Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam, O’nun Resûl’üne olsun.
İslam tarihinde pek çok dönüm noktası vardır. Bunlardan en önemlisi hicret ve sonrasında hicrete bağlı olarak gelişen hadiselerdir.
Hicret aşamasını tamamlayan İslam toplumu yeni bir aşamaya geçmiş ve İslam’ın önündeki engelleri cihadla defetmeye başlamıştı. Bedir Savaşı, bu aşamanın ilk büyük basamağıydı. Bu savaşta kazanılan zafer, Medine içinde ve dışında hemen domino etkisi göstermişti. Dostluk ve düşmanlık yapanların safları netleşti ve daha önceden karşılaşılmayan yeni topluluklar İslam tarihinde boy göstermeye başladı.
Bu topluluklardan biri de münafıklardı. Allah Resûlü (sav) Medine’ye geldiğinde iman etmeyen bu topluluk, Bedir Savaşı’yla beraber güç kazanan İslam Devleti’ne yaklaşmaya başladı, çünkü düşmanlıklarını açıktan yapabilecekleri bir güçleri yoktu. Zahirlerinde İslam açığa çıksa da kalplerinde hâlâ fitne ateşi yanıyor ve küfür içerisinde yaşıyorlardı.
Geçen yazımızda münafıkların ortaya çıkış sürecini, bazı özelliklerini ve İslam toplumuna verdikleri zararları anlatmıştık. Bu yazımızda ise onlarla mücadele metodunun nasıl olması gerektiğine ve Peygamberimizin (sav) onlara karşı yürüttüğü siyasete değineceğiz.
Münafıklar, Kur’ân’da, müminlere en ayrıntılı şekilde anlatılan topluluktur. Sahip oldukları özellikler, Kur’ân’ın eğitim metoduna uygun olarak, yeri geldikçe vahiy aracılığıyla İslam toplumuna haber verilmiştir. Allah (cc), Peygamber’ini (sav) ve müminleri, onların desiselerine karşı uyarmış ve mücadele yollarını anlatmıştır. Bu konudaki umde ayetler ise Ahzâb Suresi’nin girişinde yer almaktadır:
“Ey Nebi! Allah’tan korkup sakın, kâfirlere ve münafıklara itaat etme! Şüphesiz ki Allah, (her şeyi bilen) Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir. Rabbinden sana vahyolunana uy! Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.”1
Münafıklarla ilgili alınacak tedbirlerin başında, manevi olarak Allah’a (cc) yakın olmak ve O’nun koruması altına girmek gelir. Çünkü münafıklar gibi bir topluluğun nerede, nasıl bir fitne çıkaracağını tahmin etmek çok zordur. Elbette Rablerinin yardımı olmadan müminlerin bu badireyi atlatması mümkün değildir. Başlangıç olarak yapılması gereken ise takva silahını kuşanmaktır.
Günahlar, İslam toplumunun etrafında çevrili zırhı delen en temel sebeplerdendir. Bir kişi ya da toplum ne kadar tecrübeli olursa olsun masiyetlerle yara almışsa o tecrübeler onu yarı yolda bırakır. Dünyevi bazı sebeplere yapışmak ve takvalı olma hakikatini ötelemek, hiç ummadık yerde toplumsal kargaşalarla karşılaşılmasına neden olur. Bir cemaat şayet fitnelere maruz kalıyor ve bunun altından kalkamıyorsa o hâlde bunu öncelikle dış sebeplerde değil, fertlerin bireysel ve toplumsal günahlarında aramalıdır.
Yapılması gereken diğer bir husus ise vahye kulak vermektir. Münafıklarla mücadelede başarı, Kur’ân’ın direktifleri ve Nebimizin (sav) bunu hayata nasıl geçirdiğini iyi analiz etmekle elde edilir.
Münafıkların temel özelliklerinden bir diğeri de dillerini iyi kullanmalarıdır. Ağızları güzel laf yapar; tartışmada aşırıya gider; yeminlerini sözlerine kalkan kılar; kinlerini açığa çıkartırken dikkatli olur; kendilerini çok farklı bir pozisyonda görür ve açıktan değil, sözlerini ortama göre hesap ederek konuşurlar. Buna bağlı olarak insanların etkilenme oranı da artar:
“Yeminlerini kalkan edinip Allah’ın yolundan alıkoydular. Hiç şüphesiz, onların yaptıkları çok kötüdür.”2
“…Kinleri ağızlarında belirmiştir. Sinelerinin sakladığı (kin) ise çok daha büyüktür. Şayet aklediyorsanız gerçekten size ayetlerimizi açıkladık.”3
“İnsanlardan öylesi vardır ki; dünya hayatına dair söyledikleri senin hoşuna gider/sözleriyle seni etkiler. O, kalbinde olanın (iyilik, güzellik, ıslah) olduğuna dair Allah’ı şahit tutar. Oysa o, düşmanın en beter olanıdır.” 4
“Onlara: ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.’ denildiğinde: ‘Biz sadece ıslah edicileriz.’ derler.”5
İnsanın unutkan olması hasebiyle geçmiş dönemde bu kişilerin İslam toplumuna nasıl zarar verdiği hatırından çıkabilir ve o yaldızlı sözlerin etkisi altına girebilir. İşte burada Rabbimiz (cc), onlarla mücadele yollarından birini daha bize haber verir: Onlara itaat etme, onları dikkate alma, sözlerine değer verme… Çünkü bu tehlikeli hastalığın ilacı ancak budur.
Bu tedbirler alındıktan sonra artık iş Allah’a (cc) havale edilmiştir. O’na tevekkül edildikten sonra hiçbir güç fitne ateşini kalıcı bir şekilde yakamaz.
Münafıklarla mücadelede, ayetlerin hayat bulmuş hâli olan siyer, bize eşsiz bir tecrübe sunmaktadır. Allah Resûlü’nün (sav) münafıklarla mücadelesinde gözetmiş olduğu kaideler oldukça dikkat çekicidir.
Peygamberimiz (sav) ilk aşamada bu taifeye nasihatler etmiş ve onları ıslah etmek için çabalamıştır. Çünkü bu kişiler toplum nezdinde değerli kabul edilen ve hakiki anlamda İslam olmaları hâlinde kitleleri peşinden sürükleyebilecek bir konumdadır. Medine’de yaşayan insanlar, yıllardır tanıdıkları ve yakınları olan bu kişilerin söylemlerine değer vermektedir. Aynı şekilde her insanın eğitime ve ilgilenilmeye ihtiyacı vardır. Fesad ehli bile olsa düzelmesi ümit edilir.
Allah Resûlü’nün (sav) başlangıçta münafıklara sert bir şekilde müdahale etmemesinin bir başka sebebi, İslam toplumunun üzerine inşa edildiği güven mefhumudur. Zahiren bakıldığında bu taife mescidlere gelmekte, Peygamberimizi dinlemekte, hatta savaş meydanlarına çıkmakta; bununla birlikte Peygamberimizin emirlerine ittiba etmediklerinde de kendilerince gayet makul izahlar yapmaktadır. Dolayısıyla göğüslerinde sakladıkları ve Peygamberimize, Rabbimiz tarafından bildirilen hususlarla itham edilmeleri ve yargılanmaları, İslam toplumunda yerleştirilmeye çalışılan temel kaidelere muhalefet edilmesi anlamına gelecektir. Neticede Allah (cc) onların gerçek yüzlerini açığa çıkartmış ve sinelerinde sakladıkları, dillerine ve amellerine yansımıştır.
Peygamberimiz (sav) münafıkların açığa çıkarttığı fitnelerde, zahirlerine yansımasına rağmen ilk dönemlerde onları kendi hâline bırakmış ve nasihatle yetinmiştir. Onların öldürülmesi gerektiğini söyleyen ashabına karşı çıkarak bu durumu şu şekilde izah etmiştir:
“Ben, ‘Muhammed, arkadaşlarını öldürtüyor.’ dedirtmem.” 6
Peygamberimizin (sav) bu sözü İslami mücadele için çok mühimdir. Bazen bir ameli yapmak caiz olabilir, hatta gerekli de olabilir. Ancak bunu yaptığımızda açığa çıkacak mefsedet, elde edilecek maslahattan fazla ise o zaman bazı şeyleri hesaba katmak gerekir. Allah Resûlü, Medine İslam Devleti içindeki bir grup münafıkla mücadele ediyordu, ama şunu da biliyordu ki Arap Yarımadası’ndaki gözler Medine’nin üzerindeydi. Münafıkların kökünü kurutmak kolaydı; fakat bunun yansımasının davete etkisi düşünüldüğünde, meydana gelecek zararı kimse öngöremezdi. Çünkü müşrikler, münafık ile müminin ayrımını yapabilecek seviyede değildi. Dolayısıyla Allah Resülü’nün, kendilerine mümin diyen bir topluluğu öldürdüğünü görmeleri, İslam’dan uzak durmaları için fazlasıyla yeterli bir sebep olacaktı.
Günümüzde atılacak herhangi bir adımda da bu kaide gözetilmelidir. İslam’ı yanlış algılamaya sebebiyet verecek davranışlar caiz olsa dahi ertelenmeleri mümkünse, ertelenmelidir. Bu konuda emir sahiplerinin aldığı kararlara, sünnete bu yönüyle isabet ettikleri için destek verilmelidir.
Son olarak şu hususu zikretmek gerekir: İslam toplumunda yer alan münafıklar gibi topluluklarla mücadele; hikmet ve basiretle hareket etmekten geçer. Bu sıfatlar ise Yüce Allah’ın izniyle şu üç ameli hayatımıza yerleştirmekle elde edilebilir:7
Geçmiş ümmetlerin kıssalarını okumak: Kur’ân’ı Kerim’de, farklı yerlerde, geçmiş ümmetlerden bahsedilmekte ve kıssalar anlatılmaktadır. Ancak bu kıssalar salt tarihî bir bilgi içermekten daha çok, dersler çıkarmaya yöneliktir. Bu nedenle Rabbimiz (cc), kıssalar üzerinde düşünülmesini emreder:
“… Bu, ayetlerimizi yalanlayan topluluğun misalidir. İyice düşünsünler diye kıssaları anlat.”8
Atılması gereken ilk adım, bu kıssalar üzerinde dersler çıkaracak şekilde tefekkür etmektir. Kur’ân-ı Kerim mübarek bir kitaptır, yani bereketlidir. Dolayısıyla kıssaları bir kere okumak ya da tefekkür etmek, bu bereketli sofradan hakkıyla istifade etmek için yeterli değildir. Sürekli düşünmek ve yoğunlaşmak, hikmet pınarlarının daha çok akmasını sağlayacaktır.
Yaşanmış hadiselerden ders çıkarmak: Teorik bilgiyi kalıcı hâle getiren etken, onun pratiğe dökülmesidir. Kur’ân, mümin kullara, nasıl davranmaları gerektiğini anlatır. Pratikte buna muhalif bir durum olduğunda da teorik bilgiyi bir kez daha hatırlatır ve böylece bilgi kalıcı hâle getirilir. Ancak kişi, tarihini bilmez ya da tarihî bilgileri şer-i şerif ışığında inceleyip değerlendirmeye tabi tutmazsa basireti elde edemez.
İstişare etmek: Akıl akıldan üstündür. Mücadele sahasında kişinin her şeye tek başına karar vermesi, hatalı davranmasına yol açacaktır. Başkalarıyla fikir alışverişinde bulunmak ise onu da olgunlaştıracak ve yeni düşüncelerin filizlenmesine şahitlik edecektir.
Bu ve buna benzer vesilelere yapışıp basiret ehli olmak, Allah’ın (cc) izniyle iç ve dış düşmanlara karşı koruma kalkanı sağlayacaktır.
Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.
1. 33/Ahzâb, 1-3
2. 63/Münafikûn, 2
3. 3/Âl-i İmran, 118
4. 2/Bakara, 204
5. 2/Bakara, 11
6. Buhari, 3518; Müslim, 2584
7. Bu bölüm, Tevhid Dergisinin 75. sayısındaki “İslami Harekette Tecrübe/Hikmet/Basiret” başlıklı yazıdan özetlenmiştir. Yazının tamamı için bk. İslami Harekette Tecrübe/Hikmet/Basiret, Başyazı, Tevhid Dergisi, S 75
8. 7/A’râf, 176
İlk Yorumu Sen Yap