Kirli Gündem

İsrail sonunda Türkiye’den özür diledi.

Bu özür, vahyin bize tanıttığı Yahudi portresiyle uyuşmuyor. Daha büyük bir çıkar gözetmeden, hakkaniyet duygusuyla Yahudi’nin özür dilemesi düşünülemez.

Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem kendi öz evlatlarından daha iyi tanımalarına rağmen inkar eden; sordukları soruların cevabını aldıkları takdirde iman edeceklerini ilan edip, her seferinde imtina eden bir kavimden söz ediyoruz. Hatalı olanın özür dilemesi erdemdir. Ancak vahyin çizdiği Yahudi portresi bu erdemi taşıyamaz.

Bu olayı yorumlayanlar genel itibari ile iki noktaya vurgu yapıyorlar:

Gecikmeli de olsa özrün sebebi, Türkiye’nin bölgede güç haline gelmesi; İsrail’in kuşatılmışlık hissi ve güvenlik endişesidir.

Kanaatimizce birinci yorum ergen duygularla kalem oynatanların yorumudur.

Ergenlik dönemini hepimiz biliriz. Dönem değişikliği, sahibine ölçüsü olmayan bir kuvvet duygusu verir. Ergen bu duyguyla isyan eder, kafa kaldırır.

Bu duygularla yapılan davranışlar da genelde sahibine zarar verir. Türkiye’nin AKP hükümetiyle girdiği göreceli refah ortamı, bazı yorumculara ergen yorumlar yaptırıyor. Ekonomide, askeri ve siyasi sahada yapılanlara olduğundan fazla anlam yükleme ve temennilerle, hakikatin karşılaştırıldığını görüyoruz.

Bir ülkenin bulunduğu konum ile, bulunması istenilen konumun karıştırılması söz konusu burada.

İkinci yorum tarzı birinciye nispeten daha makul olsa da eksiktir.

Eksiklik, güvenlik sorununun izah ediliş biçiminde veya izah edilmeyişindendir.

Suriye’de devam eden cihadı diğerlerinden ayıran bir takım özellikler vardır. İsrail’i asıl ürküten ve Türkiye’den özür dilemeye iten, bu cihadın manevi ve coğrafi özellikleridir.

Cihadın Şam Bölgesinde Olması

İsrail, tahrif edilmiş olsa da dini naslara bağlıdır. Şam bölgesinde bulunan her türlü hareketliliğin sonunun ‘Yahudi-Müslüman’ savaşına dönüşeceğini biliyor. Bu nedenle şu an cihadın Şam’ın merkezinde cereyan etmesi, İsrail’in asıl korku nedenidir!

Bunun yanında küresel dünya cihadının hedef olarak Mescid-i Aksa’nın kurtarılmasına vurgu yapması söz konusudur. Afgan ve Irak cephesinin beyanatları, İsrail’in kulağına çalınan fakat onu korkutmayan boyuttaydı. Aynı nidânın aralarını ayıran tel örgülerin ardından yapılması, İsrail’i tahmin edilenin ötesinde ürkütmüştür.

Vahyin tanıttığı Yahudi, korkak ve dünyaya düşkündür. Kulağının dibinde Filistin’in ve Mescid-i Aksa’nın kurtarılacağı yankısı onu Türkiye’den özür dilemeye itmiştir.

Halkın Bilinçlendirilmesi

Mücadele ortamında eğitim zordur. Gerek güvenlik problemleri, gerek yoğunluk eğitim faaliyetlerinin istenilen düzeyde olmasına engeldir.

Suriye cihadında tevhid bayrağını dalgalandıran kardeşler bu eksiği fark etmiş, gerekli çalışmalara başlamışlardır.

Bu durum başta İsrail olmak üzere küresel tuğyanı düşündürmeye başlamıştır. Birçok bölgede cihadın halka mâl olmayıp, seçkin bir zümrenin eliyle yürümesi, cihadın seyrini olumsuz etkilemiştir. Var olan cihad bölgelerinde bu eksikliği fark eden Müslümanlar, halkı tevhid ve sünnet merkezli din anlayışı noktasında bilinçlendirme gayreti içerisindedirler.

Bu şekilde bir mücadeleye destek veren halkın saf değiştirmesi, şeriat-ı garrayı ve onların namuslarını muhafaza eden mücahidleri yarı yolda bırakmaları düşünülemez.

Basın Araçlarının Kullanımı

Dünya cihadının en büyük problemlerinden biri, basının kullanılamaması ve küresel tuğyanın kamuoyunu yanlış bilgilendirmesidir. Bu yolla cihadın amacı ve stratejisi çarptırılmış, yanlış algı oluşması sağlanmıştır.

Bu durum sahada aktif cihad edenlerin ve cihadı sevenlerin psikolojilerini olumsuz etkilemiştir.

Suriye cihadında tevhidi çizgiyi temsil eden Müslümanlar yaptıkları eylemleri dünyaya duyurma, hedeflerini açıklama konusunda oldukça profesyonel davranıyorlar.

Bu durum Suriye cihadının gelecek va’d ettiğini göstermekte ve küfrü korkutmaktadır.

Coğrafik Durum

Irak cihadını istisna tutarsak, sair cihad bölgeleri dış dünyaya kapalı ve yayılması mümkün olmayan coğrafi bölgelerde icra edilmekteydi.

Afganistan, Çeçenya cihadının bir bölgede hapsolması buna örnektir.

Ancak Suriye cihadı dört bir yandan gelişmeye müsait ve yayılmaya açıktır. Cihadın yayılma ihtimali olan ülkelerden biri Filistin diğeri İsrail’in karakolu konumunda olan Ürdün’dür.

Suriye cihadını benzerlerinden ayıran bu durum, İsrail’i ürkütmüş ve hissettiği güvenlik sıkıntısı nedeniyle Türkiye’den özür dilemeye itmiştir.

Bu noktada cevaplanması gereken ‘Neden Türkiye’ sorusudur?

Suriye cihadının başarısında, Türkiye faktörü küçümsenmeyecek boyuttadır.

Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok yerinden cihada bedeni; maddi ve askeri yardım yapmak isteyenler, Türkiye’yi kullanmaktadır. Türkiye’nin bugün göz yumduğu birçok şeyi, yarın engellemesi, cihadın durmasına neden olmasa da, olumsuz etkilenmesine sebep olacaktır.

Bu sebepten Küresel Tuğyan ve İsrail, Türkiye’yle ilişkileri iyi tutmak istemekte ve taviz vermeyi göze almaktadır.

Anlaşıldığı üzere bu özür, kirli bir özürdür. Ancak Allah’ın İsrail’e takdir ettiği dünya rezilliği ve ahiret azabına engel olmayacaktır.

Diyarbakır’da Yaşanan Gerginlik

PKK ideolojik bir örgüttür. Marksist-Leninist bir çizgiye sahiptir. Sol örgütlerin karakteri olan ‘dine düşmanlık’ bu örgütte had safhadadır.

Bunun yanında, tahammülsüzlüğüyle var olmuş bir yapıdır. Ortaya çıkış yıllarında sol örgütlerle çarpışmış, Kürdistan bölgesinde var olan sol menşe’li örgütleri tasfiye etmiştir. Bölgede ‘tek güç’ olma sevdası bu tasfiyeyle dinmemiş, İslamî kesime yaptığı saldırılarla devam etmiştir.

Bölgede var olan İslamî yapılara ‘Bize katılın veya bölgeyi terk edin. Aksi takdirde sizi öldürürüz.’ tehdidini savurdular. Tehdidin üzerinden kısa bir zaman geçtikten sonra fiiliyata geçtiler. Bölgede bulunan İslamî hareket mensuplarını hunharca katletmeye başladılar. Bu saldırılara karşılık veren ve Allah’ın yardımıyla PKK’yı püskürten Hizbullah oldu. Birkaç yıllık çalışma neticesinde PKK ağır bir yenilgi alarak sahadan çekildi. O günden bu yana İslam’a olan kini her geçen gün arttı.

Şu bir gerçektir ki; Hizbullah cemaatinin savunma ve davet çalışması vesilesiyle büyük bir kitle, ateist olmaktan kurtuldu. 2000 sonrası, Hizbullah cemaati sivil toplum kuruluşu olarak yoluna devam etme kararı aldı. Şartların ve ortamın bunu gerektirdiği kanaatine vardılar. Birçok beyanlarında silahla aralarına mesafe koyduklarını, barış ve selam içerisinde çalışma yapmak istediklerini açıkladılar. Çatışma ve gerginlik dilinden şiddetle kaçındılar.

Hizbullah doksanlı yılların bölgeye verdiği zararı hesaba katıp, sağduyu çağrısında bulundukça, PKK’lılar azdılar. Nihayetinde Ubeydullah Durna adında bir şahsı mazlumca katlettiler.

Dicle Üniversitesi’nde yaşanan olaylar, bu kinin sahaya yansımasıdır…

Bir grup genç Kutlu Doğum etkinlikleri münasebeti ile afiş asmak istiyorlar. Bu etkinlik için rektörlükten izin alıyorlar. PKK taraftarları ‘Bu bölgede bizden izin almadan iş yapılamaz.’ diyerek gençlere müdahale ediyor, afişleri yırtıyorlar. PKK güç ve baskıyla var olmaya çalışan bir örgüt olması nedeniyle; ancak karşı duruş ve tepki dilinden anlıyor. ‘Vahşi bir hayvandan ürkmek, sadece onun saldırganlığını arttırır.’ özlü sözü mucibince gençler karşı duruyorlar. İki grup arasında kavga çıkıyor. Gerginlik, polis müdahalesiyle yatıştıktan sonra, iki camianın temsilcileri konuşuyorlar. Gerginlik çıkmaması ve yaşanılan hadisenin kapatılması üzere sözleşiliyor. Gençler bu söze güvenerek okula tedbirsiz gidiyorlar. Kışkırtma ve gerginlik vesilesi olmasın diye toplu değil dağınık geziyorlar. PKK taraftarları sayılarının az olmasını ve tedbirsizliklerini fırsat bilip, bıçaklarla gençlere saldırıyorlar. İkisi ağır yaralı olmak üzere dört genç yaralanıyor.

Bu ve buna benzer yaşanmış muhtemel hadiselerde duruşumuz şudur;

İslamî camiada faaliyet gösteren gruplarla aramızda itikadi ve menheci farklar bulunabilir. Ancak küfür, bu insanlara İslamlarından dolayı saldırırsa; İslam’ı müdafaa adına aynı safta bulunuruz. Saldıran kişi, karşıda bulunan grubun ismine ve ayrıştığımız noktaya saldırmıyorsa, Allah’a ve Rasûlü’ne düşmanlık ve İslam’a olan kininden bunu yapıyorsa -Van’da bulunan PKK yanlılarının ‘Kahrolsun Şeriat’ diye slogan atarak Diyarbakır’daki İslam düşmanlarına destek vermesi bunun kanıtıdır- onlara destek olmamızda hiçbir sakınca yoktur.

Bunun gibi dininden dolayı saldırıya uğrayan tüm halklara da bakışımız böyledir.

Bize göre itikad ve ameli anlamda hayatlarında şirk bulunabilir. Bu durum bizim onlara yardım etmememize engel değildir.

Çünkü; onlara saldıran ve mağdur eden kafir, İslam’a olan düşmanlığından ve o insanları Müslüman kabul ettiğinden bunu yapıyor.

Buralarda bulunmak, mazlumlara destek olmak; İslam’ın yanında yer almak ve kafirlerin karşısında durmak demektir.

Kirli Son

Ramazan el-Buti’nin kötü sonuna şahit olduk. Adalet sıfatıyla herkese yaşadığı hayata uygun bir son takdir eden Rabbimize hamdolsun.

El-Buti yazdığı kitaplar, ilmi seviyesi ve dünyada var olan ilmi faaliyetlere iştiraki nedeniyle, Müslümanlar tarafından gerçek yüzü bilinmeyen bir ilim adamıdır. Onu, ‘Fıkhu es-Sire’siyle tanıyan Müslümanlar, onun rabbani bir alim olduğunu zannettiler. Hakikatte, Suriye tağutu baba Esad’a destek veren, dilini, minberini ve kalemini onun tahtını sağlamlaştırmaya adamış bir bel’amdı.

Hama olaylarında dünya bu zulme ağlarken, o Esad ailesini savunup, mazlumlara lanet okudu. Düzeni koruma adına mücadele ehlini harici olarak ilan etti.

Baba Esad vefat edince, cenaze namazını kıldırdı. Gözyaşları içerisinde kıldırdığı cenaze namazının ardından Esad’ı öven, onun Allah tarafından ilhamla desteklenen bir şahıs olduğunu anlatan bir konuşma yaptı.

Sonra oğul Esad’a destek vermeye devam etti.

Suriye olayları patlak verince, safını net bir şekilde belli etti. Esad’ın meşruiyyetini ilan ederken, karşı tarafın gayri İslamî bir işe kalkıştıklarına dair hutbeler irad etti. Nihayetinde zahiri patlama gibi görünen bir Esad operasyonunda öldü. Rabbimiz ona yaşadığı hayata yakışır bir kirli sonu layık gördü. Her hadise güzel ve kirli son başlıkları altında incelenebilir. Ve her durumda biz Müslümanların alması gereken dersler vardır.

İlk olarak; saflarımızı kontrol etmeli, hangi safta olduğumuza dikkat etmeliyiz. İnsanın yer aldığı saf sonunun belirleyicisidir. Allah subhanehu ve teâlâ adaleti gereği insanın bulunduğu konuma uygun bir sonla onu karşılar. Meleklerin mücadelenin var olduğu ortamlarda canlarını aldıkları insanlara sordukları ilk soru ‘Neredeydiniz? Hangi safta yer alıyordunuz?’ sorusudur. Nisa suresi 97. ayet bunu desteklemektedir.

Bir başka ders, tâbi olmamız gereken alim portresinin ne olduğudur. Allah subhanehu ve teâlâ Kur’an’da alimleri, rabbani olanlar ve rabbani olmayanlar olarak iki kısma ayırmıştır. Bu Kur’ani öğreti ve yaşadığımız vakıa, sözüne itibar edip ümmetin önüne geçirilen alimlerin seçiminin basit bir mesele olmadığını göstermektedir.

Yazımıza kirli bir özürle başlayıp, tezgahlanmış kirli bir senaryo ile devam ettik. Ve sözde bir alimin kirli sonunu dile getirip yazımızı sonlandırıyoruz.

Rabbimizden basiret ve güzel bir sonla, razı olunmuş bir şekilde bu dünyadan ayrılmayı diliyoruz.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver