Küresel ‘Çiftlik’te Domuzlar Hegemonyası

 

Bazı kertenkele türleri kendilerine yönelik herhangi bir tehdit veya tehlikeyi algıladığı anda kuyruğunu bırakıp kaçar.

Kertenkelenin kopan bir kuyruğu yaklaşık bir ay içinde yeniden çıkar. Fakat bu yeni kuyruk, eski kuyruktan hem renk hem de yapısal özellikler bakımından tamamen farklıdır. Örneğin, eski kuyruk herhangi bir işlevi yerine getirebiliyorken, yeni kuyruk bunu yapamayabilir. Bugün, ümmet coğrafyasında hüküm süren siyasal rejimlerin ve küresel ‘çiftlik’ modeline uygun olan kapitalist ekonomik sistemi yönetip, yön veren çarkçıbaşlarının, hangi ‘kertenkele’lerin sonradan çıkmış ‘kuyruk’ları olduğunu hemen hemen her Müslüman bilir. Küresel hırsızlık ve dolandırıcılık şebekeleri, aslında hepimizi ‘Çiftlik Bank’ vurgunu ile oyalayarak, dünya çapında hâlen devam edegeldikleri sömürü ve talanlarını unutturma gayretindedirler. Domuzlar hegemonyasını sürdürülebilir kılmak için, yaptıkları tüm bu cürümleri sıradanlaştırarak normal görmemizi ve hatta bundan da kötüsü, bunları kabul edilebilir olarak görüp, bu zulüm ve sömürü çarkına karşı sessiz ve tepkisiz kalınmasını istemektedirler.

Gerçek anlamda gasıp, hırsız, soyguncu ve dolandırıcı görmek isteyen; ABD’ye, İngiltere’ye, Rusya’ya, Avrupa Birliği ülkelerine ve tabi hepsinin siyasi ve ekonomik politikalarına istikamet veren hilekâr Yahudilere baksın. Takım elbise ve kravat kombinasyonlu saygın(!) iş adamları, politikacılar ve bankacılar da bu cafcaflı sıfatlarla arz-ı endam eden modern Samirilerdir.

Küresel ekonomik sistemin, yani bir anlamda ‘Küresel Çiftlik’in ana değişim ve ödeme aracı hâline gelen/getirilen Amerikan Doları, insanlık tarihinin en büyük sahtekârlığıdır. Doları, haçlı siyonistlerin kontrolündeki FED[1] basar/üretir. FED tarafından basılan/üretilen bu dolarların değerini, yani, kur ve faize baz olan değerleri LİBOR[2] belirler. Piyasayı manipüle edip, milyarlar kazanırlar.

Mesela, islam coğrafyasındaki ülkeler doğal gaz, petrol, altın, gümüş, bakır, elmas, pirinç, şeker üretir. ABD ve Avrupa’nın bazı merkezlerinde konumlanan küresel sömürü odakları (tröstler ve karteller)[3] tarafından belirlenmiş kotalar vardır. Üretici ülkeler, üretilen şeyleri dolarla alıp satarlar. Haçlı siyonistlerden müteşekkil ve adına FED denilen soyguncu çete de sadece kağıt üreterek, en az ham maddeleri talan edilen söz konusu bu ülkeler kadar ABD’ye ekonomik değeri olan emtia[4] girişi sağlayarak muazzam oranlarda kâr elde ederler.

Devlete ait Boğaziçi köprüsünü, Galata kulesini ve Beyoğlu tramvayını taşradan İstanbul’a yeni gelen vatandaşlara satmaya çalışan Sülün Osman; titan saadet zinciriyle on altı bin kişiyi dolandıran Kenan Şeranoğlu; devrin Başbakanı Tansu Çiller’i, emekli bir generalin sesini taklit ederek, örtülü ödenekten beş buçuk milyar lira dolandıran Selçuk Parsadan ve henüz yirmi yedi yaşındayken ‘aklı başında’ yetmiş yedi bin insanı yaklaşık olarak beş yüz yetmiş bir milyon lira dolandıran Mehmet Aydın…

Bu adamlar günah işlemiştir, kul hakkı yemiştir ve büyük bir cürmün de failleridir. Bununla beraber, hem daha önce vuku bulmuş dolandırıcılıklar hem de son haftalarda gündeme gelen Çiftlik Bank gibi dolandırıcılık hadiseleri ‘Küresel Çiftlik’ düzeninin başındaki haçlı siyonist haramiler ile yerli iş birlikçilerinin yaptıklarının yanında devede bir tüy mesabesindedir. Kurdukları küresel sisteme entegre olan ülkeler de, tıpkı bir çarkın dişlileri gibi bu dev ‘Küresel Çiftlik’ mekanizmasının aksamadan işlemesine ister istemez katkı vermektedirler.

Maden ürünleri ve ham madde satan ülkeler, ‘Küresel Çiftlik’ düzenini oluşturan gelişmiş ülkelere gerçek mal ve hizmet veriyorken; başını ABD’nin çektiği küresel dolandırıcılar, söz konusu ülkelere büyülü bir kağıt (ABD Doları) vererek o mal ve hizmeti kendilerinden bedava alıyor. Sonra o kağıdı vererek, ABD’den silah veya başka ülkelerde ürettiği mal ve ürünleri ya da yine o kağıdı vererek, başka ülkelerden başka şeyler alıyorlar. Domino etkisi ile bir soygun ve dolandırıcılık zinciri oluşturuluyor.

Siyasal ve ekonomik olarak bu sisteme entegre olan tüm ülkeler, bu oyunun bir parçası olurken o, ülke halkları da, ağır bir mağduriyet ve mahrumiyetle yüz yüze kalmaktadırlar. Sonra ABD yine onlardan bir şeyler alıyor ve onlara yeni kağıtlar veriyor. İçimizdeki iş birlikçi hain ve mürtedleri fonlamak için dilediğine hibe, dilediğine de kredi veriyor. İşte bu oyunla Soroslar, Murdochlar ve Springerlar eliyle ülkelerimizdeki sermaye, siyaset, bürokrasi, medya ve ‘Sivil Toplum’ diye başlayan birçok kuruluşu ele geçiriyorlar.

Kesintisiz Talanın Kısa Hikayesi

İslam cağrafyasında, resmî kayıtlara göre İslam’a nispet olunan takriben bir buçuk milyar insan bulunmaktadır. ‘Ümmet’ olarak vasfolunan bu nüfusun ezici çoğunluğu, günümüzde dünyalık geçim olarak son derece zor şartlar altında yaşamaktadır. İtikadi/dinî anlamda fesada uğramış olmaları ve Allah’a subhanehu ve teâlâ kulluk şuurundan uzaklaşmaları gibi hususları da buna eklediğimizde, çok daha vahim bir manzarayla karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Bu manzara karşısında Ebu Said el-Hudri’nin radiyallahu anh rivayet ettiği, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu hadisini hatırlayalım:

“Süphesiz ki, bedbaht olanların en bedbahtı, dünya mahrumiyeti ve ahiret azabının kendi üzerinde birleştiği kimsedir.” [5]

İslam coğrafyasının özellikle Arabistan yarımadası ve Arap körfezi bölgeleri, yeryüzünde bilinen en büyük petrol kaynaklarına sahiptir. Bu alanlarda uzmanlaşmış sömürgeci Batılıların uzun yıllar süren araştırmaları neticesinde, tüm dünyada ikinci en büyük petrol rezervinin Orta Asya ve Hazar denizinden Kafkasya’ya uzanan bölge içinde bulunduğu ortaya konmuştur. Bunun haricinde önemli bazı petrol ve gaz yatakları Irak ve Şam bölgesinde yer alır. Birkaç yıl önce ikiye bölünen Sudan’ın (Hıristiyanların hakimiyetine verilen) güneyinde, Afrika boynuzunda ve Mısır ile Cezayir arasında uzanan bölge içerisinde yer alan başkaca bazı petrol ve doğal gaz rezervleri de bulunmaktadır.

Bunlar (petrol ve doğal gaz), günümüz dünyasında ekonomik, siyasi ve stratejik açıdan ülkelerin ağırlık noktasını teşkil eden temel enerji kaynaklarıdır. İslam coğrafyasının diğer bölgelerinde ümmetin sahip olduğu farklı maden kaynaklarını ve bunların stratejik değerlerini eklediğimizde İslam coğrafyasında yaşayan ve çoğu fakirlik ve açlık sınırlarında bulunan ümmetin, aslında ne kadar büyük maddi zenginlik potansiyeline sahip olduğu açıkça görülür.

İslam coğrafyasındaki bazı ülkeler, aslında endüstriyel maddeler (özellikle de ham maddeler)! ihraç eden ülkelerin başında gelir. Tarım ve hayvancılık alanında da bazı İslam ülkeleri oldukça zengindir. Bununla beraber, adı geçen bölgelerin sahip olduğu kara, deniz ve hava yolu taşımacılık noktalarının uluslararası ticarette hayati önemi haizdir. Mesela, dünya üzerinde, altı büyük uluslararası deniz yolu geçidi/boğazı, İslam coğrafyası sınırları içerisindedir. Bunlar: Hürmüz boğazı, Mendeb geçidi, Süveyş kanalı, Cebeli Tarık boğazı ve İstanbul boğazı olup taşımacılık açısından dünya üzerindeki dört coğrafi yönü birbirine bağlayan ana noktalardır.

Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda ve bu bölgelerdeki ülkelerin diğer ülkelere nazaran yaşadığı geri kalmışlık, yoksulluk ve cehalet gibi hâllerini düşündüğümüzde ve insanlarının büyük çoğunluğunun fakirlik sınırının altında yaşadıkları gerçeğini eklediğimizde şaşırıp kalmamak mümkün değil.

Uluslararası araştırma merkezlerince yapılan ve yayınlanan ekonomik istatistikler, akıllara durgunluk veren ve görenleri dehşete düşüren çok büyük rakamlara ve servetlere işaret etmektedir. Mesela, Avrupa’nın tükettiği doğal gazın üçte ikisi (yaklaşık olarak % 65’i), Fas üzerinden geçmek suretiyle Cezayir’den gelmektedir. Kadim İslam coğrafyasının ana merkezi olan Arap yarımadası, dünya üzerinde bilinen petrol rezervlerinin dörtte üçüne sahiptir. Sadece (Suudi) Arabistan’da üretilen petrol miktarı, 2018 Şubat ayı itibariyle günlük olarak on milyon varil civarındadır. Petrolün 1930’da keşfedilip çıkarılmaya başlandığı (Suudî) Arabistan’ın petrol üretimi, tek başına dünyadaki petrol ihtiyacının yaklaşık %18’ini karşılamaktadır.

Tüm bu gerçekler ortada iken, nasıl oluyor da yeryüzünün en zengin toprakları üzerinde yaşayan insanlar, yeryüzünün en fakir halkları hâline geldiler?

Bütün bu servetler ve yerel zenginlikler henüz kaynağında iken, o andan itibaren çalınmaya başlanmaktadır. Çünkü söz konusu kaynaklar ve madenlerin tamamı Batılı yabancı şirketler tarafından işletilmektedir.

Bu yerel zenginliklerin çıkarılışı, pazarlanması ve ticari piyasası da tamamıyla Yahudi, Hristiyan kapitalistler tarafından kontrol edilmektedir. Uluslararası bankacılık sistemi marifetiyle de bu büyük hırsızlık çemberi, adeta bir zincirin halkaları gibi başından sonuna kadar tamamlanmaktadır. Bu hırsızlık da esasen İslam’a ve kendi halklarına ihanet eden hain ve mürted iş birlikçi kukla yöneticilerle/hükümetlerle yapılan birtakım anlaşmalarla başlar.

İşgal ve sömürünün farklı türlerini geliştirip, her seferinde değişik yöntemler kullanan Batılı haramiler, çıkarılan madenlerin oranları üzerinde oynayarak hırsızlığın ikinci aşamasına geçerler. Çünkü bu madenlerin çıkarılmasına, mühendisleri ve uzmanları eliyle gözcülük edenler bizzat onlardır. Pek çok ülkede bu kaynaklar üzerine müfettiş sıfatıyla atanan ve çıkarılan oranlar üzerinde yapılan oynamalara göz yuman yönetici uzantılarına verilen rüşvetler, küresel soygun ve sömürü sisteminin devamını sağlayan olmazsa olmaz işlemlerdendir.

Üçüncü aşamada ise, çıkarılan bu madenlerin fiyatlarının belirlenmesi ve uluslararası piyasada en düşük değerlerle pazarlanmasıdır. Bazı Batı ülkelerindeki uluslararası ekonomik araştırma merkezlerinin yaptığı çalışmalara göre: Kendisiyle elde edilen ürün fiyatlarına ve bu ürünleri imal eden fabrikaları çalıştırma gücüne kıyasla, bir varil ham petrolün tahmin edilen gerçek değeri, (2018 Nisan ayı sonu itibariyle olduğu gibi) 69-70 Dolar değil; normalde 300 ile 320 Dolar civarında olmalıdır. Hâlbuki bir varil petrolün uluslararası piyasa değeri, tarihi boyunca sadece savaş ve ambargo dönemlerinde yüz Dolar civarında seyretmiştir. Hatta uzun yıllar boyunca en fazla 20 ile 40 Dolar aralığında seyretmiştir.

Bütün bunlar uluslararası borsa efendilerinin, temel maddelerin fiyatları ve uluslararası para birimlerinin değeri ile oynayıp durmasından kaynaklanmaktadır. Sömürü ve hırsızlık düzeninin başında, aklı eren herkesin tahmin ettiği üzere Yahudi ve haçlı kapitalistler bulunmaktadır. Bu gerçeği daha da vahim kılan şöyle bir durumla da karşı karşıyayız: Yerel/mahalli hırsızlar olan despot yöneticiler, prensler, bakanlar, onların çocukları, kardeşleri ve yakın çevreleri kendi bölgelerinde çıkarılan ve uluslararası üretimin kotası dışında kalan bu petrolden belirli yüzdeler şeklinde bağışlara nail olurlar. Nail oldukları bu bağışta petrolün varilini uluslararası sularda ve açık denizlerde 5-10 Dolar gibi bir fiyatla satarak uluslararası piyasada petrolün değerini düşürürler. Bu durumda mesela, beş yüz bin varil petrol taşıyan ve iki buçuk ile beş milyon Dolar tutarında olan bir nakliyat, onların birkaç haftalık zina, kumar, içki ve iğrençliklerle dolu aşağılık bir hayatın rezalet masraflarını karşılamaya yeter. Bu, sadece petrol dünyasından verdiğimiz bir örnektir. Geri kalan diğer kaynaklar ve hırsızlık yollarını buna kıyas edebiliriz.

Saydığımız bu doğal zenginliklerden, içerisinde Müslümanların da yaşadığı ülkelerin payına düşen miktarlar, yine Yahudi sermayeli veya onların kontrolündeki bankalara akar ve bu miktarlar üzerinden kendi ekonomilerini rahat bir şekilde çekip çevirirler. Yerel (Cezayir, Suudi Arabistan, Libya, Kuveyt, BAE vd.) hükümetlere ise, ancak belli ve sınırlı miktarlarda para çekme hakkı tanınır.

Haçlı siyonistler, bu paralarla istedikleri sanayi maddelerini alıp işlerler. Diğer ülkeler ise sanayi maddeleri, silah ve en küçüğünden en büyüğüne ihtiyaç duydukları maddeleri onlardan ithal ederler. İthal ettikleri bu maddelerin fiyatları da Yahudi ve Hristiyan kapitalistler nasıl diler ve nasıl isterlerse öylece belirlenir. Hatta ithal ettikleri silah, mühimmat ve diğer maddelerin çeşitlerini, miktarlarını ve nerelerde kulanmaları gerektiğini dahi onlar dayatır. Nitekim Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, 21 Mayıs 2015 Perşembe günü, TUSAŞ Uzay Sistemleri Entegrasyon ve Test Merkezi’nin açılışında yaptığı konuşmada bu aşağılayıcı durumdan yakınmaktaydı.[6]

Bu zincirin son halkasında, ümmetin kendi öz kaynaklarından halklara kalan ise, sadece komik bazı yüzdelerdir. Bunların çoğunluğu da hain ve mürted yöneticiler ile mustazaf Müslümanların cellatlarının gizli hesaplarına aktarılmaktadır. Çoğunlukla Yahudilerin kontrolünde olan (kıyı) offshore bankaları ve Avrupa ve Amerikan bankalarına gitmektedir. Halklara kalan ise, sadece kamu hizmetleriyle ilgili harcamalar ve bazı temel projeleri karşılayan devede kulak misali miktarlar kapsamındadır.

Maden kaynaklarının çoğu da aynı yollarla çalınmaktadır ve genelde maden filizleri, taşlar ve ham maddeler adı altında dışarıya ihraç edilmektedir. Tüm bunlarda amaçlanan şudur: Bu maden kaynakları, çıkarıldıkları ülkelerde sanayi altyapısı oluşmasın ve asıl sahiplerinin görevi, maden ocaklarından ihracat limanlarına kadar süren karın tokluğuna bir hamallıktan öteye geçmesin diye yerelde/mahalli olarak işletilmemektedir.

Evet, Allah’ın subhanehu ve teâlâ Müslüman kullarının topraklarına bahşettiği bu büyük servet, böylece nimet olmaktan çıkıp, bir nikmete/afete dönüşmüştür. İktidara ulaşıp, o servetleri yağmalamaya ve bunları sömürgeci efendilerine peşkeş çekmeye teşne ve ardı arkası gelmeyen mürted idareciler tarafından iktidar kavgalarına, siyasi çalkantılara ve askerî darbelere vesile kılınmıştır. Nihai olarak da haçlı-haçsız yabancı işgaline, savaşlara, yıkımlara, ölümlere, katliamlara, esarete, korku ve açlığa neden olmuştur. Bu kaydettiklerimiz genel olarak yazılı ve görsel bazı medya organlarının açığa çıkardığı ve ilgili olan herkesin bildiği birtakım gerçeklerdir. Henüz açığa çıkmayıp da bizlere gizli kalan sömürü, hırsızlık ve yolsuzlukların boyutu ise çok daha feci ve daha acıdır.

“Allah’ım! Bütün işlerimizin sonucunu güzel kıl. Bizi dünyada zilletten, ahirette de azaptan muhafaza eyle.” [7]

 

[1]        .     FED’in (Federal Reserve Bank) Türkçe karşılığı dünyanın en büyük ekonomisi gibi görünen ABD’nin Yahudilerin denetimindeki merkez bankasıdır. 23 Aralık 1923’te kurulan FED’in merkezi Washington’dadır

[2]        .     LİBOR, London Interbank Offered Ratekelimelerinin baş harflerinden oluşturulan bir kısaltmadır. Londra’da bankalar arası piyasada, borçlanmalarda ortaya çıkan faiz oranına verilen isimdir. Ancak burada ortaya çıkan faiz oranı sadece Londra’daki bankalar tarafından kullanılmamakta, birçok finansal işlemde Libor referansfaiz oranıolarak kullanılmaktadır. Faiz oranını belirleyen bankalar da sadece İngiliz bankaları değil, 60’dan fazla ülkenin bankası bu sisteme dahildir.

[3]        .     Tröst, ulusal veya uluslararası bir grup firmanın rekabeti ortadan kaldırmak ve fiyat kontrolü sağlamak amacıyla beraber hareket etmesidir. Kartelde tekel yaratma amacıyla firmalar arası bir anlaşma yapılırken,tröstteişletmelerin fizikî olarak da tek merkezden kontrol edilecek şekilde bir ortaklığa girmeleri söz konusudur.

[4]        .     Emtia: Altın, gümüş, petrol, doğal gaz, bakır, pamuk, mısır, buğday, şeker, kahve gibi malların tümüne verilen addır.

[5]        .     İbni Mace

[6]        .     Erdoğan: Paranız olsa da istediğiniz silahı alamıyorsunuz. Bizim üretip de başka ülkelere satmak istediğimiz araçlarda kullandığımız motoru aldığımız ülke, bizim o ülkeye araç satmamıza müsaade etmedi. Böyle vicdansızlık olur mu? Maalesef dünya vicdansızlarla dolu!

[7]        .     Müsned, İmam Ahmed,4-181

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver