Muhammed bin Abdulvehhab’ ın Hayatından Çıkarılacak Dersler – 1

 

Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Salat ve selam Rasûlullah’a, en hayırlı ailesine, ashabına ve onlara en güzel şekilde tabi olanların üzerine olsun.

Bir önceki yazımızda kısaca Muhammed bin Abdulvehhab’ın hayatını anlatmıştık. Bu yazımızda ise inşallah onun o güzel hayatından kendimize bazı dersler çıkaracağız. Tabi Şeyh’in hayatından bir çok ders çıkartılabilir. Fakat biz bunların içerisinden en önemli gördüklerimizi zikredeceğiz inşallah.

1. Ders: Şeyhin hayatını anlatırken alimlerin iki kısım olduğunu gördük. Bunların bir kısmı rabbani, bir kısmı ise rabbani olmayan alimlerdir.

Rabbani Alimler

Rabbani alimler; Allah’a subhanehu ve teâlâ nispet edilmeyi hak eden; yaşantılarıyla, sözleriyle, hal ve hareketleriyle sürekli Allah’ı hatırlatan ve O’nun dinine göre yaşayan alimlerdir.

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“Başkalarına öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz kitap sayesinde rabbaniler olun.” (3/Ali İmran, 79)

Allah subhanehu ve teâlâ Rabbani olan alimleri kendi uluhiyetine şahit tutmuştur:

“Allah kendisinden başka ilah olmadığına şehadet etti. Melekler ve ilim ehli de O’ndan başka ilah olmadığına şahitlik etti.” (3/Ali İmran, 18)

Allah’tan en çok korkan kişiler Rabbani alimlerdir. Onlar Rabblerini en güzel şekilde tanıyanlardır. Rabblerini tanıdıkça, isim ve sıfatlarını öğrendikçe, O’nu gereğince tazim eder ve gereğince O’ndan korkarlar. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“Allah’tan tam manasıyla ancak alimler korkar.” (35/Fatır 28)

Rabbani Olmayan Alimler

Bunlar ise yeryüzüne tamah eden, dünyanın geçici nimetlerini ahiretin ebedi nimetlerine tercih eden, insanların sürekli kendilerine saygı göstermelerini isteyen kimselerdir. Bunlar kötü olan, Rabbani olmayan alimlerdir. Kur’an-ı Kerim bize bu insanları iki örnek üzerinden anlatıyor.

Bir ayette Allah subhanehu ve teâlâ bunların durumunu kitap yüklü eşeklere benzetiyor.

“Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklü eşeğin durumu gibidir.” (35/Fatır 28)

Hepimiz biliriz ki merkep yük taşıyan bir hayvandır. Taşıdığı yük  iyi-kötü ne olursa olsun, onda bir değişiklik yapmaz. Eğer ilim adamının yüklenmiş olduğu ilim de, onun üzerinde değişiklik yapmıyorsa; Rabbine karşı itikadını sağlamlaştırmıyor, insanlara karşı ahlakını güzelleştirmiyorsa demek ki onun merkepten bir farkı yoktur (Allah muhafaza).

Başka bir ayette ise Allah subhanehu ve teâlâ bunların durumunu köpeğin durumuna benzetiyor. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“Fakat o yere mıhlandı ve hevasına uydu. Artık onun durumu, üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan, kendi haline bıraksan da yine dilini uzatıp soluyan, bir köpeğin durumuna benzer.” (7/Araf, 176)

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: ‘Rabbani alimler ilmi, Rablerinin rızası için okuyan ve okudukları ilmin gereklerini yapanlardır. Rabbani olmayanlar ise bunun tam zıddı olanlardır.’

Rabbani olmayanların en büyük korkuları, Rabbani olan alimlerdir. Hakiki  alimler olmadığında insanlar bu kötü kişileri alim zannederler. Sorularını onlara sorar ve onların yönlendirmesiyle hareket ederler. Rabbani alimler gelmeyene kadar onların gerçek yüzü ortaya çıkmaz. Geldiklerinde ise onların maskeleri düşer ve gerçek yüzleri açığa çıkar. Ondan dolayı rabbani olmayanlar, rabbani alimleri hiç sevmezler. Sürekli onları karalayıp halkın onlardan uzaklaşmasını sağlarlar. Tıpkı Muhammed bin Abdulvehhab’a Basra’da yaptıkları gibi. Onu çekemeyenler; onun hakkında konuştular, eleştirdiler ve en sonunda onu oradan sürgün ettiler. Çünkü Muhammed bin Abdulvehhab onların gerçek yüzünü ortaya çıkarıyordu. İnsanların onları tanımasını sağlıyordu.

2. Ders: Başarılı İslam davetçisinin en büyük özelliklerinden bir tanesi şudur: Davetçi önce hedefini belirler. Sonra hedefine odaklanır ve hedefini gerçekleştirmek için elinden geleni yapar. Zaman ve mekan ona hükmetmez. Ne kadar olumsuzluk yaşarsa yaşasın hedefinden vazgeçmez. Yavaş yavaş da olsa hedefine doğru ilerlemeye çalışır. Ya hep ya da hiç mantığıyla hareket etmez. Başarılı İslam davetçisi bir nevi akarsu gibidir. Nasıl ki akarsu önüne bir engel çıktığında alttan, üstten veya yandan bir şekilde bir açık bulup ilerlemeye devam ediyorsa, davetçinin de böyle olması gerekir.

Hakka davet eden her davetçi sıkıntılar ile karşılaşacaktır. Zaten bu onun hakka davet ettiğinin en belirgin göstergelerinden bir tanesidir.Gördüğü sıkıntılar onu davetinden vazgeçirmemeli, bilakis ‘Ben Allah’ın dinine yardım ediyorum, Allah da muhakkak bana yardım edecektir’ düşüncesiyle davetine devam etmelidir.

Allah subhanehu ve teâlâ bazen davetçinin önüne bir takım sıkıntılar çıkararak onu imtihan eder. Allah subhanehu ve teâlâ bazen kişinin kalbini daraltır, bazen ise genişletir. Çünkü O hem El-Kabid, hem de El-Basit olandır. Allah bazen imkanları daraltır. Böylece  kişinin rahatlıkta İslam için yaptıklarını, zorlukta da yapıp yapmadığını görmek ister. Davetçinin daraltmanın ve genişletmenin Allah’ın elinde olduğunu bilmesi gerekir. Ta ki Allah’tan sabır ve yardım isteyerek bu sıkıntıların üstesinden gelebilsin.

Muhammed bin Abdulvehhab’ın davetinin başarılı olmasının temel nedenlerinden bir tanesi de bir çok sıkıntıyla karşılaşıp, bir çok yerden kovulmuş olmasına rağmen pes etmemesidir. O, kovulsa da başka bir yerde davetine devam etmiştir. Böyle olunca  Allah da  subhanehu ve teâlâ onun davetini yeryüzünde başarıya ulaştırmıştır.

Davasında sebat edip başarıya ulaşanlardan biri de Şeyhu’l İslam İbni Teymiyye’dir. O da, insanları tevhide ve sünnete davet etmiş, hemen akabinde  sıkıntı görmeye başlamıştır. Kovulmuş, taşlanmış, hapsedilmiş, memleketten sürgün edilmiştir. Fakat şartların değişmesi onu hedeflerinden vazgeçirmemiş, yapması gerekenden alıkoymamıştır. Böyle olunca Allah da subhanehu ve teâlâ ona çok sağlam öğrenciler nasip etmiş ve bu öğrenciler vasıtasıyla onun davetini başarıya ulaştırmıştır.

Seyyid Kutub’u da burada zikretmek gerekir… İslam’la tanıştıktan sonra ömrünün çoğunu cezaevinde geçirmiştir. Şartların değişmesi ve zorlaşması onu inancından vazgeçirmemiştir. Her zaman ve her yerde Allah’ın subhanehu ve teâlâ dinine davet etmeye devam etmiş, Allah da subhanehu ve teâlâ  onun davetine başarı nasip etmiştir. Ve o vefat ettikten sonra Fizilali’l Kur’an tefsiri, neredeyse tüm dillere çevrilmiş ve bir çok kişi onun vesilesiyle İslam’a girmiştir.

Ve asrımızın alimlerinden Ebu Muhammed El-Makdisi… (Allah esaretten kurtarsın.) Sürekli sıkıntı yaşadı, cezaevine düştü, halk tarafından harici olarak isimlendirildi. Fakat o tüm zorluklara rağmen davetine devam etti. Cezaevindeyken kitaplar, risaleler yazıp tüm zorluklara rağmen yazdıklarını dışarı çıkarttı. O böyle çabalayınca Allah da subhanehu ve teâlâ onun kalemine öyle bir kuvvet verdi ki; onun kitapları, imkanları daha fazla ve daha iyi olan diğer şeyhlerin kitaplarına tercih edildi. Ve birçok kişi, onun kitapları sayesinde gerçek İslam’la tanıştı.

Sonuç; İster bireysel sıkıntılarımız olsun, ister dışardan gelen sıkıntılar olsun fark etmez, sıkıntılar bizi hedeflerimizden alıkoymamalıdır. Her ortamda elimizden geleni yapmaya çalışmalıyız. Zaten Allah hiç kimseyi de gücünden fazlasıyla sorumlu tutmaz.

3. Ders: Bir İslam davetçisinin başarısızlığının en büyük nedenlerinden bir tanesi; davet ettiği şeye kendisinin yakinen inanmıyor olmasıdır. İnsanın yakinen inanmadığı bir şeye başkasını davet etmesi gerçekten şaşılacak şeylerden bir tanesidir. Başarılı İslam davetçisi davet ettiği şeye ilk başta kendisi yakinen inanandır. Muhammed bin Abdulvehhab’ın emirlerin elini tutup, onları Allah’ın yardımı ile müjdelemesi ve Allah’ın o bölgelerin mülkünü onlara vereceğini söylemesi, Allah’ın vaatlerine ve davetinin hak olduğuna yakinen inandığını gösterir.

Yakin; kişinin inandığı ve davet ettiği şeylerin doğru olduğu konusunda kesin bir bilgi üzerine olmasıdır. Onun doğruluğundan şüphe etmemesidir. Davetinin hak olduğu konusunda yakin sahibi olan bir kişi sıkıntı da çekse, yalnız da kalsa sebat edip elinden geleni yapar. Fakat bu konuda yakin sahibi olmayan, davette sıkıntı çekmeye başladığı anda hemen     inancından ve ilkelerinden taviz verir.

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“Onlar sabredip ayetlerimize yakinen iman edince, biz onları yeryüzünde kendilerine uyulan imamlar kıldık.” (32/Secde, 24)

 O zaman imameti isteyen kimsenin Allah’ın vaatlerine, yardımının geleceğine yakinen iman etmesi gerekir.

Yakinin öneminin daha iyi anlaşılması için pratik bazı örnekler verelim inşallah…

Allah subhanehu ve teâlâ Musa’ya aleyhisselam vahyetti ve kavmini Mısır’dan çıkarmasını söyledi. Musa aleyhisselam kendisine denileni yaptı ve kavmiyle beraber yola çıktı. Firavun sabahleyin onların Mısır’dan çıktığını fark edince askerleri ile hemen peşlerine düştüler. Musa aleyhisselam ve kavmi ilerlerken karşılarına deniz çıktı. Firavun da arkadan yetişti. Deniz ve Firavun’un arasında kalan Musa’nın aleyhisselam ashabı dedi ki:

“İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa’nın adamları: ‘Gerçekten yakalandık’ dediler.” (26/Şuara, 61)

Musa aleyhisselam ise:

“(Musa:) ‘Hayır’ dedi. ‘Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.’ ” (26/Şuara, 62)

Önde deniz, arkada Firavun gibi cebbar birisi olmasına rağmen Musa’nın aleyhisselam ‘Allah benimle beraberdir, bana yol gösterecektir’ demesi, Allah’ın vaadine yakinen inandığını gösteriyor. Ve Allah subhanehu ve teâlâ bir mucizeyi onun eliyle gerçekleştiriyor. Musa aleyhisselam asasını denize vuruyor, deniz ikiye ayrılıyor. O ve kavmi geçiyor. Firavun ve askerleri tam geçecekken Allah subhanehu ve teâlâ deniz yolunu kapatıyor ve hepsini orada boğuyor. 

Mekke’de Müslümanların görmediği eziyet, çekmedikleri sıkıntı kalmamıştı. Habbab bin Eret radıyallahu anh ve bazı Müslümanlar Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem yanına gelip şöyle diyorlar:

” ‘Bizim için Allah’tan yardım dilemez misin? Bizim için Allah’a dua etmez misin?’ ”

Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden önce öyleleri vardı ki kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere ile başı ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı; demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapılanlar onları dininden çevirmiyordu. Allah’a kasem olsun, Allah bu dini tamamlayacaktır. Öyle ki bir yolcu devesine bindi mi San’a’dan kalkıp Hadramevt’e kadar gidecek, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak koyunu içinde sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz.” (Buhari)

Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem içerisinde olduğu duruma rağmen söylediği söz O’nun Allah’ın vaatlerine gerçekten yakinen iman ettiğini gösterir. Aksi takdirde öyle bir durumda bunları söylemek mümkün değildir.

Yine hendek günü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tüm sıkıntılara ve olumsuzluklara rağmen bakın kayaya vururken ne diyor:

“Allahu Ekber! bana Şam’ın anahtarları verildi. Vallahi ben şu anda Şam’ın kızıl saraylarını görüyorum.”

Sonra ikinci defa vurdu, ikinci parçayı kopardı,

“Allah’u Ekber! Bana İran verildi. Vallahi, ben şu anda Medain’in beyaz sarayını görüyorum.” dedi.

Sonra üçüncü defa vurdu ve kayanın geri kalan kısmını kırdı ve,

“Allahu Ekber! Bana Yemen’in anahtarları verildi. Vallahi ben şu yerimden San’a kapılarını görüyorum.” (Nesai, Ahmed) dedi.

Hendek günü Peygamberimizin Allah’ın vaatlerine olan bu yakinini sahabeler çok iyi anlamıştı. Münafıklar ise bunu anlayamamıştı. İçerisinde olduğunuz duruma bakın, sahibinizin vaatlerine bakın diyorlardı. Doğrudur yakin ehli olmayanın bunları anlaması mümkün değildir. Allah bizleri yakin ehli kılsın…

Yine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Ebubekir radıyallahu anh Medine’ye yolculuk yaparken müşrikler de onların peşinden gitmişlerdi. Mağaraya saklandıklarında müşrikler mağaranın etrafını kuşatınca  Ebubekir:

” ‘Ya Rasûlullah onlardan biri ayağının ucuna baksa bizi görecek’, Peygamber: ‘Üzülme, Allah bizim ile beraberdir!’ (9/Tevbe, 40) diyor.”

Hem davetçinin hem de davetçi ile beraber olanların yakin ehli olmaları gerekir. Davetçinin tek başına yakin ehli olması yeterli değildir. Etrafında bulunan insanların da yakin ehli olmaları gerekir.

Allah subhanehu ve teâlâ Peygamberimize hitaben şöyle diyor:

“Sabret Allah’ın vaadi haktır. Yakin ehli olmayanlar seni gevşekliğe sevk etmesinler.” (30/Rum, 60)

İnsanın etrafında olan insanlar yakin ehli olmadıkları zaman belli bir süre sonra insanı gevşekliğe sevk edebilirler. Çünkü insanoğlu etrafında olan olaylardan ve kişilerden etkilenir.

Eğer kişinin etrafında olan insanlar gevşek ise belli bir zaman sonra kişi de gevşek davranmaya başlar.

Sahabenin Bedir günü söylediği şu sözler Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem etrafında olan kişilerin de yakin ehli olduklarını net olarak gösteriyor:

“Ey Allah’ın Rasûlü sanki sen bizden bir şeyler duymak istiyorsun. Sen atını denize sürsen bizde senin peşinden geliriz. Musa’nın kavminin Musa’ya dediği gibi ‘Sen ve Rabbin gidin savaşın’ demeyiz. Bilakis bizde seninle beraber savaşırız.”

Allah subhanehu ve teâlâ Müslümanlara hem dünyada hem de ahirette yardım edeceğine dair bir takım vaatlerde bulunmuş.

“Şüphesiz Peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” (40/Mü’min, 51)

“Bizim üzerimize müminlere yardım etmek haktır.” (30/Rum, 47)

İnsanın içerisinde yaşadığı küfür rejimi, bazı konularda insanı umutsuzluğa sevk edip yakinini zedeleyebilir. ‘Kafirler bu kadar güçlü iken nasıl onlara karşı galip geleceksiniz? Nasıl yeryüzünde başarı elde edeceksiniz?’ gibi düşünceleri şeytan insanın aklına getirebilir. Müslümanın burada dikkat etmesi gereken iki şey vardır:

1. Allah’ın subhanehu ve teâlâ vaatlerini asla unutmamalıyız. Allah subhanehu ve teâlâ vaadinden dönmez. Allah’tan daha doğru sözlü kimse yoktur. Allah’ın yapmak istediği şeye kimse engel olamaz (Allah’ın isim ve sıfatlarını iyi bileceğiz).

2. Bizden önce geçmiş olan milletlerin kıssalarını iyi okumalıyız. Allah’ın tüm olumsuzluklara rağmen nasıl da iman edenleri kurtardığını ve kafirleri nasıl da yerin dibine geçirdiğini hep aklımızda canlı tutmalıyız.

Rabbim tüm Müslümanları inançlarında ve amellerinde yakin ehli kılsın…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver