Hitamuhu Misk

 

Tarih defterim! Hiçbir eşyaya nasip olmayan bir kısmet, sana nasip oldu. Canım Peygamberimin hayatını yazdım satırlarına. Şimdi, son görevimi yerine getireceğim. İleride Nebi’nin hayatını senden okuyanlar, şemailini de yani huy, ahlak, karakter ve dış görünüşünü de senden öğrensin.

“Benim canım Peygamberim  çok yakışıklı ve alımlıydı. Mübarek yüzü dolunay gibi parlardı. Orta boydan biraz uzun, uzun boydan biraz kısa idi.

Başı büyük, saçı dalgalıydı. Saçları kendiliğinden iki yana ayrılırsa öylece bırakır, toplamaz; bir taraf sarkarsa öyle bırakırdı. Saçlarını uzattığı zaman kulak memelerini geçerdi.

Teni beyazdı, alnı genişti, kaşları gürdü. İki kaşı arasında, kızınca beliren bir damar vardı. Burnu gayet güzeldi. Kaşlarına yakın kısmında hafif bir yükseklik, parlayan bir nur vardı. Dikkatli bakmayan adam, onu biraz kıvrık burunlu sanabilirdi.

Gür sakallı, iri gözlü, düz yanaklı idi. Ağzı geniş, dişleri inci gibi parlaktı. Dişleri seyrekti. Boynu sanki bir ışık hüzmesiydi. Endamı ve uzuvları uyumluydu, mutedildi. Etleri kesinlikle sarkık değildi. Karnı ile göğsü aynı seviyedeydi. İki omuzu arası geniş, omuz kemik başları kalındı.

Giderken ağır ağır giderdi. Ölçülü ve dengeli yürürdü. Yavaş, vakarlı, fakat hızlı yürürdü, yürürken sanki bir meyil iner gibiydi. Dönerken tüm vücuduyla dönerdi. Gözleri yere bakar hâlde olurdu. Yere bakışı göğe bakışından daha çok ve daha uzundu. Bakışları son derece anlamlıydı. Arkadaşlarıyla yürürken, onları önüne alırdı. Rastladığı kimseye ilk selamı o verirdi.

Birbiri ardınca hüzünlü düşüncelere dalardı. Daima düşünür haldeydi. Onun hiç rahatı yoktu.

Lüzumsuz ve boş konuşmazdı. Susması uzun olurdu. Söze başlarken de bitirirken de yumuşak konuşurdu. Söylemek istediğini tam anlatan kelimelerle, gayet güzel ve özlü konuşurdu. Sözlerinde ne fazlalık olurdu ne de eksiklik. Kaba değildi.

Hiç kimseyi küçümsemezdi. Az bile olsa nimete önem verirdi. Yiyecek ve içecekleri ne överdi ne de beğenmeyip kötülerdi.

Dünya ve dünyalık bir şey onu öfkelendirmezdi. Ancak haksızlık yapılınca öfkelenir ve haksızlık giderilinceye kadar hiçbir şey öfkesini durdurmazdı. Hiç kimseye ayrıcalık tanımaz, hakikati haykırırdı. Kendi nefsi için kızmaz ve onun için intikam almaya kalkışmazdı.

İşaret ederken, parmağıyla değil; eliyle işaret ederdi. Bir şeye hayret edip şaştığı zaman, avucunu çevirirdi. Konuşurken, sağ elinin ayasını sol elinin baş parmağıyla bitiştirirdi. Öfkelendiği zaman, can yakmaktan ve azarlamaktan kaçınırdı.

Gülerken gözlerini yumardı. Gülüşü, genellikle gülümseme olurdu, dişleri dolu tanesi gibi parlardı.

Evine izin isteyerek girerdi. Evindeki zamanını üç kısma bölerdi. Bir kısmını Allah’a, bir kısmını ailesine, bir kısmını da kendisine. Sonra da insanlara ayırırdı.

İleri gelen kimselerle sade kimselerle konuşur gibi konuşurdu. Onlardan hiçbir şeyi saklamazdı. Ümmete seviyelerine göre davranırdı. Herkese kendi durumuna göre değer verirdi. İnsanların dindeki niteliklerini önemserdi. Dinde bilgili olana daha başka bakardı.

İnsanların kiminin bir, kiminin iki, kiminin de birçok ihtiyaçları olurdu. Bunları da göz önünde tutar, ona göre davranırdı. Onlarla ihtiyaç ve maslahatlarına göre meşgul olurdu. Kendilerine lazım ve layık olanı onlara bildirirdi. Şöyle derdi:

‘Burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın! Bana ihtiyacını ulaştıramayanların ihtiyaçlarını bana ulaştırın! Çünkü ihtiyacını bildiremeyenlerin ihtiyacını yetkiliye ulaştıranın, Allah, kıyamet gününde ayaklarını kaydırmaz.’

Daima doğrunun yanındaydı, başkasını kabul etmezdi. İnsanlar, onun yanına geçici olarak girerler, ama tatmin olmuş bir hâlde çıkarlardı. Huzurundan birer öncü ve yol gösterici olarak ayrılırlardı.

Peygamber, dilini tutardı, ancak insanları birbirine sevdirecek, birbirleriyle kaynaştıracak şeyleri konuşurdu. Onları ürkütüp kaçırmazdı.

Her toplumun liderine önem verirdi, ikramda bulunurdu. Daha sonra onu toplumunun üzerine vali yapardı. Ona itaat etmelerini, güzel ahlakıyla ahlaklanmalarını tavsiye ederdi.

Arkadaşlarını özler ve sorardı. İnsanların durumlarını ve işlerini de sorardı. Güzele güzel, çirkine de çirkin derdi. İşi daima dengeli idi, tutarsız değildi.

Gaflet ederler korkusuyla, kendisi kesinlikle gaflete düşmezdi. Bezerler, usanırlar diye lüzumundan fazla söz söylemezdi. Daima hazırlıklı ve dikkatli olurdu. Hak ve hakikatten ayrılmaz, öbür insanların hakkı çiğnemelerine de izin vermezdi.

Onun yanında, insanların en üstün ve en iyileri, ihlas ve samimiyet bakımından en ileri olanlarıydı. Katında mertebe bakımından en büyükleri, insanlarla iyi geçinen ve yardımlaşmayı başaran kimseler olurdu.

Peygamber, herhangi bir fayda söz konusu olmadan, ne otururdu ne de kalkardı. Kendisine özel yerler edinmezdi. Belirli oturma yerleri edinmekten insanları nehyederdi. Bir topluluğun yanına geldiğinde, meclisin bittiği yere ilişip otururdu. Böyle yapılmasını da emrederdi.

Meclisindeki kimselerin her biriyle ilgilenir, farklı davrandığı izlenimini vermezdi. İhtiyacını gidermesi için onunla oturan veya onu ayakta tutan kimseye karşı sabırlı olur, o kişi ayrılmadıkça kendisi onu terk edip ayrılmazdı.

Biri kendisinden bir şey istediğinde, onu mutlaka verirdi ya da tatlı sözler söyleyerek onu savardı. Güler yüzlü oluşu ve herkese nazik davranışı, onu halka adeta baba yapmıştı. Herkes onun katında ve nazarında eşitti.

Meclisi bir olgunluk, sabır, güven ve hâya meclisiydi. Orada sesler yükselmez, namus ve haysiyetler çiğnenmez, kimseye sataşılmazdı. Gayet dengeli ve hâyalı idiler. Birbirlerine takva tavsiye ederlerdi. Son derece mütevazi idiler. Küçükler büyüklere saygı, büyükler de küçüklere sevgi ve şefkat gösterirlerdi. İhtiyacı olanları kendi nefislerine tercih ederler, garibe yardım elini uzatırlardı.

Allah Rasûlü, daima güler yüzlü, yumuşak huylu idi, sert ve kaba değildi. Gürültücü ve hâyasız da değildi. Kusur arayan, gereksiz yere insanları öven biri de değildi. Arzulamadığı şeylere kulak asmazdı. Kimseyi umutsuzluğa düşürmezdi. Herkese ümit verici davranırdı.

Üç şeyden uzak dururdu: Gereksiz yere tartışmak, fazla konuşmak ve kendisini ilgilendirmeyen şeylere ilgi duymak.

İnsanlarla ilgili şu üç şeyden de uzak dururdu: Kimseyi kötülemez, kimsenin kusurunu, gizlisini ve ayıbını araştırmazdı.

Ancak fayda umduğu şeyleri söylerdi. Konuştuğu zaman, yanındakiler sanki başlarında kuş varmış gibi sakince başlarını eğerlerdi. Ancak o sustuğu zaman konuşurlardı. Yanında tartışmazlardı. Biri konuştuğu zaman herkes susar ve onu dinlerdi, sözünü bitirinceye kadar söze girmezlerdi.

Onların konuşmaları da bir başkaydı. Onların güldükleri şeye o da gülerdi, hayret ettiklerine o da hayret ederdi.

Gelen yabancının, aşırı ve mantık dışı davranışlarını sabırla karşılardı, onu azarlamazdı. Arkadaşları bazen buna kızarlardı da o, onları sakinleştirir, şöyle derdi:

‘Böyle kimseleri gördüğünüzde, ona gerçeği gösterin!’

Övgüyü; ancak hakkını verenden kabul ederdi. Kimsenin sözünü kesmez, bitirmesini beklerdi. Adam, ya bitirir ya da kalkıp giderdi.”

 Ve ey satırlar şahidim olun:

Ben onun hak Nebi olduğuna iman ettim.

Bir canım olsa onu uğruna feda ederim.

Rafi…

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver