Tevhide Karşı Yükseltilen Dalalet Dalgaları: Deizm ve Tengricilik

 

وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَمَا مَسَّنَا مِن لُّغُوبٍ

“Ve andolsun ki, gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yarattık. Ve bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.” [1]

Yahudiler, Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem gelip göklerin ve yerin yaratılışından sordular. Rasûlullah kendilerine yaratılışın safhalarıyla ilgili bazı bilgiler verdikten sonra şöyle dediler:

__ Peki ey Muhammed! Bundan sonra ne oldu? Rasûlullah:

__ Sonra Allah Arş’a yöneldi, buyurdu. Yahudiler:

__ Eğer tamamlamış (yani istediğimiz şekilde cevap vermiş) olsaydın isabet edecektin. Sonra Allah istirahate çekildi (demeliydin), dediler. Rasûlullah bu söz üzerine çok öfkelendi. Ardından şu ayet nazil oldu:

“Ve andolsun ki, gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yarattık. Ve bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.” [2]

Toplum içerisinde tevhid akidesinin yerini, sel süprüntüsü türünden akıl ve heva ürünü inanç ve ideolojiler alınca, dalalet kuyusunun derinliği gittikçe dipsizleşmeye başladı. Öyle ki günümüz toplumunda Nuh’un aleyhisselam kavminden daha inatçı, Ad ve Semud kavimlerinden daha kibirli, Firavun’dan daha azgın, Şuayb’ın kavminden daha sahtekâr ve Lut’un kavminden daha günahkâr nesiller boy göstermeye başladı. Rabbani ve fıtri ölçüler ışığında değerlendirildiğinde, şu hakikat tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilir: Geçmiş kavimlerin yapıp da bugünkü milletlerin onlara yetişmediği hiçbir cürüm kalmamıştır.

Bozulmuş ve bölünmüş bir toplumun, tıpkı mozaik parçaları gibi daha da küçük parçalara ayrılması için dinî dinamizminin yeniden diriltilmesinin ve gücünü toparlamasının engellenmesi maksadıyla modern küfür ve fesat odakları full kapasite çalışmaya, üretmeye (!) ve tarihsel şirk paradigmasını cezbedici bir şekilde güncelleyerek, bilhassa genç nesillerin bu sapkın inançlara yönelimini ve icabetini sağlama gayretlerine devam etmektedirler. Bunun son örneği başta sosyal medya çevrelerinde ve Batıcı-Laik okullarda, özellikle de bazı lise ve üniversitelerde Deizm denilen kitapsız ve peygambersiz bir din ile geçmiş kavimlerden kimilerinin üzerinde bulunduğu bir şirk dini olan Tengricilik/Şamanizm dininin yeniden canlandırılması çabaları, yeni nesil açısından endişe vericidir. Şüphesiz ki, itikadi sapmaların bu cesamete varma çabaları, Sünnet-i Seniyye/Hadis-i Şerif inkârcılığı ve Fazlurrahmancı[3] tarihselciliğin yıkıcı etkilerinden bağımsız olarak düşünülemez.

Ülkemizde her gün bir yenisi yapılan camilere, her gün bir yenisi açılan imam hatip okullarına, sayıları artan ilahiyatlara, bunca tarikat ve cemaate, bunca dinî yayın ve enformasyona rağmen özellikle gençler arasında Deist yönelişin ve (Deizmin özel bir alanı olarak) Tengricilik akımının da gitgide güç kazanması, cahiliye toplumunun (bir anlamda) bir şirk türünden bir başka şirk türüne paralel geçiş yapması olarak değerlendirilse de üzücü bir manzaradır.

Deizm denilen küfür ve ilhad cereyanının mevcut eğitim müfredatıyla da doğrudan ilişkisi bulunmaktadır. Laik-Batıcı eğitim müfredatıyla ‘Dindar Nesiller’ yetiştirilmesi iddiası, tarlaya arpa ekip harman yerinde buğday bulmayı ummak gibi saçmadır.

Fazlurrahmancı tarihselcilik anlayışı, bugün başta imam hatip okulları ve ilahiyat fakültelerindeki eğitim ile diğer okullardaki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri müfredatının mihveridir. Bunun böyle olduğundan eğtimcilerin ve öğretmenlerin birçoğunun haberi bile yoktur. Bu sapkın anlayışın egemen olduğu müfredatta tevhidin adı bile ağza alınmaz. Konulara giriş yapılmasının ardından, genel olarak tüm dinlerce emredilen ve yasaklanan adalet, yardımseverlik, hırsızlık, adam öldürme vs. gibi fiiller aynen bu genel hatlarıyla emir ve yasak olarak kabul edilmektedir. Bununla beraber bu sapkın anlayış, Allah’ın subhanehu ve teâlâ şeriatı ile söz konusu değerler hakkında belirlediği hükümleri ve sınırları ise bu temel kaidelerin tafsilatı olarak görerek, ‘zamanın/çağın, hayatın gerçekleri’ dediği insanın kendi zamanında yaşanan hayattaki vakalara bakıp gözlemleyerek vardığı sonuçlara göre, ‘günümüzün zaruretleri’ dediği tağutlaşmış modern laisist insanın heva ve şehvetinin azgınlıklarına göre (tafsilat dediği) Allah’ın şer’i sınırlarının şekillenip değişebileceğini savunmaktadır. Bu çerçevede, bugün özellikle gençler arasında yayılma eğilimi gösteren Deizm inancının mezkur çevrelerdeki cezbediciliğinin en başta gelen etkenlerinden birisi, işte bu tarihselcilik belasıdır.

Örtülü deizm olarak da isimlendirilebilecek bu anlayışta ‘Tanrı vardır, doğruluk ve adalet gibi temel kaideler gereklidir.’ denilmekte; ancak bu genel söylemin ötesinde, inanılan tanrı’nın nasıl bir tanrı olduğu üzerinde durulmamakta, (tıpkı her türlü şirkin içinde yüzmesine rağmen ‘La ilahe illallah’ diye Kelime-i Tevhidî diliyle söyleyen herkese Allah’ı hakkıyla tevhid üzere tanımış muvahhid bir Müslüman muamelesi yapan zihniyet gibi) neyin doğru neyin adalet olacağı hususunda dogma dediği Allah’ın vahyi değil, insanın tabiat üzerinde yaptığı gözlemler ve bunlardan kendi aklıyla çıkardığı sonuçlar belirleyici olarak kabul edilmektedir. Bu sonuçlara ‘akli, tabiî hakikatler, bilimsel veriler vs.’ adı verilmekte, bu anlayıştaki din ‘tabiatın gerçek dini’ olarak görülmektedir

Yaşayan Deizm

Deizm denilen çağdaş ve ‘güncellenmiş’ şirk inancının Türkçe’deki tam karşılığı ‘yaratancılık’ olarak çevrilmektedir. Bu da, deizmde bir ‘yaratılma inancı’nın varlığını ortaya koyar.

Deizm inancında asıl görevi yaratmak olan bir Tanrı inancı vardır. Deizm kavramı da aslında Latince Tanrı/Allah anlamına gelen ‘Deus’ kelimesinden gelir. Türkçe anlamıyla bir nevi Allahçılık/Tanrıcılık da denilebilir. Deizme göre, bütün mahlukatı var eden, yaratan bir ilah vardır. Kişi bu yaratıcı ilahı kendi aklıyla keşfedebilir. Deizmde tek Tanrı inancı vardır, Allah/Tanrı birdir ve Allah/Tanrı bütün mahlukatı var etmiş ve evrenin işleyiş kurallarını belirlemiştir. Evren, tanrı’nın koyduğu işleyiş kuralları çerçevesinde işlemektedir. Allah’ın subhanehu ve teâlâ kâinata sürekli müdahale etmesi diye bir şey söz konusu değildir.

Deizme göre, din diye bir şey yoktur. Deistler tanrı tarafından bir peygamber yahut kutsal bir kitap gönderilmediğine, böyle bir şeyin temelde akıl dışı olduğuna inanırlar. Onlara göre insan, zaten Tanrı’nın verdiği akılla neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilebilir. Bunun için ayrıca vahye, peygambere, kutsal kitaba ve dine gerek yoktur. Deizmde yaratıcı tanrı, ‘Yüce Varlık, Evrenin Büyük Mimarı, Doğanın Tanrısı’ olarak nitelendirilir.

Deizmde tevhid, sünnet, mucize, cennet, cehennem, melek, cin, büyü, şeytan, sevap, günah, ibadet, kader gibi kavramların yeri yoktur.

Deizme göre insan, ahlaki kurallara uymakla yükümlüdür. İnsan yükümlü olduğu ahlaki kuralları aklıyla keşfedebilir.

Deizmde ölüm sonrası ve uhrevi hayata dair kesin bir inanç yoktur. Onlara göre, iyilik ve kötülüğün neden-sonuç ilişkisi çerçevesinde sonuçlarını zaten dünya yaşamında herkes görmektedir. Bu nedenle, ölüm sonrası ahiret hayatı ve bu hayatta ceza ve mükâfatın olacağı şeklindeki temel inanç ilkeleri genel olarak reddedilmektedir.

Deizmde günah ve sevap yahut haram ve helal değil; iyilik ve kötülük vardır. Her insan iyilik yapmak ve iyi insan olmakla yükümlüdür. İyilik yapan, karşılığını iyilik olarak görür.

Deizme göre insan, Allah’ın oluşturduğu kevni kanunlar çerçevesinde, daha ilkel canlıların evrimleşmesi sonucu oluşmuş olabilir. Bir Tanrı’ya/yaratıcıya inanmak, o yaratıcının, insanı aşama geçirmeksizin bir anda yarattığı düşüncesine inanmayı gerekli kılmaz.

Denildiğine göre, kendilerini böyle sıfatlandırmamış olsalar da tarihte pek çok deist bilgin, filozof, sosyolog ve filozof olsa da deizm ‘dini’nin öne çıkan bir lideri, örgütsel/cemai bir yapısı ve merkezi yoktur. Deizm: İnsanların bireysel olarak, şeytanın önderliği ve yol göstericiliğiyle keşfettikleri sapkın bir inanıştır.

وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَأَجْلِبْ عَلَيْهِم بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الأَمْوَالِ وَالأَوْلادِ وَعِدْهُمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُورًا

“Ve onlardan güç yetirdiklerini, sesinle aldat. Atlıların ve yayalarınla onları bağırarak yönlendir (cehenneme sevk et). Evlatlarında ve mallarında onlara ortak ol. Ve onlara (yalan şeyler) vadet. Şeytanın vadettikleri, gurur (aldatma)dan başka bir şey değildir.” [4]

Kısaca Deizm, mevcut bütün dinleri ve din mefhumunu reddeden akıl ve doğa dinidir. Sayıları giderek artan yerli Deistlerin amentüsüne bakın, bu hezeyanlara ne kadar aşina olduğunuzu fark edeceksiniz: ‘(Bir deist olarak) artık benim imanımın şartları: Tanrıya, bilime, sanata, edebiyata, aşka, Atatürk’e, insan haklarına ve hukuka imandır.’

Bu mesele, sol sosyalist ve ateist kesimler tarafından, tadını çıkara çıkara istismar edilen bir konu hâline gelmiş durumdadır. Onlar ki, ağızlarını her açıp kalemlerini her oynattıklarında, hayat tarzlarına müdahale edildiği teranelerini okurlar. Hep beraber ‘Devlet Eliyle İslamlaşma!’, ‘Laiklik Tehlikede!’, ‘Atatürkçülük Silindi!’, ‘Mecburi Din Dersleri Kaldırılmalı!’ diye bağırıp çağırırlar; ama aslında her şeyin kendi istedikleri mecrada gittiğinden son derece emin, mesut ve memnundurlar.

‘Tanrı öldü!’ diyen ateistler, Allah’a inananlarla beraber tevhid davetine icabet edenlerin sayısının giderek arttığını görünce ‘Peki, tamam… Tanrı’nın var olduğunu kabul ediyoruz; ama (Tanrı) işimize karışmasın, bir kenara çekilsin. Bizim hazzımıza, hayatımıza, ticaretimize, yönetimimize ve şeytanla dostluğumuza müdahale etmesin!’ demeye başladılar.

Diriltilmeye Çalışılan Tengricilik

Tengri kelimesi, Göktürk[5] yazıtlarında, Kaşgarlı Mahmud’un Divan–ı Lügatu’t Türk’ünde ve birçok Türkçe kaynakta geçmektedir. İlah/tanrı anlamına gelen bu sözcükten türeme Tengricilik tabiri ise, eski Türk inançlarının güncel bir ifadesi olarak Deizm kavramıyla eş anlamlı gibidir. Bu bağlamda Tengricilik, bir nevi ‘yerli malı Deizm’ olarak adlandırılabilir.

Eski Türkler ve eski Türk inançları söz konusu edildiğinde, ilk akla gelen Şamanizm, yaygın kanaate göre sadece bazı Türk kavimlerine has olan bir inanç veya din değildir. Şamanizm, hemen hemen bütün dünyada özellikle de putperest kabilelerde etkisi görülen ve aslı büyücülüğe dayanan sapkın bir inançtır. Şamanizm’in bazı Türk kavimleri arasında bir nevi şifa, büyü ve kötü ruhları kovma ritüelleri olarak yayıldığı tarihsel (ve hatta güncel) bir gerçektir. Zira bugün dahi Orta Asya’daki bazı Türk topluluklarında bu sapkın inanç belli ölçüde varlığını sürdürmektedir. Şamanizm, putperest toplumlarda sistemli bir dinî yapı olma vasfından çok uzaktır. Bununla beraber, zaman ilerledikçe etkinliğini ve yaygınlığını yitirmeye başlamıştır.

Aslında Türk tarihi de diğer milletlerde olduğu gibi çok dinli bir tarihtir. Türk toplulukları arasında son yüzyılda dahi çeşitli dinsel akımlar ortaya çıkmıştır. İlginç bir örnek olarak mesela, selef akidesine ve sahih sünnete ittiba noktasında bu tür akımların bugün etkili olduğu bölgeler arasında Doğu Türkistan’ın bazı bölgeleri ile Özbekistan’ın Fergana bölgesi vardır. Son iki yıldır uluslararası bir terör ağı olduğu daha açık bir şekilde ortaya çıkan Fethullah Gülen’in ‘hizmet’ hareketinin Türk dünyasında bugün hâlâ belli ölçüde etkisini sürdürdüğü de bilinen bir hakikattır.

Günümüzde genç nesil Türkler arasında yaygınlaşan (ya da yaygınlaştırılan) Modern Tengricilik/Şamanizm ile Deizm arasında birçok benzerlik bulunmaktadır. Tengricilik ile Şamanizm arasında bazı detay farklılıklar olsa da ortak kök kültüre dayandığı için temelde aynı şirk unsurlarını barındırırlar.

Modern Tengricilerin/Şamanistlerin bu şirk dininin propogandasını yaparken kullandıkları şeytani söylemlerden birisi şudur: ‘Tengricilik, bir din değil; sadece bir inançtır.’

Tengricilerin propoganda yayınlarında Tengricilik/Şamanizm ibadet ritüelleri tek tek sayılıyor. Tengricilik/Şamanizm dinine göre bu dine mensup olan herkes artık Tengri’nin (tanrının) evlatlarından biridir. Tıpkı Kur’an-ı Kerim’de geçtiği üzere Yahudi ve Hıristiyanların dediği gibi:

وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارَى نَحْنُ أَبْنَاء اللّهِ وَأَحِبَّاؤُهُ…

“Ve, Yahudiler ve Hristiyanlar biz, Allah’ın oğulları ve O’nun sevdikleriyiz. dediler…” [6]

Bu evlatlık maddi değil, enerji bağlamında olan bir bağlılıktır. Bu yüzden Tengri ve diğer tanrılar, ‘Ana, Ata, Dede’ gibi ailesel ünvanlarla anılır. Mesela, günümüz Türkiye’sinde ‘Toprak Ana, Ay Dede’ gibi kavramlar hâlen kullanılmaya devam edilmektedir. 1934 tarihli soyadı kanununun çıkmasıyla beraber bunun son uygulaması Ata-türk soyadında ortaya çıkmıştır. Bu isimlendirmeyle Tengricilik akidesine göre, söz konusu soyadını alan kişi, bir anda nisbet edildiği kavmin ‘Tengri’si katına çıkarılmış olmaktadır .

Tengricilik Panteizm/İttihat inancı itibariyle, aynı zamanda sapkın tasavvufçuların akidesiyle aynı inanca sahiptir. Tıpkı sapkın tasavvufçuların iddia ettiği gibi Tengricilik/Şamanizm inancına göre de bütün varlıklar Tengri’den (Allah’tan) türemiştir. Her canlı, bünyesinde O’nun enerjisini barındırır. Bazıları bu gücün farkındadır. Kimisi bu gücü kötüye kullanır, kimisi de iyiye kullanır.

Nuh’tan aleyhisselam bu yana gelmiş geçmiş tüm paganist/putperest kavimlerde görülen derin sapkınlığı çağdaş putperestlerde de görüyoruz:

أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ.

“Dikkat et, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp kendilerine birtakım dostlar edinenler, ‘Onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz.’ derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez.” [7]

Tengriciliğe göre, evreni/varlıkları Tengri var etmiştir/yaratmıştır. Yukarıda değindiğimiz gibi Deistler, yaratıcıya ‘Yüce Varlık, Evrenin Büyük Mimarı, Doğanın Tanrısı’ derken; Tengricilik/Şamanizm mensupları, yaratıcıyı ‘Kök Tengri/Gök Tanrı’ olarak isimlendirirler. Gök, bilinen anlamda sadece gökyüzü değil; ulu, yüce gibi anlamlara da gelmektedir.

Tengricilik/Şamanizm dinine göre Tengri (Allah), kâinatı yaratmakla kalmayıp işleyiş kurallarını da belirlemiş olduğundan (tıpkı Mekke müşrikleri ve Deistlerin iddia ettiği gibi) sonrasında Allah’ın subhanehu ve teâlâ evrene müdahalesi diye bir şey söz konusu değildir. Tengricilere göre Tengri (Allah), peygamber, vahiy, kutsal kitap ve din göndermemiştir. Böyle bir şeyi düşünmek akla aykırıdır.

Tengricilere göre insan, aklıyla iyiyi ve doğruyu bulabilir. Bir peygambere veya ilahi bir dine ihtiyaç yoktur. İlahi/semavi olan dinler akıl dışıdır. Tengri, zaten çocuklarına akıl vermiştir. Akılla ahlak keşfedilir. Akıl, inancın da temelidir.

Tengricilik/Şamanizm dinine göre, iyiler öldüklerinde Tengri katına (yani, uçmak’a) çıkar, kötüler ise öldüklerinde tamu’ya (yani, yedi kat yerin dibine) yuvarlanıverirler.

Tengricilik/Şamanizm dininde ibadet yoktur; ama doğaya saygı bir nevi ibadet olarak görülür. Bu nedenle, su, denizler, dağlar, ormanlar, tüm bitkiler ve hayvanlar kutsal kabul edilir.

Günümüzdeki Tengricilikte sırf İslami karakterinden ötürü Osmanlı’ya ve Osmanlıcılığa karşı Göktürkçülük (Göktürk Devleti Hayranlığı) milliyetçi/ırkçı bir refleks olarak taraftar bulmaktadır. Zira böylesi gençlere göre Osmanlı, yoğun Arap ve Fars kültür unsurları barındıran ve Türk kimliğine zarar vermiş olan bir devlettir. Enteresandır, Tengricilik/Şamanizm taraftarlarında Ata-Türk sevgisi ve hayranlığı inanılmaz derecede yüksektir. Ata-Türk’ün laiklik ve milliyetçilik prensibi, Tengrici gençleri cezbetmektedir. Tengrici gençler, kendi aralarında ve pek çok yerde Göktürk harflerini kullanmayı önemserler. Göktürk harfleriyle ‘Türk’  yazısının büyük bir salgın gibi her yere yayılması Tengrici/Şamanist bir yönelişin de göstergeleri arasındadır.

Türkiye’de ve diğer Türk toplulukları arasında bütün dinlerden, mezhep, cemaat ve tarikatlardan bağımsız olarak, kökü derinlerde olmakla birlikte yeniden canlandırılmaya çalışılan bir itikadi cereyan olan Tengricilik/Şamanizm gerçeği, birçoğumuzun hâlâ farkında olmadığı bir konudur. Şu bilinmelidir ki: Bugün, özellikle milliyetçi gençlerin bir kısmı arasında Tengricilik/Şamanizm akımı, tevhid akidesinin gündeme gelmesi ve davet çabalarının yoğunlaşmasına karşı özel çabalarla harekete geçirilen bir tür ‘Milliyetçi Türk İsyanı’ olarak frekansını yükseltmeye devam etmektedir.

Tengricilik/Şamanizm taraftarlarının sosyal medyadaki hesapları, sayfaları ve paylaşımlarına gösterilen ilgiden, bu cereyanın bazı hükümet yetkililerinin önemsizleştirmeye çalıştığı gibi pek de azımsanmayacak bir sosyal tabanının olduğunu anlamak mümkündür. Bununla beraber, aleni olarak ifade edilmese de pek çok milliyetçi dernek, vakıf ve siyasi parti içerisinde Tengricilik/Şamanizm taraftarı bir sürü genç bulunmaktadır. Buna karşın Tengricilerin büyük bir çoğunluğu, muhafazakâr-gelenekçi aile ve toplum yapısından dolayı öngöremedikleri tepkilerden çekindikleri için, hâlâ kendilerini gizleme yolunu tercih etmektedirler.

Evde Müslüman(!), Dışarıda Deist İnsan

Tengricilik için bunu söylemek henüz erken; ama deizm, toplum içerisinde sanıldığından da daha yaygındır. ‘Toplum’ derken bir heyuladan değil, AK Partili, Saadetli, HÜDA-PARlı, dindar ve muhafazakâr kitleleri kastediyoruz. Bunun en önemli sebeplerinden birisi de, kendisini mümin Müslüman olarak tanımlayan insanların kendilerini nisbet ettikleri inancın şartlarını yerine getirmemeleri ve gereği gibi yaşamıyor oluşlarıdır.

İslam da dahil, tüm dinler ve beşer ürünü sayısız ideolojiler, esas itibariyle edilgendir. Bir dini veya ideolojiyi etkin ve güçlü hâle getirenler, o dinin veya ideolojinin bağlılarıdır. Bir inancı/akideyi olduğu gibi kabul edip, yaşamak veya onu değiştirip, karıştırmak insanın kendi elindedir.

Yeryüzünde herhangi bir inanca mensup olduğunu iddia ettiği hâlde inancına/akidesine aykırı bir hayat süren birçok insan bulunmaktadır. İnsanların büyük bir çoğunluğu inandıklarını iddia ettikleri dinî öğretilere göre değil, çoğunluğun ve ‘çoğunluk âlimlerinin’ inancını ve yaşam tarzını taklit etmektedir.

Türkiye gibi bir ülkede, resmî rakamlara göre nüfusun %99’u Müslüman sıfatıyla İslam’a nispet edilmektedir. Fakat ülkede yürürlükte olan kanunlar, içerideki ayrışma ve kamplaşma, her gün tüyleri diken diken eden ahlaki yozlaşma haberleri, temeli faize dayanan ekonomik sistem ve geniş halk kesimlerinde sebep olduğu itikadi, amelî ve sosyal tahribatlar, uluslararası ilişkilerde esas olarak kabul edilen dostluk ve düşmanlık kriterleri ve nihayet hakkın batıl ile karıştırılması… Bunların hangisi %99’unun iman ettiğini iddia ettiği kitaba ve o kitabın mübelliği, müfessiri ve hidayet önderi Peygamberin sünnetine uygundur acaba?

İran Rafızilerinin ‘evinde Zerdüşt, dışarıda Müselman’ olmaları gibi memleketimizdeki ahval de aslında Rafızilerin içinde bulunduğu durumdan çok da iyi değil. Gençler bir yana, halkın büyük bir kısmı evinde (tanımlanmamış) laik; ofiste, çarşıda, pazarda liberal; camide, mezarlıkta ve taziye evlerinde Müselman; diğer yerlerde de demokrattır.

İsimlendirme bu şekilde olmasa da, deizm denilen şey aslında halk arasında fiilî olarak oldukça yaygın bir inanç ve amel biçimidir.

 

 

[1]        .     50/Kaf, 38

[2]        .     50/Kaf, 38

               (Bu hadis Abdullah b. Abbas’tan rivayet edilmekle beraber rivayet zincirinde bulunan Ebu Said el-Bakkal isimli raviden dolayı hadis otoritelerince zayıf olarak nitelendirilmiştir. Aynı konuda benzer başka hadisler bulunmaktadır.)

[3]        .     Pakistanlı Düşünür-Filozof Fazlurrahman’a (1919-1988) göre, Müslümanların çağdaş dünyada var olabilmeleri için iki yol vardır. Ya bütünü ile laik Batı’ya entegre olmak yahut da İslam’ı yeni bir içtihat metodu (tarihselci yorum usulü) ile yorumlayarak yeniden hayatın bütün alanlarına sokmak, böylece çağdaş dünyaya, laik olmayan; fakat İslami geleneğe (tüm peygamberlerin ortak daveti olan tevhid akidesine) değil, Kur’an’ın ahlaki ve sosyal amaçlarına uygun yeni kurum ve kurallara dayanan bir alternatif model sunmak. Ona göre, tutulması gereken yol bu ikincisidir.

[4]        .     17/İsra, 64

[5]        .     Göktürk (Orhun) Yazıtları, Göktürk İmparatorluğu’nun ünlü hükümdarı Bilge Kağan devrinden kalma altı adet yazılı dikili taştır. Moğolistan’ın kuzeyinde, Baykal gölünün güneyinde, Orhun ırmağı vadisindeki Koşo Saydam gölü yakınlarındadır.

[6]        .     5/Maîde, 18

[7]        .     39/Zümer, 03

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver