MERHAMET TELLALLARINDAN ŞİRK TOPLUMUNU KURTARMA OPERASYONLARI

 

Siyer kitaplarında ‘Nuh kavminin putları’ diye bilinen birtakım putlar mevcuttur. Allah subhanehu ve teâlâ Nuh Suresi 25. ayette bunların isimlerini zikretmektedir.

Bir rivayette ise şöyle geçer: ‘Nuh’un aleyhisselam kavminin putlarının gömülü olduğu yeri, cinler Amr Bin Luhayy’a haber vermiş; o da onları oradan çıkartmıştır. Daha sonra da hac mevsiminde Mekke’ye gelen Arap kabilelerine bu putları dağıtmıştır.’

Ortaya çıkış şekli nasıl olursa olsun, sonuç itibari ile Araplar, İbrahim’in aleyhisselam davetinden yüz çevirmişler ve her geçen gün sapıklıklarına sapıklık ekleyip tevhitten uzaklaşmışlardı.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ dini ile aralarına mesafe girdikçe de, taptıkları şeylere niye taptıklarını bilmez bir halde hayatlarını sürdürmeye devam etmişlerdir.

Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah’a, salat ve selam O’nun Rasûlüne olsun.

Birkaç sayı önceki yazımızda taklitçi cahili toplumun üçüncü vasfından bahsettik. Taklitçi zihniyetin mensupları sorgulama yeteneğinden yoksun oldukları için, atalarından ne görmüşlerse onu birebir kopyalamayı en büyük ibadet olarak görürler. Bunu gerçekleştirmek için efor harcarlar. Fakat bu fiillerin çoğu fıtratlarının benimseyebileceği ve bedenlerinin kaldırabileceği seviyede değildir. Çünkü içerikleri, yarattığını en iyi bilen Allah subhanehu ve teâlâ tarafından belirlenmemiştir.

Böyle olunca Allah’ın dini ile alakası olmayan putlara tapma, onlara dua edip adak adama, Kâbe’yi çıplak tavaf etme vb. ibadetler müşriklerin kendi kendilerine yükledikleri zorluklardan bazıları olarak ortaya çıkar. Hayvanlardan bir kısmını çeşitli nedenlerle haram kılmak gibi emir ve yasaklar da bu yükü arttırıcı etkiye sahiptir.

Aynı şeyler, şekli bazı farklılıklarla beraber günümüzde de mevcut. Tafsilatını önceki sayılardaki yazımızda anlattığımız, türbelere yapılan ibadetler, kandil günlerine has ameller, tevbe ve dua etmek için izlenmesi gerektiği söylenen dolambaçlı yollar… Bunların hepsi günümüz cahiliyesine atalarından kalan, küfür, şirk ve bidat içerikli miraslardan sadece bir kısmıdır.

Nedense Mekkeli müşriklerin yaptıkları şirkler anlatılınca kimseden ses çıkmıyor. Ama aynı şeylerin bizim toplumumuzda da olduğunu söyleyince kıyamet kopuyor, itirazlar havada uçuşuyor. Mesela itirazlardan birisi şu; ‘Sizin bu anlattıklarınız toplumun her kesimince yapılan şeyler değil. Sadece belli bir zümrenin yaptığı fiiller.’ Bu tespit her ne kadar yanlış olsa da, bir an için itiraz edilen noktanın doğru olduğunu varsayalım. Gerçekten toplum içinde sadece belli bir kesim bunları yapıyor olsun. Peki toplumun geri kalanı ne yapıyor? Türbelere bu ibadetleri sunanları engellemeye çalışıyor, muvaffak olamayınca da onları küfür, şirk ile mi nitelendiriyor? Yoksa tembelliğinden ya da başka bir nedenden ötürü evinde yaptığı duanın, yatırlarda yapılan dualara kıyasla daha mı az kabul edilme ihtimali olduğunu düşünüyor?

Kandil törenlerine katılmayanlar bu kutlamalara bidat olduğu için mi katılmıyorlar? Yoksa içine şirk, bidat, hurafe sokulmuş bu yeni dinle dahi alakaları olmayacak kadar dini meselelerden uzak oldukları için mi?

Bu sorulara verilecek samimi cevaplar aynı zamanda itiraza da bir yanıt niteliğinde olacaktır ve görülecektir ki toplumun büyük bir kısmı, sadece birkaçını sıraladığımız bu fiilleri yapmakta, geri kalan ise yapmamakla beraber bu amelleri gerçekleştirenlere itiraz etmeyip, gıpta ile bakmaktadır.

İkinci itiraz ise şudur: ‘Bugün İslam ümmeti tağutların zulmü altında inim inim inliyor. Her türlü haktan mahrum bir halde yaşam mücadelesi veriyorlar. Siz ise sadece ihtilafı çoğaltacak ve ümmete hiçbir fayda vermeyecek meseleleri gündeme getirip duruyorsunuz.’

Bu itiraza cevap vermeden önce itirazı yapanların kısa bir analizini yapmakta fayda var: Aslında söylediklerimize muhalefet edenler de dile getirdiğimiz şeylerin yanlış olduğunun farkındalar. Fakat bunlar gündeme geldiğinde başlarına gelecek şeyleri çok iyi biliyorlar. Şu anda kalabalıkların büyüsüne kapılıp gitmiş bir haldeler. Bidat içerikli programları yapmayı bıraktıklarında, bulundukları yapıya iman edenlerin dışında kimseciklerin yanlarında kalmayacağını çok iyi biliyorlar. Toplumun, doğal olarak da şu anda etraflarında bulunan kitlelerin kılcal damarlarına kadar sinmiş bazı küfür ve şirk içerikli amellerini eleştirdikleri anda da aynı sonla karşılaşacakları kesin. İşte böyle bir sondan korkmaları, hak olan daveti duyup da etraflarındaki insanların dağılıp gidecekleri endişesi, bu itirazı sürekli dillendirmeye onları sevk ediyor. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki bu itiraz tamamen duygusal(!).

İtirazların içeriğine gelince; öncelikle şunu belirtelim: Bugün yeryüzünde hangi inanışa mensup olursa olsun zulme uğrayan kim varsa ona yardım etmek, Müslümanın üzerindeki vaciplerden bir tanesidir. Çünkü bu insanlar mustazaftırlar ve hakları ellerinden zorbalık ile alınmaktadır.

Karşılaşılan bu zulmün asıl sebebi ise, yeryüzündeki iktidarların tağutlaşmasıdır. Sadece Allah’a  subhanehu ve teâlâ has olan bazı haklara ortaklık iddiasında bulunan bu zorbalar, insanlara zulümde de sınır tanımamaktadır. O yüzden asıl üzerinde durulması gereken nokta Allah’ın haklarının ne şekilde gasp edildiğidir. Mesela; O’nun subhanehu ve teâlâ dininde olmayan bir şeyi çıkartmak Allah’ın hakkını gaspetmektir. Demokratik sistemleri göklere çıkartarak kanun koyma yetkisini insanlara vermek de Allah’ın hakkını gaspetmektir. Allah’a yapılması gereken ibadetleri türbelere, insanlara yapmak da Allah’ın hakkının gaspıdır.

Geldiğimiz noktada itirazı yapanların bize şunu dediklerini anlıyoruz: ‘Sizler Allah’ın hakkı çiğnendiğinde bunu gündem etmeyin. Ama aynı şeyler insanlara yapıldığında onunla yatıp-kalkın.’ Hayır! Bizler ne olursa olsun Allah’ın dinine aykırı bir fiili dillendirir, insanları bundan sakındırırız.  Aynı şekilde zulme uğrayanın yanında olmamız gerektiğini de bilir, gücümüz yettiği kadar mustazafların derdine derman olmaya çalışırız. Bu iki hal arasında ‘öncelikler’ bakımından bir tercih yapmak zorunda kalan Müslüman fert, zaten tereddütsüz bir şekilde seçimini ‘Allah’ın haklarını savunmak’tan yana kullanacaktır.

Taklitçi cahilÎ düzenlerde insanların, körü körüne bazı uygulamaları yapmalarının fıtrata ters, omuzlara da yük olduğunu daha önce örneklerle anlatmaya çalışmıştık. Aynı şekilde İslam’ın da insanların hayatlarını kolaylaştırıcı bir din olduğunu söyledik.

Ancak, özellikle asrımızda daha yüksek sesle propagandası yapılmaya başlanan bir söyleme ister istemez şahit oluyoruz. O da şeriatın, insan hayatını çok daralttığı, sınırlandırdığı, özgürlükleri kısıtladığı iddiası.

Azılı kafirler, İslam’a açıktan düşmanlık yapanlar bunu her ortamda, kitaplarında, makalelerinde pervasızca dillendirebiliyorlar. Kendilerine Müslüman diyen zümreler ise bunu rahat rahat söyleyemiyor. O yüzden her konuşmalarında demokrasi ve insan hakları vurgusu yapıp dolaylı yoldan müşrik kardeşlerine(!) yardımcı oluyorlar.

Bu grupların yaptığı ithama verilen iki türlü cevap var. Bazıları diyor ki: ‘Olur mu öyle şey? Dinin neresi zor? Örtünmek mi? Hiç sorun değil! Sen kalbini temiz tut. İbadetlerini yaparken örtün yeter! Belki o kalp temizliğinle birçok örtülüden Allah katında daha değerli olursun!’

‘Memurluk yaptığın için namaz mı kılamıyorsun? Kardeşim! Allah’ın farz kıldığı tek şey namaz değil ki! Devlete, millete hizmet etmek de ibadet. Akşama bütün namazları kaza edince iki büyük ecri birden kazanırsın.’

Güya böyle konuşarak İslam’a yapılan eleştirilere cevap vermiş olurlar. Bazıları o kadar abartır ki Yahudi ve Hristiyanların dahi bu halleri ile cennete gidebileceğini söylerler! Aslında ehli kitaba cennetin vizesini vermekte bir bakıma haklılar! Çünkü onca küfür ve şirki, itikat ve amellerinde barındırmalarına rağmen içinde bulundukları toplumu dahi Müslüman olarak kabul ediyorlar! Eğer bu toplum cennete gidecekse, üzerinde barındırdıkları şirk unsurları sadece şekilsel yönden birazcık farklı olan Yahudi ve Hristiyanlar niye cennetten mahrum olsun ki?!

Evet! Bu grubun amacı nettir: İslam’a yöneltilen eleştirilere dinin içini boşaltarak cevap vermek. Böylece hem insanlara hoş görünecekler hem de nefislerince yonttukları dinde heva ve heveslerine göre yaşayacaklar.

İnsanların hoşnutluğunu Rabbinin rızasından üstün tutanlar dünyada zillet içerisinde yaşamaya mahkumdurlar.

Meseleye Rahmanî pencereden bakan diğer grup ise bu ithamın temeline iner ve şöyle der:

‘Her ne kadar fıtrat şeriatı kabul etmeye ve uygulamaya meyilli olsa da nefis tam tersini istemektedir.’

‘Fıtrat, örtünmeyi ister ama nefis açılıp saçılmayı insana emreder ve güzel gösterir.’

‘Fıtrat, toplum içerisinde ekonomik yönden sıkıntıda olanların elinden tutmayı isterken, nefis hep ‘bana, bana’ çığlıkları atar! Kendisi mevkiler atlayıp, rütbe yükseltirken ayaklarının altında ezip geçtiği insanların emeklerini hiç umursamaz.’

‘Fıtrat, sadece Allah’a kul olmayı, bir tek O’nun önünde boyun eğmeyi ister. Nefis ise kendi isteklerine hangi sahte ilah ‘eyvallah’ derse, onun peşinden koşar. Arzular değiştikçe ilahlar da değişir.’

Bu listeyi daha da uzatabiliriz. Yukarıda verdiğimiz örnekler bize şunu gösterir: Şeriat, Allah’ın subhanehu ve teâlâ kanunlarının tümünün hakim olduğu ve fıtrata uygun hareket eden her toplum için kolaylıktır.

Tıpkı asr-ı saadette ve ondan sonra gelen adil imamların zamanlarında olduğu gibi. Fakat ne zaman ki şeriat nefsi istekler karşısında arka plana atılmaya başlanır, işte o zaman toplumsal sorunlar, adaletsizlikler ortaya çıkar.

İnsanların hayatları zorlaşır. Çünkü nefislerini ilah edinen bir toplum için şeriat asla kaldırılamayacak bir yüktür.

Bugün insanlar, aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen hala, şeriatın kamil manada uygulandığı dönemden hayranlıkla bahsediyorlar. Özlemle o zamanları anıyorlar. Peki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile aynı zamanı paylaşan iki büyük uygarlığı, Roma ve Pers imparatorluklarını özlemle anan var mı?

‘Keşke o günler de yaşasaydık da, aslında yeryüzündeki en değerli varlık olduğumuzu bize hatırlatan kanunlarla hayatımızı düzenleyebilseydik!’ diyebilen var mı?

Kimse böyle bir şey söyleyemez! Çünkü insanoğlu, bırakalım asırlar öncesini, daha 15-20 yıl önce ‘en özgürlükçü bireyin haklarına saygılı’ diye övdükleri kanunları bile bugün yetersiz görmekte, çağın ihtiyaçlarına cevap vermediği için ‘geri kalmış’ olarak isimlendirmektedir.

Aslında şeriatın kolaylık olduğunu anlatmak için bu kadar uzun açıklama yapmak, Allah’a subhanehu ve teâlâ iman etmiş, kitap ve sünneti tek kaynak olarak kabul etmiş müminler için fazladır. Çünkü onlar konu ile alakalı nasları okur ve “Amenna” derler. “Allah sizin yükünüzü hafifletmek ister.” (4/Nisa, 28)buyruğunu işittikleri anda üzerine bir söz söyleme ihtiyacı duymazlar.

Yapmaya çalıştığımız açıklamalar ise, kendilerine Müslüman demelerine rağmen, Kur’an ve Sünnetten habersiz yaşayan ve aşağılık kompleksi ile her muhalif zümreye şirin gözükmeye çalışan kesim içindir. İslam’ın kimseyi memnun etmek gibi bir görevi yoktur. Çünkü İslam tâbi olunmak için gönderilmiştir. Her insanın nefsinin isteğine göre yeni yeni şekillere girmek için değil.

Duamızın sonu Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamddır.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver