Necaşi Kıssası ve Hılfu’l Fudul Şüphesi

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam, Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem, âlinin ve ashabının üzerine olsun.

 Allah subhanehu ve teâlâ Âl-i İmran suresinde şöyle buyuruyor:

“Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.” (3/Âl-i İmran, 7)

 Ayette kalbinde eğrilik, hastalık bulunan taifenin tanımı yapılırken onların müteşabih olanlara yapıştıkları zikredilmektedir. Bu yazıda bahsedeceğimiz şüpheler de müteşabih olarak kabul edilebilecek bazı meseleleri muhkem olan nasların önüne geçirmenin sonucunda ortaya çıkmıştır.

 Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemenin küfür olduğuna dair birçok delil olmasına rağmen, şeytanın ayak kaydırmaları, kalplerdeki hastalığın had safhaya ulaşması sonucunda bu deliller değil, şüpheler ön plana çıkmıştır. Şüpheler üzerine dinini ikame edenin ise bir itikadı yoktur. Çünkü şeytandan gelecek olan her vesevese onu yeni bir düşünceye sürükleyecektir.

 Şüphe ehlinin ortaya attığı birinci mesele Habeş Kralı Necaşi’nin durumudur. Onlar şöyle söylemektedirler:

‘Necaşi kendi ülkesinin hükümdarı idi. Allah’ın kanunlarının varolduğu bir zamanda hüküm sürüyordu, fakat o Allah’ın indirdikleriyle hükmetmedi. Allah Rasûlü ise ona Müslüman muamelesi yaptı ve onun cenaze namazını kıldı.’

 Ortaya atılan bu iddiaya cevap vermeden önce Necaşi ve Habeşistan’a hicretle alakalı bazı bilgiler vermek faydalı olacaktır.

 Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem davetini açıktan yapmaya başlayıp Müslümanların sayısı artınca, Mekkeli müşriklerde işkence ve zorbalıklarına hız vermişlerdi. Artık bu tazyiklerden sadece zayıf olan Müslümanlar etkilenmiyordu. Bunun üzerine Allah Rasûlü ashabından bazısına Habeşistan’a hicret etmelerini tavsiye etti.

 “Habeşistan’a hicret edin, çünkü orada zalim olmayan bir hükümdar vardır.”

 Bu tavsiye üzerine aralarında Osman bin Avfan ve Abdullah b. Mes’ud’un da radıyallahu anhuma olduğu bir grup sahabe Habeşistan’a hicret etti. Bu hicrete katılan sahabelerin sayısıyla alakalı farklı rivayetler mevcuttur.

 Bir süre sonra Kureyşlilerin Müslüman olduklarına dair gelen yanlış bir haber üzerine hicret eden sahabelerden bazıları geri döndüler. Ancak bu iddianın gerçek olmadığı ortaya çıkınca ikinci Habeşistan hicreti başlamış oldu. Bu hicretteyse Cafer b. Ebu Talib’te radıyallahu anh grubun içerisindeydi.

 İkinci Habeşistan hicreti gerçekleşince Mekkeli müşrikler Amr b. As’ı Necaşiye elçi olarak gönderdiler. Necaşi’nin, Amr b. As ve muhacirlerle olan diyaloğunu İbni İshak şu şekilde anlatmaktadır:

 “Necaşi, Müslümanlara haber gönderip onları makamında toplattı. Amr b. As ile Abdullah b. Rebia, onların konuşmalarını dinlemekten hoşlanmadıkları kadar başka hiçbir şeyden hoşlanmıyorlardı. Necaşi’nin elçisi kendilerine geldiğinde, Müslümanlar toplanıp kendi aralarında söyle konuştular:

__ Hükümdarın huzurunda ne diyeceksiniz?

__ Ne diyelim ki? Ona söyle deriz: ‘Onun hakkında bilgimiz yoktur. Çünkü Peygamberimiz onun hakkında bize bir bilgi vermemiştir. Bu hususta bir şey diyemeyeceğiz. ‘

 Ancak hükümdarın makamına girdikleri zaman Müslümanların sözcülüğünü Ebu Talib oğlu Cafer üstlendi. Necaşi, ona sordu:

__ Kavminizin dinini bırakıp da Yahudiliğe veya Hristiyanlığa girmediğinize göre sizin dininiz nedir?

 Cafer, bu soruya söyle cevap verdi:

__ Ey hükümdar! Biz çok cahil ve bilgisiz kimseler idik. Putlara tapardık. Murdar etleri yerdik. Çirkin işler yapardık. Akrabalık ve komşuluk haklarını gözetmezdik. Güçlülerimiz zayıflarımızı ezerdi. İşte biz böyle iken Allah, bizim içimizden, tanıdığımız bir aileden ve doğruluk, emniyet, iffet ve nezahet ile tanınan bir kimseyi Peygamber olarak gönderdi. Bu Peygamber, bizi yalnız Allah’a kulluk edip O’na eş ve ortak koşmamaya, atalarımızın tapageldikleri putlara tapmayı bırakmaya, doğru sözlü olmaya, emanete hıyanet etmemeye, akrabalık ve komşuluk haklarını gözetmeye, çirkin işlerden ve birbirimizin kanını akıtmaktan vazgeçmeye, yetimin malını yememeye, iffetli ve namuslu kadınlara iftira etmemeye, namaz kılmaya, zekat vermeye ve daha bir çok iyi şeylere davet etti. Biz de onun söylediklerini doğru bularak ona iman ettik ve ona uyarak haram dediği şeylere haram, helal dediği şeylere helal dedik. Bunun üzerine kavmimiz bize düşman kesilip türlü işkenceler yapmaya başladı. Bizi tekrar putlara tapmaya ve eski çirkinliklerimize dönmeye zorladı. Biz buna dayanamadık. Onlara karşı da duramadık. Bunun için senin yurduna göç ederek, senin himayene sığındık. Başka hükümdarlardansa, senin himayende bulunmayı tercih ettik. Ey hükümdar, senin yanında zulüm ve haksızlık görmemeyi ümit ettik.

 Necaşi:

__ Allah tarafından bu Peygambere gelen vahiylerden bir şeyi hatırlıyor musun?

 Cafer:

__ Evet, dedi ve Meryem suresinin başından başlayıp bir miktar okudu.

 Caferi dinleyen Necaşi de Allah’a andolsun ki gözyaşları sakalını ıslatıncaya kadar ağladı. Papazlarda dizleri üzerindeki kitapları gözyaşları ile ıslattılar. Sonra Necaşi şöyle dedi:

__ Vallahi, Musa’nın getirmiş olduğu kitap hangi bacadan çıkmış ise bu da o bacadan çıkmıştır. Gidin, hiçbir zaman ben sizi onlara teslim etmeyeceğim! Onların gözlerini de aydın kılmayacağım!

 Ümmü Seleme diyor ki: Ashab, Necaşi’nin yanından çıktıktan sonra Amr b. As:

__ Vallahi ben yarın Necaşi’ye gidip onlara öyle bir iftira atacağım ki, Necaşi onların kökünü kazıyacaktır, dedi.

 Amr b. As’a nispetle biraz daha insaflı olan Abdullah b. Ebi Rebia, Amr’a:

__ Böyle yapma, her ne kadar bizden ayılmışlarsa da yine de onlar akrabalarımızdır, dediyse de Amr b. As:

__ Vallahi yarın gidip Necaşi’ye: ‘Bunlar: ‘Meryem oğlu İsa, ilah olmayıp kuldur.’ diyorlar’, diyeceğim, dedi.

 Ertesi gün gerçekten gidip Necaşi’ye:

__ Bunlar, Meryem oğlu İsa hakkında büyük bir iftirada bulunuyorlar. İstersen onları çağır da bunu onlara sor, dedi.

 Bunun üzerine Necaşi, onları tekrar çağırdı. Onlar da toplanıp:

__ Eğer Necaşi bize, İsa hakkında bir şey sorarsa ona, Allah’ın onun hakkında buyurduğu ve Peygamberimizin bize söylememizi emrettiği şeylerden başkasını söylemeyeceğiz, dediler.

 Patrikleri ile toplantı hâlinde bulunan Necaşi’nin huzuruna girdiler. Necaşi, onlara sordu:

__ İsa hakkında ne düşünüyorsunuz? Cafer, bu soruya şöyle cevap verdi:

__ O’nun Allah’ın kulu, elçisi, ruhu ve iffetli, bakire Meryem’e bıraktığı bir kelimesi olduğunu söylüyoruz.

 Bunun üzerine Necaşi, elini uzatıp yerden bir çubuk kaldırdı ve Ebu Talib oğlu Cafer’e şöyle dedi:

__ Bu çubuk nasıl belli bir uzunlukta olup ne daha uzun ve ne de daha kısa değilse, senin Meryem oğlu İsa hakkında dediklerin de gerçeğin ifadesi olup İsa ondan ne fazla, ne de eksik bir şey değildir.

 Necaşi’nin bu konuşması üzerine patrikler, öfke ile söylenmeye başladılar. Necaşi onlara:

__ Vallahi öfke ile söylenseniz de, bu böyledir, dedi.

 Sahabelere de:

__ Gidin, siz emniyettesiniz, dedikten sonra:

__ Kim size küfrederse cezalandırılacaktır. Bana dağlar kadar altın da verseler, herhangi birinizi incitmeyeceğim. Allah’a yemin ederim ki, Allah, bana krallığı bahşederken benden rüşvet almadı ki, ben de krallığımı rüşvet karşılığında kötüye kullanayım, dedi. Ve kendi adamlarına dönüp:

__ Bana getirdikleri hediyeleri onlara geri verin, dedi.” (İbni İshak)

Bu diyalogdan sonra Müslümanlar Hayber’in fethine kadar güven içerisinde Habeşistanda kaldılar. Daha sonra da Medine’ye döndüler.

 Cafer radıyallahu anh Habeşistan dönüşü ile ilgili olarak şöyle diyor: “Rasûlullah, Medine’ye hicret edip güç kazanınca Necaşi’ye:

__ Peygamberimiz Medine’ye hicret etmiş ve güç kazanmıştır. Bize baskı ve eza yaptıklarını söylediğimiz kimselerde ölmüşlerdir. Artık Peygamberimizin yanına dönmemize müsaade et, dedik.

 O da bize:

__ Peki, dedi.

 Azık ve binekler vererek bizi yolcu etti. Bana da:

__ Size yaptığım hizmeti Rasûlullah’a anlat. Bu da benim adamımdır, sizinle beraber gönderiyorum. Şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve sizin adamınız da Allah’ın Peygamberidir. Ona söyle, bana Allah’tan mağfiret dilesin, dedi.

 Bundan sonra biz yola çıkıp Medine’ye geldik. Peygamber, beni karşılayıp kucakladı ve:

__ Bilmiyorum, Hayber’in fethine mi yoksa Cafer’in gelmesine mi sevinelim, dedi.

Çünkü o sırada Hayber fethedilmişti. Peygamber oturduktan sonra Necaşi’nin bizimle beraber gönderdiği adam ona:

__ Bu, amcan oğlu Cafer’dir. Ona hükümdarımızın kendisine yaptığı hizmeti sor, dedi.

 Ben de:

__ Evet vallahi, bize şöyle yaptı, böyle yaptı ve yolcu ederken bize binek ve azık verdi. Ayrıca Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve senin de Allah’ın Rasûlü olduğuna şahadet getirdi. Bana da: ‘Adamına söyle, bana Allah’tan mağfiret dilesin’, dedi, dedim.

 Bunun üzerine Peygamber kalkıp abdest aldı. Sonra üç defa: ‘Allah’ım, Necaşi’ye mağfiret eyle’, dedi. Orada hazır bulunan Müslümanlar da ‘amin’, dediler. Ben de Necaşi’nin elçisine:

__ İşte gördün. Habeşistan’a döndüğün zaman bunları Necaşi’ye anlat, dedim.” (İbni Asakir)

 Ayrıca Buhari ve Müslim’in sahihlerinde Ebu Hureyre’den radıyallahu anh şöyle rivayet olunmuştur:

“Rasûlullah, Necaşi’nin öldüğü gün, onun ölüm haberini vermiş ve sahabelerle birlikte namazgâha gitmiş, onları saf düzenine koyarak dört tekbirle cenaze namazını kıldırmıştır.”

 Buhari’nin, Cabir’den rivayet ettiğine göre Necaşi, vefat ettiği zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bugün salih bir adam vefat etti. Kalkın, kardeşiniz Ashame üzerine cenaze namazı kılın.” (Burada Habeşistan’a hicretle alakalı zikredilen rivayetler İbni Kesir’in El-Bidaye ve’n Nihaye eserinden alınmıştır.)

 Olayın tarihsel arka planını anlattıktan sonra şüphe ile alakalı cevaplarımıza geçebiliriz.

 1. İlk olarak şöyle söyleyebiliriz ki, şüphecilerin ortaya attıkları bu iddia, kendi içerisinde birçok şüphe barındırmaktır:

Mesela, bahsedilen Necaşi hangi Necaşi’dir?

 İmam Müslim’in naklettiği bir rivayette Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Necaşi’yi İslam’a davet ettiği mektup göndermiştir. Müslümanların hicret ettikleri Necaşi o mudur?

 Necaşi Müslüman mıdır?

Bazı kaynaklarda hicret edilen Necaşi’nin Müslüman, mektup gönderilen Necaşi’nin ise Müslüman olmadığı söylenirken; başka rivayetlerde ise ikisinin de Müslüman olduğu geçmektedir.

 Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hangi Necaşi için cenaze namazı kılmıştır?

 Tüm bu maddeleri zikretmemizin bir sebebi vardır. Batıl ehlinin kendilerine delil aldıkları şey, üzerinde birçok ihtilafın olduğu bir mevzudur. Ve hâkimiyetle alakalı apaçık deliller varken buna yapışmak kalpteki hastalığın en bariz göstergesidir.

 Bu maddeyi bitirmeden önce, şunu ekleyelim: Rivayetlerin hepsine baktığımız zaman doğruya en yakın gözüken görüş Allahu alem şudur:

 ‘Müslümanların hicret ettikleri Necaşi Müslüman olan ve Peygamberin üzerine namaz kıldığı Necaşi’dir. İsmi Ashame’dir. ‘Necaşi’ ise Habeş yöneticilerinin kullandıkları bir sıfattır.’

 2. Şüphe ehli iddialarını ortaya koyarken şunu söylüyorlar: ‘Necaşi Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemiştir…’

 Bu bir iddiadır ve ispata muhtaçtır. Şüphenin hepsi de bu iddia üzerine dönmektedir. Fakat bu hususta onlara delillerini sorduğumuzda hiçbir cevap vermemektedirler. Necaşi’nin Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemesi ile ilgili delil olmadığı gibi aksine hükmettiğine dair alametler mevcuttur.

 Mesela, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Necaşi’yi ‘Zalim olmayan bir Kral’ olarak tanımlamıştır. Allah subhanehu ve teâlâ, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin zalimler olduğunu söylemiştir. Bu durumda Necaşi’nin Allah’ın indikleriyle hükmetmediğini söylersek Peygamberin, Allah’ın zalim dediğine zalim demediğini iddia etmiş oluruz.

 Aynı şekilde yukarıda zikrettiğimiz kıssa içerisinde Necaşi’nin İncil’e hakim olduğunu görmekteyiz. Bu yönüyle insanlar üzerinde İncil ile hükmetmiş ve Allah’ın buyruğundaki şu kısma dahil olmuş olabilir:

 “Ehli kitaptan öyleleri var ki, Allah’a, hem size indirilene hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah’a boyun eğerek iman ederler. Allah’ın ayetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rabbleri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.” (3/Âl-i İmran, 199)

 Bu yönüyle de ortaya atılan şüphenin içi boş bir iddiadan ibaret olduğunu görmekteyiz.

 3. Allah subhanehu ve teâlâ kimseye gücünden fazlasını yüklemez. Bu kural şeriatın tatbik edilmesinde de geçerlidir. İletişimin neredeyse sıfır olduğu ve Allah’ın şeriatının kemale ermediği bir zamanda Necaşi’yi Allah’ın indirdikleriyle hükmetmiyor diyerek itham etmek bu kuralı göz ardı etmektir.

 Necaşi kendisine ulaşan ile amel etmekle yükümlüdür ve rivayetlere baktığımız zamanda bunu gerçekleştirmiştir.

Mesela, İsa aleyhisselam ile ilgili Cafer’in radıyallahu anh anlattıkları, Necaşi’nin etrafındaki din adamlarının homurdanmasına sebep olsa da, o, Cafer’i radıyallahu anh dikkate almış ve anlatılanları kabul etmiştir.

 Yine Müslümanın Müslümana yardım etmesi bir vucubiyettir. Ülkesini yıllar boyunca mazlum Müslümanlara açan ve onların güven içerisinde yaşamasını sağlayan Necaşi bu vucubiyeti de üzerinden düşürmüştür.

 Aynı şekilde Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem yardım teklif etmiş ona adamını göndermiş ve ne yapması gerektiğini sormuştur.

 Bildiğimiz azıcık malumattan dahi Necaşi’nin kendisine ulaşan bilgiler ile amel ettiğini görmekteyiz. Bir kısmı tamamlanmamış, diğer bir kısmı tamamlansa dahi Necaşi’ye ulaşmamış hükümler ile amel etmediğini söylemek Necaşi’ye zulmetmek ve başta zikrettiğimiz kaideye muhalefet etmek demektir.

 Özellikle bu hususta İbni Mesud’un radıyallahu anh namaz ile ilgili rivayeti meseleyi izah açısından çok nettir.

 İbni Mesud radıyallahu anh diyor ki:

“Biz namazda Nebi’ye selam verirdik. O da bize karşılık verirdi. Necaşi’nin yanından döndüğümüzde ona yine selam verdik fakat bize karşılık vermedi. Sonra da: ‘Şüphesiz namazda bir meşguliyet vardır’ buyurdu.” (Buhari, Müslim)

 Dinin en önemli asıllarından olan namazdaki bir değişiklikten sahabelerin ancak geri döndükten sonra haberleri olabiliyorsa, şeriatın yeryüzüne tatbik edilmesi gereken hükümleriyle alakalı Necaşi nasıl bilgi sahibi olabilir?

 Bu üç maddeden anlaşılacağı üzere şüphecilerin kendilerini ve tağutlarını kurtarabilecekleri herhangi bir delil bulunmamaktadır.



Şüphecilerin kendi tağutlarını korumak, parlamentolara rahatlıkla girebilmek ve halkı kandırmak için ortaya attıkları şüphelerden bir tanesi de Hılfu’l Fudul meselesidir.

 Allah Rasûlü’nün peygamberlik görevine gelmeden önce de, Peygamber olduktan sonra da onu övmesi şüphecilerin temel dayanak noktalarıdır. Hem şüpheyi iyi bir şekilde anlayabilmek hem de cevabı daha net verebilmek için ilk önce Hılfu’l Fudul’den bahsetmek istiyoruz.

 Her cahiliye toplumunda olduğu gibi, Mekke cahiliyesinde de zulüm, haksızlık zirve yapmış bir hâldeydi. Toplumun üst tabakası kimseyi dikkate almadan, istedikleri gibi tasarrufta bulunabiliyorlardı. Özellikle Ficar savaşından sonra daha da belirginleşen otorite boşluğundan Mekke’nin üst tabakası faydalanıyordu. Böyle bir ortamda Sehm’li bir tüccarın malını As b. Vail gasp etmişti. Bu tüccara kimse yardım etmeyince Zubeyr b. Abdulmuttalib bir girişim başlatmış ve Abdullah b. Cüdan’ın evinde toplanılıp Hılfu’l Fudul’un temelleri atılmıştı. Bir araya gelen bu insanlar her türlü zulme karşı ortak tavır alacaklarına dair birbirlerine söz vermişlerdi. Ve ilk faaliyet olarak Sehm’li tüccarın malını geri aldılar.

 Bu topluluk daha sonra da bazı zulümleri ortadan kaldıracak girişimlerde bulunmuşlardır.( İbni Hişam’dan özetle)

 Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Hılfu’l Fudul için:

“Ben, Abdullah b. Cüdan’ın evinde öyle bir anlaşmaya şahit oldum ki, onu en güzel kızıl develerle dahi değişmem. İslam devrinde dahi böyle bir anlaşmaya çağrılsam kabul ederim.” (İmam Ahmed, Müsned)

 Şüphe ehli anlattığımız Hılfu’l Fudul meselesini kendilerine delil alarak şöyle söylemektedirler:

‘Bizlerde Allah Rasûlü’nün yaptığı gibi zulmü ortadan kaldırmak için bir oluşum içerisinde bulunmalıyız. Bu oluşum parlamento ise ona da katılırız.’

 Bu şüpheye şu şekilde cevap verebiliriz:

1. Şüphe ehlinin burada yapmak isteyip de ellerine yüzlerine bulaştırdıkları şey aslında kıyastır. Peki, kıyas nedir? Ve bu meselede gerçekten kıyas var mıdır?

 Kıyas: Hakkında hüküm olan bir meseleyi, ortak bir illetten ötürü, hakkında hüküm olmayan bir meseleye kıyas etmektir.

 Mesela, içki açık naslar ile yasaklanmış bir haramdır. Haram olmasının illeti aklı örtmesidir. Uyuşturucu hakkında ise herhangi bir hüküm yoktur. Ancak içki ile uyuşturucu arasında aklı örtme illeti ortaktır. Öyleyse bu illet ortaklığı ve içkinin haramlılığına dair nasların sabitliği nedeniyle, kıyasen uyuşturucu da haramdır, diyebiliriz.

 Özellikle burada şu noktanın altını çizmemiz gerekir. Kıyas sonucunda ortaya çıkan hüküm hiçbir şekilde şeriattaki açık naslara muhalif olmamalıdır.

 Bu bilgiler ışığında şüphecilerin kıyasını inceleyelim:

Onlara göre bugünkü parlamentolara girmek, hakkında hüküm olmayan bir meseledir. Hakkında hüküm olan mevzu ise Hılfu’l Fudul’dür. Aradaki ortak illet ise iki yerde de zulmün ortadan kaldırılacağıdır.

 Öncelikle günümüz parlamentoları ile alakalı bir hükmün olmadığını iddia etmek cehalet ve sapkınlıktan başka bir şeyle isimlendirmek çok zor olur. Allah hüküm konusunda hiçbir ortak kabul etmediğini belirttiği tüm naslar bu iddiayı çürütür:

“Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir. ” (5/Maide, 44)

 “Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (12/Yusuf, 40)

 “Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istiva eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” (7/Araf, 54)

 Ortak illet olarak ortaya sürülen zulmü kaldırmak hususu ise tam manasıyla bir çelişkiler yumağıdır. Allah’ın en büyük zulüm olarak adlandırdığı şirk yuvaları nasıl oluyor da zulmün kaldırıldığı mekanlar hâline dönüyor?

 Şüpheciler eğer şöyle söylemiş olsalardı, belki kıyasları daha makul olurdu: ‘Bugün bir yardım kuruluşunda herhangi bir haram ve küfür içerisine girmemek kaydıyla müşriklerle beraber ortak çalışılabilir. Hılfu’l Fudul bunun örneğidir.’

 Sonuç olarak yapılan bu işlem başı, sonu ve ortasıyla tamamen batıl üzerine inşa edilmiş bir kıyastır. 

2. Bu şüpheyi ortaya atanlardan bazıları ise ne yaptıklarına dair bir bilgileri olmadıkları için bu işleri kıyas olarak adlandırmamaktadırlar. Bilakis bunun Allah Rasûlü’nün bir sünneti olduğunu söylerler!!! Ağızlarından çıkan şey ne kadar büyük bir iftiradır! 

Nasıl olur da Allah’ın kanunlarının iptal edildiği, beşeri kanunların çıkartıldığı,İslam’ın en basit değerlerine karşı dahi açık bir düşmanlık beslendiği ortamlara girmek Peygamberin sünneti olabilir.

Rabbimizden temennimiz bizi bu ve benzeri şüphelerden beri kılması ve itikadımızı sahih temeller üzerine inşa etmeyi nasip etmesidir.

Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.( Bu yazı kaleme alınırken Murat Gezenler Hoca’nın ‘İrca Saldırılarına Karşı Şüphelerin Giderilmesi’ kitabından ve Ebu Hanzala Hoca’nın konuyla ilgili dersinden faydalanılmıştır.)

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver