Kendi Yörüngesinde Dönen Çark: SİSTEM

Önce 12 Eylül, sonra 28 Şubat…Gündem darbelerle hesaplaşma üzerine işliyor. Doksan yıldır ülke gündemini darbeler ve sonrası meşgul etti. Geriye doğru bakılacak olursa; Türkiye tarihi darbe ve tasfiyeler tarihidir. Cumhuriyetin kendisi bir darbedir. Atatürk ve ekibi hilafeti ilğa edip, cumhuriyeti ilan etmekle, yeni düzeni darbe üzerine kurmuştu. Takrir-i Sükûn, Şark ıslah kanunu, İzmir suikastı darbe sonrası tasfiye için kullanılmıştı. Reformlar adı altında din hayattan silinmiş, muhalifler birer birer tasfiyeye uğramıştı. Büyük savaşlarda bitap düşmüş halk sindirilmişti. Bu hal 25 yıl kadar sürmüştü. İslam işlemez hale gelmişti. Darbeyi yapan azınlık, ülke kaynaklarını sömürerek müreffeh bir hayat yaşıyor, tüm dünyevi imkanlardan istifade ediyordu. Halk açlık ve yoksulluğun her türünü tatmıştı.

Bu dönemde demokrat parti sahneye çıktı. İlk seçimi ezici bir üstünlükle kazandılar.

Halkın bu denli teveccüh etmesinin nedeni 25 yıllık baskıydı. Ancak 10 yıl içerisinde 27 Mayıs darbesiyle, Menderes hükümeti devrilmişti. Düzelen ekonomi birilerinin iştahını kabartmıştı. Kendisini sistemin asıl sahibi görenler, ideolojik gerekçeleri öne sürerek yönetime el koymuştu. On yıllık birikim bu zümre tarafından talan edilmiş, baskı günleri başlamış, halk sıkıntılı günlere geri dönmüştü. İlginç olan; kurucu darbede olduğu gibi, darbe öncesi siyasi gerilim oluşturulmuş, halk tedirgin edilmişti. İnsanlar ‘ne olacaksa olsun’ haleti ruhiyesine getirilmiş ve ilk darbede olduğu gibi ekonomi, azınlık tarafından talan edilmiş, muhalifler idam, sürgün, zindan yöntemiyle tasfiye edilmişti.

Bu hal yirmi yıl kadar sürmüş, ülkede kaos ve siyasi gerilim hakim olmuştu. Halk psikolojik olarak ‘ne olacaksa olsun’ durumundaydı. Kendisini ülkenin sahibi gören Kenan Evren ve ekibi yönetime el koymuş, kaynaklar talana uğramıştı. Yüz yetmiş ton altının kayıp olduğu işin bilinen kısmıydı. Muhalifler bir önceki darbede olduğu gibi en acımasız yöntemlerle tasfiye edilmişti.

Yine sağ ve muhafazakar partiler sahneye çıkmış, halkın ciddi teveccühünü kazanmıştı. Özal ile başlayan rahatlık Erbakan ile zirveye ulaşmıştı. Ekonomi düze çıkmış halk kısmen rahatlamıştı. Bu dönemde öncekilerden ismen farklı, içerik ve işlev olarak daha tehlikeli olan 28 Şubat post-modern darbesi gerçekleşmişti.

Bankalar hortumlanmış, bilinen kısmı için 300 milyar dolardan söz ediliyordu. Savunma sanayi ihalelerinde 100 milyarlarca dolar devletin kasasından karşılıksız çıkmış, müthiş bir psikolojik harp başlamıştı. Muhaliflerin itibarları yerle bir edilerek tasfiye ediliyordu. Muhalif sesler basında linç ediliyor, her türlü iftira çökertilmiş, beyaz Türkler hortum, ihale vb. yöntemlerle eski güçlerine kavuşmuşlardı. Bu vurgun 2001 ekonomik kriziyle sonuçlanmıştı.

Akabinde sağ ve muhafazakar parti olan AKP sahneye çıktı. 10 yıl içerisinde ülke ekonomisi düzeldi. Demokrasi, insan hakları sloganları tekrar gündemin ana maddesini oluşturdu.

Bu noktada yoruma ihtiyaç olmadığı açıktır. Birileri tarihten ders alsa tarih tekerrür etmezdi. Bugün, düne ne kadar da benziyor! ‘Hürriyet, hürriyet’ diyerek İttihat terakkiye çanak tutanlar, hilafetin ilğasını ve askeri darbeyi hayal dahi etmemişlerdi Adnan Menderes ne kadar da rahattı. Kendisine ihbar edilen darbe girişimi ile ilgilenememişti. Ülkeyi nereden alıp nereye getirmişti, darbe için hiç bir neden yoktu. Hem Genelkurmay Başkanlığıyla da arası gayet iyiydi(!).

12 Eylül de askerci, vatancı ülkücüler darbeyle şoke olmuştu. ‘Zihniyetimiz iktidarda, biz ise cezaevlerindeyiz’ diyerek ağlıyorlardı. Oysa onlar bu ülke için hem ölmüş hem de öldürmüşlerdi.

Şimdikilerin selefi, Erbakan da rahattı. Ekonomi rahatlamış, halk destek vermişti. Hem radikal savrulmayı, İran türü bir inkılabı engellemiş sisteme en büyük hizmeti ifa etmişti. İslami çalışmaları, siyasi sahaya çekmişti, niye darbe olsundu ki(!)

Bu Allah’ın subhanehu ve teâlâ değişmez kanunlarındandır. Dünya karşılığında dinini satanlar ve yaptıklarını dinin maslahatı için meşru görenlere, dünyada rezillik, ahirette elim verici azap vardır.

Bugünlerde sistemi abat etmiş olmanın mağruriyetini izliyoruz. Oysa sistem aynı sistem, sadece el değiştirmiş vaziyette. Halk desteği, ekonomik verilerin iyi olması, kalıcılık alameti olmuş olsa hiçbir darbenin yaşanmamış olması gerekirdi.

Müşrikler Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem yöneticilik teklifinde bulunduklarında, şu manidar cevabı vermişti; “Ben bununla gönderilmedim. Ya bana tabi olursunuz ya da Allah aramızda hükmedinceye kadar sabrederim.” Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem gündemi ve vakıayı vahiy rehberliğinde okuyordu. Davet edildiği sistem; içinde Allah subhanehu ve teâlâ olmayan bir sistemdi. O gün birçok insan bu müthiş cevabı anlamamış olabilir. Fakat günümüz bu cevabın tefsiri gibi… Müslümanlar küfür sistemlerini ihya edip, bunalmış halkları oyalayıp, sisteme entegre etmek için gönderilmemişti. Müslümanlar ancak ilahi sistemi inşa etmek için gönderilmişlerdir. Onlar yeryüzünde halifeler ve oranın vârisleridir. Bu mübarek misyon varken, kokuşmuş ve kendi evlatlarını yemekten geri durmayan bir çarkın parçası olmak onlara yakışmaz. Burada kast edilen bir askeri darbenin olma olasılığı değildir. Bu bizler için gaybtır, ancak Allah’ın subhanehu ve teâlâ sünneti budur. Ait olmadıkları sistemleri abat edenler, yine o sistemin çarklarında parçalanırlar. İnsanlık tarihi bunun örnekleriyle doludur. Sadece cumhuriyet tarihinde yaşanan dört darbe bu hakikatin delili olmaya kafidir.

“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler. Onlar, güç bakımından kendilerinden daha üstün idiler, toprağı alt-üst etmişler (ekmişler, madenler, sular arayıp çıkarmışlar) ve onu, kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de, onlara açık delillerle gelmişti. Demek ki Allah onlara zulmetmiyordu, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.”  (30/Rum, 9)

Allah subhanehu ve teâlâ bu sünnetini bir darbeyle icra edebileceği gibi, başka bir yolla da icra etmeye kadirdir. İki ay öncesine kadar sistemin asli sahibi, perde arkasındaki aktör gibi böbürlenen ‘Gülen cemaatinin’ şu anki hali içler acısıdır. Abat edip, reklamını yaptıkları sistem onları da yedi ve yemeye de devam ediyor. Saldırı pozisyonundan, savunma pozisyonuna geçtiler. Ancak onlar Allah’ın subhanehu ve teâlâ bu sünnetine rağmen elleriyle icra ettikleri bu durumdan ders almamaya kararlı görünüyorlar. Gerçi yeryüzünde haksız yere kibirlenenler şerri ve kevni ayetleri anlayamazlar.

“Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar”  (7/Araf, 146)

•••

Bugünlerde çok konuşulan gündemlerden biri de eğitim reformuydu. Hükümete yakın çevreler ‘devrim niteliğinde’ diyerek 4+4+4 sistemini kamuoyuna duyurdular. Kur’an ve Siyer’in seçmeli ders olması sevinç ve zafer çığlıklarını ikiye katladı.

Yukarıda anlatılan duruma örnek olması açısından incelemeye değer bulduk. Sistem Bir Çarktır. Döndükçe başladığı noktaya döner. Ne kadar dönerse dönsün, asli yörüngesinin dışına çıkmaz.

Kibirleri nedeniyle, Allah’ın subhanehu ve teâlâ anlama ve görmesine engel olduğu insanlar şu soruyu sormuş olsalar mesele anlaşılacaktır.

Bu reformla ne elde ettik?

Cevap, sorunun kendisi kadar acıdır. 28 Şubat öncesine döndük. 28 Şubatla beraber İmam Hatiplerin orta bölümü kapatılmış, ilk öğretim kesintisiz sekiz yıl olmuştu. Katsayı problemiyle, meslek liseleri ve imam hatip liselerinin önü kapanmıştı. Önce katsayı problemi çözüldü sonra imam hatiplerin orta bölümüne tekrar açılma fırsatı sunuldu. Ancak bu sistem çarkının asli yörüngesinin dışına çıkmadan 28 Şubat öncesine dönüştür.

Acaba 28 Şubat öncesi razı olunan bir durum muydu? İşte Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem “Ben bununla gönderilmedim” cevabı bu sorunun cevabı niteliğindeydi. Menderes, Özal, Erbakan hepsi sevinç ve zafer çığlıkları atmışlardı. Hiçbiri sistemin yerinde durduğunu, yaptıkları reformların bir önceki darbe öncesine dönüş olduğunu kestirememişti. Onlar batıllarında yuvarlanıp giderken, sistem onları yutmuştu. AKP’nin sevinç çığlıkları ve yuvarlandığı gayya da farksızdır. Dün bugüne çok benziyor da, beşer hafızası nisyanla ma’lül olduğu için hatırlayamıyor!

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver