Mekke’nin Fethi

 

— Hırsız vaaaaarrrrrrrr hırsıııııııııııııııııııız, kitabımı çalıyorlar yetişiiiiiiiiiiiin…..

Rafi avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Yoldan geçen herkes başına üşüşmüş, şaşkın şaşkın ona bakıyordu. Rafi çevresinde gittikçe artan kalabalığa aldırmadan bağırmaya devam ediyordu.

— Yakalayın onları yakalayıııınnnnnnnn…

Herkes birbirine bakıyor olanları anlamaya çalışıyordu. Nihayet bu karışık hâle Rafi’nin babası müdahale etti.

— Oğlum lütfen sakin olur musun?

— Olamaaaaaaaaaaam olamaaaaaaaaaaaam! Değerli haznemi çalmak istiyorlar nasıl sakin olabilirim!

— Kim, kim çalmak istiyor Rafi?

— Onlar.

— Onlar kim oğlum?

— Tanımıyorum. Başucumda konuşuyorlardı. Kitabımı çalıp Romalılara satacaklarmış.

— Romalılar mı?

— Evet, evet baba…

— Tamam göster bana onları. Bak şöyle bir etrafına, kim onlar?

Rafi etrafına şöyle bir göz gezdirdi. Mescid çıkışında gördüğü çocuklardan hiçbiri ortalıkta görünmüyordu.

— İyi de baba hiç hırsız olduğu yerde kalır mı? Kaçmış gitmişler çoktan.

— Annen içerideydi oğlum. Ve burada senden başka kimsenin olmadığını söylüyor. Hem gündüz vakti hırsızlık yapıldığını kim görmüş?

— Gizlice gelmiştirler. Ben konuşmalarını duydum. Başımın altından kitabı almak istediler. Ben bağırınca da kaçtılar.

Rafi ikna olmuyor, olay çözülmeyeceğe benziyordu. Babası, biraz da olsa sakinleşen oğlunu içeri yolladı. Toplanan kalabalık kendi aralarında konuşa konuşa dağıldılar…

Rafi kitabına sıkı sıkıya sarılmış annesine olanları anlatıyordu. Oğlunu çok iyi tanıyan annesi ise bunun bir rüya olabileceğini söylüyordu ısrarla. Fakat Rafi kabul etmek istemiyordu. Herşey gün gibi açıktı. Kitabının şöhreti duyulmuştu. Bu şöhrete kim sahip olmak istemezdi ki? Hubeyb ne kadar da haklıymış diye düşündü. Hava iyice kararmaya başlamıştı. Gece hırsızlar için bulunmaz bir nimetti. Mutlaka karanlıktan istifade edeceklerdi. Kitabını korunaklı bir yere saklamalıydı.

Bilal’in sesi geliyordu. Yatsı vakti girmişti. Bir an diğer vakitleri kılmadığını hatırladı. Kitabımı saklayacağım diye uğraşırken namazlarımı kaçırdım diyerek hayıflandı. Kitabı annesine teslim edip koşarak mescide gitti. Abdest aldı ve saflardan birine geçti. Aklı fikri o çocuklardaydı. Gerçi niye mescide gelsinlerki? Yakalanma korkusuyla gelmezler diye düşündü.

Rafi bunları düşünürken nasıl namaz kıldığını anlamadı. Altı üstü bir kitaptı. Onu nasıl da meşgul ediyordu. İbadetlerden bile alıkoymaya başlamıştı. Kendine çeki düzen vermeliydi. Tesbihlerini yaptıktan sonra Allah’tan bağışlanma ve yardım diledi. Duayı epey uzatmış olacak ki herkes dağılmış hiç farkına varmamıştı. Mescidin girişinde iki kişi duruyordu sadece. Kim olduklarını seçemiyordu. Eve gitmek için harekete geçti. Arka tarafta daha kestirme bir yol vardı. Bu sefer orayı kullanacaktı. Heryer karanlıktı. Sokakta tek tük insanlar kalmıştı. Dilinde bir ayet mırıldanarak gidiyordu Rafi. Bir ara sustu. Ve durdu. Ardından birilerinin geldiğini hissediyordu. Korkmuştu. Dönüp bakamadı. Adımlarını hızlandırdı. Hatta koşmaya başladı. Arkasına takılanlar kitabı için ona zarar vermek istiyor olabilirlerdi. Nefes nefese kalmıştı. Evin avlusuna yetiştiğinde babasına seslendi:

— Babaaaaaaaaaaa babaaaaaaaaaaaaa bakar mısın?

Rafi’nin telaşlı sesini duyan babası hemen dışarı fırladı.

— Ne oldu Rafi?

— Baba beni takip ediyorlar.

— Kim?

— Bilmiyorum. Bak, arkamdan geliyorlar.

Babası etrafa bakındı, kimsecikler yoktu.

— Yanlış görmüşsün, kimsecikler yok. Haydi gel içeri.

Rafi ısrar etmedi. Ayaklarını sürte sürte içeri girdi. Hemen yatağa uzandı. Neler oluyor? Bir kitap yüzünden aklımı yitireceğim. Gerçi bu sıradan bir kitap değil. Of Allah’ım. Niyetim Rasûl’ün hayatını aktarmaktı sonraki nesillere. Galiba ölçüyü kaçırdım. Şöhret için yapıyorum bunu sanki. Hayır hayır niyetimi tazelemeli, gerçek hedefimi unutmamalıyım. Allah’ım sen beni bağışla. Senin rızanı kazancağım bir amel olsun bu kitap. Gönlüme sekinet ver. Sana tevekkül ettim ben.

Duasını daha bitirmemişti ki uykuya daldı. Sabah annesinin şefkat dolu sesi ile kalktı. Hareketli bir gün geçirmesine rağmen çok dinç uyanmıştı. Bu olsa olsa dünkü duanın ve niyet tazelemenin sonucu idi. Doğru mescide gitti. Sabah namazı kılınmıştı. Daha kimse dağılmamıştı. Mescide bir adam girdi ve:

— Ey insanlar. Ben iki taraf arasını bulmak için geldim, dedi ve çıkıp gitti.

Peygamberimiz ashabını topladı. Hazırlanmalarını emretti. Mekke üzerine yürüyeceğini bildirdi. Sonra ellerini açarak: “Ey Allah’ım! Kureyş’in gözcülerini ve habercilerini alıkoy. Onları memleketlerinde bastıralım.” diye dua etti.

Rafi duyduklarına inanamıyordu. O kitabıyla uğraşırken Medine savaş ilan edilmişti haberi yoktu.

Hemen arkadaşlarını bulmalı olan biteni sormalıydı. Salim’i gördü:

— Selamun aleykum anlat bana neler oluyor?

— Aleykum selam. Neler olmadı ki? Nereden başlayayım.

— En sondan başla. O adam kimdi?

— Ebu Sufyan’mış.

— İnanamıyorum. Ne işi var burada?

— Rasûl ile anlaşmaya gelmiş. Hudeybiye’de kabilelerle saldırmazlık anlaşması yapılmış. Huzalılar, Rasûl tarafında yer almış. Bekiroğulları da Kureyş tarafında. Bunlar birbirine düşman iki kabile imiş. Bekiroğulları, Huzalılara saldırmış fırsattan istifade.

— Bak sen… İhanet ha…

— Evet aynen öyle. Bununla kalsa iyi. Kureyş de bu ihanete destek olmuş. Huzaalılar Rasûl’e geldi yardım istedi.

— Peki Ebu Sufyan utanmadan nasıl gelmiş Rasûl’ün huzuruna?

— Benim haberim yoktu diyormuş. Ama Rasûl onu dinlememiş. Ve şu an duyduğun üzere savaş için hazırlanıyoruz.

— Aman Allah’ım…Mekke’yi alacağız.

— İnşallah…

 

Devam edecek

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver