Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam kendisinden sonra Nebi gelmeyecek olan Muhammed’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Alak Suresi’nin ilk ayetleri indikten sonra Allah Rasûlü’ne bir süre vahiy gelmedi. Bu sürecin uzaması, Peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem daraltmıştı. Hira mağarasından döndüğü bir günde Cibril aleyhisselam bir kez daha Allah Rasûlü’ne geldi ve böylece ‘Fetret dönemi’ diye isimlendirdiğimiz süreç sonlanmış oldu. Allah subhanehu ve teâlâ, Peygamberine şu ayetleri vahyetti:
“Ey bürünüp sarınan (Rasûlüm)!
Kalk, ve (insanları) uyar.
Rabbini yücelt.
Elbiseni tertemiz tut.
Kötü şeyleri terk et.
Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.
Ve Rabbin için artık sabret.” (74/Müddessir, 1-7)
Bu ayetler tek tek ele alındığında, aynı Alak Suresi’nde olduğu gibi, birçok malumatı ve dersi barındırmaktadır. Biz de inşallah ayetler üzerinde tek tek durarak, önemli noktaların altını çizmeye çalışacağız.
“Ey bürünüp sarınan (Rasûlüm)! Kalk, ve (insanları) uyar.”
Peygamberler, Allah’ın subhanehu ve teâlâ, kullarına olan rahmetinin tecellilerinden sadece bir tanesidir. Rabbimiz, ‘Kalû belâ’da bizden söz almış, fıtratımıza tek olan ilaha yönelmeyi yerleştirmiş olmasına rağmen bizlere bir de uyarıcılar ve kitaplar göndermiştir.
Yeryüzündeki herhangi bir kişinin iman etmesi, Allah’ın mülküne herhangi bir katkı yapmadığı gibi, kâfir olanlar da O’nun zenginliğinden bir şey eksiltmez. Buna rağmen O, kullarına merhametinden ötürü Peygamberler göndermiştir.
Gönderilen bu Peygamberlerin en önemli özelliği ise, bizim gibi birer insan olmalarıdır. Onlar da yer ve içer, uyur ve gezerler. Üzülürler, sevinirler, sıkılırlar.
İşte Allah, insan olması hasebiyle daralan, sıkıntı içerisinde olan Peygamberine hitap ediyor ve onun son nefesine kadar devam edecek olan mücadelesinin startını veriyordu.
Zorluklar, sıkıntılar, farklı ruh hâlleri; bizi asli görevimizden asla saptırmamalıdır. Bu, Allah’ın, Peygamberine verdiği ilk buyruklardan çıkan en önemli sonuçtur.
Elbette, gelen bu emirle beraber Allah Rasûlü’nün aklında bazı sorular oluşacaktı.
‘Uyarmalıyım ama; kime, ne ile ve nasıl yapacağım?’
İşte bu soruların hiçbirisini Allah subhanehu ve teâlâ cevapsız bırakmadı ve davetin sonuna kadar ‘Yoldaki işaretler’ olarak kabul edilebilecek ayetleri peş peşe vahyetti.
“Rabbini yücelt.”
Aslında davetin başında, ortasında ve sonunda; kısaca her anında olan şey, budur. İnsanlara ‘Davet’ adı altında ulaştırdığımız her şeyi, Rabbimizi eksiklerinden tenzih etmek ve O’nu, kendini tanıttığı şekilde insanlara anlatmaktır. Rabbimizin yüceliğinden bahsettiğimiz zaman, geri kalan her şey küçülür ve değersizleşir.
İnsanoğlunun, Allah’ın subhanehu ve teâlâ bazı sıfatlarını alıp kendine veya başka varlıklara vermesine engel olmak; Rabbi yüceltmek demektir.
Burada şu noktanın altını çizmek gerekiyor. Peygambere sallallahu aleyhi ve sellem “Rabbini yücelt” emri geldiğinde var olan toplum, aslında Allah’ı yüceltiyor, O’nun birçok sıfatını kabul ediyorlardı. Ama Allah, hiçbir sıfatında ortak kabul etmez ve ortaklığı ‘Şirk’ diye isimlendirir. O yüzden, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu emirle beraber, hemen Mekkeli müşriklerin ‘Rabbi yüceltme’ konusundaki eksiklerini anlatmaya, onları tek olan Allah’a davet etmeye başladı.
Maalesef günümüzde de aynı sorunla karşılaşmaktayız. Yaşadığımız toplum, Mekkeli müşrikler gibi Allah’ın bazı sıfatlarını kabul ederken bazılarını da reddetmektedir. Allah’ın bazı sıfatlarını kendi şeyhlerine ve yöneticilerine vermelerine rağmen, kendilerini ‘Müslüman’ olarak tanıtmaktan da geri durmazlar. Günümüzdeki bu sis perdesini aralamak için, aynı iddiada bulunan Mekkeli müşrikler ile günümüzdeki müşrikler arasında bir kıyaslama yapmak gerekmektedir. Bu kıyas için, Kur’an-ı Kerim birçok done içermektedir.
Mesela Mekkeli müşrikler, göğü ve yeri yaratanın, güneşi ve ayı kontrol edenin, Allah olduğuna inanıyorlardı.
“Andolsun ki onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan, mutlaka: ‘Allah’ derler. De ki: ‘(Öyleyse) övgü de yalnız Allah’a mahsustur.’ Ama onların çoğu bilmezler.” (31/Lokman, 25)
“Andolsun ki onlara: ‘Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?’ diye sorsan, mutlaka: ‘Allah’ derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?” (29/Ankebut, 61)
“Andolsun ki onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan, elbette: ‘Allah’tır’ derler. De ki: ‘Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, O’nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun bu rahmetini önleyebilirler mi?’ De ki: ‘Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanırlar.’ ” (39/Zümer, 38)
“Andolsun ki, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan: ‘Onları mutlak güç sahibi, her şeyi bilen Allah yarattı’ derler.” (43/Zuhruf, 9)
Dünya ve içindekilerin sahibinin Allah olduğuna inanıyorlardı:
“(Rasûlüm!) De ki: ‘Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?’ ‘Allah’ındır’ diyecekler, ‘Öyleyse ders almaz mısınız?’ de.” (23/Müminun, 84-85)
Çok mühim meselelerde yeminlerini Allah adına ediyorlardı:
“Kendilerine bir uyarıcı (Peygamber) gelirse, herhangi bir milletten daha çok doğru yolda olacaklarına dair bütün güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi. Fakat onlara uyarıcı (Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem) gelince bu, onların haktan uzaklaşmalarından başka bir şeyi arttırmadı.” (35/Fatır, 42)
Özellikle zor zamanlarda direkt Allah’a yönelip dua ediyorlardı.
“İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize dua eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi.” (10/Yunus, 12)
“Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız O’na has kılarak (ihlasla) Allah’a yalvarırlar. Fakat onları salimen karaya çıkarınca, bir bakarsın ki, (Allah’a) ortak koşmaktadırlar.” (29/Ankebut, 65)
İşte tüm bunlara inanan toplumlara, Rabblerini yüceltmeleri için bir Peygamber gönderildi. Mekkeli müşriklerin içine düştüğü birçok şirki üzerinde barındıran, içinde yaşadığımız toplumun da aynı çağrıya muhatap olduğunu söylememek mümkün mü?
Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap