Huneyn Savaşı

— Acaba ne zaman eve döneceğiz?

— Ben Medine’yi özledim.

— Ben de annemin yemeklerini…

— Sen de hep mideni düşünüyorsun be abicim!

— Ben düşünerek iş yaparım kardeşim tamam mı. Buna tefekkür deniyor. Ben tefekkürü hayatımın her alanına yaydım.

— Yani Hubeyb, yemeği düşünmenin tefekkür olduğunu söyledin ya, sözün bittiği yer burası abicim.

— Ya tamam bırakın gereksiz konuşmaları da ne zaman eve döneceğimizi öğrenelim.

— Haklısın.

— Bence de…

Üç kafadar karargahta dolaşarak babalarını aramaya çıktılar. Dönüş gününü öğrenmekti niyetleri. Fakat geçtikleri her mıntıkada herkes bir telaş ve hazırlık içindeydi. Atının bakımını yapanlar, kılıcını keskinleştirenler, sadağındaki okları düzelten mücahidler vardı etrafta. Bir anlam veremedi çocuklar gördüklerine. Acaba Kureyş eski dinine mi dönmüştü? Yeni bir savaş mı kapıdaydı? Neler olduğunu hemen öğrenmeliydiler.

Rafi:

— Bu böyle olmayacak arkadaşlar. Bu kalabalıkta babalarımızı bulmamız mümkün değil. Peygamberin çadırına doğru gidelim. Elbet sorularımıza cevap verecek bir büyük buluruz, dedi. Hızla hareket ettiler. Merakları iyice artmıştı. Her asker kendi bölüğüne gidiyor, son hazırlıklar yapılıyordu.

Belli ki bu bir savaş hazırlığı idi. Peki ama kiminle olacaktı bu savaş? Ve müminler nereden aldılar saldırı haberini?

Sorular… Sorular… Diğer arkadaşlarını bilmiyordu ama, Rafi kendine kızmıyor da değildi. Ortalık bir hayli karışmış, onun ruhu duymamıştı. Nasıl da haberdar olmamıştı olanlardan?

Bir yandan koşuyor, bir yandan da hayıflanıyor, söylenip duruyordu. Adının seslendiğini bile duymamıştı. Taki bir el omuzundan tutana kadar:

— Selamun aleykum çocuklar. Hayırdır bu ne telaş? Babalarınızı mı arıyorsunuz?

— Aaa… Cafer Amca! Daha önemli bir şey arıyoruz.

— Neymiş bakalım daha önemli şey?

— Sorularımızın cevabını arıyoruz.

— Sorun bakalım belki ben biliyorumdur?

Hubeyb atıldı hemen:

— Neler oluyor Cafer Amca? Ne için kılıçlar bileniyor?

— Duymamış olmanıza çok şaşırdım. İslam’ı kabul etmeyen Arap kabileleri birleşmiş ve Müslümanlara saldırmak için hazırlık yapmışlar. Hatta acele etmez isek onları birazdan karşımızda dahi görebiliriz.

— Sahi mi?

— Evet , sahi.

— Kim bunlar?

— Birkaç kendini bilmez kabile.

— Görür onlar günlerini.

— Sayıları belli mi?

— Sayıları hakkında bilgim yok.

— Son soru Cafer Amca: Biz kaç kişiyiz?

— On iki bin.

— Uff… Ezeriz onları be tıpkı bir haşere gibi…

— On iki bin… Kim durur bu ordunun karşısında! Subhanallah…

Çocuklar Cafer’e teşekkür ederek hemen yerlerine dönmek için koştular.

Bir tek üç kafadar değildi orduyu güçlü gören. Müminlerin bir çoğu sayılarının çok olmasına güvenivermişti. ‘Bugün bu ordu asla mağlup olmaz’ diyorlardı.

Kendilerinden önce Huneyn vadiside dar boğaz ve geçitlere gizlenen müşrik okçulardan habersizdiler. Hazırlıklar tamamlandı ve Cumartesi Mekke’den ayrıldı ordu. Dört gün yol katettiler. Sabahın karanlığında Huneyn vadisine gelip, gizli düşman kuvvetlerinin varlığını hissetmeden vadiye inmeye başladılar. İslam ordusu inişini sürdürürken üzerlerine oklar yağmaya başladı. Düşman bir anda hücuma geçmişti. Müslümanlar geriye doğru çekiliyor, kimse kimseyi beklemiyordu. Bu çok acı bir mağlubiyetti.

Canım Peygamberimizin yanında ehli beytten birkaç kişi kalmıştı. Avazının çıktığı kadar bağırıyordu:

“Bana gelin ey Müslümanlar! Ben Allah’ın Rasûlü’yüm. Abdullah’ın oğlu Muhammed’im.” diyordu. Katırını kafirlere doğru sürmeye başladı:

“Ben Peygamber’im, yalan yok. Ben Abdulmuttalip’in torunuyum.” diyordu.

Amcası Abbas ve Ebu Süfyan, gitmesine mani olmak için katırın yularından tuttular. Bu defa da Rasûl ellerini semaya açarak:

“Allah’ım zaferini ve yardımını indir.” diye yalvarmaya başladı.

Bir yandan da amcası Abbas’a, ensar ve muhaciri çağırması için gür sesi ile bağırmasını emrediyordu. Abbas:

— Neredesiniz ey ensar topluluğu? Neredesiniz ey muhacirler, deyince yaklaşık yüz kişi bu sese ‘Lebbeyk’ diyerek karşılık verdi. Alelacele kılıçlarıyla koşmaya ve kafirlerle savaşmaya başladılar. Savaş alanını terk edenler de birbiri ardından toplandılar. Ve ortalık yeniden kızıştı. Rasûl yerden bir avuç toprak alarak:

— Yüzleri kızarsın deyip fırlattı…

Ve bu fırlatıştan bir iki saat geçmeden düşman perişan bir şekilde mağlup oldu. Savaşa gelirken kaçmamak için eşlerini, çocuklarını ve mallarını getiren müşrikler arkalarına bile bakmadan kaçıyorlardı. Bir çoğu da öldürüldü. Müminler ne olduğunu anlamadan 6000 esir, 24.000 deve, 40.000’den fazla koyun ve 153 kg. gümüşü ganimet olarak aldılar.

Herşey o kadar hızlı gelişmişti ki önce kendilerine aşırı güvenme nedeniyle bir bozgun yaşadılar. ‘Anam babam sana feda’ dedikleri Nebi’yi yapayalnız bırakıp kaçıştılar. Sonra hatalarını anlayıp döndüklerinde de kıyasıya savaştılar. Ve Allah, zaferin en şanlısını, ganimetin de en iyisini nasip etti onlara. Bizim ufaklıklar ne mi yaptı? Ne yapacaklar, ganimetten elde ettiklerini sayıp duruyorlar…

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver