Değerli mümine bacım, son iki yazıdır sana İslam’ın ‘Şakalaşma ve Gülme Âdabı’nın nasıl olması gerektiğini anlatmaya çalışıyorduk. Umarız bu konuda gerekli malumatı vermiş ve seni şakalaşma âdabı noktasında istenilen düzeyde bilgilendirmişizdir. Bu ayki yazımızda ise, Müslüman kadının televizyon karşısında nasıl bir tutum içerisinde olması gerektiğini izah etmeye çalışacak ve bu şekilde ‘Mümine Hanımlara Nasihatler’ yazı silsilesini noktalandıracağız. Rabbim inşallah bu yazdıklarımızla hem bizi hem de tüm iman ehli bacılarımızı faydalandırmış ve rızasına muvaffak kılmıştır.
Değerli bacım, senin de farkında olduğun üzere yaşadığımız şu çağ, içerisinde bin bir türlü fitnenin, fesadın, yozlaşmanın ve dejenerasyonun bulunduğu bir çağdır. Bu çağın müfsitleri olan kâfirler, özellikle Müslümanları kimlik ve kişiliklerinden uzaklaştırmak, onların güzel ahlaklarını bozmak ve hayâlarını ortadan kaldırarak iffetsiz bir toplum meydana getirmek için ellerinden gelen her türlü çabayı sarf etmektedirler. Bunun için, gerektiğinde ciddi rakamları gözlerini bile kırpmadan harcamakta, bir çırpıda akıl almaz paraları feda etmektedirler.
“Şüphe yok ki, kâfirler, mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcayacaklardır. Sonra bu mallar onlara bir iç acısı olacak, sonra da yenilgiye uğrayacaklardır. İnkâr edenler toplanıp cehenneme sürüleceklerdir.” (8/Enfal, 36)
“Bunu niye yapmaktasınız?” diye sorduğumuzda ise cevapları bellidir: Kültürlü, bilge, sosyal ve çağdaş bir nesil yetiştirmek için!
Arkadaşlar doğru söylüyorlar! Çünkü onların nazarında kültür ve çağdaşlık bu! Onlara göre kültür; bir insanın, hayâsını ve iffetini kaybetme pahasına bile olsa her türlü melanetten haberdar olması, tüm rezillikleri bilmesi ve tüm ahlaksızlıklara vakıf olması demektir. Bu bağlamda da en mahrem şeylerin, gayri meşru birlikteliklerin ve yasak olan beraberliklerin −tüm çıplaklığıyla− bilinmesinde hiçbir sakınca yoktur. Aksi hâlde nasıl bilge, kültürlü ve çağdaş bir nesil ortaya çıkabilir ki!
Evet; onların kültür, çağdaşlık ve bilgelik anlayışı bundan ibarettir. İşte bu anlayışları gereği her türlü pisliği, ahlaksızlığı ve hayâsızlığı yaymak onlar için mubah olmuştur. Bu nedenle bu konuda sınır tanımanın veya her hangi bir kota koymanın bir anlamı yoktur onlar nezdinde. Önemli olan kültürlü ve bilinçli (!) nesillerin yetişmesidir.
Değerli bacım, onların bu sinsi planlarının ve alçakça düşüncelerinin farkında olmak ve onların hiçbir zaman bizim için hayır dilemeyecekleri gerçeğinin idrakine varmak gerekir. Bu müfsit kâfirler, ne zaman Ümmet-i Muhammed’in fertleri için hayır dilemişlerdir ki? Tarihin hangi deminde bizlerin iyiliği için bir iş yapmışlardır?
“Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar (din ve dünya işlerinde) sizi ifsad etmekten asla geri durmazlar. Sizin hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri ağızlarından ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer aklederseniz size âyetleri açıklamış bulunuyoruz.” (3/Âl-i İmrân, 118)
Tarihte bizler için hiçbir hayrı ve iyiliği murad etmeyen bozguncu kâfirlerin torunları mı bizler için iyilik isteyecek? Onlar mı içimizden gerçek anlamda kültürlü, bilinçli ve her şeyden haberdar olan bir neslin çıkmasını arzulayacak? Hayır, hayır! Yüz bin kere hayır ki, onlar hiçbir zaman Ümmet-i Muhammed olarak bizlerin iyilik ve hayrını murad etmemişlerdir. Bir şeyi önümüze koyuyorlarsa ve hele bir de bundan bir menfaat beklemediklerini söylüyorlarsa, bunun arka planında mutlaka bizleri ifsat etmeyi, gücümüzü kırmayı ve maneviyatımızın köklerini yok etmeyi amaçlamışlardır. Bunu anlamamak, ahmaklıktan ve saflıktan başka bir şey olmaz.
Bacım, sen de biliyorsun ki onların bu ahlaksızlıkları yaymak için kullandıkları birçok vasıta var. Dergi, broşür, gazete ve internet bunlardan bazıları. Ama bu vasıtalar içerisinde, yaygın olması ve neredeyse her evde bulunması bakımından televizyonun ayrı bir yeri var. Belki internet tehlike açısından televizyondan daha ileri bir seviyede; ancak internet her evde bulunmuyor ve özellikle de orta yaşın üzerindeki insanlar tarafından kullanılması çok yaygın değil. Televizyon ise büyüğü ve küçüğü ile herkesin ilgi odağı. Her yaş gurubu için programlar mevcut. Her cinse ve her düzeye uygun filmler, diziler ve yarışmalar var. En önemlisi ise, ulaşmak için para ödemeye gerek yok. Bütün bu sebepler televizyonu toplum içerisinde daha yaygın hâle getirmekte ve herkesin, önünde vakit geçirdiği bir araç kılmaktadır. Bu nedenle bu yazımızdaki nasihatimiz bunun üzerinden olacaktır.
Bilindiği üzere televizyon, içerisinde hem güzellikleri hem de haram olan şeyleri barındıran bir vasıtadır. Bundan dolayı onun hakkında verilecek hüküm noktasında detaya gidilmesi gerekir. Buna göre;
1. Eğer televizyonda kadın görüntüsü gibi dinen haramlığı kesin olan şeyler yayınlanıyorsa, bu durumda bunları izlemek de haramdır. Bir Müslüman ne gerekçeyle olursa olsun asla bu tür programları, dizileri veya haber spikerlerini izleyemez. Eğer izlerse, gözünü harama bulaştırdığı için Allah katında günah işlemiş olur.
2. Şayet televizyonda belgesel vb. haram olmayan şeyler sunuluyorsa, bunların izlenmesi −eğer zaman katli ve farz ibadetler türünden dinî görevlerin geciktirilmesi gibi başka haricî bir etken yoksa− haram değildir. Haram değildir haram olmasına ama tavsiye edilir mi bunu yazının içerisinde verilmek istenen mesajdan anlayacaksınız.
Değerli kardeşim, bu zikrettiğimiz hüküm sadece meseleye haram mıdır, değil midir şeklinde peşin hüküm isteyenlere verdiğimiz bir cevap niteliğindedir; lakin meselenin Allah’ın razı olup-olmayacağı yönüyle ele alınması, konu hakkında farklı şeylerin söylenmesini gerekli kılacaktır. Biz, işin bu boyutunu her müminin kendi vicdanına bırakıyoruz. Biz, meseleye bambaşka bir zaviyeden bakarak konuyu aydınlatmaya çalışacağız.
Bilindiği üzere televizyonun en büyük zararlarından birisi de, insanı Allah’ı zikretmekten, dinini öğrenmekten, namazdan ve benzeri ibadetlerden alıkoymasıdır. Oysa insanı hiçbir şey Rabbini zikretmekten ve namazdan alıkoymamalıdır. Şunu aklımızdan hiç çıkarmamalıyız ki, Allah’ı anmaktan alıkoyan her şey –ki bunun çoluk-çocuk, mal-mülk, alış-veriş veya televizyon olmasının hiçbir farkı yoktur– kıyamet gününde insanı zarara uğratacak ve onun için bir hüsran vesilesi olacaktır. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sakın ha sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar hüsrana/ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (63/Munafikun, 9)
Yüce Rabbimiz Maide suresinde içki ve kumarı yasaklarken, buna gerekçe olarak birkaç husus zikretmiş ve en sonunda şeytanın bunlarla bizleri Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak istediğini belirtmiştir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?” (5/Maide, 91)
Bu ayette de Allah subhanehu ve teâlâ, içki ve kumarı yasaklama gerekçelerinden bir tanesini zikretmektedir. Bu gerekçe; bizlerin Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkonmasıdır. İnsan, içki ve kumarla meşgul olduğunda Rabbini zikredememektedir. Bundan dolayı da bu iki şey ona haram kılınmıştır. Meseleye bu zaviyeden bakıldığında televizyon da tıpkı bu ayette anlatıldığı gibi bizleri Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoyabilmektedir. Eğer durum böyle olursa, o zaman televizyon da haram olur ve kullanılması, uğraşılması, başında vakit geçirilmesi caiz olmaz.
Televizyonun bazı noktalarda inkâr edilemez faydası olabilir. Ama bunun yanında zararları da azımsanmayacak kadar çoktur. Hatta zararı, bilinçli araştırmacıların ittifakıyla genel olarak faydasından daha fazladır. Bu nedenle Müslüman bir şahsiyet, televizyon izlerken ‘Benim için faydası mı daha çok, yoksa zararı mı?’ diye mutlaka mukayese yapmalı ve fıkhını bu esas üzere belirlemelidir. Eğer televizyonun zararının daha fazla olduğunu görürse –ki bu, yaşadığımız coğrafya itibariyle kesin böyledir– bu durumda hemen zararları bertaraf etmeli, şayet beceremiyorsa ondan bütünüyle vazgeçmelidir. ‘Ben bunu beceremem, vazgeçemiyorum, bu devirde bunsuz olmaz’ gibi mazeretlerin ardına sığınmamalı, cennetin tâlibi olduğunu ve onun uğrunda her şeyden vazgeçebileceğini tekrar tekrar kendisine hatırlatarak bu günah makinesinden bir an önce kurtulmalıdır.
Laf buraya geldiğinde şu önemli meseleye değinmeden olmaz: Bilindiği üzere Rabbimiz içki ve kumarı yasaklarken bir hikmeti gözetmiş ve bunun neticesinde yasaklamıştır. İçki ve kumarda ticarî olarak ve gelir elde etme bakımından çok ciddi bir takım menfaatler vardır. Hele birde bu, Araplar gibi içkiyi suya tercih eden ve vakitlerinin büyük bir kısmını kumar eksenli oyun ve eğlencelerle geçiren bir toplum üzerinde düşünüldüğünde, ticarî anlamdaki faydasının ne kadar büyük olduğu daha da iyi anlaşılacaktır. İşte böylesi bir topluma Rabbimiz, içki ve kumarı yasaklarken bunlarda bir takım faydaların olduğunu, ama zararı faydasından daha çok olduğu için yasak kılınması gerektiğini belirtmiştir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük bir günah, hem de insanlar için bazı menfaatler vardır. Ama günahları menfaatlerinden daha büyüktür.” (2/Bakara, 219)
Televizyonda da bizler için bir takım menfaatlerin olduğu kesindir. Ama her ne zamanki kötülüğü iyiliğine baskın gelir, zarar ve günahı, fayda ve sevabından daha fazla olursa o zaman onu terk etmek ve menfaatlerini göz ardı ederek bütünüyle ondan uzak durmak gerekir.
Bugün tarafsız bir şekilde bu gerçeği düşündüğümüzde, televizyonun zararlarının faydalarından kat be kat daha fazla olduğunu görürüz. Hassasiyetini yitirmiş insanların bile bu gerçeği dillendirdiklerini müşahede ederiz. Bu nedenle onun faydalarını şöyle bir kenara elimizin tersiyle itip, ondan bütünüyle uzaklaşmamız ve onu tamamıyla evlerimizden çıkarmamız en ideal, en sağlıklı ve en selim yol olacaktır.
Hem televizyonun faydaları denilen hususlar, haberlerden veya bazı önemli olduğu söylenen programlardan başka bir şey midir? Biz bu faydalı olduğu söylenen hususları radyo veya bir başka iletişim vasıtası aracılığıyla, hem de hiçbir günaha bulaşmadan temin edemez miyiz? Kesinlikle elde ederiz. O zaman bu tür bahanelerin ardına sığınarak televizyonları evde tutma veya başka mekânlarda onları izleme yanlışına düşmemeli, bir an önce külliyen onlardan kurtulmanın yollarına bakmalıyız.
Ayrıca bugün bazı Müslüman hanımlar, kimi çizgi filmlerin ahlakî açıdan çok güzel olduğunu, çocuklara; anne babaya iyi davranma, küçükleri sevme, büyüklere iyilik etme gibi İslam’ın da öngördüğü bazı güzel vasıfları öğrettiğini iddia etmektedirler. Evet, çizgi filmlerde belki bu tür şeyler işlenerek çocuklara bazı güzel davranışlar kazandırılmaya çalışılıyor olabilir; ama adamlar bu güzellikleri çocuklara verirken ortaya öyle bir anne portresi koyuyorlar ki; o roldeki kadın saçı açık, mini etekli ve iğrenç giyimli! Çocuk bu iyi davranışları sergilediğini gördüğü o kadınla, örneğin sert yapılı olan ve kendisine kızan çarşaflı annesini karşılaştırdığında annesi ona öcü gibi gözükmeye başlıyor ve bu olay çocuğun zihin dünyasında çalkantılara sebebiyet veriyor. Tamam, adamlar belki bir yönüyle çizgi filmlerde ahlak kurallarını işliyorlar; ama öbür taraftan çocuğun zihin dünyasına öyle mesajlar veriyorlar ki, bu verilen mesajların zararı, inanın çocuğun öğreneceği ahlakî meziyetlerin faydalarıyla kıyaslandığında çok daha fazla. İşte bu nedenle bir anne veya bir abla olarak senin fayda-zarar kıyaslaması yapıp, onların vereceği ahlakı bir tarafa koyarak, bütünüyle televizyon denen fitne aletinden uzak durman gerekmektedir. Allah, bir takım faydaları olduğu hâlde, sırf zararı daha fazla diye içki ve kumardan uzak durmamızı söylüyorsa, biz bunu televizyona kıyaslayıp ondan da uzak durabiliriz. İnan ki bu davranış, bizler için en hayırlı sonuçları doğuracak, bizleri ve neslimizi fıskı fücurdan koruyarak temiz bir toplum olmamızda bizlere yardımcı olacaktır.
Değerli bacım, Yüce Rabbimiz Nur suresinde erkeklerin kadınlar karşısında gözlerini indirmelerini, kadınlara bakmamalarını emretmiştir.
“Mümin erkeklere söyle, (haram manzaralar karşısında) gözlerini indirsinler/haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.” (24/Nur, 30)
Bu ayete göre Müslüman bir erkeğin yabancı bir kadına bakışlarını yöneltmesi ve gördükten sonra bakmaya devam etmesi haram kılınmıştır.
Peki, Rabbimizin senin hakkında bir buyruğu ve emri yok mudur?
Olmaz mı?
Erkeklerin yabancı kadınlara bakmalarını haram kılan ayetin hemen bir sonrasında Rabbimiz seni de muhatap almış ve tıpkı mümin erkekler gibi senin de harama bakmaman gerektiğini vurgulamıştır.
“Mümin kadınlara da söyle, (haram manzaralar karşısında) gözlerini indirsinler/haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar.” (24/Nur, 31)
Erkeklerin yabancı kadınlara bakması nasıl haram ise, senin de sana helal olmayan erkeklere bakman aynı şekilde haramdır. Eğer biz, erkeklerin haram içerikli televizyon programları izlemelerini caiz görmüyorsak –ki öyle− bunu aynı şekilde senin için de caiz görmüyoruz. Onlar, kendilerine haram olan kadınlara baktıklarında günaha girecekler de, sen sana haram olan erkeklere baktığında günaha girmeyecek misin?
Bu nedenle asla içerisinde sana helal olmayan erkeklerin yer aldığı dizileri, arkası yarınları, reklamları ve benzeri şeyleri izleme! Ve bil ki bunlar, Allah’ın gazabını üzerine çeken şeylerdir. Senin, mutlaka bunlardan uzak durman gerekmektedir. Unutmamak gerekir ki, her uzvun bir zinası vardır. Elin zinası tutmak, ayağın zinası harama gitmek, gözün zinası da harama bakmaktır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki Allah, Âdemoğlunun zinadan nasibini yazmıştır. O, kaçınılmaz olarak buna erişecektir. Gözün zinası bakmak, dilin zinası konuşmaktır. Nefis bunu ister ve arzular; avret mahalli ise ya bunu gerçekleştirir ya da reddeder.” (Buhari, Müslim.)
Bir Müslüman ne pahasına olursa olsun, kendisini zinanın her türlüsünden korumalıdır. Elin, dilin, ayağın, gözün veya fercin zinasından kendisini sakındırmalıdır. Bugün televizyon, özellikle göz zinasına sebebiyet verdiği için bir Müslümanın hayatında asla yer almamalıdır. Bir Müslüman evine bu aleti asla koymamalıdır; zira harama götürecek vasıtaların sürekli bir yerde bulunması ister istemez insanı ona teşvik edecektir. Evinde televizyon olmayan bir Müslümanın kendisini göz zinasından koruması, evinde televizyon olan bir Müslümanın kendisini göz zinasından korumasından daha kolaydır. Firdevs’in tâlibi olan bir Müslüman olarak senin böylesi oyuncaklarla oyalanmaman, kâfirlerin uzattığı bu tür emzikleri asla ağzına almaman gerekmektedir. Senin hedefin Firdevs’tir. Firdevs’e ise bu tür vasıtalarla hem dem olanların ulaşması çok zordur.
Allah bizi ve seni bu tür vasıtalardan uzak tutsun ve bizleri hak ile meşgul olan kullarından eylesin.
Değerli bacım, unutmaman gerekir ki, şu cahiliye toplumu içerisinde senin boşa harcayacağın bir dakikan bile yoktur. Sen; ilim, cihad, tebliğ, davet ve insanları doğruya ulaştırma gibi çok büyük ve ulvî görevlere muhatapsın. Durum bu kadar vahim olduğu hâlde hâlâ nasıl olur da televizyon gibi basit işlerle avunur, mücevherlerden daha kıymetli olan zamanını katledersin! Oysa senin, özellikle İslam’ın fecrinin doğmak üzere olduğu şu günlerde gecen ve gündüzünle, sabahın ve akşamınla sürekli tebliğ, davet, irşad ve ilimle uğraşman gerekiyor. Her anını bu davanın yükselmesinde bir basamak olarak kullanman lazım geliyor.
Bizim iş ve görevlerimiz, Hasan el-Bennâ’nın şu güzel sözünde ifade edildiği gibi vaktimizden daha fazladır:
واجباتنا أكثر من أوقاتنا
“Görevlerimiz vaktimizden çoktur.” Veya bugünkü meşhur şekliyle “İşimiz vaktimizden çoktur.”
Acaba İslam’ın hâkim olmadığı şu dünyada bir Müslümanın öldürecek, boşa geçirecek vakti olabilir mi? Hele hele bir de senin gibi tevhid şuuruna ermiş ve İslam’ı bilmiş insanların? Bunların hiç boş vakti olabilir mi? Asla olamaz! İşte bu gerçeğin farkına varmalı ve vaktimizi ekran karşısında değil, davet ve ıslah sahasında geçirmeliyiz.
Gerek Allah’ın Rasûlü’nün, gerek onun güzîde ashabının, gerekse onların yolundan giden kutlu âlimlerin hayatlarını incelediğimizde onların hep vakitlerini iyi değerlendirdiklerini görürüz. Onlar, boş meşgalelerle değil, kendilerini cehennemden kurtarıp cennete girdirecek amellerle zamanlarını geçirmişlerdir. Onların yolunda olduğunu iddia eden bizler de aynı şekilde bir yol izlemeli, hayatımızı salih amellerle dolu dolu geçirmeliyiz.
Bugün Müslüman bacılarımıza ‘Kocanızın en çok neyinden şikâyetçisiniz’ diye bir soru yöneltilse, verecekleri cevap herhalde: ‘Bizlerle az ilgilenmeleri’ şeklinde olacaktır. Kişi eğer hayırlı ve faydalı işlerle kendisini meşgul etmezse, batıl ve faydasız işler ona galebe çalacaktır. İmam Şafi rahimehullah, ne de güzel söylemiştir:
‘Kendini hak ile meşgul etmezsen, nefsin seni batıl ile meşgul eder.’
Bu vecizeden hareketle diyoruz ki: Bir Müslüman, kendisini televizyon ve benzeri boş işlerle meşgul ederse, o zaman ne ailesine zaman ayırabilir ne arkadaşlarına ne de yakınlarına… Hayatı koca bir ‘boş’ ile geçer gider. Ne dünyasını ne de ukbâsını imar edebilir. Neticede ise büyük bir hüsranla karşılaşması muhtemeldir. Allah bizi kötü akıbetle karşılaşmaktan muhafaza buyursun.
Muhterem bacım, bugün hayatımızı kimlerin düzenlediğini çok iyi tespit etmemiz gerekmektedir. Hayatımızı Allah ve Rasûlü mü, yoksa başkaları mı düzenliyor? Bize yansıyan şekliyle hayatımızı Allah ve Rasûlü’nün düzenlemediği kesin. Peki, o zaman hayatımızı kim şekillendiriyor? Bence batı zihniyeti ile malul olan tağutlardan başkası değil. Sekiz saat uyku, sekiz saat çalışma, sekiz saat de eğlence. Evet, şu anda bizlere sunulan hayat programı bu şekilde.
Biz eğer sekiz saat uyur, sekiz saat çalışır, sekiz saat de televizyon, internet, futbol ve benzeri eğlence vasıtaları ile vaktimizi geçirirsek acaba dinimizi öğrenmeye, yaşamaya ve onu yaymaya nasıl vakit bulacağız? Nasıl Allah’a kulluk edeceğiz? Rabbimize ve O’nun dinine ne zaman gereken vakti ayıracağız?
Gerçekten bu müfsit tağutların çizmiş olduğu hayat tarzı, şu anda hepimizi etkisi altına almış durumdadır. Bundan kurtulmanın elbette birçok alternatifi vardır; ama bizce tüm bu alternatiflerden önce Müslümanların bu sorunu ‘sorun’ olarak bilmesi ve bunu kabul etmeleri gerekmektedir. Eğer bu, bir problem olarak görülmüyor ve ondan rahatsızlık duyulmuyorsa bulunacak hiçbir alternatif bize fayda sağlamayacaktır.
Televizyonun zararlarını veya Müslüman bir ferdin televizyon karşısında nasıl bir tutum içerisinde olması gerektiğini üç-beş sayfada anlatmak kifayet etmez. Bu nedenle senin bu konuda izleyeceğin en ideal yol, televizyonu evinden uzaklaştırmandır. Yani meseleyi kökten halletmendir. Ta ki bu sayede, onun zararlarına karşı tedbir almak zorunda kalmayasın. Ama hemen belirtelim ki, bu konuda eşinin de bilinçli olması gerekir. Aksi hâlde evde bir kaosun çıkması an meselesi olur. Eşinle istişare et ve onunla beraber ciddi ve bilinçli kararlar alarak bu günah makinesinden kurtul. Bu konuda Allah sana yardım etsin ve alacağın hayırlı kararlarda seni hakka muvaffak kılsın.
Burada son olarak bir şeyi daha hatırlatıp yazımızı sonlandırmak istiyoruz: Bu yazı içerisinde anlattığımız tüm hususlar internet için de aynen geçerlidir. Bir Müslüman internete karşı çok dikkatli olmalı ve şayet ille de onu kullanmak durumundaysa o zaman Allah’ın ‘Er-Rakîb’ ismini sürekli zihninde canlı tutarak her daim kendisini gözetlediğinin bilinciyle hareket etmeli ve bu şekilde internetin başına oturmalıdır. Böyle olursa kendisini internetteki haramlardan muhafaza etmesi daha kolay olur. Allah bu konuda tüm müminlerin yardımcısı olsun.
Değerli bacım, bu yazımızla ‘Mümine Hanımlara Nasihatler’ yazı serisini sonlandırmış oluyoruz. Umarız bu yazılar sayesinde −şayet varsa− hayatındaki bazı yanlışlar değişmiş ve üzerinde bulunduğun eksiklikler son bulmuştur. İlk yazımızda da belirttiğimiz gibi bu yazı serisini kaleme almadaki öncelikli amacımız; senin bu dinin mensubu olduğun, tevhide gönül veren kimselerin safında yer aldığın ve kâfir Batı’nın dikte ettiği giyim tarzını reddederek tesettüre büründüğün için İslam’ın izzet ve şerefini gönlünün derinliklerinde hissetmeni sağlamaktı. Inşallah bu yazı serisini okuduktan sonra bunu gönlünün derinliklerinde hissetmiş ve iffetine sahip çıkan mümine bir kadın olduğun için Rabbine hamd etmişsindir. Eğer bizim yazılarımızın bu noktada sana bir katkısı olmuşsa, o zaman yazılarımız varacağı yere varmış ve maksadımız hâsıl olmuş demektir. Bu durumda senden dua beklediğimiz gibi, bu hâl üzere sebat edebilmen için de sana dua ederiz. Yok, eğer bu noktada sana bir katkı sağlayamamışsak o zaman Rabbimizden afv diler ve nâkıs yazdığımız için bizi bağışlamasını talep ederiz. Zira o, kullarına karşı çok şefkatli, onların hatalarını bağışlamada alabildiğine affedicidir.
Bu yazı serisinde yer alan tüm doğru bilgiler Rabbimizin lütfuyladır; yanlışlar ise kâsir nefsimizdendir. Rabbim bu yazı serisinin yayınlanmasında emeği geçen tüm kardeşlerimizden razı olsun ve bu yazıları dünyada faydalı kıldığı gibi ahirette de bir zahîra olarak mizanımıza koysun. (Allahumme âmin)
Dualarda buluşmak dileğiyle, fî emânillah…
İlk Yorumu Sen Yap