Yaşayan Tağutların Fitnesi Ölmüş Tağutların Fitnesinden Daha Büyüktür

Allah’ın dışında kendisine ibadet edilen ve bu ibadetten razı olan her şey, bizatihi tağut diye isimlendirilmektedir. Bu tağutun, yerin altında veya yerin üstünde olması arasında hiçbir fark yoktur. Bunların hepsi, reddedilmediği takdirde İslam’a girilemeyen tağutlar sınıfına dahildir. Bu açıdan bakıldığında bütün tağutlar gözümüzde eşit olmalıdır.

Bu tağutlar ile mücadele penceresinden konuya yaklaşacak olursak burada bir evveliyat/öncelik fıkhı gözetmek gerekir. İçerisinde bulunduğumuz şu zamanlarda tağut bolluğuna şahit olmaktayız. Bu tağutlar, kimi zaman bir kabirde, kimi zaman mecliste, kimi zaman ise kafamızın içerisinde akıl olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tağutların bazısı, yine bazı tağutlar sayesinde ayakta durabilmekte, o tağut sayesinde ilgileri üzerine çekebilmektedir. Mesela, kabirlerin putlaştırılması veya şahısların ilahlaştırılması hâkim devletler güvencesi ile ayakta durmaktadırlar. Yine aynı devletler vasıtası ile de kendilerine kullar edinmektedirler. İşte evveliyat fıkhı demiş olduğumuz şey, burada devreye girmelidir.

Şüphesiz ki bataklığın bulunduğu bir yerde sineklerden şikayet etmek ve sinekleri öldürmek boş bir uğraştır. O sineklerin yaşamasına kaynak oluşturan bataklığın kurutulması gerekir ki sinekleri tamamen kendimizden uzakta tutabilelim. Bu örneği günümüz tağutlarına uygulamak mümkündür. Günümüzde ilmini, kalemini, vaktini tevhide ve şirkin izalesine ayıran insanlar vardır. Ancak bu insanlar ya kasten ya da sehven kabirlerdeki şirklerden, insanların kabirlerde yatanlara tazim göstermelerinin tevhide aykırı olduğundan bahsederlerken; yeryüzünün yaşayan ve insanlardan ibadet talep eden tağutlarından söz etmezler. Ölmüş olan kişinin değerini düşürmek, ona karşı cephe almak kolaydır. Çünkü ölmüş olanın diriye verebileceği bir zarar yoktur. Dolayısıyla ölü ile uğraşmak bataklıktaki sivrisinekle uğraşmak gibidir. Ancak bu sineklere kaynaklık eden bataklık hakkında birşey söylememek veya söyleyememek sineklerin sayısını arttırmak demektir. Bu sebeple, mücadele sahasında olan kişinin gözünü bataklığa dikmesi ve bütün enerjisini onun izalesine harcaması gerekir.

Mesela, günümüzde sadece bölgesel değil evrensel bir şirk furyası var. Mevlana gibi şirki savunup ümmete farklı farklı şirk itikadları empoze eden bir kişinin övülmesi, kabrinin ziyaret edilmesi günümüzde insanlar arasında çok yaygın bir ibadettir! Burada gayet tabi Mevlana’nın düşüncelerinin şirk olduğu, ona kulluk edenlerin müşrik olduğunu vurgulamak haktır. Ancak bu tağutlarla mücadele edeceksek öncelik fıkhına riayet etmemiz gerekir. Gerekir ki; her bir tağuttan sonra yeni bir tağut peyda olmasın. Öyleyse bizim, Mevlana’nın reklamını yapan, onu tanıtan, onun ziyaretgâhını güzelleştiren ve bunu diğer tağutlar için yapan asıl tağuta yani bataklığa bakmamız gerekir. 

Din, Allah katından bize eksiksiz bir şekilde ulaşmıştır. Bu dinin nasıl yaşanılacağını da bize Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem eksiksiz bir şekilde göstermiştir. Rasûlullah’ın tağutlar ile olan mücadelesinde izlediği yolu incelersek onun da evveliyat fıkhını gözettiğini fark etmiş oluruz. Rasûlullah’ın Mekke toplumunda ilk mücadelesi putlarla olmamıştır. O, bu tağutları ayakta tutan şirk mantığının asıl müsebbibi, ‘asıl’ tağutlar ile mücadele etmişti. Zaten bu sebeple birçok sıkıntıya maruz kalmıştır. Çünkü puta sövmenin kişiye getirdiği bir zarar yoktur ama etten kemikten ve belli bir gücü elinde bulunduran insanlara muhalefet etmek, beraberinde ciddi bir eziyet yükünü getirmektedir. Peygamber, şirk düzenini ayakta tutan ve bu düzenden menfaat elde eden tağutlar ile her alanda mücadele edip onların kökünü kuruttuktan sonra, putlara yönelmiş ve onları izale etmiştir.

İbrahim de mücadelesinin ilk merhalesini ‘asıl’ tağutların izalesine ayırmıştır. Rabbimiz onun hakkında şöyle buyuruyor;

“İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizin için güzel örnekler vardır. Hani onlar kavimlerine şöyle demişlerdi; ‘Biz sizden ve sizin Allah’ın dışında ibadet ettiklerinizden beriyiz. Sizi tekfir ediyoruz. Siz bir tek olan Allah’a ibadet edinceye kadar bizimle sizin aranızda ebedi bir kin ve düşmanlık vardır.” (60/Mümtehine, 4)

Dikkat edilirse beraat, tekfir, kin, düşmanlık bunların hepsi ilk etapta ‘siz’ diye isimlendirdiği ‘asıl’ tağutlara yöneltilmiştir.

Yaşayan tağutların fitnesinden bahsetmek demek ölmüş olan tağutları bir kenara bırakmak şeklinde anlaşılmamalıdır. İslam şirkin her türlüsüne karşıdır. Bunun ölü olması, diri olması, insan suretinde veya taş suretinde olması hiçbir şeyi değiştirmez. Ancak bunlarla mücadele ederken enerjilerin boş yere heba olmaması için evveliyat fıkhını gözetmenin gerçekliği gün gibi ortadır. Allah, en doğrusunu bilendir. 

Tağut ile mücadeleden bahsederken günümüzde âlim kisvesi altında insanları kitleler hâlinde saptıran, onları oyalayan bir güruhtan bahsetmenin de faydalı olacağına inanıyorum. Bu gibi insanları özellikle Suud gibi memleketlerde görmek mümkün olduğu gibi artık her yerde bu simalar ile karşılaşmak rutin hâle gelmiştir. Bu insanlar daha çok, şirkin kendilerine ‘zarar getirmeyecek olan’ kısmı hakkında halka vaaz-u nasihat(!) ederler ve bu tevhidin yeryüzünde ikamesini(!) sağlayan nasihatler gerçekten çok kapsamlı(!) ve doyurucu(!) nasihatlerdir. Ama gelin görün ki bu müthiş nasihatlerde eksik olan şeyler vardır. Bu âlimler(!) insanlara sadece kabir fitnesinden, çaput meselesinden, nazar boncuğunun insanı götürdüğü sonsuz azaptan bahseder dururlar; ama o kabirleri o beldelere diken, o çaputların bağlanabilmesi için imkân oluşturan, nazar boncuğunu yaygınlaştıran tağutları ne hikmetse görmezler. Hatta bu şirk düzenini ayakta tutan insanları ‘ulu’l emr’ olarak isimlendirip, insanların bu sözde emir sahiplerine itaat etmesinin gerekli olduğundan bahsederler.

Âlim postuna bürünmüş bu cahiller; konuşmalarında, sitelerinde, kitaplarında devamlı olarak ‘aşırılık fitnesi’, ‘haricilik fitnesi’, ‘tekfircilik fitnesi’ gibi derin(!) konuları gündeme alıp, tevhid ehli Müslümanları hedef göstermektedirler. Ancak bir gün dahi bu insanların ‘Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeme fitnesi’, ‘demokrasi fitnesi’, ‘kâfirleri dost edinme fitnesi’ gibi konulardan bahsettiklerini görmek mümkün değildir. 

Kâfirlerin fitnesinden konuşup da, bu fitnenin asıl kaynağı olan tağutlara toz kondurmayan bu insanların yanında tağutlara karşı cihadın gerekliliğinden bahsettiğinizde, buna gerek olmadığını, bu emir sahiplerinin(!) Allah’ın indirdiklerini inkâr etmediklerini söylerler. O kadar garip bir hâldedirler ki yakın tarihe bakıp bunu görmek mümkündür. 80’li yıllarda Afgan-Sovyet savaşları yaşandığında bu cenah, Afganistan’ın cihad bölgesi olduğunu, orada savaşmanın bütün Müslümanlara farz olduğunu, nur(!) saçtıkları minberlerinden gözyaşları ile süsleyerek anlatıyorlardı. Hatta anlatmakla kalmayıp maaşlarını toplayıp oradaki mücahidlere gönderiyorlardı. Allah subhanehu ve teâlâ Müslümanlara zafer nasip edip Müslümanlar Sovyetlerin sonunu getirince bu insanlar sevindiler ve zafer sebebi ile Allah’a hamd-u senalarda bulundular. Lakin aradan belli bir müddet geçip zalimliği ile Sovyet Rusya’sını geride bırakmış bir başka haçlı ordusu olan Amerika Afganistan’a girdiğinde, bu cenah babalarına layık olma yarışına girdiler ve orada savaşanların Harici olduğunu, bunun cihad olmadığını söylemeye başladılar. Bu komik durumun sebebi ne olabilir, diye düşünüldüğünde aslında cevabın çok basit olduğunu görebiliriz. Çünkü bu insanların ‘ulu’l emr’ demiş oldukları yönetimler, Amerika’nın çocuklarıdır. Bu şeyhler de(!) bu çocukların çocukları olduğundan dedelerine ve babalarına hürmeten böyle bir hizmet yürütmüşlerdir. Dedelerinin düşmanı mevzubahis olduğunda yapılan savaş ‘cihad’ ama dedeye karşı yapılan savaş ‘terör eylemi'(!)

Bu taifenin hassasiyetleri saymakla bitecek cinsten değildir. Gariptir ki aynı güruh Yahudilerin Filistinlileri öldürmeleri konusunda çok hassastır. Ama ‘pasif direniş’ şeklinde bu zulmün karşısında dururlar(!). Onlar için cihad aşırılıktır, hariciliktir. Onların en büyük cihadı, Yahudi mallarını boykot etmektir. Hatta bu konuda o kadar hassastırlar ki Yahudi mallarını boykot etmeyen bir kimseye kâfirmiş gibi muamele ederler. Oysa ki aynı insanların evlerinde Yahudilerin veya onların uşakları olanların hazırladığı program kuşaklarıyla TV izlemekte, yine Yahudilerin dizayn ettiği bir eğitim sisteminde çocuklarını heder etmekte, aynı Yahudilerin insanlığa empoze ettiği bir zehir olan laikliğin devamı için oy vermekte olduğunu görmekteyiz.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Müslümanların mücadele esnasında güçlerini bölmemeleri ve enerjilerini heder etmemeleri için gözlerini küfrün, şirkin, zulmün ve fuhşiyatın asıl kaynağı olan bataklığa dikmeleri gerekmektedir.

Dualarımızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver