Melhame-i Kubra/Armageddon/Büyük Dünya Savaşı Üzerine Bir Değerlendirme

Allah’ın adıyla.

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selam, Nebi’miz Muhammed Mustafa’ya, onun temiz ailesine, ashabına ve kıyamete kadar tâbilerinin üzerine olsun.

Bizleri yeni bir sayıyla buluşturan, ‘Din nasihattir’ vazifesini yerine getirmemize olanak sağlayan ve bizleri dininde kardeş kılan Rabbimize hamd olsun. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi siz kardeşlerimizin üzerine olsun.

Allah Rasûlü’nünün bizlere bildirdiğine göre, kıyametten önce İslam ehliyle Rumlar arasında büyük bir savaş yaşanacaktır. İnsanlık tarihi boyunca böylesine dehşetli bir savaş ne görülmüştür ne de görülecektir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu savaş için ‘Melhame’ demiştir. Melhame kelimesi ‘et’ anlamına gelen ‘Lahm’ kelimesinden türetilmiştir. Savaşın şiddetinden insanlar et misali birbirlerine karışacak ya da öldürülen insanların etleri etrafa dağılacaktır. (En-Nihaye fi’l Ğaribi’l Hadis ve’l Eser, 4/239.) Savaş alanı adeta etten bir zemine dönüşecek, insanların etleri kılıçlarla doğranacaktır. (Tehzibu’l Luğa, 5/68.)

Tarihin seyrini değiştirecek bu önemli hadiseyi, Peygamberimiz tüm tafsilatıyla anlatmış, öncesinde ve sonrasında yaşanacak büyük olayları, hâdiselerin tafsilatını ve akışını resmetmiştir.

Dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik mensupları konuyla çok yakından ilgilenmektedir. Özellikle büyük savaşın yaşanacağı ‘Şam’ bölgesinin karışması, Rumlar’ın Dabık/A’mak bölgesine inmeye hazırlanması, (Zikredeceğimiz hadislerde görüleceği gibi büyük savaş burada cerayan edecektir.) ‘Megido Dağı’ yakınlarında düzenin bozulması ve buranın Suriye’ye yakınlığı (Hristiyanlara göre savaş bu mıntıkada vuku bulacaktır. Hristiyan dünyasının, İsrail devletinin kurulmasına yardım etmesi ve İsrail hamiliğinin altında şu yatmaktadır: ‘Evanjelik inancına göre Armagedon’un başlangıcının ilk adımı, büyük bir ‘Müslüman-Yahudi Savaşı’dır. Bu savaş, şimdiye kadar gördüğümüz İsrail-Filistin çatışmalarından çok öte ve çok kanlı bir şekilde anlatılır ve o şekilde planlanır. Tevrat’ın Hezekiel bölümünde anlatılan Gog Magog (Yecuc ve Mecuc) savaşı, Müslüman-Yahudi savaşı olarak yorumlanır ve Evanjelik inançta temel kavramlardan biridir. Bu inanca göre ‘Hezekiel 38 senaryosu’ olarak anılan Musevi-Müslüman savaşının ardından sahte Mesih, yani Deccal çıkacaktır. Deccal, İsrail ile Filistin (ya da bütün Müslümanlar) arasında barış anlaşması imzalanmasına vesile olan kişi olacaktır. Yine Evanjelistlere göre Kıyamet kopmadan Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne inecek; İsa’nın başına geçeceği İyiler Ordusu ile bütün ötekilerin dahil olacağı Kötüler Ordusu arasında bir Kıyamet Savaşı (Armagedon) yapılacak; İyiler Ordusu savaştan galip çıkacak, yeryüzünde kırk (bazı versiyonlarında bin) yıl gibi bir süre mutlu ve huzurlu bir çağ yaşanacak, sonra da dünya hayatı sona erecektir. Hz. İsa’nın dönebilmesi ise yeryüzünde sahnenin hazırlanmasına bağlıdır.’ (http://gizliilimler.tr.gg/Megiddo-Tepesi-ve-Armagedon-Savaşı.)) konunun dünya gündeminde ilk sıralarda yer almasına zemin hazırlamaktadır.

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem haber verdiği ve sahih yollarla elimize ulaşan haberlere ehl-i İslam’ın kayıtsız kalması mümkün değildir. Ancak bu ilgi bir usul çerçevesinde olmalı ve ilmî esaslar gözetilerek yapılmalıdır. Konunun ehemmiyetine binaen ‘Fiten/Melâhim Hadislerine Yaklaşım Metodu’ (Tevhid Degisi sayı 35, Başyazı.) isimli bir yazı kaleme almış ve konuya dair önemli asılları sizlerle paylaşmıştık. Bir bütün olarak kıyamet hadislerine yaklaşımda sorun yaşandığı gibi, rivayetler arasında ön plana çıkan Melhame hadislerinde bu sorun daha bariz bir şekilde hissedilmektedir.

Elimizde olan sahih rivayetlerin tüm açıklığına rağmen, konu hakkında aceleci ve parçacı bazı yorumların yapıldığı, apaçık naslar bir kenara bırakılıp, kapalı ve müteşabih bazı lafızlarla adeta bu savaşın kapıda olduğu izlenemi oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu ayki yazımızda konuya dair elimize ulaşan sahih rivayetler ışığında konuyu incelemeye çalışacak, Allah Rasûlü’nün hikmet pınarı sözlerinden yola çıkarak tarafsız ve bütüncül yaklaşımla bazı değerlendirmeler yapmaya gayret edeceğiz. Çaba bizden başarı Allah’tandır.

Sahih Rivayetlerde Melhame-i Kubra’nın Seyri

Melhame-i Kubra, tarihin seyrini değiştirecek, yeryüzü zülüm ve haksızlıkla dolduktan sonra orayı adalet ve hukukla imar edecek, Allah’ın yarattıkları arasında en hayırlı olanlar ile şerlileri birbirinden ayıracak, kıyametin kopmasından önce vuku bulacak büyük alemetlerin başlamasına sebep olacak büyük bir hâdisedir.

Konu hakkında varid olan, Melhame-i Kubra’nın öncesi ve sonrasını anlatan hadisleri zikredip, sonrasında hadisleri incelemeye çalışalım.

Muaz bin Cebel’den radıyallahu anh rivayetler:

“Rasûl, Beytu’l Makdis’in imarı Yesrib’in harabıdır. Yesrib’in harabı melhamenin (savaşın) çıkmasıdır. Melhame İstanbul’un fethidir, İstanbul’un fethi Deccal’in çıkmasıdır! buyurdu. Sonra elini (Rasûlullah), konuşmakta olduğu kimsenin (Muaz’ın) dizine vurdu ve: ‘Senin burada oturuyor olman nasıl gerçekse, bu söylediğim de öyle gerçektir’ buyurdu.” (Müsned, 22023; Ebu Davud, 4294.)

Naf’i bin Utbe bin Ebi’l Vakkas’tan radıyallahu anh rivayetle:

“Arap yarımadasıyla savaşacaksınız, Allah size fetih nasip edecek. Sonra Farslarla savaşacaksınız, Allah size fetih nasip edecek. Sonra Rumlarla savaşacaksınız, Allah size fetih nasip edecek. Sonra Deccal’le savaşacaksınız, Allah size fetih ihsan edecek.” (Müsned, 1540; Müslim, 2900.)

Rumlarla Savaş

“Sizler Rumlarla güvenli bir barış yapacaksınız. Siz ve onlar birlikte arkanızdan saldıran başka bir düşmanla savaşacaksınız. Zafer kazanıp, ganimet mallarını alarak savaştan sâlimen çıkacaksınız. Sonra savaştan dönüp de tepeleri bulunan bir meraya varacaksınız. Orada haç ehlinden bir adam, haçı yukarı kaldırarak haç galip geldi diyecek, Müslümanlardan bir adam da kızarak, kalkıp o haçı kıracaktır, işte o zaman Rumlar, aranızdaki barışı bozarak sizinle büyük bir savaş yapmak üzere toplanacaklardır.” (Ebu Davud, 4292)

Bir başka rivayette şöyle geçmektedir:

“…Orada haç ehlinden bir adam, haçı yukarı kaldırarak haç galip geldi diyecek, Müslümanlardan bir adam da kızarak, o adamı öldürecektir. İşte o zaman Rumlar, aranızdaki barışı bozarak sizinle büyük bir savaş yapmak üzere toplanacaklardır.” (Müsned, 16826)

Rumlar Savaş için Geliyor

” ‘Rumlar, A’mak ve Dâbık (Hadisin söylendiği dönemlerde iki toprak parçası da Halep şehri yakınlarında, Suriye toprakları içerisindeydi. A’mak, bir kısmı Türkiye toprakları içinde, Suriye sınırları yakınında Hatay civarlarındadır. Amik ovası olarak bilinir.) isimli yerlere inmedikçe kıyamet kopmaz. Onlara karşı Medine’den bir ordu çıkar. Bunlar o gün arz ehlinin en hayırlılarıdır. Bu ordunun askerleri savaşmak üzere saf saf düzen alınca, Rumlar: ‘Bizden esir edilenlerle (ya da bizden esir alanlarla) aramızdan çekilin de onları öldürelim!’ derler. Müslümanlar da: ‘Hayır! Vallahi sizinle, kardeşlerimizin arasından çekilmeyiz.’ derler. Bunun üzerine (Müslümanlar) onlarla harp eder. Bunlardan üçte biri kaçar. Allah ebediyyen bunların tevbesini kabul etmez. Üçte biri katledilir, bunlar Allah indinde şehitlerin en faziletlileridir. Üçte biri de muzaffer olur. Bunlar ebediyen fitneye düşmezler. Savaşı kazanan üçte birlik ordu İstanbul’u fethederler. (Fetihten sonra) bunlar, kılıçlarını zeytin ağacına asmış, ganimet taksim ederken, şeytan aralarında şöyle seslenir: ‘Mesih Deccal, sizin arkanızdan ailelerinize ulaştı!’ Bunun üzerine, çıkarlar. Ancak bu haber yanlıştır. Şam’a geldiklerinde (Deccal) çıkar. Bunlar savaş için hazırlık yapıp safları düzenlerken, namaz için kamet okunur. Derken İsa İbni Meryem iner ve onlara gitmek ister. Allah’ın düşmanı, İsa’yı görünce, tıpkı tuzun suda erimesi gibi, erir de erir. Eğer bırakacak olsa, (kendi kendine) helak oluncaya kadar eriyecekti. Ancak Allah onu eliyle öldürür; öyle ki onlara, mızrağındaki kanını gösterir.” (Müslim, 2897)

Rumların Sayısı

“Kıyametten önce gerçekleşecek altı şeyi sayıyorum: Ölümüm, sonra Beytu’l Makdis’in fethedilmesi, sonra aranızda, koyunlar arasındaki salgın ölümleri andıran çokça ölümlerin olması, sonra malın oldukça artması, öyle ki bir kişiye yüz dinar dahi verilecek olsa yine razı olmaz. Sonra Arap evlerinden girmedik hiçbir ev bırakmayacak olan bir fitne, sonra sizler ile Ben-i Esfer/Rumlar arasında bir antlaşma olacak. Onlar bu antlaşmayı bozacaklar, size her birisi altında on iki bin asker olmak üzere seksen sancak altında saldıracaklar.” (Buhari, 3176)

Melhame Günü Müminlerin Karargahı

“Büyük savaş gününde Müslümanların çadırı (komuta merkezi) Şam’ın en hayırlı şehirlerinden olan Dimeşk adındaki şehir tarafındaki Guta da olacaktır.” (Müsned, 21725; Ebu Davud, 4298.)

•••

Melhame öncesi ve sonrasında yaşanacak olayları anlatan rivayetleri bir arada gördükten sonra, rivayetlerin değerlendirmesine geçebiliriz.

Peşpeşe Yaşanacak Dört Olay

“Beytu’l Makdis’in imarı Yesrib’in harabıdır. Yesrib’in harabı melhamenin (savaşın) çıkmasıdır. Melhame İstanbul’un fethidir, İstanbul’un fethi Deccal’in çıkmasıdır! buyurdu. Sonra elini (Rasûlullah), konuşmakta olduğu kimsenin ( Muaz’ın) dizine vurdu ve: ‘Senin burada oturuyor olman nasıl gerçekse, bu söylediğim de öyle gerçektir.’ buyurdu.”

Hadisten anlıyoruz ki; ‘Ahir zamanda Beytu’l Makdis, birileri tarafından yıkıma uğrayacak sonra imar edilecek. Aksa’nın imarı, Medine’nin yıkıma uğraması demektir. Medine yıkıldığında, İslam ehliyle Rumlar arasında büyük savaş yaşanacak. İslam ehli İstanbul’u fethedecek sonra Deccal çıkacak.’ (Mefatih fi Şerhi’l Mesabih, 5/378.)

Beytu’l Makdis’in imarı, oranın yeniden inşa edilip, dünyevi olarak imar edilmesi olabileceği gibi, hilafetin orada kurulması şeklinde manevi bir imar da olabilir. Birinci ihtimali lugat desteklemekte, ikinci ihtimali ise Allah Rasûlü’nden rivayet olunan bir hadis…

“Allah Rasûlü ganimet elde edelim diye bizleri Medine çevresine yolladı. Ganimet alamadan geri döndük. Yüzümüzdeki yorgunluk izini görünce ayağa kalktı ve ‘Allah’ım! Onları bana havale etme, haklarından gelemem. Nefislerine havale etme, aciz kalırlar. İnsanlara da havale etme onları öteler başkalarını tercih ederler.’ Sonra şöyle dedi: ‘Siz Şam’ı, Rum’u ve Fars’ı fethedeceksiniz. Şu kadar (çok) deveniz, ineğiniz ve koyununuz olacak. Öyle ki birine yüz dinar verildiğinde (az bulup) öfkelenecek. Sonra elini benim başımın üzerine koydu ve ‘Hilafetin mukaddes topraklara indiğini gördüğünde muhakkak ki depremler, belalar ve büyük işler yaklaşmıştır. O gün kıyamet, benim elimin senin başına yakın olduğundan daha yakın olacaktır.’ ” (Müsned, 22487; Ebu Davud, 2535.)

İçinde yaşadığımız şu günlerde Beytu’l Makdis ne maddi ne de manevi olarak imar edilmediği gibi, tarihin en karanlık ve sıkıntılı dönemlerini yaşamaktadır. Medine, Al-i Selul işgali altındadır ve harap olmuş değildir. Yani Melhame’nin ilk adımı henüz tahakkuk etmemiştir. Hâliyle Melhame’nin yakın olduğunu söylemek, konuya dair rivayetleri bir arada ele almamanın yani parçacı yaklaşımın sonucu olacaktır.

Medine Nasıl Harap Olur?

Medine/Yesrip, Allah Rasûlü’nün şehridir. Büyük savaş çıkmadan önce Medine’nin harap olacağı Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem tarafından haber verilmiştir. Bu yıkımın nasıl gerçekleşeceği konusunda açık bir ifade bulunmamaktadır. Konu hakkında rivayetleri bir araya topladığımızda bazı ihtimallerin olduğunu görürüz:

1. Beytu’l Makdis manevi olarak imar edilip, hilafet kurulduğunda depremler ve musibetler çoğalacaktır. Yukarıda zikrettiğimiz hadiste şöyle deniyordu:

“Sonra elini benim başımın üzerine koydu ve ‘Hilafetin mukaddes topraklara indiğini gördüğünde muhakkak ki depremler, belalar ve büyük işler yaklaşmıştır.”

Yaşanacak deprem ve musibetler Medine’yi harap edebilir.

2. Medine ehli, Medine’yi terk edip, başka yerde yaşamayı Medine’de yaşamaya tercih edecekler.

“Sizler, en güzel zamanında Medine’yi terk edeceksiniz. (Müslim, 1389) Öyle ki, köpek ya da kurt mescide gelecek, onun direklerine işeyecek. Dediler ki: ‘Medine meyveleri kimlere ait olacak.’ Dedi ki: Kuşlar ve vahşi hayvanlara.” (Muvatta, 664/3310 (Mustafa A’zami rakamlandırması).)

Ceziretu’l Arap ve Farslarla Yapılacak Savaş

“Arap yarım adasıyla savaşacaksınız, Allah size fetih nasip edecek. Sonra Farslarla savaşacaksınız, Allah size fetih nasip edecek. Sonra Rumlarla savaşacaksınız, Allah size fetih nasip edecek. Sonra Deccal’le savaşacaksınız, Allah size fetih ihsan edecek. ”

Hadisi şerh eden geçmiş ulema, genel olarak ilk iki adımın gerçekleştiğini savunmuşlardır. Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem sonra yaşanan riddet savaşlarını ve Halid bin Velid’in eliyle gerçekleşen fetihleri Ceziretu’l Arab’ın fethi, Ömer’in radıyallahu anh döneminde gerçekleşen İran fethini de Farslarla yapılan ve zafer kazanılan fethe yormuşlardır.

Özellikle Suud’un petro-dolar şeyhleri bu yorumun üzerinde ısrarla durup, haber verilen olayın gerçekleştiğini ifade ederler. Böylece ahir zamanda yaşanması muhtemel Suud’la savaş ihtimalinin üzerini örtmeye çalışırlar.

Hakikaten haber verilen bu durum, tarihte yaşanmış ve bitmiş olabilir. Ancak, başka bir ihtimal de bunun ahir zamanda yaşanacak olmasıdır. Çünkü, İslam âleminin içinde bulunduğu içler acısı hâle yakından bakan bir insan, şerrin iki ana merkezinin Tahran ve Riyad olduğunu görecektir. Ümmetin servet ve gücünü mülk ve mezhep uğruna heder etmiş, işgal projesinde Haçlılara gönüllü marabalık yapmışlardır. Ehli Tevhidin en fazla eziyet gördüğü, can ve namus emniyetinin olmadığı iki ülke İran ve Suud-i Arabistan’dır. Bu hakikat göz önünde bulundurulduğunda, ahir zamanda fethedilecek yerler arasında bu iki ülkenin olması muhtemeldir.

İslam Ehli ve Rumlar Sulh Yapıp, Ortak Düşmana Karşı Savaşıyor

Yukarıda zikrettiğimiz olaylar yaşandığında, Allah’ın subhanehu ve teâlâ takdir edeceği bir şekilde iki taife bir sulh yapacak ve ortak düşmana karşı savaşacaklardır. İlgili rivayet konunun ana esaslarını barındırdığından parça parça tahlil etmeye çalışalım.

“Sizler Rumlarla güvenli bir barış yapacaksınız. Siz ve onlar birlikte arkanızdan saldıran başka bir düşmanla savaşacaksınız.”

Büyük savaş/Melhame olmadan önce Rumlar Ehli İslam’la masaya oturacak ve güvenli bir sulh yapacaklar. İki taraf arasındaki ilişkiler o denli gelişecek ki, sadece birbirlerinden emin olmayacak, aynı zamanda ortak bir düşmana karşı savaş vereceklerdir. Ortak düşmandan kast edilenin kim olduğu rivayetlerde belirtilmemiştir. Konu hakkında eser veren bazı müellifler ‘arkanızdan’ ifadesine dayanarak coğrafi olarak arka taraflara denk gelen kavimler üzerinden fikir yürütmeye çalışmışlardır. Ancak bu yaklaşımın sağlıklı olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü bazı rivayetler ‘arkalarından’ diyerek Rumların arkasında yaşayanlara, bazısında ‘arkanızdan’ diyerek müminlerin arkasında yaşayanlara işaret etmiş, bazı rivayetler ise ‘bir düşmanla savaşacaksınız’ diyerek hiçbir yöne işaret etmemiştir.

“Zafer kazanıp, ganimet mallarını alarak savaştan sâlimen çıkacaksınız.”

Melhame’den önce İslam ehlinin çok güçlü olduğu ve savaşlardan galip olarak çıktığı anlaşılmaktadır. Dünyayı yöneten Rumlar’ın Ehli İslam’la sulh yapıp, onlarla beraber hareket etmesi de bunun delillerindendir. Günümüzde olduğu gibi dağılmış, parçalanmış, farklı inanç ve amellere sahip bir topluluğun bu müjdeye nail olması, şer’an de aklen de mümkün değildir.

“Orada haç ehlinden bir adam, haçı yukarı kaldırarak haç galip geldi diyecek.”

Müminlerin akide ve şiarı ‘Yardım sadece Allah’tandır’ ilkesidir. Hristiyan Rumlardan biri bu ilkeye aykırı davranacak ve haçı kaldırarak zaferi, Teslis’e yani şirke nispet edecektir. Teslis’i Yüce Allah’a hakaret kabul eden bir yiğit ayağa kalkacak, haçı kıracak ve o adamı öldürecektir.

“İşte o zaman Rumlar, aranızdaki barışı bozarak sizinle büyük bir savaş/Melhame için toplanacaklardır.”

Bu nokta çok önemli ve üzerinde tefekkür etmeye değer bir noktadır. Rumlar ile Ehli İslam arasında yaşanacak büyük savaşın sebebi zannedildiği gibi işgaller, petrol, arz-ı mev’ud ya da üzerine ciltler dolusu kitap yazılan büyük meselelerden biri değildir. Bir müminin, bir Hristiyanı öldürmesi ve bunun üzerine yaşanacak anlaşmazlıktır. İnsan aklı, tarihte eşine rastlanmamış ve sonrasında rastlanmayacak böylesi bir savaş için çok daha büyük sebepler arayadursun! Sadıku’l Masduk olan Nebi savaşın gerekçesini böyle izah etmiştir.

“Sonra sizler ile Ben-i Esfer/Rumlar arasındaki bir antlaşma olacak. Onlar bu antlaşmayı bozacaklar, size her birisi altında on iki bin asker olmak üzere seksen sancak altında saldıracaklar.”

Rumlar bu gerekçeyle antlaşmayı bozmuş ve İslam ehlini aldatmışlardır. Tarihin en büyük ittifakı ve ordusunu hazırlayarak müminlerin üzerine yürüyeceklerdir. Toplam dokuz yüz altmış bin asker ve seksen ülke sancağıyla müminlere saldırmak için yurtlarından çıkacaklardır.

“Rumlar, A’mak ve Dâbık isimli yerlere inmedikçe kıyamet kopmaz.”

“Büyük savaş gününde Müslümanların çadırı (komuta merkezi) Şam’ın en hayırlı şehirlerinden olan Dimeşk adındaki şehir tarafındaki Guta’da olacaktır.”

80 devlet ve 960.000 asker… Sayıları bir milyona yaklaşan şer ordusu Dabık veya Amik ovasına inecektir. Bu ordunun bir ucu bugünkü Türkiye topraklarında (Hatay ve çevresi) diğer ucu Suriye topraklarında (Halep ve çevresi) olacaktır. Müminler bu orduyla savaşacaklarında Dımeşk/Guta komuta merkezleri olacak.

“Rumlar, A’mak ve Dâbık isimli yerlere inmedikçe kıyamet kopmaz. Onlara karşı Medine’den bir ordu çıkar. Bunlar o gün arz ehlinin en hayırlılarıdır.”

İki mesafe arasındaki farkın nasıl aşılacağını anlamış oluyoruz. Rumlar zikredilen bölgeyi karargah edinecek ve savaş onların karargâhında vuku bulacak. Müminler ise Medine’den yola çıkacak ve onların bulunduğu bölgeye gelecek.

Medine’den kasıt; Allah Rasûlü’nün şehri olan Yesrip değildir. Çünkü bu olayların yaşandığı zaman Medine/Yesrip harap olacaktır. Kasıt; bugün Suriye’nin başkenti olan Dımeşk/Guta mıntıkasıdır. Burası müminlerin karargahı ve komuta merkezidir. (Mirkatu’l Mefatih Şerh-u Mişkati’l Mesabih, 8/3412)

“Rumlar: ‘Bizden esir edilenlerle (ya da bizden esir alanlarla) aramızdan çekilin de onları öldürelim!’ derler. Müslümanlar da: ‘Hayır! Vallahi sizinle, kardeşlerimizin arasından çekilmeyiz’ derler. Bunun üzerine (Müslümanlar) onlarla harp eder.”

Rumlar’ın antlaşma bozma nedeni ilginç olduğu kadar, büyük savaşın kopmasına sebep olan olay da hayli ilginçtir. Rumlar, müminlerden bazı insanların kendilerine teslim edilmesini istemektedir. Teslim almak istedikleri insanları şöyle ifade ederler:

“قَالَتِ الرُّومُ: خَلُّوا بَيْنَنَا وَبَيْنَ الَّذِينَ سَبَوْا/سُبُوا مِنَّا نُقَاتِلْهُمْ”

‘Seby’ fiili iki şekilde yazılmıştır. Bir yazılışa göre ‘bizden esir alanları’ bir diğer yazılışa göre ‘bizden esir aldığınız askerleri’ bize verin şeklindedir.

İlkine göre, Rumlarla daha önce savaşmış ve onlara zarar vermiş, kadın ve çocuklarını savaş esiri olarak almış müminleri istemektedirler. Bundan gaye müminlerin saflarını bölmek ve bazısını bazısına düşman etmektir. (A.g.e aynı yer.)

İkincisine göre, daha evvel Rum olup da, İslam ordusuna esir düştükten sonra iman eden ve müminlere katılanları istemektedirler. Çünkü, müminler açıkça kardeş olduklarını ve kardeşlerini teslim etmeyeceklerini söylemişlerdir.

Nevevi rahimehullah der ki: ‘Her iki mana da sahihtir. Şam ve Mısır’da bulunan İslam ordusunun askerleri savaş esiri olarak alınmışlardır. Allah’a hamd olsun ki, şuanda onlar kafirleri esir alıyorlar (İslam olup, İslam ordusuna asker oldular).’ (A.g.e aynı yer.)

Hadisten anladığımıza göre büyük savaş öncesinde Rumlardan çok fazla insan İslam’a girecek ve İslam’ın sadık askerlerinden olacaklardır. (Rumdan kasıt; Roma imparatorluğuna mensup olan, İtalyanın başkenti olan Roma’yı ve orada bulunan Vatikanı kıble kabul eden, hadislerde Ben-i Esfer (Sarı tenli) olarak ifade edilen başta Amerika ve Avrupa olmak üzere Hristiyan Batı dünyasıdır.) Bunu destekleyen bir başka delil Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem şu hadis-i şerifidir:

” ‘Bir tarafı karada, bir tarafı da denizde olan bir şehir işittiniz mi?’ diye sordular. Oradakiler: ‘Evet!’ deyince, şöyle buyurdular: ‘İshakoğullarından yetmiş bin kişi bu şehre sefer tertiplemedikçe kıyamet kopmaz. Askerler şehre gelince konaklarlar. Ancak silahla savaşmazlar, tek bir ok dahi atmazlar. ‘Lailahe illallahu vallahu ekber!’ derler. Bunun üzerine şehrin deniz tarafı düşer. Sonra askerleri ikinci kere, ‘Lailahe illallahu vallahu ekber’ derler, şehrin diğer tarafı da düşer. Sonra tekrar ‘Lailahe illallahu vallahu ekber!’ derler. Bu sefer onlara (kapılar) açılır. Oradan şehre girerler ve şehrin ganimetini toplarlar. Ganimetleri aralarında taksim ederlerken, yanlarına bir münadi gelip: ‘Deccal çıktı!’ diye bağırır. Askerler her şeyi bırakıp geri dönerler.” (Müslim, 2920)

Sahih-i Müslim’in tüm nüshalarında bu şehri almak için yola çıkanların İshakoğulları olduğu geçmektedir. (Minhac Şerh-u Sahihi’l Müslim, 18/43.) Bazı âlimler bunlardan kastın Araplar olduğunu söylese de bu tercihe şayan bir görüş değildir. Lugat bu görüşü desteklemediği gibi, konu hakkında varid olan rivayetler de desteklememektedir. (Bknz: El-Mufhim, 7/249.)

Cumhur-u ulemaya göre bu şehir İstanbul’dur. Bu şehrin İtalya’nın başkenti Roma olduğunu söyleyenler olduğu gibi, Venedik olduğunu söyleyenler de vardır. (Keşfu’l Sitar ani’l Fiten ve’l Melahim, 1/652-655.) Bu şehrin neresi olduğu önemli değildir. Şayet Cumhura uyarak İstanbul olduğunu tercih etsek, Batılı müminlerin şehri fethedecek ve sayısı yetmiş bine varan ordular oluşturacak kadar fazla olacakları anlaşılır. (Bu şehrin İstanbul olmadığını söyleyenler iki gerekçe sunarlar:

1. Melhame-i Kubra’yı anlatan hadiste Rumlarla savaşan müminlerin İstanbul’u fethedeceği belirtilmiştir. Onlar da İshak Peygamberin değil, İsmail’in çocuklarıdır.

2. İstanbul, bir tarafı denizde bir tarafı karada tanımına uymamaktadır.

3. Bu âlimler genel olarak Rumlardan İslam’ı seçenlerin İtalyan’ın başkenti Roma’yı veya Venedik’i fetih edeceklerini söylerler. Hadislerde İstanbul’dan sonra Roma’nın fethedileceği müjdelenmiştir.

4. “…Bir ara biz Peygamberin yanında yazı yazıyorduk. Derken Rasûlullah’a: iki şehirden hangisi, Kostantiniye (İstanbul) mi yoksa Rumiyye (Roma) mi daha önce fethedilecek? diye soruldu da, Peygamber şöyle buyurdu: ‘Hayır! Doğrusu Hırakliyus’un şehri (İstanbul) daha evvel fethedilecek.’ ”)

Bu fethedilecek yerin Roma veya Venedik olduğunu söylersek, Batı’da hatırı sayılır sayıda insanın İslam’ı kabul edeceği ve İslam’ın sadık askerlerinden olup, Batı’nın kapılarını mümin kardeşlerine açacakları anlaşılır.

“Savaşı kazanan üçte birlik ordu İstanbul’u fethederler. (Fetihten sonra) bunlar, kılıçlarını zeytin ağacına asmış, ganimet taksim ederken, şeytan aralarında şöyle seslenir: ‘Mesih Deccal, sizin arkanızdan ailelerinize ulaştı!’ Bunun üzerine, çıkarlar. Ancak bu haber yanlıştır. Şam’a geldiklerinde (Deccal) çıkar. Bunlar savaş için hazırlık yapıp safları düzenlerken, namaz için kamet okunur. Derken İsa İbni Meryem iner ve onlara gitmek ister.”

Melhame-i Kubra’nın akabinde muzaffer olan İslam ordusu İstanbul’u fetheder. İstanbul’un fethi sonrasında Deccal zuhur eder. Onun zuhurunu İsa’nın aleyhisselam yeryüzüne inmesi izler. İsa aleyhisselam yeryüzüne geldiğinde müminler namaz kılmaktadırlar. Bir hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

” ‘Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer şekilde mücadeleye, kıyamet gününe kadar devam edecektir. O zaman İsa ibni Meryem de iner. Müslimlerin İmamı: ‘Gel bize namaz kıldır!’ der. Fakat İsa: ‘Hayır! Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize emirsiniz!’ der.” (Müslim, 247)

Müminlerin başında bulunan İmam, Allah Rasûlü’nün soyundan olan Mehdi’dir. Bu önemli hâdiselerin yaşandığı dönemin neresinde zuhur ettiği ve İslam ordularının başına geçtiği rivayetlerde belirtilmemektedir. Kesin olarak bildiğimiz, İsa’nın aleyhisselam indiği zaman yani İstanbul fethi sonrasında İmam Mehdi’nin hazır bulunacağıdır. Ancak, ne zaman zuhur edip, İslam ordusunun başına geçtiği ve müminlerden beyat aldığı konusunda sarih ve sahih bir rivayet yoktur. Bazı İslam âlimleri, Rumlar karşısında müminlerin tek ses ve tek yürek olmasını Mehdi’nin zuhuruna bağlar. İslam ümmetini ahir zaman fitneleri içinde, bölünmüşlük ve ihtilaftan kurtarıp tarihin en büyük ordusu karşısında tek saf yapacak olanın ancak bu imam olacağını ileri sürerler. Bu bir yorumdur. Doğru olma ihtimali olduğu gibi, hata payı da vardır.

•••

Sonuç olarak:

Melhame-i Kubra’yı anlatan rivayetler, öncesi ve sonrasına değinen rivayetlerle bareber ele alındığında, içinde yaşadığımız vakanın Melhame-i Kubra’dan uzak olduğu, henüz öncesinde yaşanacak hâdiselerin vuku bulmadığı, İslam ehlinin içinde bulunduğu hâlin hadislerde resmedilen hâlden çok ama çok uzak olduğu görülecektir.

Elbette bu durum değişebilir. Allah subhanehu ve teâlâ esbabını hazırlayıp, Melham-i Kubra’nın vuku bulmasını dileyebilir. Hadislerden öğrendiğimiz kadarıyla bu alametlerden biri yaşandığında, diğerleri peşi sıra ve yakın zaman içinde vuku bulur.

“Kıyamet alametleri ipe dizilmiş boncuk misalidir. İp koptuğunda, boncuklar peşi sıra dökülür.” (Müstedrek, 8683)

Ancak konumuz, yarın ne olacağı ve vakanın hangi yöne evrileceği değil, içinde bulunduğumuz vakanın hadislerde anlatılan tabloya uyup uymadığıdır.

Allah’ım bizlere hakkı hak olarak göster, ona ittibayı kolaylaştır. Batılı batıl olarak göster. Ondan uzaklaşmayı kolaylaştır.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver