Babayı mutluluktan uçuran, çocuğun diline ilk düşen ‘Ba!..’ hecesidir. Yarım yamalak da olsa ilk heceleri duymuş olmanın o eşsiz mutluluğudur, hatıraların başköşesinde saklanan.
Cennetin kokusuyla sarmalanmış gibi, tükenmeyen ve gittikçe de artan bir mesruriyetin vuslatıdır gönüllerde.
Ömür boyu kendi ayakları üzerinde durabilmeyi öğrenmenin bir talimi gibi, ayakta durmaya çalışması ve o paytak adımlarla ilk yürüyüşü, daima tebessümle hatırlanan güzel bir tablodur zihinlerde.
Uykuları bölen sancılanmalarında veya ateşlendiği gecelerde yaşanan acemilikler ile ne yapacağını bilmemenin çaresizliği, yine de hoş bir anıdır hatıralar arşivinde.
‘Ba… Ba…’nın ardından çocuğun dilini yüce Allah’ın subhanehu ve teâlâ ismi ile tanıştırır babası.
Sahiplik duygusu gelişmeye başladığında, sahip olduklarıyla çevresinde şahit olduğu her bir şeyi yaratanın O subhanehu ve teâlâ olduğunu haykırırken, sesindeki şetaretin dalgalarıyla yüzlerce mutluluk kıvrımlarının yayılması, bundandır.
Güzel adını ilk kez duyduğu Nebi-i Muhterem’i sallallahu aleyhi ve sellem ‘Önderim!’ diye belleyerek capcanlı ve pürüzsüz bir sesle bir daha hiç silinmemecesine kalbine ve beynine kaydeder.
Evde, sokakta, dünyada… Kendisinin dışında kardeşlerinin de varlığını ve yüreğinin diğer müminlerin sevgisini de alabilecek genişlikte olduğunu öğretir, baba.
Tekin olmayan sokaklar ve güvensiz okullardaki yaşıtlarından, bir muvahhid olduğu için farklı olduğunu da fark ettirir ona.
Yüce Allah’ın subhanehu ve teâlâ büyük bir lütfuyla zaman, emek ve ömür törpüleyen uzun arayışlara gerek kalmadan, gözlerini adeta hidayet kozası, tevhid ocağı bir yuvada açtığını fehmedip, Rabbine secde ettiği günleri konuşurlar Rabbe tarifsiz minnet duygularıyla.
Öz nefsine saygı gösterdiğinde başkalarından da saygı göreceğini; az, öz ve dolu konuştuğunda da söylediklerinin dinlenebileceğinden bahseder ona.
Yirmi dört ayar altının kıymeti ile asla kıyası kabul edilmeyecek derecede olan ‘Fıtrat ayarında’ iyi bir insan olabilmenin inceliklerini anlatır.
Yaşadığı ve karşılaştığı her bir hadisenin, aslında kendisi için büyük bir tecrübe ve dolayısıyla bir kazanım olduğunu aktarır. Büyüklerin aktaracağı veya öğreteceği tecrübelerin eşsiz birer hazine gibi olduğunu da…
Okumanın ne kadar gerekli olduğunu konuşur onunla. Ve ilimle donanmanın, fitnelerin yaygınlaştığı bu asırda nasıl da koruyucu bir zırh olduğunu da…
İlm-i tedrisatta rahle rahle ilerledikçe hayatına nasıl yeni ufuklar açılacağını anlatır.
Yeni ufuklarda, başka hayatlar için de nurlu hidayet kapılarının açılmasına vesile olabileceğini hatırlatır.
Aynanın, sadece karşısındaki şeylerin görüntüsünü aksettiren, arkası sırlanmış camdan bir gözgü olmadığını; her birisinin bir diğeri için doğrulup toparlanmasına ve güçlenip arınmasına vesile olan müminlerin de birbirlerinin aynası olduklarını öğretir, hayatın içinden misallerle.
Mümin kardeşleri eğer kendisine karşı azaltılmış ya da kontrolsüz bir ‘muhabbet’ gösteriyorlar ise; bunun tek müsebbibini ilk olarak dili ve iki dudağı arasından çıkanlarda araması gerektiğinden bahseder yavrusuna.
Toplum içerisinde yerleşik ve yaygın olan, İslam’a aykırı gelenek, kültür, sanat, sinema, örf ve töre gibi akıntılara karşı şer’i ve fıtri bir duruş sergileyip akıntıya ters, hak istikametine doğru kulaç atmanın nasıl da kurtuluş vesilesi olabileceğini anlatır, Nuh’un aleyhisselam pratiğiyle örneklendirerek.
Sahip olduğu (veya olacağı) gücü küçümsememeyi, aynı zamanda abartmamayı da öğrenir. Güçlü de olsa, zayıf da olsa, her hâlükârda Rabbani ölçü ve ilkelere uygun hareket etmesi gerektiğini konuşur.
Tevhide ve Nebevi menhece, hayata sarılıyormuşçasına kuvvetle sarılmasının zorunluluğunu anlatır. Hayatın varlığının sebebi olan tevhidden yüz çeviren bir kimsenin, burun deliklerinden zilleti solumuş olacağını ve artık iflah olamayacağını da…
Kaybetmenin ilk basamağının umutsuzluk olduğunu konuşur onunla.
Kaybetmenin, hayal kırıklığına uğramanın, yenilginin, iflas etmenin, ayrılık ve mahkûmiyetlerin; her zaman zarar etmek anlamına gelmediğini konuşur. Kayıpların ve mağlubiyetlerin dahi kazançlara ve zaferlere götüren yollarda kullanılan döşeme taşları haline getirilmiş olduğuna dair tarihten ibret vesikaları aktarır.
El-Aziz ve El-Celil olan Allah’ın, hak ve menfaat sahibi olarak en iyi dost olduğunu, ondan sonra Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem ve müminlerin dost edinilmesi üzerine deliller sıralar.
Bu dostluklar dışında kalanların her türünün her birinde az ya da çok, şeytanın ve şeytani gayelerin payının belirleyiciliğini de anlatır, yaşadığı örneklerin şahitliğinde.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasûlullah’ı tanıtır.
Göz kapaklarını sabaha karşı aralamasından, gecenin son deminde tekrar yummasına kadar geçen zaman içerisinde, hayatının her anında O’nunla yaşamayı ve O’na sallallahu aleyhi ve sellem benzemeyi konuşur.
Sabır ve temenni ile hareket etmenin, telafisi mümkün olmayacak hatalara ve pişmanlıklara sebep olan öfkenin ilacı olduğunu anlatır.
Kalbindeki şirk yanardağının püskürttüğü volkanik lavlar gibi olan gayri İslami inanç, fikir, söz ve davranışlarla yakıp kül eden kötü insanlarla birlikte bulunmaktansa, yalnız kalmanın kendisi için daha iyi olacağından bahseder.
Hiçbir zaman musibetlerle, belalarla karşılaşmayı arzu etmemesini, kendisi için bir imtihan vesilesi olan türlü musibetlerle karşılaştığında ise adam gibi sabır, tahammül ve sebat gösterebilmeyi konuşur.
Rejimi, dünyayı ve insanlığı değiştirmekten söz edenlerin, bizzat kendi nefislerini değiştirmeye muvaffak olup olmadıklarına dikkat etmesi gerektiğine dikkat çeker.
Hayatın, günlük yaşamın ve gündemin sert ve hırpalayıcı sarsıntıları karşısında korumasız kalarak, üzerinde yorgunluk, durgunluk, atalet ve kesel alametleri bırakmaması için sürekli bir şuur ile hareket etmesini salık verir.
Hazırda yahut gaipte, başkalarının bulunduğu bir ortamda mümin kardeşi hakkında eleştiriden ve incitici davranışlardan uzak durmasının zaruretini beyan eder.
Şeytanın en çok istismar ederek etkili bir silah gibi kullandığı şehvetin, kişiyi enkaza çeviren yıkıcılığını konuştur.
Yüce Allah’ın en güzel isimlerini öğrenerek O’na sığındığında, ruhunu sarmalayacak o olağanüstü güven hakkında konuşur.
Davet yolunun başlangıcındaki samimi gayretlerinin rotasını, üç beş sene sonra dönemsel şartlara uygun fakat Rabbani yönteme aykırı istikametlere yöneltenlerin, analiz analiz savrulma savunmalarını ‘Davet Yolunda Musibetler’ başlığı altında değerlendirip konuşur.
Kurulu şirk düzeninde dinî hassasiyeti olanların da siyasi parti kurmalarına izin verilmesinden istifade ederek, gayri İslami metotlarla İslam davası güttüğünü iddia edenlerin hakikatte demokratik şirk düzeninin ayrılmaz bir parçası haline geldiklerini (ya da getirildiklerini) anlatır.
İslam hukukunun yürürlükte olduğu ve halifenin var olduğu şer’i bir düzende İslam dışı siyasal partilerin kurulmasına müsaade edilmesi ne kadar mümkün değil ise; laik-demokratik şirk sisteminin tartışılmaz temel ilkelerine bağlılık ahdi gerçekleşmeden, ismi İslami, tüzük ve programı ıslahatçı bir karaktere haiz olan bir siyasi partinin kurulması, teşkilatlanması, sistem nezdinde meşruiyet kazanarak faaliyetlerde bulunması, hatta demokrasinin ibadet ritüellerinden olan serbest seçimlere katılmasının da mümkün olmadığını konuşur.
Demokrasi çatısı altında boy gösteren muhafazakârlık, sosyalizm, faşizm, yurtseverlik, humanizm, liberalizm, laiklik ile Baas türü ulusalcı sosyalizm ve diğer beşeri ideoloji sahiplerinin kendi aralarında çatışıyormuş gibi görünüyor olsalar da mesele İslam ve Müslümanlar olunca, aralarındaki tüm ihtilafları bırakarak ortak düşmanlıktan, çok kolay birleşip saldırganlaşabileceklerini konuşur.
Gönül, zihin ve ruh ne kadar boşluk ile doldurulursa, zeplin gibi havalanıp yükselineceğine inandırılan yeni nesil gençler olarak; bunu reddedip, boş kaldığı anda derhal bir başka hayırlı işe koşturmanın vücubiyetini anlatır.
Yalnız kaldığında veya bir topluluk arasındayken, her nerede olursa olsun kalbini ve düşüncelerini temiz tutmaya çalışmasının; ferdî, ailevi veya cemâî hayatında huzur ve güvenin tamamlayıcı bir öğesi olduğunu anlatır.
Güzel ahlakın ve iffetin en çok gençlere yakıştığını söyler.
Yusuf aleyhisselam ahlaklı bir delikanlı ile Meryem aleyhisselam iffetli bir hanım kızın, yeryüzünün en yakışıklı ve en güzel gençleri olduğunu hatırlatın.
İstikbalini garantiye almak isteyen, yürekli, çalışkan ve başarılı bir gencin; ömrünün saniyelerinden başlayarak tüm sermayesini müjdeler ve nimetler yurdu ebedi cennetleri elde etmek için harcamasının riski az, verimliliği ise hayallere sığmayacak kadar kârlı ve çok akıllıca bir yatırım olacağından bahseder.
Bir harama nazar etmenin her tekerrüründe o ana hafızalarda biriktirilmiş bilinenlerden, sayfa sayfa ilmin uçup heba olarak, nisyan afetine maruz kalacağını konuşur.
Hiç tanımadığı insanlara daveti ulaştırayım derken; dostlarını, kardeşlerini, yakın akrabalarını ve mesuliyeti altındakileri de tevhide davet etmeyi gücü yettiğince daimi bir görev bellemesini konuşur.
Müslüman delikanlının; hilim, vakar, sabır, vefa, doğruluk, tevazu, edep, şecaat ve cömertlik gibi en güzel huylara sahip olması, en azından bunun için gayret göstermesi gerektiği üzerine bahis açar.
İnsanların en faziletlilerinden olmak isteyen bir kimsenin, İslam’ın zirvesi olan cihad amelini gerçekleştirmek için halis bir niyet ve çaba göstermesi gerektiğini anlatır.
Allah subhanehu ve teâlâ, helal kıldığı şeylerle insan için çok geniş bir istifade alanı yaratmıştır. Bazen güç ve imkânın dahi yetirilemediği hoşluğun ve helalin çerçevesi buna geniş iken, temiz fıtratın iğrenç bulduğu her türlü haramdan, çirkinlikten, fısk ve fücurdan nasıl korunabileceğini gösterir.
Müslüman yiğidin eli ve sofrasının açık, yüzü ve yönünün tok olduğunu konuşur.
Gece namazının; mümin için yüce Allah’a yakınlık vesilesi, büyük bir şeref ve cennete selametle girişi kolaylaştıran bir amel olduğundan bahseder.
Çokça uyumanın ve çokça yemenin insanı kıyamet gününde mahrum ve muhtaç bırakabileceğini açıklar.
İlk Yorumu Sen Yap