Rıfaa ibni Abdulmunzir’in (ra) evine misafir olmuştu. Sonraları ise Ubey ibni Ka’b (ra) ile kardeş kılınmıştı.[1]

Tabiin, Saîd’in de (ra) aralarında bulunduğu cennetle müjdelenen sahabiler için bir ifade kullanırlar.

Saîd ibni Museyyeb’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:

“Ebû Bekir’in, Ömer’in, Osmân’ın, Alî’nin, Sa’d’ın, Saîd’in, Talha’nın, Zubeyr’in ve Abdurrahman ibni Avf’ın Nebi’nin (sav) yanındaki konumu birdi. Onlar savaşta Allah Resûlü’nün (sav) önünde, namazda ise arkasındaydılar.”[2]

Evet, onlar savaşta Allah Resûlü’nün (sav) önünde, namazda ise arkasındalardı… Allah Resûlü’ne (sav) bir zarar gelmesin diye bedenlerini siper etmişlerdi. Gösterdiği hedefe tereddüt etmeden koşup şecaatle savaşmışlardı.

Saîd de (ra) hicretten sonra cihat için izin verilince Allah Resûlü (sav) ile birçok savaşa katılmış, bu savaşlarda büyük fedakârlıklarda bulunmuştu.

Allah Resûlü’nün (sav) verdiği bir görevden ötürü Bedir Savaşı’nda bulunamamıştı. Ancak Allah Resûlü (sav) onu savaşa katılmış saymış ve ganimetten kendisine pay ayırmıştı.

Muhammed ibni Amr ve başkalarından şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav) Kureyş kervanının Şam’dan ayrıldığını öğrenince, Talha ibni Ubeydullah’ı ve Saîd ibni Zeyd ibni Amr ibni Nufeyl’i Medine’den çıkmadan on gün önce kervanın durumunu öğrenmeleri için gönderdi. O ikisi yola çıktılar ve El-Havra’ya vardılar. Kervan oradan geçene kadar oradan ayrılmadılar. Talha ve Saîd dönmeden önce kervanın haberi Allah Resûlü’ne (sav) ulaştı. Allah Resûlü (sav) ashâbını kervanı ele geçirmek için görevlendirdi, kendisi de yola çıktı. Kervan sahil yoluna girdi ve oldukça hızlandı. Gece gündüz yolculuk yaptılar ve Talbe’den ayrıldılar. Talha ibni Ubeydullah ve Saîd ibni Zeyd kervanın haberini Allah Resûlü’ne ulaştırmak için Medine’ye doğru yola çıktılar. Ancak Allah Resûlü’nün (sav) yola çıktığını bilmiyorlardı. Allah Resûlü’nün (sav) Bedir’de Kureyş’ten bir toplulukla karşılaştığı gün Medine’ye vardılar. Allah Resûlü’ne ulaşmak için Medine’den çıktılar. Mulel ve Es-Siyale arasında Turban mevkiinde Bedir’den ayrıldıkları yol üzerinde onunla karşılaştılar. Talha ve Saîd savaş vakıasında bulunmadılar. Ancak Allah Resûlü (sav) onlara sanki Bedir’e katılmış gibi Bedir’den düşen paylarını ve ücretlerini verdi. Saîd (ra) Uhud, Hendek ve Allah Resûlü’nün (sav) bulunduğu tüm savaşlara onunla birlikte katıldı.”[3]

İşte Saîd (ra) rivayette de geçtiği üzere Bedir’e katılamamıştı, ama hem ecrini hem ücretini almıştı. Bakın, Allah Resûlü’nü (sav) zaten kaçırdık deyip Medine’de kalabilirdi. Ama bunu yapmadı ve onlara yetişmek için yola devam etti. Bu samimiyetinden ötürü savaşın büyük faziletine nail oldu. Daha sonra da Bedir’den sonraki tüm savaşlara katılarak Nebi’nin (sav) yanında yer aldı. Uhud, Hendek gibi gazvelerde büyük kahramanlıklar sergiledi ve Hudeybiye’de ismini razı olunanlar listesine yazdırdı.

Saîd (ra) Allah Resûlü (sav) yaşarken nasıl mücadele etmişse Allah Resûlü’nden (sav) sonra da Raşid Halifeler Dönemi’nde mücadele etmiştir.

Ecnâdeyn Savaşı’nda büyük bir kahramanlık sergiledi. Süvarilerin komutanıydı. Ordu gerilemeye ve zayiat vermeye başlayınca ordunun komutanı olan Hâlid ibni Velîd’e (ra) önemli bir uyarıda bulunmuştu. Onun uyarısıyla müminler toparlanmış ve sonra zafer elde etmişlerdi.

“Okçular Müslimlere ok attılar. Saîd ibni Zeyd seslendi, ki o insanların en şiddetlisiydi: ‘Ey Hâlid! Ne diye bu münkirlere hedef oluyoruz! Bize o kadar ok atıldı ki artık atlarımız ürktü, binicisini üzerinden atıyor!’ Bunun üzerine Hâlid Müslimlere, ‘Haydi, Allah’ın adıyla saldırın, Allah size rahmet etsin.’ diye seslendi. Sonra kendisi ve tüm insanlar saldırıya geçti. Ölüm hâlindeki son hareketlerinden başkasını yapamadılar. Allah onları hezimete uğrattı. Müslimler onları diledikleri gibi öldürdü…”[4]

Onun kahramanlıklarının en muhteşemi belki de Yermuk Savaşı’nda tarihe geçen kahramanlığıdır.

Saîd ibn Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl (ra) şöyle anlatır:

“Biz Yermuk Günü yirmi dört bin kişi yahut ona yakın bir sayıdaydık. Rum ordusu ise yüz yirmi bin kişiyle karşımıza çıktı. Bize doğru öyle kararlı adımlarla ilerliyorlardı ki, sanki karşımızda gizli eller tarafından hareket ettirilen dağlar vardı. Ordunun ön tarafında haç taşıyan ve dualar okuyan piskoposlar, patrikler ve keşişler vardı. Okudukları duaları arkalarındaki ordu tekrar ediyordu. Sesleri gök gürültüsü gibi geliyordu. Müslimler onları bu hâlde görünce çokluklarından ürktüler ve kalplerine küçük de olsa bir korku düştü.

İşte tam o esnada Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh kalkarak Müslimleri savaşa teşvik için şöyle konuştu: ‘Ey Allah’ın kulları, Allah’ın dinini destekleyin ki, o size zafer versin ve ayaklarınızı sabit kılsın. Ey Allah’ın kulları, sabredin; zira sabır küfürden kurtarır, Rabbi razı eder, utanç verecek durumlardan korur. Oklarınızı hedefe yöneltin, kalkanlarınızla korunun ve inşallah ben size emredene kadar, içinizden Allah’ı zikretmek dışında sessizliğinizi koruyun.’

(Saîd şöyle devam eder:) O sırada Müslimlerin saflarından bir adam ileri çıkarak Ebû Ubeyde’ye, ‘Ben şimdi ölmeye azmettim; Resûlullah’a göndermek istediğin bir mesaj var mı?’ dedi. Ebû Ubeyde, ‘Evet.’ dedi, ‘Ona benden ve Müslimlerden selam götür ve kendisine de ki: ‘Ey Allah’ın Resûlü, biz Rabbimizin bize vaadinin hak olduğunu gördük.’

(Saîd şöyle der:) Onun sözlerini işitir işitmez ve kılıcını çekip düşmanla vuruşmak üzere ilerlediğini görür görmez kendimi hışımla yere attım ve dizlerimin üzerine çökerek okumu hedefe yöneltip bize doğru gelen ilk düşman askerini vurdum. Ardından yılmadan savaştım. Allah kalbimden korku namına ne varsa çekip almıştı. Müslim askerler Rumlara karşı tüm güçleriyle karşı koydular ve Allah müminlere zaferi takdir edene dek savaştılar.”[5]

Habîb ibni Seleme şöyle der:

“Yermuk Savaşı’nda Saîd ibn Zeyd’in bize çok yararı dokundu. O gün o bir aslan kadar muhteşemdi. Rumları görüp de içinde korku duyunca kendini dizleri üzere yere attı ve düşman askerleri kendisine yaklaşınca bir aslan gibi karşılarına çıkarak, gelen ilk düşman askerini okuyla vurup öldürdü. Ardından -vallahi- kahramanca savaşmaya devam etti.”[6]

İşte Saîd (ra), Yermuk’a katılan ve Şam’ı fethedenlerin arasındadır.[7] İlk düşman askerini vuran kişidir. Fetihten sonra Ebû Ubeyde (ra) onu Şam gibi büyük ve önemli bu bölgeye vali olarak seçmiştir. Bu göreve ilk gelen, yani Şam’ın ilk valisidir.[8] Uzunca bir müddet önce cihad ederek sonra yönetimini üstlenerek İslam’a hizmet etmiştir.

Duası Makbul Sahabe

Saîd ibni Zeyd’in (ra) bir özelliği de duasının müstecab olmasıdır. O dua ettiğinde Allah (cc) mutlaka onun duasına icabet etmiştir. Günahlardan sakınmasından ve davası uğruna gösterdiği fedakârlıklardan olsa gerek Allah’tan (cc) kendisine böyle bir lütuf bahşedilmiştir.

Hişâm ibni Urve, babasından şöyle rivayet etmiştir:

“Ervâ binti Uveys, cennetle müjdelenen sahabi Saîd ibni Zeyd’in (ra) ona ait topraktan bir kısmını gasbedip kendi arazisine kattığını iddia etti. Bu konuyu Müslimler arasında yaymaya ve konuşmaya başladı. Daha sonra bu durumu Medine’de olan Mervân ibni El-Hakem’e iletti. Mervan ona bu konuda konuşacak insanlar gönderdi. Bu durum, Allah Resûlü’nün (sav) sahabesi olan Saîd ibni Zeyd’i zor durumda bıraktı. Bunun üzerine, ‘Beni ona zulmetmekle suçluyorlar! Allah Resûlü’nü (sav), ‘Yeryüzünden zulümle bir karış toprak alanın Kıyamet Günü’nde yedi yeryüzü kadar toprak boynuna dolanır.’[9] buyururken işitmişken ben ona nasıl zulmedeyim ki? Allah’ım, o benim zulmettiğimi iddia ediyor. Eğer yalan söylüyorsa onun gözlerini kör et ve onu benimle tartıştığı yerin kuyusuna at.’ dedi.

Allah (cc), bu olaydan çok geçmeden, daha önce görülmemiş bir seli El-Akîk’e akıttı. Onların anlaşmazlık içinde oldukları sınırı açığa çıkarttı. Müslimlere Saîd’in doğru söylediğini gösterdi. Bu olaydan sonra aradan bir ay geçmeden kadın kör oldu. Bu topraklarda dolaşırken bir kuyuya düştü ve öldü.”[10]

“Ervâ binti Uveys, Saîd ibni Zeyd arazisinden bir miktar aldı diye davacı oldu. Onu Mervan El-Hakem’e dava etti. Saîd, ‘Resûlullah’tan (sav) işittiklerimden sonra onun topraklarından ben mi bir şey alacak mışım!’ dedi. Mervan, ‘Resûlullah’tan (sav) ne işitmiştin ki?’ dedi. Saîd, ‘Resûlullah’ı (sav),‘Her kim hakkı olmadan bir yerden bir karış alacak olursa bu toprak yerden yedi kat onun boynuna dolanacaktır.’ buyururken işittim.’ dedi. Bunun üzerine Mervan, ‘Artık bundan sonra ben senden ayrıca bir delil sormayacağım.’ dedi. Saîd, ‘Allah’ım, eğer bu kadın yalan söylüyorsa gözlerini kör et ve kendi yerinde onun canını al.’ dedi.

(Ravi dedi ki:) Gerçekten de gözleri kör olmadan ölmedi. Sonra o kendi arazisinde yürümekteyken bir çukura düşüp öldü.”[11]

Fitnelerden Sakınışı

Saîd ibni Zeyd (ra) âhir yaşına kadar İslam için mücadele etmişti. Ömrünün sonuna geldiğinde İslam toplumunda derin fitneler baş göstermişti. Öyle ki artık hutbelerden cennet ehlinden olan sahabilere lanet okunmaya başlanmıştı. Saîd (ra) ise zalimin elinden tutmuş, haktan yana tavrını koymuş ve kötülüklere müdahale etmişti.

Abdullah ibni Zâlim El-Mâzinî’den şöyle rivayet edilmiştir:

“Muâviye Kufe’den (yönetici olarak) çıkınca Muğîre ibni Şu’be’yi vali olarak atadı. Hatipleri Alî’ye lanet okutmaya başlattı. Ben, Saîd ibni Zeyd ibni Amr ibni Nufeyl’in yanındaydım. Saîd (bu duruma çok) öfkelendi. Kalktı ve elimi tuttu. Ben de peşinden gittim. Bunun üzerine dedi ki: ‘Cennet ehlinden bir adama lanet edilmesini emrederek kendi nefsine zulmeden şu adamı görmüyor musun? Ben dokuz kişinin cennet ehlinden olduğuna şahitlik ederim. Onuncuya da şahitlik etsem günah işlemiş olmam.’ Dedim ki: ‘Bu konuda ne biliyorsun?’ Dedi ki: ‘Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: ‘Dur Hira! Şüphesiz ki senin üzerinde bir nebiden veya bir sıddıktan veya bir şehitten başkası yok.’ Bunun üzerine dedim ki: ‘Kim onlar?’ Dedi ki: ‘Allah Resûlü (sav), Ebû Bekir, Ömer, Osmân, Alî, Zubeyr, Talha, Abdurrahman ibni Avf, Sa’d ibni Mâlik.’ Sonra sustu. Dedim ki: ‘Onuncu kim?’ Dedi ki: ‘Ben.’ ”[12]

Riyâh ibni El-Haris’ten şöyle rivayet edildi:

“Muğîre ibni Şu’be büyük mesciddeydi, Kufe ehli, yanında, sağında ve solunda oturmaktaydılar. Yanına Saîd ibni Zeyd diye anılan bir adam geldi. Muğîre onu selamladı ve ayaklarının yanındaki minderin üzerine oturttu. Kufe ehlinden bir adam geldi ve Muğîre’ye doğru yöneldi. Hakaret üzerine hakaret etti. Saîd, ‘Kime hakaret ediyor bu ey Muğîre?!’ dedi. Muğîre, ‘Alî ibni Ebî Tâlib’e hakaret ediyor.’ dedi. Saîd üç defa, ‘Ey Muğîre ibni Şu’be! Ey Muğîre ibni Şu’be!’ dedi ve sözlerine şöyle devam etti: ‘Yanında Allah Resûlü’nün (sav) ashâbına hakaretler edildiğini duyuyorsun da sen bunu inkâr edip değiştirmiyor musun?! Ben, Allah Resûlü’nü (sav) şahit tutarım ki söylediklerini kulaklarımla işittim ve kalbimle kavradım. Şüphesiz ki hiçbir yalanı ondan rivayet etmem ki Kıyamet Günü bana soracaktır. Şüphesiz ki o şöyle buyurmuştur:

‘Ebû Bekir cennettedir, Ömer cennettedir, Alî cennettedir, Osmân cennettedir, Talha cennettedir, Zubeyr cennettedir, Abdurrahman cennettedir, Sa’d ibni Mâlik cennettedir ve dokuzuncu mümin de cennettedir. İstersem onun ismini söyleyebilirim.’ Bunun üzerine mescidde bulunanlar büyük bir merakla, ‘Ey Resûlullah’ın sahabisi, dokuzuncu kim?’ dediler. Ben de, ‘Allah adına bana yalvarıyorsunuz, Allah’a yemin ederim ki ben dokuzuncu müminim ve Resûlullah (sav) onuncudur.’ dedi.

Sonra bir yemin daha ederek, ‘Allah’a yemin ederim ki, bir kişinin Resûlullah (sav) ile birlikte yüzünün tozla kaplanması, sizden birinin Nûh’un (as) ömrü kadar yaşayıp yapacağınız amelden daha faziletlidir.’ dedi.”[13]

Saîd (ra) Allah Resûlü’nün (sav) kutlu ashâbını müdafaa etmeyi bırakmamıştı. Ki dudaklarından bu cümleler dökülmüştü. Allah Resûlü (sav) Dönemi’ndeki insanların ve bu insanların amellerinin onun zamanındakilerden kat kat faziletli olduğunu belirtmişti. Belli ki artık fitnelerden bunalmış ve Allah Resûlü (sav) ile birlikte olduğu günleri arar olmuştu.

Bu karmaşıklıkları gören Saîd bir taraf olmamış ve tüm insanlardan uzak durmaya çalışmıştı. Fitnelere karışmadan, günahlara bulaşmadan yaşamını sürdürmeyi yeğlemişti. Medine dışına çıkarak sakin bir mevkide hayatına devam etmişti. H 50. yıllara gelindiğinde artık kendisine ölüm gelmişti. El-Akîk bölgesinde yetmiş küsur yaşında vefat etmişti. Sahabiler onu Medine’ye taşımış ve Cennetu’l Bakî’ye defnetmişlerdi. Cenazesini Sa’d ibni Vakkâs (ra) yıkamış ve İbni Ömer (ra) ile birlikte kabrine defnetmişlerdi.[14]

Selam olsun Saîd ibni Zeyd’e… Allah kendisinden razı olsun…


[1] Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Dâru Sâdr, 3/386

[2] El-İsâbe fî Temyîzi’s Sahâbe, İbnu Hacer El-Askalânî, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, 3/88

[3] Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Dâru Sâdr, 3/383

[4] Târîhu’l Hamîs fî Ahvâli Enfesi Nefîs, Diyarbekrî, Daru Sâdır, 2/234

[5] Hayâtu’s-Sahâbe, Mahmud el-Mısrî, Polen Yayınları, s. 249-250

[6] Hayâtu’s-Sahâbe, Mahmud el-Mısrî, Polen Yayınları, s. 250

[7] El-İsâbe fî Temyîzi’s Sahâbe, İbnu Hacer El-Askalânî, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, 3/87

[8] El-İsâbe fî Temyîzi’s Sahâbe, İbnu Hacer El-Askalânî, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, 3/88

[9] bk. Müslim, 1610

[10] Min Acâibi’d Duâi, Hâlid ibni Suleymân, Dâru’l Gâsım Li’n Neşri, s. 48

[11] Müslim, 1610

[12] Ahmed, 1644

[13] Ahmed, 1629

[14] El-Bidâye ve’n Nihâye, İbnu Kesîr, Dâru İhyâi’t Turâs, 8/62

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver