Mutluyum Mutlusun Mut(lu)suz!

 

Hep mutsuz hanımlarla karşılaşıyorum. Kocalarından sürekli şikayetci olan hanımlarla.

Bu sebeple hayatın tadını alamayan, güzellikleri kaçıran, an’ı değerlendiremeyen, çocukları ile güzel zaman geçiremeyen, kendine zaman ayıramayan, arkadaşları ile bir araya gelince onların sahip olduklarını kıskanan, eve döner dönmez bunu da bir şikayetlenme sebebi gören hanımları kastediyorum.

Bu kardeşler arasında şikayetlerinde haklı olanlar var elbet. Fakat onlar da dertlerini dillendirme konusunda büyük bir üslup hatası, hatta yöntem hatası yaptıkları için haklıyken haksız konuma düşüyorlar hep. Bu onları daha da mutsuz ediyor.

Ne mi yapıyorlar?

Mesela, bir Pazar gününü herkes çoluğu çocuğuyla piknikte, onlar ise evde geçirdikleri, çocukların evde sıkıldığı ve birbirleriyle kavga ettikleri ve annenin sözünü hiç dinlemedikleri anda: “Biz de bir yerlere gitsek. Çocuklar durmuyor.” diyor. “Bir pazarım var. Bırakın da evde biraz dinleneyim.” diye cevap veren kocasına kızıp gün boyu somurtuyorlar. Çocuklara daha fazla bağırmaya başlıyor, ya yemek yapmıyor ya da yemeği hınçla adamın önüne koyuyorlar. Sonra da sofraya oturmuyorlar. Üstüne bir de gece sırtını dönüp hiç konuşmadan yatıyor ya da büyük bir kavga çıkarıyorlar. Hatta bu kavga öyle büyüyor ki haftalar sürebiliyor. Kadın hakkını bağıra çağıra almaya çalıştığı, kendini kavga ederek ifade etmeye uğraştığı için hakkı da, saygınlığı da arada kaynayıp gidiyor. Bu basit olayı dağ gibi yapıp boşanma eşiğine gelen, babasının evine gitmekle tehdit edenler bile oluyor.

Peki sorun nerede? Ya da kimde?

Tüm hayatını çocuklar ve ev işleri arasında mekik dokuyarak geçiren ve bunalan hanımın isteği gayet haklı ve meşru.

Adamcağız da haklı. Dinlenmek isteyebilir. Haftanın altı günü on üç (13) saat çalışıyor.

Her iki taraf da haklı ise nasıl ulaşacağız çözüme?

Öncelikle hanım kardeşimiz üslubunu değiştirecek. Eve onun tatlı sesi hakim olacak. Her zaman yumuşak ve güven veren sesi yankılanacak evde.

Sonra beklentilerini biraz düşürecek.

İsteklerimizi dile getirdiğimizde her zaman olumlu yanıt alamayız ki.

Bu hayatın her alanında böyle. Eşimiz de her dediğimizi yapacak değil, yapmak zorunda da değil. Bunu böyle kabul edeceğiz. Daha sonra yöntem farklılığına gideceğiz.

İstediğimiz olmayınca küsmeyi, kızmayı, surat asmayı bırakacağız.

“Zaten bize ne zaman vakit ayırdın ki?” deyip eski defterleri açmayacağız.

“Sen zaten hep böylesin!” diyerek nankörlük de etmeyeceğiz.

Bunların yerine:

“Tamam, sevgili eşim. Haklısın, yorgunsun. Sen dinlen. Biz de haftaya gideriz olur mu?” diyerek gönlünü alacağız.

Ya da

“Tamam inşallah. Sen evde dinlen ben de çocukları parka çıkarayım. Böylelikle gürültü yapmamış olurlar. Sen de güzelce uyursun.” diyerek ona olan merhametimizi göstereceğiz.

Rica ediyorum, satırlara geri dönüp ilk örnek olayı, bağırma çağırma ardından küsme faslını okuyun. Sonra da bu alternatif diyaloğu.

Biri insanı daha okurken bunaltıyor. Kaldı ki yaşarken nasıl strese sokar?

Diğeri de okurken rahatlatıyor. Yaşarken eminim ortamı nasıl da yumuşatır.

Bir başka adım, hanım kardeşimiz durup düşünmeli. Eşinin fıtratını, o anki durumunu iyi tahlil etmeli.

Eşi açık alanları sevmiyor olabilir. Teklifi reddetme sebebi budur belki de. Ya da piknik ona zahmetli gelebilir. Maddi imkânı o an yetersiz olabilir.

Ulaşım imkânı bulunmayabilir, kimseden de araç isteyememektedir. Piknik alanları hafta sonu kalabalık olduğu için kendini rahat hissetmeyebilir. Ailecek oturulacak müsait ve yakın bir yer bilmiyor olabilir.

Bu listeyi daha da uzatabiliriz. Cevap vereceğimiz soru şu:

Amaç ne olursa olsun dışarı çıkmak mı yoksa çocukların baba ile nitelikli zaman geçirmesini sağlamak mı?

Cevap yani amaç nitelikli zaman olmalı. Öyleyse sebepler listesini göz önünde bulundurarak alternatif bir etkinlik üretilebilir. Muhakkak eşiniz ile çocuklarınızı buluşturabileceğiniz ortak bir alan mevcuttur.

“Yok, bildiğiniz gibi değil. Bu adam hep böyle. Asla çocuklarla vakit geçiremez. Başkalarına ise bol vakti vardır.” diyorsanız ilk olarak taaa başa dönüp eşinizle diyaloglarınızı gözden geçirin. Siz de, evde bulamayıp da dışarıda bulduğu şey ne? Yani kendinizi onun gözü ile görmeye çalışın.

Sonraki adımda, tatlı ve mutlu zamanlarınızda çocuklarınızın ahireti için neler yapmanız gerektiğini eşinize sorun. Ondan nasihat isteyin. Bu onun hatasını anlamasına vesile olacak kibar bir nasihat yöntemidir. Ve son olarak da eşinizin, kendini çocuklara bırakamaması, onlarla vakit geçirmekten haz alamaması konusunda ona yardımcı olmaya çalışın.

Bunun birkaç sebebi olmakla beraber çözümü tüm işlerinde “yavaşlama”sıdır.

Biraz açalım. Eşiniz çocuklarla hiç vakit geçirmiyor. Fakat öyle güzel çalışıyor ki konsantresini kimse bozamıyor. İşkolik olan bu erkek, işi dışındaki herşeye verilen zamanı kayıp olarak görüyor. Harcanmış sayıyor.

İşte bu kişi yavaşlayarak hayatı, yaşananları, sevinçleri, hüzünleri, gülüşleri duymayı öğrenir. Görmeye başlar. Bir çocuğun gülümsemesini, ona yaklaştığında çehresindeki neşeyi, onunla oynadığında hiç bitmeyen mutluluğu görebilir.

Ya da aksi durumlarda onun o küçük yüreğinin burkulmasını gözündeki yaştan, gözündeki ferin kaybolmasından, yüzüne kabus gibi çöken asık surattan, babasının yanında hiç konuşamayışından, hatta onun oturduğu odaya giremeyişinden anlayabilir.

Nasıl yavaşlarız?

— Namazlarımızı sünneti ile kılmaya başlayarak.

— Namazın ardından tesbihatımızı itina ile yaparak.

— Her gece kalp ritmimizi duymaya çalışarak (10 dk.)

— Hızın, acele etmenin şeytandan olduğunu sürekli telkin ederek.

— Yaşadığınız anların, güzelliklerinin bir daha geri gelmeyeceğini düşünerek yavaşlayabilirsiniz.

— Son olarak da Allah’tan yardım istemelisiniz…

Hayat, Allah’ın kula bir ikramıdır. Mutsuzluklar ile heder edilmesi büyük bir ziyandır.

Not: Adem Güneş’in “Onarılmaya Olan İhtiyaç” derslerini dinlemenizi tavsiye ederim.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver