Ulumu’l Kur’an’a Has Olan Bazı Meseleler – 4

 

Rey İle Tefsir

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Salât ve selam, Nebi ve Rasûllerin sonuncusu Muhammed’e, onun ailesine, sahabesine ve onlara ihsan üzere tâbi olanlara olsun.

Bir önceki yazımızda Ulumu’l Kur’an’a has olan, Kur’an’ın farklı bir dilde kıraat edilmesi ve Kur’an’ın terceme edilmesi meselelerine değinmiştik. Bu yazımızda ise, ‘Rey ile Tefsir’ konusunu incelemeye çalışacağız. Başarı Allah’tandır.

Zemzemi der ki:

١٦ ……. وأَنْ يُفَسَّرا …بالرأَيِ لا تَأْوِيْلَهُ فَحَرِّرَا

“16. ………. (Haram olur) Tefsir edilmesi…

Rey ile. Ancak (Rey ile) tevil edilmesi böyle değildir. Bunu birbirinden ayır.”

Şerh

Zemzemi bu beyitlerde Kur’an’ı rey ile tefsir etmenin haram, ancak rey ile tevil yapmanın caiz olduğunu söylüyor.

‘Rey ile tefsir’in haram olması ancak ‘rey ile tevil’in caiz olmasını anlayabilmek için tefsir ve tevilin tanımını ve aralarındaki farkı bilmemiz gerekir.

Tefsir ve Tevil Nedir? [1]

Tefsir nedir?

•  Tefsir kelimesi için lügatte iki açıklama yapılmıştır:

1. Bazı âlimler bu kelimenin (فَسْر) kökünden geldiğini söylemişlerdir. İbni Manzur Lisanu’l Arab isimli eserinde bu kelimeyi tanımlarken der ki: (كَشْفُ المُغَطّى) Perdelenmiş, örtülmüş bir şeyi kaldırmak anlamındadır. [2] Tefsir (تَفْسِير) kelimesi teksiri (çokluğu) ifade eden tef’il kalıbında gelmiştir. Lügatten yola çıkarak tefsiri şöyle tanımlayabiliriz: ‘Allah’ın kelamının anlaşılmasının önündeki engelleri kaldırmaktır.’

2. Bazı âlimler tefsir kelimesinin (سفر يَسْفِرُ) kelimesinden geldiğini ve sonradan ‘sin’ harfi ile ‘fe’ harfinin yer değiştirdiğini söylemişlerdir. Araplar bu kelimeyi bir şeyin açılması, açığa kavuşması anlamında kullanmışlardır. Mesela derler ki: (أَسْفَرَت المرأة) yani, (كشفت وجهها) ‘Kadın yüzünü açtı.’ Yine derler ki: (أسفرالصُّبحُ) yani: (أشرق وأضاء) ‘Sabah doğdu, aydınlandı.’ Bu kullanımın Kur’an’da yer aldığını görmekteyiz. Allah şöyle buyurur:

وَالصُّبْحِ إِذَا أَسْفَرَ

“Aydınlandığında sabaha andolsun ki.” [3] [4]

Istılah olarak tefsir için birçok tanım yapılmıştır. Tefsirin tanımı konusunda en veciz ve ezberlenmeye en elverişli tanım, Zurkani’nin tanımıdır:

علم يبحث فيه عن القرآن الكريم من حيث دلالته على مراد الله تعالى بقدر الطاقة البشرية

‘Kur’an-ı Kerim’i Allah’ın muradına delalet etmesi yönünden beşer takatince inceleyen temelleri ve asılları olan bir ilimdir.’ [5]

Tevil Nedir?

Lügatte tevil: (أول) kökünden gelmektedir. Araplar (آلَ الشيءُ يَؤُولُ أَوْلًا ومَآلًا) dediklerinde (رَجَع) ‘döndü’ anlamında kullanırlar. Tevil ise, (أَوَّلَ) fiilinin masdarıdır.

İbni Teymiyye der ki: ‘Tevil lafzı kullanıldığı ıstılah sayısına göre üç anlamda kullanılmıştır;

Birincisi, son dönem fıkıh ve fıkıh usulü konusunda konuşan kelamcıların ıstılahındaki anlamdır ki şöyledir: ‘Tevil, bir delilin bitişmesi ile bir lafzı racih olan ihtimalden mercuh olan ihtimale sarf etmektir.’ [6]

İkincisi, ‘Tevil, tefsir anlamındadır.’ Bu Kur’an’ı tefsir eden müfessirlerin çoğunlukla kullandığı ıstılah anlamıdır. Tefsir konusunda eserleri bulunan İbni Cerir et-Taberi ve başkalarının ‘Bu konuda Te’vil âlimleri ihtilaf etmiştir…’ demesi bunun gibidir.

Üçüncüsü, kelamın sonucu olarak gerçekleşen hakikattir. Allah’ın şu sözünde olduğu gibi:

هَلْ يَنْظُرُونَ إلَّا تَأْوِيلَهُ يَوْمَ يَأْتِي تَأْوِيلُهُ يَقُولُ الَّذِينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ

‘Onlar ise ancak, Kur’an’ın bildirdiği sonucu (tevilini) bekliyorlar. Onun bildirdiği sonuç (tevil) gelip çattığı gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: ‘Gerçekten Rabbimizin Peygamberleri hakkı getirmişler.’ ‘ [7]

Kur’an’da ahiret ile alakalı haberlerin tevili, Allah’ın haber verdiklerinden gerçekleşecek olanlardır. (Yani, bunların tevili, gerçekleşmesidir.) Kıyamet, hesap, ceza, cennet, cehennem ve bunun benzerleri gibi. Annesi, babası ve kardeşleri Yusuf’a secde ettiği zaman Allah’ın şöyle demesi gibi:

وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًا وَقَالَ يَا اَبَتِ هٰذَا تَاْوٖيلُ رُءْيَایَ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَعَلَهَا رَبّٖى حَقًّا

‘Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: ‘Ey babam, bu, daha önceki rüyamın tevilidir. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı.’ ‘ [8] [9]

Kelam iki kısımdır, inşai ve ihbari.

İnşaiye gelince, bu emir, nehiy ve mubahlıktan oluşur. Emrin ve nehyin tevili, emredilmiş olan şeyin yerine getirilmesi, neyhedilmiş olan şeyin ise terk edilmesidir. Sahih’te varid olan şu hadiste olduğu gibi:

‘Peygamber rükusunda ve secdesinde: (سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ رَبَّنَا وَبِحَمْدِكَ اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِي) ‘Allah’ım! Seni hamd ile tesbih ederiz. Allah’ım beni bağışla.’ demeyi çoğaltır ve bunu Kur’an’ı tevil ederek yapardı.’ [10]

Aişe’nin radıyallahu anha bahsettiği bu ayet Allah’ın: ‘Rabbini hamd ile tesbih et ve O’na istiğfar et.’ [11] ayetidir. İbni Uyeyne der ki: ‘Sünnet emir ve nehiylerin tevilidir.’

İkinci kısım, ihbaridir. Yani, Allah’ın haber verdiği şeylerdir. Bunun tevili ise, haber verilen şeylerin bizzat gerçekleşmesidir. Ayette bahsedildiği gibi:

هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَاْوٖيلَهُ يَوْمَ يَاْتٖى تَاْوٖيلُهُ يَقُولُ الَّذٖينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ

‘Onlar ise ancak, Kur’an’ın bildirdiği sonucu (tevilini) bekliyorlar. Onun bildirdiği sonuç gelip çattığı gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: ‘Gerçekten Rabbimizin Peygamberleri hakkı getirmişler.’ ‘ [12]

Allah, bu ayette kıyametin kopma haberinin gerçekleşmesine tevil demiştir. [13][14]

Tevil ve Tefsir Arasındaki Fark Nedir? [15]

Tefsir ile tevil arasındaki fark ile alakalı, âlimler ihtilaf etmiştir:

1. Görüş: Bazı âlimler tefsir ile tevil arasında bir farkın olmadığını söylemiştir. Buna delil olarak müfessir sahabe İbni Abbas hakkında Peygamberin şu duası delildir:

اللهُمَّ عَلِّمْهُ التَّأْوِيلَ، وَفَقِّهْهُ فِي الدِّينِ

“Allah’ım ona tevili öğret ve onu dinde anlayışlı kıl.” [16]

Bu duada tevilden kasıt Kur’an’ın tefsiridir.

2. Görüş: Bir grup ilim adamı ‘ayetin kesin bir dil ile yorumlanmasına’ tefsir; ‘ihtimaller arasından birini seçmeye’ tevil demişlerdir.

Suyuti nazmın aslı olan İtmamu’d Diraye isimli eserinde der ki: ‘Tefsir ile tevil arasındaki fark:

Tefsir, Allah bu ayetin lafzından bunu kast etmiştir diye kesin bir şahitlik ile şahitlik etmektir. Bu, Allah Rasûlü’nden veya ayetlerin indirilmesine ve vahye şahit olan sahabeden bir nas olmadığı müddetçe caiz olmaz.

Tevil ise, kat’i bir ifade olmaksızın ve Allah adına şahitlik etmeksizin ihtimaller arasından birini tercih etmektir. Sahabe ve selef bundan dolayı bazı ayetlerin tevilinde ihtilaf etmiştir. Şayet bu konuda Allah Rasûlü’nden bir nas olsaydı, onlar ihtilaf etmezdi.’ [17]

Suyuti el-İtkan isimli eserinde der ki: ‘Ebu Mansur el-Maturidi dedi ki: ‘Tefsir, lafızdaki kasıt budur diyerek bunu kat’ileştirmek, Allah’ın bu lafızdan bunu kastettiğini söyleyip Allah hakkında şahitlikte bulunmaktır. Şayet bu kendisi ile kat’i olduğu bir delile dayanıyorsa, bu sahihtir. Eğer bir delile dayanmıyorsa, bu durumda rey ile tefsir olur ve bu nehyedilmiş bir şeydir. Tevil ise, kat’ileştirmeden ve Allah’ın bunu kastettiğine dair şehadette bulunmadan ihtimaller arasından birinin seçilmesidir.’ [18]

Örneğin, Allah şöyle buyurur:

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُوءٍ

“Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç kuru’ beklerler.” [19]

Ayette geçen (قُرُوء) kelimesi hakkında iki anlam vardır; hayız ve temizlik.

Kişi burada ilmî birikimi ve lügatten anladıkları ile kendi içtihadını ve reyini kullanarak bir tercih yapar ve bunu kesin sonuç olarak kabul etmezse, bunda bir beis yoktur. Bu rey ile yapılan tevildir. Ancak kişi ayet hakkında ihtimallerden birinin mutlak doğru olduğunu söylerse, bu rey ile tefsir olur ve caiz değildir.

3. Görüş: Bazı âlimler tefsirin nakle dayandığını, tevilin ise, izah açıklama ve istinbat olduğunu söylemişlerdir.

Zerkeşi der ki: ‘Abdurrezzak tefsirinde şöyle rivayet etti: ‘Bize es-Sevri, İbni Abbas’tan tahdis etti: ‘İbni Abbas tefsiri dört kısma ayırmıştır:

Birinci kısım: Arapların, Arapçayı bilmeleri sebebiyle anladıkları.

İkinci kısım: Kendisi hakkındaki cehaletin hiç kimseye mazeret olmadığı şeyler. Diyordu ki bu helal ve haram olan şeylerdir.

Üçüncüsü: Sadece âlimlerin bildiği kısım.

Dördüncüsü: Allah’tan başka hiç kimsenin bilmediği kısım. Kim bunu bildiğini iddia ederse, yalan söylemiştir. [20]

(Zerkeşi devamla der ki:) Bu taksimat doğru bir taksimattır.

•  Arapların tanıdığı kısma gelince, bu kendisinde onların diline dönülen kısımdır. Bu lügat ve i’rabın işidir.

•  İkincisi, kişinin kendisinde cehaletinin özür sayılmadığı kısımdır. Bu naslardan şer’i hükümlerin ve tevhidin kapsamında olup, akılda ilk olarak canlanan mefhumlardır. Her bir lafız açık ve tek bir manaya delalet eder. Başka bir anlama gelmez. Böylece Allah’ın bundan kastetmiş oldukları anlaşılır. Bu kısmın hükümleri ihtilaflı olmaz ve onun tevili gizli kalmaz. Her kişinin (فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ) ‘Bil ki, Allah’tan başka bir ilah (mabud) yoktur.’ [21] ayetinden Allah’ın Uluhiyyette hiçbir ortağının olmaması hakikatini anlaması gibi.

•  Üçüncüsü, sadece Allah’ın bildiği şeylerdir. Bu gaybi meseleler hakkındaki ayetlerdir. Bunun altına kıyametin vakti, yağmurun indirilmesi, ruhun tefsiri, mukatta harflerin tefsiri ve Kur’an’daki müteşabih olan her ayet girer. Bu konularda içtihad genişliği yoktur. Bunun tefsiri için ancak Kur’an’dan bir nassın olması, Peygamber’den bir açıklamanın olması veya onun teviline dair ümmet arasında bir icmanın olması gerekir. Eğer bunlar olmazsa, biliriz ki, bu, Allah’ın ilmini kendi katında tutmuş olduğu bir meseledir.

•  Dördüncüsü, âlimlerin içtihadına dönen kısım. Bu kısım için genellikle ‘tevil’ kavramı kullanılır. Tevil, lafzı akibetine göre sarf etmektir. Müfessir nakleden kimsedir. Müevvil ise, istinbat edendir. Bu hükümlerde, mücmelin beyanında, umumun tahsisinde yapılan istinbattır. Kendisinde iki veya daha fazla mana bulunan ihtimalli her lafız, sadece âlimlerin kendisinde ictihad yapacağı şeylerdir. Âlimlere gereken şey, şevahid ve delillere itimat etmesidir. Daha önceden de geçtiği üzere sadece kendi görüşlerine itimat edemezler.’ [22]

Konumuzu özetleyecek olursak;

Tevil ile tefsir arasındaki fark konusunda âlimler ihtilaf etmişlerdir.

1. Bazı âlimler herhangi bir farkın olmadığını söylemişlerdir.

2. Bazı alimler rey ile tefsirin haram, rey ile tevilin caiz olduğunu söylemiş ve bu ikisi arasındaki farkın ne olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir:

• Bazı âlimler demişlerdir ki: ‘Tefsir, ayettin lafzından çıkan manayı kat’i kabul edip, Allah’ın bu manayı kastettiğini cezmetmektir. Bu rey ile tefsirdir ve bir delile dayanmıyorsa caiz değildir. Tevil ise, kişinin ictihada göre var olan ihtimallerden birini seçmesi ve cezmetmemesidir. Bu rey ile tevildir ve caizdir.’

•  Bazı âlimler tefsirin nakletmek olduğunu; tevilin ise, ayetleri istinbat yolu ile izah etmek olduğunu söylemişlerdir.

Rey ile Tefsirin Hükmü[23]

Âlimler kaynağı itibari ile tefsiri iki kısma ayırmışlardır:

1. Me’sur Tefsir[24]

Kur’an’ı sahih nakiller ile tefsir etmektir. Yani, sırasına göre Kur’an’ı Kur’an’la, Kur’an’ı sünnetle, Kur’an’ı sahabeden gelen eserler veya tabiin âlimlerinin sözleri ile tefsir etmek me’sur tefsirdir. Bu kısma rivayetlere dayandığı için rivayet tefsiri de denmiştir. Bu tefsirin kuralı ayetler hakkında varid olan nakilleri zikretmek ve kendisi hakkında bir şey nakledilmemiş konular hakkında konuşmamaktır.

•  Kur’an’ın Kur’an ile tefsir edilmesi en kuvvetli tefsir yoludur. Çünkü Kur’an Allah’ın kelamıdır ve kelamın sahibi, kelamından neyi kastettiğini başkalarından daha iyi bilir. Örneğin, İbni Mesud anlatıyor:

لَمَّا نَزَلَتْ {الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ} شَقَّ ذَلِكَ عَلَى المُسْلِمِينَ، فَقَالُوا: يَا رَسُولَ اللَّهِ، أَيُّنَا لاَ يَظْلِمُ نَفْسَهُ؟ قَالَ: لَيْسَ ذَلِكَ إِنَّمَا هُوَ الشِّرْكُ أَلَمْ تَسْمَعُوا مَا قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لاَ تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ

” ‘İman edenler ve imanlarına zulüm bulaştırmayanlar…’ [25] ayeti inince bu Müslümanların üzerine ağır geldi. Dediler ki: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Hangimiz nefsine zulmetmez?’ Rasûlullah dedi ki: ‘Bu sizin anladığınız gibi değildir. Bu ayetten kastedilen şirktir. Sizler Lokman’ın kendi oğluna nasihatte bulunurken ne dediğini işitmediniz mi? O dedi ki: ‘Oğulcuğum! Sakın ha Allah’a şirk koşma! Çünkü şirk en büyük zulümdür.’ [26] ‘ ” [27]

•  Kur’an’ın Kur’an ile tefsirinden sonra en kuvvetli tefsir, Kur’an’ın sahih sünnet ile tefsir edilmesidir. Çünkü Allah şöyle buyurur:

وَاَنْزَلْنَا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ

“Sana zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın.” [28]

Kur’an’ın sünnet ile tefsirine Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği şu hadis örnek olarak verilebilir:

إِذَا أَحَبَّ اللَّهُ عَبْدًا نَادَى جِبْرِيلَ: إِنِّي قَدْ أَحْبَبْتُ فُلَانًا فَأَحِبَّهُ “، قَالَ: فَيُنَادِي فِي السَّمَاءِ، ثُمَّ تَنْزِلُ لَهُ المَحَبَّةُ فِي أَهْلِ الأَرْضِ، فَذَلِكَ قَوْلُ اللَّهِ: {إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمَنُ وُدًّا} وَإِذَا أَبْغَضَ اللَّهُ عَبْدًا نَادَى جِبْرِيلَ: إِنِّي قَدْ أَبْغَضْتُ فُلَانًا، فَيُنَادِي فِي السَّمَاءِ ثُمَّ تَنْزِلُ لَهُ البَغْضَاءُ فِي الأَرْضِ

“Allah bir kulu sevdiği zaman Cibril’e, ‘Ben falanı sevdim sen de onu sev’ diye seslenir. Cibril’de bunu gökyüzüne ilan eder. Sonra o kimsenin sevgisi yeryüzü halkına indirilir de böylece yeryüzündeki insanlar da o kimseyi sever hâle gelir işte Allah’ın (Meryem suresi 96. ayetteki) sözünün anlamı budur: ‘İman eden ve salih amel işleyenler, Rahman onlar için bir sevgi kılacaktır.’ Allah bir kulundan da hoşlanmadı mı Cibril’i çağırır ve: ‘Ben falan kuluma kızgınım.’ der ‘Bunu bildirin’, gökyüzünde ilan edilir. Sonra bu haber yeryüzüne indirilir de insanlar o kimseden nefret ederler.” [29]

•  Sahabe ve tabiinden sahih bir yolla gelen tefsirler de Kur’an’ı anlamak için önemlidir. Zira Sahabe Kur’an’ı Peygamberden öğrenmiştir. Onlar vahyin inzal döneminde yaşamış ve vahyin vakıasına şahit olmuştur. Neyin ne zaman, ne üzere ve kimler hakkında indiğini yaşayarak öğrenmişlerdir. Ayrıca Arapça’nın altın döneminde, henüz bozulmadığı bir zamanda yaşamışlardır. Bu etkenler onların Kur’an hakkında verdikleri bilgileri kabul etmemiz için yeterli sebeplerdir. [30]

2. Rey Tefsiri

Kişinin Kur’an’ı anlamaya çalışırken alet ilimlerini öncelemesidir. Bu tefsirde akli istinbatlar ve lügate dayalı açıklamalar öne çıkar. Bu kısma Akli Tefsir, İctihadi Tefsir gibi isimler de verilmiştir.

Kur’an, sünnet ve selefin eserleri incelendiğinde rey ve aklı kullanma konusunda iki tür bakış açısı olduğu görülmektedir:

•  Reyi ve aklı kullanmayı yeren nasslar ve eserler.

•  Reyi ve aklı kullanmayı öven nasslar ve eserler.

a. Reyi Yerip, Nehyden Naslar ve Eserler

Allah şöyle buyurur:

قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّىَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْیَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهٖ سُلْطَانًا وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

“De ki: ‘Rabbim ancak, açık ve gizli çirkin işleri, günahı, haksız saldırıyı, hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.’ ” [31]

وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهٖ عِلْمٌ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ اُولٰئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُلًا

“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” [32]

İbni Abbas’tan rivayetle, Peygamber şöyle buyurdu:

وَمَنْ قَالَ فِي القُرْآنِ بِرَأْيِهِ فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ

“Kim kendi reyi ile Kur’an hakkında konuşursa, ateşteki yerini hazırlasın.” [33]

Cundeb’ten rivayetle, Peygamber şöyle buyurdu:

مَنْ قَالَ فِي كِتَابِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ بِرَأْيِهِ فَأَصَابَ، فَقَدْ أَخْطَأَ

“Her kim Allah’ın kitabında kendi re’yine göre konuşursa, isabet etse dahi, hata etmiştir.” [34]

Ebu Ma’mer Ebu Bekir’in şöyle dediğini nakletmiştir:

أَيُّ سَمَاءٍ تُظِلُّنِي، وَأَيُّ أَرْضٍ تُقِلُّنِي إِذَا قُلْتُ فِي كِتَابِ اللَّهِ مَا لَا أَعْلَمُ

‘Hangi sema beni gölgelendirir. Hangi yer beni barındır? Şayet ben Allah’ın kitabı hakkında ilimsizce (Başka bir lafızda; [35] kendi reyim ile) konuşursam.’ [36]

Ömer diyor ki:

اتَّقُوا الرَّأْيَ فِي دِينِكُمْ

‘Dininizde reyden sakının.’ [37]

إِيَّاكُمْ وَأَصْحَابَ الرَّأْيِ؛ فَإِنَّهُمْ أَعْدَاءُ السُّنَنِ أَعْيَتْهُمُ الْأَحَادِيثُ أَنْ يَحْفَظُوهَا فَقَالُوا بِالرَّأْيِ فَضَلُّوا وَأَضَلُّوا

‘Rey ashabından sakınınız. Çünkü onlar sünnetin düşmanıdır. Hadisleri ezberlemek onlara zor geldi. Bundan dolayı kendi reyleri ile konuştular. Hem saptılar hem de saptırdılar.’ [38]

b. Reyi Övüp, Teşvik Eden Naslar ve Eserler

Allah şöyle buyurur;

اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَ اَمْ عَلٰى قُلُوبٍ اَقْفَالُهَا

“Onlar Kur’an’ı tedebbür etmezler mi? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?” [39]

كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا اٰيَاتِهٖ وَلِيَتَذَكَّرَ اُولُوا الْاَلْبَابِ

“Bu Kur’an, ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” [40]

Ayetlerde geçen tedebbür kelimesi (دبر) kökünden gelir. Manası hakkında Rağıb el-İsfahani der ki:

‘(دُبُرُ الشّيء: خلاف القُبُل) Bir şeyin düburu, ön tarafın tersi (arkası) demektir.’ [41]

Tedebbür bir şeyin zahiri anlamı ile beraber arka anlamlarını da düşünmek anlamına gelir. Şair der ki:

وَلَا تَتَّقُونَ الشَّرَّ حَتَّى يُصِيبَكُمْ، … وَلَا تَعْرِفُونَ الأَمرَ إِلا تَدَبُّرَا

‘Şer size isabet edinceye kadar sakınmıyorsunuz

Sizler işi(n niteliğini) ancak tedebbür ile tanırsınız.’

Yani, işin arka planını da düşünerek bilirsiniz. [42] Binaenaleyh, Kur’an’ı derin anlamları ile beraber düşünmek ve anlamak gereklidir. Bu ise, aklı kullanarak gerçekleşir.

وَيُرٖيكُمْ اٰيَاتِهٖ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

“Aklınızı kullanasınız diye size ayetlerini gösterir.” [43]

Amr bin el-As anlatıyor:

احْتَلَمْتُ فِي لَيْلَةٍ بَارِدَةٍ فِي غَزْوَةِ ذَاتِ السُّلَاسِلِ فَأَشْفَقْتُ إِنِ اغْتَسَلْتُ أَنْ أَهْلِكَ فَتَيَمَّمْتُ، ثُمَّ صَلَّيْتُ بِأَصْحَابِي الصُّبْحَ فَذَكَرُوا ذَلِكَ لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ: يَا عَمْرُو صَلَّيْتَ بِأَصْحَابِكَ وَأَنْتَ جُنُبٌ؟ فَأَخْبَرْتُهُ بِالَّذِي مَنَعَنِي مِنَ الِاغْتِسَالِ وَقُلْتُ إِنِّي سَمِعْتُ اللَّهَ يَقُولُ: {وَلَا تَقْتُلُوا أَنْفُسَكُمْ إِنَّ اللَّهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا} فَضَحِكَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَلَمْ يَقُلْ شَيْئًا

“Zatu Selasil gazvesinde iken soğuk bir gecede ihtilam oldum. Gusledersem helak olacağımdan korkup teyemmüm ettim ve arkadaşlarıma sabah namazını kıldırdım. (Medine’ye döndükten sonra) bunu Rasûlullah’a haber verdiler. Rasûlullah: ‘Ey Amr, sen ashabına cünup olarak mı namaz kıldırdın?’ diye sordu. Beni yıkanmaktan alıkoyan şeyi haber vererek şöyle dedim: ‘Ben Allah’ın şöyle buyurduğunu işittim: ‘Kendi kendinizi öldürmeyiniz, muhakkak Allah size karşı merhametlidir.’ [44] Bunun üzerine Peygamber güldü, hiçbir şey demedi.” [45]

Burada Amr bin el-As rey ile bir tefsir yapmış ve soğuk bir gecede donma tehlikesi olacağı için gusül yerine teyemmüm almıştır. Peygamber ise buna karşı çıkmamıştır.

İbni Abbas hakkında Peygamberin şöyle dua etmiştir:

اللهُمَّ عَلِّمْهُ التَّأْوِيلَ، وَفَقِّهْهُ فِي الدِّينِ

“Allah’ım ona tevili öğret ve onu dinde anlayışlı kıl.” [46]

Allah Rasûlü’nün İbni Abbas’a böyle dua etmesi onun nakil ile tefsir yapmasının yanında, Kur’an konusunda fehm sahibi bir kişi olması içindir. Aksi hâlde İbni Abbas’ın nakletmek açısından diğer sahabelerden bir farkı olmaz.

Şa’bi anlatıyor:

سُئِلَ أَبُو بَكْرٍ، عَنِ الْكَلَالَةِ فَقَالَ: إِنِّي سَأَقُولُ فِيهَا بِرَأْيِي، فَإِنْ كَانَ صَوَابًا فَمِنَ اللَّهِ، وَإِنْ كَانَ خَطَأً فَمِنِّي وَمِنَ الشَّيْطَانِ: أُرَاهُ مَا خَلَا الْوَالِدَ وَالْوَلَدَ

“Ebu Bekir’e kelale[47] hakkında soruldu. Ebu Bekir dedi ki: ‘Ben kelale hakkında kendi reyimi söyleyeceğim. Şayet bu doğruysa, Allah’tandır. Şayet hatalıysa, benden ve şeytandandır. Ben kelalenin baba ve çocuğun dışında olduğu görüşündeyim.’ ” [48]

Ömer, Kadı Şureyh’e şöyle bir mektup göndermiştir:

إِنْ جَاءَكَ شَيْءٌ فِي كِتَابِ اللَّهِ، فَاقْضِ بِهِ وَلَا تَلْفِتْكَ عَنْهُ الرِّجَالُ، فَإِنْ جَاءَكَ مَا لَيْسَ فِي كِتَابِ اللَّهِ فَانْظُرْ سُنَّةَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَاقْضِ بِهَا، فَإِنْ جَاءَكَ مَا لَيْسَ فِي كِتَابِ اللَّهِ وَلَمْ يَكُنْ فِيهِ سُنَّةٌ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَانْظُرْ مَا اجْتَمَعَ عَلَيْهِ النَّاسُ فَخُذْ بِهِ، فَإِنْ جَاءَكَ مَا لَيْسَ فِي كِتَابِ اللَّهِ وَلَمْ يَكُنْ فِي سُنَّةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَلَمْ يَتَكَلَّمْ فِيهِ أَحَدٌ قَبْلَكَ. فَاخْتَرْ أَيَّ الْأَمْرَيْنِ شِئْتَ: إِنْ شِئْتَ أَنْ تَجْتَهِدَ برأْيكَ ثُمَّ تَقَدَّمَ فَتَقَدَّمْ، وَإِنْ شِئْتَ أَنْ تتأخَّرَ، فَتَأَخَّرْ، وَلَا أَرَى التَّأَخُّرَ إِلَّا خَيْرًا لَكَ

‘Şayet sana Allah’ın kitabında hükmü bulunan bir şey gelirse onunla hüküm ver. Adamlar seni ondan çevirmesin. Eğer sana, hükmü Allah’ın kitabında olmayan bir şey gelirse, Rasûlullah’ın sünnetine bak ve onunla hüküm ver. Eğer sana, hükmü Allah’ın kitabında olmayan, hakkında Rasûlullah’tan da bir sünnet bulunmayan bir şey gelirse, insanların üzerinde görüş birliğine vardıkları şeye bak ve onu uygula. Şayet sana, hükmü Allah’ın kitabında olmayan, Rasûlullah’ın sünnetinde bulunmayan, hakkında, senden önce de hiç kimsenin söz söylemediği bir şey gelirse şu iki durumdan hangisini istersen seç: Eğer kendi reyin içtihad edip sonra (bununla) öne çıkmayı (hüküm vermeyi) istersen (bununla) öne çık, (hüküm ver.) geri kalmayı, (hüküm vermek için beklemeyi) istersen, geri kal (bekle). Ben de senin için ancak geri kalmayı (beklemeyi) hayırlı görürüm’ [49]

◆◆◆

Buna binaen rey iki kısımdır:

1. Mezmum (Yerilen) Rey[50]

Rey ile yapılan mezmum tefsir, cehalet, ilimdeki yetersizlik veya muhâliflere reddiye vermek için hevaya tâbi olmak sebepleriyle Kur’an hakkında ilimsizce konuşmaktır. Yukarıda reyi yeren nakillerle bu kısım kastedilir.

قُلْ اِنَّ الَّذٖينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَ

“De ki: ‘Allah hakkında yalan uyduranlar asla kurtuluşa eremezler.’ ” [51]

Mezmum reyin bazı suretleri vardır:

a. Sadece Allah’ın Bilebileceği Konularda Konuşmak ve Tefsire Kalkışmak

Yukarıda naklettiğimiz üzere İbni Abbas tefsirin dört kısmından birinin bu olduğunu söylemiştir. Bu kısma dahil olan tefsiri ancak Allah bilir. Bu konularda konuşmak Allah adına söz söylemektir. Sadece Allah’ın bileceği tefsire iki şey dahil olur:

Müteşabih Ayetler[52]

Allah şöyle buyurur:

هُوَ الَّذٖى اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَاَمَّا الَّذٖينَ فٖى قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَاْوٖيلِهٖ وَمَا يَعْلَمُ تَاْوٖيلَهُ اِلَّا اللّٰهُ وَالرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِهٖ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّا اُولُوا الْاَلْبَابِ

“O, sana kitabı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun tevilini yapmak için müteşabih ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’ derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.” [53]

Gaybi Konuların Keyfiyeti ve Zamanı

Kur’an’da Allah’ın bildirdiği gaybi haberlerin keyfiyetini sorgulamak ve bazı kehanet ve hesaplamalarla bundan haber vermek mezmum tefsirdir.

Ehli Sünnet ve’l Cemaat, Kur’an ve sahih sünnette sabit olan Allah’ın isim ve sıfatlarına olması gerektiği gibi iman eder ve bunların nasıllığını araştırmaz.

‘Bir adam İmam Malik insanlar ile beraber otururken geldi ve dedi ki: ‘Ey İmam! (اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى) ‘Rahman arşa istiva etmiştir.’ [54] Peki nasıl istiva etti?’ İmam Malik başını eğdi ve bir süre sonra dedi ki:

الِاسْتِوَاءُ غَيْرُ مَجْهُولٍ، وَالْكَيْفُ غَيْرُ مَعْقُولٍ، وَالْإِيمَانُ بِهِ وَاجِبٌ، وَالسُّؤَالُ عَنْهُ بِدْعَةٌ، وَمَا أَرَاكَ إِلَّا مُبْتَدِعًا

‘İstiva meçhul olan bir şey değildir. Keyfiyeti akıl ile bilinebilecek bir şey değildir. Ona iman etmek vacip, ondan sual etmek ise bidattir. Ben senin ancak bidatçi olduğunu düşünüyorum.’ Onun oradan çıkarılmasını istedi ve adam çıkarıldı.’ [55]

İmam Malik’in bu sözü Ehli Sünnet’in naslarda varid olan isim ve sıfatlara bakışını özetlemektedir. Ancak bazı bidat taifeleri Allah’ın bazı isim ve sıfatları ile alakalı ayetleri tevil yolu ile tahrif ederler. Tevil etmelerinin sebebi Allah’ı mahlukata benzetmemektir. Yani, teşbihe gitmemektir. Bu bidat taifeleri Ehli Sünnet’i teşbihe gitmekle suçlarlar. Ancak onların fikirlerine bakıldığında kendilerinin teşbihe gittikleri açığa çıkar. Zira onların teşbihe gitmemek amacıyla tevile başvurmalarının altında tekyif gelmektedir. Yani, öncelikle isim ve sıfatların nasıllığını sorgulamışlardır. Daha sonra teşbihe gitmişlerdir. Yani, nasıllığını sorguladıktan sonra mahlûkatın sıfatlarına benzetmişlerdir. Sonra teşbih olmasın diye tevil etmişler ve birçok nassı tahrif etmişlerdir. Tekyif ve teşbih tevilin mukaddimesidir. Aksi hâlde tevile gitmeleri gerekmezdi.

Örneğin, istiva sıfatını, ele geçirmek, kuşatmak olarak; el sıfatını, kudret ve güç olarak tahrif etmişlerdir. [56]

Ahir zaman ile alakalı Kur’an ve Sünnette birçok haber zikredilmiştir. Bunların keyfiyeti ve ne zaman olacağı konusunda ise, herhangi bir vasıf veya tarih zikredilmemiştir. Kur’an’ı tefsir ederken şeriatta aslı olmayan bazı vehimler ve hesaplamalar ile bu haberlerin keyfiyeti ve tarihi hakkında konuşmak mezmumdur.

Örneğin, bazı insanlar Yecüc’ün Ruslar; Mecüc’ün ise, İngiliz ve Almanlar olduğunu iddia ederler. Bazıları Yecüc ve Mecüc’ün Moğollar ve Tatarlar olduğunu iddia ederler. Bazıları Yecüc ve Mecüc’ün Türkler olduğunu söylerler. Bazıları ise, hakikatte Yecüc ve Mecüc’ün olmadığını bunlardan kastedilenlerin toplumsal felaketler olduğunu ve en akıllıca tefsirin bu olduğunu iddia ederler.

Bazıları, hadislerde zikri geçen Mehdi’nin Risale-i Nur, Deccal’in ise, Darwinizm olduğunu iddia eder. Bazıları Mehdi’nin, İslam düşmanı Mustafa Kemal olduğunu dahi iddia etmiştir. [57]

Bazı insanlar ebced hesabı[58] yoluyla bu haberlerin zamanından konuşmuşlardır.

Kendisini Amerika’nın Rasûlullah’ı ilan eden Reşad Hâlife[59] bazı matematiksel hesaplamalarla kıyametin Hicri 1709 senesinde kopacağını iddia etmiştir.

Bu konu ile alakalı Said Nursi’den de nakil yapalım: [60]

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا اَنْ اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِ اِنَّ فٖى ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ

“Musa’yı ayetlerimizle göndermiş ve ‘Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve Allah’ın günlerini onlara hatırlat; zira bunda, her sabreden ve her şükreden için deliller vardır!’ diye de emretmiştik.” [61] ayeti hakkında der ki:

‘Makam-ı cifrîsi, şeddeliler birer sayılmak cihetinde 1351 ederek Risale-i Nur’un şimdilik beyanına izin olmayan ehemmiyetli vazifesinin ve bu evâmir-i Kur’aniyeyi imtisalinin tarihine tam tamına tevafuk-u cifrî ve muvafakat-ı mâneviye karinesiyle ve kıssadan hisse almak münasebet-i mefhumiye remzi ile Risale-i Nur’a imaen bakar. Daha yazılacak çok gaybî işaretler var fakat izin verilmedi şimdilik kaldı.’ [62]

Fatiha suresinin 6. ve 7. ayeti hakkında der ki:

‘Ve müteaddit âyat-ı Kur’âniyede Sırât-ı Müstakîm kelimesi, bir mânayı remziyle Risalet-in-Nur’a mânaca ve cifirce îma etmesi remze yakın bir îma ile, Risalet-in Nur şâkirdlerinin tâifesi, âhir zamanda o tâife-i kübra-i a’zamın ahirlerinde bir hizb-i makbul olacağını işaret eder diye def’aten birden ihtar edildi.’ [63]

Bir hadisten bahsederken ise şu açıklamaları yapar:

‘ ‘Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar hak üzere zahir kalmaya devam edecektir.’ [64] Ramazan-ı Şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadis-i şerif hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şakirdlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi. (لاَتَزَالُ طَاۤئِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ) ‘Ümmetimden bir taife sürekli bulunacaktır…’ şedde sayılır, tenvin sayılmaz- fıkrasının makam-ı cifrîsi 1542 ederek nihayet devamına ima eder. Ğaybı ancak Allah bilir. (ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ) ‘Hak üzere zahir olacaktır…’ -şedde sayılır- fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1506 edip, bu tarihe kadar zahir ve âşikârâne, belki galibane, sonra tâ 42’ye kadar gizli ve mağlûbiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın ima eder. İlim ancak Allah katındadır. Gaybı ancak Allah bilir. (حَتّٰى يَاْتِىَ اللهُ بِاَمْرِهِ) ‘Allah’ın emri gelinceye kadar’ -şedde sayılır- fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1545 olup kâfirin başında kıyâmet kopmasına ima eder.’ [65]

Bu yorumlar hiçbir asla dayanmaz ve mezmumdur.

b. Ayet Hakkındaki Nakilleri Bırakıp, Reye Göre Tefsir Yapmak

Bir ayetin tefsiri hakkında ayet, hadis veya eser nakledilmesine rağmen, kişinin bunları bir kenara bırakıp, reyi ile Kur’an’ı tefsir etmeye kalkışması mezmumdur. Çünkü ayetten kastedilen zaten açıklanmıştır. Kişi ancak bu nakillere bağlı kalarak, ayetin alakalı kısımlarını vakıasına göre genişletip, izah edebilir.

Örneğin, Allah şöyle buyurur:

اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا اٖيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُولٰئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ

“İman edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.” [66]

İbni Mesud anlatıyor:

” ‘İman edenler ve imanlarına zulüm (şirk) bulaştırmayanlar…’ [67] ayeti inince bu, Müslümanların üzerine ağır geldi. Dediler ki: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Hangimiz nefsine zulmetmez?’ Rasûlullah dedi ki: ‘Bu sizin anladığınız gibi değildir. Bu ayetten kastedilen şirktir. Sizler Lokman’ın kendi oğluna nasihatte bulunurken ne dediğini işitmediniz mi? O dedi ki: ‘Oğulcuğum! Sakın ha Allah’a şirk koşma! Çünkü şirk en büyük zulümdür.’ [68] ‘ ” [69]

Mutezile ve akılcılar bu ayette geçen ‘zulüm’ kelimesini –kendisi hakkında özel nas olmasına rağmen- şirk değil, günah manasında olduğunu iddia etmişlerdir.

Mesela, Zemahşeri der ki: ‘Ayetten kasıt ‘İmanlarına kendilerini fasık kılan masiyet bulaştırmayanlar…’ şeklindedir. Kapalı ve karışık bir lafız olacağından dolayı zulüm kelimesinin küfür olarak tefsirinden sakınılır.’ [70]

c. Sadece Lügate Dayanarak Tefsir Yapmak

Lügat Kur’an’ın anlaşılmasında önemli kaynaklardandır. Bir müfessir için gerekli olan şartlardan birisi de Arap lügatını iyi bilmesidir.

Enes bin Malik der ki:

ألَا أُوتَى بِرَجُلٍ غَيْرِ عَالِمٍ بِلُغَاتِ الْعَرَبِ يُفَسِّرُ ذَلِكَ إِلَّا جَعَلْتُهُ نَكَالًا

‘Kur’an’ı tefsir eden, ancak Arap lügatını bilmeyen bir kimse bana getirilirse, onu (insanlara) ibret kılarım.’ [71]

İbni Abbas’ın talebesi Mücahid der ki:

لَا يَحِلُّ لِأَحَدٍ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ أَنْ يَتَكَلَّمَ فِي كِتَابِ اللَّهِ إِذَا لَمْ يَكُنْ عَالِمًا بِلُغَاتِ الْعَرَبِ

‘Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kimsenin Arap lügatı bilmiyorsa Allah’ın kitabı hakkında konuşması helal olmaz.’ [72]

Bunun ile beraber şeriat, Arap lügatını olduğu gibi kabul etmemiş, bazı tasarruflar yapmıştır. Bazen şeriat, Arapça bir lafzı olduğu şekilde alıp kullanır. Bazen lügat anlamında eksiltmeye veya ziyadeye gider. Bu, şeriatın Arap lügatındaki tasarrufudur. Şeriatın lügat üzerindeki bu tasarrufundan dolayı ayetler lügatın bütün yönleri ile tefsir edilemez. Şeriata uygun olan yönleri ile tefsir edilir. Bundan dolayıdır ki usül âlimleri şu kaideyi koymuşlardır:

‘(اللفظ محمول على الشرعي إن لم يكن فمطلق عرفي فاللغوي) Bir lafız (öncelikle) şer’i esaslara hamledilir. Şayet bu olmazsa, mutlak örfe ve sonra lügata hamledilir.’

Buna binaen her lügavi anlam, Kur’an’ın tefsirinde kullanılamaz.

Ancak gerek eski dönemin gerek yeni dönemin akılcıları Kur’an’ı kendi hevalarına göre açıklarken lügate özel bir ehemmiyet verirler. Kur’an’daki lafızları şer’i esaslara göre değil, sadece lügatın vecihlerinde kendi hevalarına uyana göre açıklarlar. Bu şekilde yapılan çalışmalar mezmumdur.

Örneğin, Allah şöyle buyurur:

وَمَا اَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِقٖينَ

“(Yakub’un oğulları) ‘Her ne kadar doğru söylesek de sen bize inanmazsın.’ dediler.” [73]

Bazı bidat taifeleri bu ayete dayanarak derler ki:

‘İman sadece tasdiktir. Zira Yakub’un oğulları ‘Biz sadık (doğru sözlü ve tasdiki hak edenler) olsak dahi, sen bize Mümin (inanan) değilsin’ diyorlar. Amel imandan değildir. Diğer bütün ayetler bu ayete binaen amelin imandan olduğunu değil, amelin imanın bir semeresi olduğunu ifade eder.’

Bu fikre ulaşmalarının sebebi sadece lügate dayanmaları ve şeriatın bu konudaki tasarruflarını göz ardı etmeleridir. Allah kitabında namaz ameline iman demiştir. Bu, şeriatın iman kelimesinin manasında değişiklik yaptığını ve amelin de imandan olduğunu gösterir. Sahiheynde[74] sabit olduğu üzere, kıblenin değişmesi hâdisesinden sonra sahabe eski namazların hükmünü sordu ve Allah şu ayeti indirdi:

وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ

“Allah sizin imanlarınızı (namazlarınızı) zayi edecek değildir.” [75] [76]

d. Kendi Görüşünü Destekler Mahiyette Ayetleri Tefsir Etmek

Bazı kesimler Kur’an’ın gösterdiği hakka tâbi olmak yerine, önceden kabul etmiş oldukları düşüncelerini Kur’an’a dayandırmak için Kur’an’ı tefsir ederler. Yani, Kur’an’a uymak yerine, Kur’an’ı kendilerine uydurmaya çalışırlar. Bu amaçla yapılan tefsir mezmumdur.

İbnu’l A’rabi ile bir adamın arasında geçen şu kıssayı örnek olarak zikredebiliriz:

‘Bir adam İbnu’l A’rabi’ye: [77] ‘Rahman arşa istiva etmiştir’ ayetinin manası nedir? diye sordu. İbnu’l A’rabi dedi ki: ‘O haber verdiği gibi arşın üstündedir.’ Adam dedi ki: ‘Ey Ebu Abdullah! Bunun manası bu değildir. Bunun manası istila etti (ele geçirdi) şeklindedir.’ İbnu’l A’rabi dedi ki: ‘Sus! Bundan sana ne! ‘O bir şeyi istila etti.’ cümlesi ancak şu durumda söylenir: Birbiri ile çatışan iki taraf bulunur ve birisi diğerini yenerse, yenen kimse için, onu istila etti denir.’ ‘ [78]

Mutezile mezhebine mensub olan bazı kimseler (وَكَلَّمَ اللَّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا) “Allah Musa ile konuştu.” [79] ayeti hakkında derler ki:

‘Ayetteki (كَلَّمَ) kelimesi, (الكلْم) kökünden gelir. (الكلْم) ise, yaralamak, incitmek anlamlarına gelir. Buna binaen bu ayetin manası şöyle olur: ‘Allah Musa’yı imtihanların ve fitnelerin pençeleri ile incitti.’ ‘

(كَلَّمَ) kelimesi (الكلام) aslına dayanmaktadır. Ancak burada tahriflerine binaen bunun (الكلْم) kökünden geldiği iddia edilmiştir. Allah’ın konuşma sıfatına dair varid olan onlarca nas ise göz ardı edilmiştir.

Rafizilerin asli kaynak kabul ettikleri Usulu’l Kâfi isimli eserden bir örnek verelim:

‘Ebu Abdullah ‘Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip çekici kıldı ve size inkârı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi’ [80] ayeti hakkında der ki: Yani, Allah size müminlerin emiri Ali’yi sevdirdi. Birinciyi, ikinciyi ve üçüncüyü de çirkin gösterdi.’

Burada birinci, ikinci ve üçüncü: Ebu Bekir, Ömer ve Osman’dır. Yani, onlara göre Ebu Bekir küfrü, Ömer fıskı, Osman ise isyanı temsil eder. [81]

Günümüzde bazı insanlar İslam ile taban tabana zıt olan demokrasiye cevaz verebilmek için Yusuf’un kıssasını kullanırlar. Allah şöyle buyurur:

قَالَ اجْعَلْنٖى عَلٰى خَزَائِنِ الْاَرْضِ اِنّٖى حَفٖيظٌ عَلٖيمٌ

“Yusuf: ‘Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben iyi koruyucu ve bilgili bir kişiyim’ dedi.” [82]

Bu ayete binaen derler ki:

‘Yusuf, kâfir olan bir yöneticinin yanında görev almış ve ülkenin ekonomi bakanı olmayı bizzat kendisi istemiştir. Buna göre Demokratik seçimler yolu ile parlamentoya girilebilir veya bakanlık yapılabilir.’

Yusuf’a iftira atmak sureti ile kendi görüşlerini desteklemeye çalışan insanların yapmış oldukları bu yorum, mezmum tefsire girmektedir.

Demokrasinin iki temel esası vardır:

• Halkın kendi kendisini yönetmesi. Bu konuda derler ki: ‘Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir.’

•  Çoğunluğa göre kanunların belirlenmesi.

İslam’da hakimiyet milletin değil, Allah’ındır. Çoğunluğunun kararları için ise, Allah şöyle buyurur:

وَاِنْ تُطِعْ اَكْثَرَ مَنْ فِى الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ

“Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar sadece yalan uydururlar.” [83]

Yusuf, bir Peygamber olarak bu esaslara davet etmiş ve Allah’ın şeriatına göre hüküm vermiştir. Yusuf diyor ki:

اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُوا اِلَّا اِيَّاهُ ذٰلِكَ الدّٖينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

“Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” [84]

مَا كَانَ لِيَاْخُذَ اَخَاهُ فٖى دٖينِ الْمَلِكِ

“Hükümdarın dininde (yürürlükteki kanuna göre) kardeşini (yanında) alıkoyamazdı.” [85]

Yani, Yusuf aleyhisselam 75. ayette geçen Yakub’un şeriatına göre hükmetmiş, bakanlık yaptığı ülkenin kanunlarına göre hükmetmemiştir.

Hâl böyle iken, Demokrasi fikrine sahip olanların bu ayeti kendi lehlerine yorumlamaya kalkışmaları mezmum tefsirdir. [86] [87]

2. Mahmud (Övülen) Tefsir[88]

Yukarıda belirttiğimiz afetleri barındırmayan, Kur’an’a, Sünnet’e ve selefin fehmine uyan tefsir, övülen tefsirdir. Kişinin bu asıllara bağlı kalarak, Kur’an’ın ayetlerini vakıaya tatbik etmesi, ince meseleleri açığa çıkarması ve bunu yaparken aklını kullanması sakıncalı olan bir durum değildir. Bu, tedebbür, tefekkür ve tefakkuhtur. Bunun yerilmesi söz konusu olmadığı gibi, şeriat aklını kullanarak Kur’an’ı düşünmeyenleri kınamıştır.

Allah’ın yardımı ile, Ulumu’l Kur’an’a has olan meseleleri bu yazımızla beraber sonlandırmış oluyoruz. Allah’ın izni ve tevfiki ile bir sonraki yazımızda elli beş bölümden ilki olan ‘Zaman ve mekân açısından Kur’an’ın indirilmesine dönen meseleler’ konusu ile yazımıza devam edeceğiz.

Bir sonraki sayımızda buluşmak duası ile…

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun…

 

 

[1] Te’vil ve Tefsirin manaları için şu kaynaklara müracaat edebilirsiniz; Mebahis fi Ulumi’l Kur’an [Menna’ Halil] s. 316; Menahilu’l İrfan 2/6; El-Burhan fi Ulumi’l Kur’an 2/146; Mefhum et-Tefsir ve’t Te’vil s. 51,91. [Musaid Et-Tayyar, Daru İbn Cevzi baskısı]

[2] 5/55.

[3]       .   74/Müddessir, 34

[4] Bu konu ile alakalı bk. Lisanu’l Arab, 4/369.

[5]Menahilu’l İrfan, 2/3.

[6] Yani bir lafzı zahiri üzere değil, zahirin dışındaki anlam üzerine anlamaktır.

[7]       .   7/A’raf, 53

[8]       .   12/Yusuf, 100

[9] Mecmu’u’l Fetava, 4/68. [Mecmeu Melik Fehd baskısı]

[10] Buhari, 817; Müslim, 484; Ebu Davud, 877; Nesai, 1122; İbn Mace, 889. Aişe’den.

[11]      .   110/Nasr, 3

 

[12]      .   7/A’raf, 53

[13] Bu kısma şu örneği de verebiliriz; Allah şöyle buyurur; [وَاَوْحَيْنَا اِلٰى اُمِّ مُوسٰى اَنْ اَرْضِعٖيهِ فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْقٖيهِ فِى الْيَمِّ وَلَا تَخَافٖى وَلَا تَحْزَنٖى اِنَّا رَادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلٖينَ] ‘Musa’nın annesine, “Onu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize (Nil’e) bırak, korkma, üzülme. Çünkü biz onu sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız” diye ilham ettik.’ (28 Kasas 7) Bu ayette iki emir vardır; ‘Onu emzir’ ve ‘Onu denize at.’ Bu ikisi inşaidir. Bunun tevili ise, Musa’nın annesinin bunu yerine getirmesi ile itaat etmesidir. İki Nehiy vardır; ‘Korkma’ ve ‘Üzülme’. Bu ikisi inşaidir. Bunların te’vili Musa’nın annesinin korku ve üzüntüyü bırakmasıdır. İki haber vardır; ‘Biz onu sana geri çevireceğiz.’ Ve ‘Onu Rasullerden kılacağız.’ Bu ikisi ihbaridir. Bunun te’vili ise, Musa’nın ilerleyen süreçte annesine tekrar dönmesi ve Rasullerden kılınmasıdır.

[14] Mecmu’u’l Fetava, 17/168. Özetle.

[15] Bu konu hakkında şu kaynaklara müracaat edebilirsiniz; Mebahis fi Ulumi’l Kur’an [Menna’ Halil] s. 298; El-İtkan fi Ulumi’l Kur’an s. 847; el-Burhan fi Ulumi’l Kur’an 2/149.

[16] Mu’cemu’l Kebir, Teberani, 10587.

[17] İtmamu’d Diraye li Kurra’i’n Nukaye s. 23 [Daru’l Kutubi’l İlmiyye]

[18] El-İtkan s. 848.

[19]      .   2/Bakara, 228

 

[20] Abdurrezzak, Tefsirinde, [no; 4]; Taberi, Tefsirinde, [no; 15132] tahric etmiştir. Taberi’deki lafız şöyledir;

[التَّفْسِيرُ عَلَى أَرْبَعَةِ أَوْجُهٍ: وَجْهٍ تَعْرِفُهُ الْعَرَبُ مِنْ كَلَامِهَا، وَتَفْسِيرٌ لَا يُعْذَرُ أَحَدٌ بِجَهَالَتِهِ، وَتَفْسِيرٌ يَعْلَمُهُ الْعُلَمَاءُ، وَتَفْسِيرٌ لَا يَعْلَمُهُ إِلَّا اللَّهُ]

[21]      .   47/Muhammed, 19

[22] El-Burhan 2/164. Özetle.

[23] Bu konu ile alakalı şu kaynaklara müracaat edebilirsiniz; Menahilu’l İrfan, 2/46; ……………

[24] Bakınız; Menahilu’l İrfan, 2/12; Mebahis fi Ulumi’l Kur’an [Menna halil] s. 318; Fusul fi Usuli’t Tefsir, s. 36 [Musaid et-Tayyar, Daru İbn Cevzi baskısı]

[25]      .   6/Enam, 82

[26]      .   31/Lokman, 13

[27] Buhari, 3429; Müslim, 124; Tirmizi, 3067.

[28]      .   16/Nahl, 44

[29] Tirmizi, 3161. Bu hadisi Buhari [3209] ve Müslim’de [2637] rivayet etmiştir. Buradaki lafız Tirmizi’ye aittir.

[30] Bu kısımda âlimler arasında ihtilaf vardır.

[31]      .   7/A’raf, 33

[32]      .   17/İsra, 36

[33] Tirmizi, 2951; Ahmed, 2069. Ahmed’in lafzında ‘İlimsizce…’ ibaresi vardır.

[34] Ebu Davud, 3652; Tirmizi, 2952.

[35] Şuabu’l İman, 2082.

[36] Musannaf İbn Ebi Şeybe, 30103; Camiu Beyan el-İlm, 1561.

[37] Camiu Beyan el-İlm, 2002.

[38] Camiu Beyan el-İlm, 2004; Darekutni, 4280.

[39]      .   47/Muhammed, 24

[40]      .   38/Sad, 29

[41] Müfredat, s. 306 [Daru’l Kalem]

[42] Bk. Lisanu’l Arab 4/273.

[43]      .   2/Bakara, 73

[44]      .   4/Nisa, 29

[45] Ebu Davud, 334; Ahmed, 17812.

[46] Mu’cemu’l Kebir, Teberani, 10587.

[47] Babası ve çocukları olmayan kimsenin mirası.

[48] Darimi, 3015; Musannef İbn Ebi Şeybe, 31600. İmam Taberi Nisa suresi 12. Ayette bu rivayeti farklı yolları ile beraber aktarmıştır.

[49] Nesai, 5399; Darimi, 169; Camiu Beyan el-İlm, 1596.

[50] Bk. Mekalat fi Ulumi’l Kur’an 1/305. [Musaid b. Süleyman et-Tayyar, Daru İbn el-Cevzi baskısı]

[51]      .   10/Yunus, 69

[52] Bu konuda şu kaynaklara başvurabilirsiniz;

– İhtilaf Fıkhı s. 39. [Ebu Hanzala Hoca, Furkan basım ve Yayınevi]

– Tevhid Müdafaası 3. Ders. Dinin Anlaşılmasında Muhkem Nasların Önemi. https://www.youtube.com/watch?v=MHwE22Sxz_Y

[53]      .   3/Âl-i İmran, 7

[54]      .   20/Taha, 5

[55] El-Esma ve’s Sıfat, 867 (Beyhaki); Şerhu Usuli’i İtikad, 664 (Lalekai).

[56] Bu konudaki örnekler için bakınız; Et-Tefsiru’l Luğavi fi’l Kur’ani’l Kerim s.522. [Musaid et-Tayyar, Dar İbn El-Cevzi baskısı]

[57] Bazı çevreler Mustafa Kemal’in İslam’ı, Kur’an’ı Rasulullah’ı sevdiğini ve bunlara tabi olunmasını tavsiye ettiğini iddia ederek onun kemiklerini sızlatmaktadırlar.

[58] Arap harflerine bazı sayısal değerler verilerek, bir metinden bazı anlamlar çıkarmak için kullanılan bir hesaplamadır. Ebced hesabı birçok amaç için kullanılmıştır. Sihirbazlar ve kâhinler gaybten haber vermek için bu hesaplamalara başvurmuşlardır. İbn Hacer der ki; “Bu batıldır, ona itimat edilemez. İbn Abbas’ın Ebî Câd hesabından sakındırdığı ve onu sihir cümlesinden saydığı sabittir. Bu (sihir saymak) uzak bir görüş değildir, çünkü bu işin şeriatta aslı yoktur.”

[59] 1935 – 1990 yılları arasında yaşamıştır. Sapık fikirlerinden dolayı dünya genelinde katlinin vacip olduğuna dair fetvalar verilmiştir. Kendisine düzenlenen bir suikast ile öldürülmüştür. Sapıklıkta ondan geri olmayan Edip Yüksel onun talebesidir.

[60] Bu konu ile alakalı şu kaynağa müracaat edebilirsiniz; Nur Risaleleri’ne Eleştirel Bir Yaklaşım (Risale-i Nur’un İçyüzü), s. 70. (Abdullah Tekhafızoğlu)

[61]      .   14/İbrahim, 5

[62] Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 111, Birinci Şua.

[63] Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 120.

[64] Buhari, 7311; Müslim, 1920. 

[65] Kastamonu Lahikası s. 21. Said Nursi’nin tevazusuna diyecek yok doğrusu! Her türlü gaybi haberi verdikten sonra, ‘Allah bilir’ demiş.

[66]      .   6/Enam, 82

[67]      .   6/Enam, 82

[68]      .   31/Lokman, 13

[69] Buhari, 3429; Müslim, 124; Tirmizi, 3067.

[70] El-Keşşaf 2/43 [Dar El-Kitap el-Arabi baskısı]

[71] Şuabu’l İman, 2090.

[72] El-Burhan, 1/292.

[73]      .   12/Yusuf, 17

[74] Buhari, 40; Müslim, 525.

[75]      .   2/Bakara, 143

[76] Bu konunun tafsilatı için şu derse müracaat edebilirsiniz; Sahih-i Buhari Şerhi; 7. Ders. https://www.youtube.com/watch?v=xFnp5YkZ03E&list=PLrg38B2wu_AUJdyovpFHUeNprdfWplr_D&index=7

[77] Ehli Sünnet’e mensup, zamanın luğat âlimlerindendir. Hicri 231’de vefat etmiştir.

[78] Şerhu Usuli İ’tikad, 666.

[79]      .   4/Nisa, 164

[80]      .   49/Hucurat, 7

[81] Şirk ve Bidat Taifesi Şia s. 75.

[82]      .   12/Yusuf, 55

[83]      .   6/Enam, 116

[84]      .   12/Yusuf, 40

[85]      .   12/Yusuf, 76

[86] Bu konu ile alakalı tafsilatlı bilgi için bk.

-Tevhid müdafaası dersleri; 13. Ders.  Yusuf Şüphesi. https://www.youtube.com/watch?v=kJ5opNqaKUM&index=13&list=PLrg38B2wu_AX2B6e-y_wLepN7Tv59jQZr

– İhtilaf Fıkhı s. 44. [Ebu Hanzala Hoca]

[87] Mezmum Tefsire örnekler için, Et-Tefsiru’l Luğavi fi’l Kur’ani’l Kerim [Musaid et-Tayyar] isimli eseri incelemenizi tavsiye ederiz.

[88] Bk. Menahilu’l İrfan 2/30.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver