Her Mümine Yardım Etmek Zorunda mıyız?

Allah’ın (cc) adıyla

Allah’a hamd, Resûlü’ne salât ve selam olsun.

Es-selamun aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu.

Rabbim sizlere af ve afiyet ihsan eylesin. Derecelerinizi yükseltsin. Her nerede olursanız olun sizi sevdiği, razı olduğu ve mübarek kıldığı kullardan eylesin. Beni soracak olursanız hamd olsun iyiyim. Sizlere duacıyım ve sizlerden dua beklemekteyim.

Bu yıl dergimizde bir dizi yenilik yaptık. Kardeşlerimizin öneri ve eleştirileri doğrultusunda yeni adımlar atmaya devam edeceğiz. Bu yeniliklerden birini sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Başyazı” ve “Vahyin Rehberliğinde” makalesi tek bir yazıda toplanacaktır.

Kardeşlerden gelen sorulara cevap vereceğimiz yeni köşemizin adı “Hasbihâl”dir. Öneri ve istek üzerine attığımız bu adım, “Pazar Sohbetleri” ardından yaptığımız soru cevap minvalinde olacaktır. Yoğunluklu olarak itikadi ve menhecî meseleler, Tevhid ve Sünnet davetinin karşılaştığı iç/dış problemler ve güncel meseleler ele alınacaktır. Çaba bizden tevfik Allah’tandır.

Soru: 3. Dünya (Paylaşım) Savaşı Söylemi Gerçekçi midir? Böyle Bir Durumda Muvahhidler Nasıl Pozisyon Almalıdır?

Mevcut vakıayı şer’i veya siyasi yönden tahlil eden hemen herkes, dünyanın yeni bir savaşa gebe olduğunu görmektedir. Kimi tahliller bir adım ileri giderek savaşın başlamış olduğunu, coğrafyada devam eden vekalet savaşlarının bu savaşın ön cephesi olduğunu söylemektedir. Takdir edersiniz ki siyasi değerlendirmeler kesinlik ifade etmez, zandır. Bu nedenle siyasi tahlilleri bir kenara koyup, şer’i açıdan soruyu cevaplamaya çalışalım.

Allah’ın (cc) değişmez sünnetlerinden biri şudur: Bir zümre haksız yere büyüklenir, ekini ve nesli ifsad eder, toplumun din, can, mal, akıl ve namus güvenliği kalmazsa Allah savaşlar yoluyla zalim ve mufsid topluluktan intikam alır.

“… Şayet Allah insanların bir kısmını diğer bir kısmı (ile tarih sahnesinden silip) savmasaydı, yeryüzünde düzensizlik/kaos/bozgun olurdu. Fakat Allah âlemler üzerinde büyük bir lütuf ve ihsan sahibidir.” [1]

“Allah, insanların bazısını diğer bir kısmıyla savıp (yeryüzünde bozgunculuk yapmalarına engel olmasaydı) şüphesiz ki manastırlar, kiliseler, havralar, içinde Allah’ın adının çokça anıldığı mescidler yıkılırdı. Elbette Allah, kendisine yardım edene yardım edecektir. Şüphesiz ki Allah, (güç ve kuvvet sahibi olan) Kaviy, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz’dir.” [2]

Allah’ın (cc) değişmez yasalarından olan bu sünnet, tarihte birçok kere yaşanmıştır. Persler, Romalılar, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlı ve daha nice imparatorluklar, bu savaşların ardından kurulmuş ve yine bu ve benzeri savaşların ardından yıkılmıştır.

Mevcut duruma baktığımızda; azgınlık, ifsad ve büyüklenme yaşamın her alanına sirayet etmiştir. %1’ini oluşturan azınlık, kalan %99’u dini, mali ve siyasi yönden sömürmektedir. Bu durumda Allah’ın (cc) sünnetinin tahakkuk edip azgın azınlığı tarih sahnesinden silmesi an meselesidir.

İçinde bulunduğumuz süreç, bir başka açıdan bakıldığında Allah’ın (cc) şu sünnetini hatırlatmaktadır:

“Kendilerine hatırlatılan (öğüdü) unuttuklarında üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Kendilerine verilenlerle sevinmeye/şımarmaya başlayınca onları ansızın yakalayıverdik. (Azabı gördüklerinde kurtulmaya dair) tüm ümitlerini yitirenlerden oldular. Böylece o zalimler topluluğunun (kökü kurutulup) arkaları kesildi. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.” [3]

İnsanlık kendisine verilen öğüdü unutmuş durumdadır. Allah’ı birleme öğüdüne sırt çevirip şirke; takva öğüdüne sırt çevirip fahşa ve münkere yönelmiştir. Allah (cc) “her şeyin kapısını” insanlığa açmıştır. Bilim ve teknolojinin sunduğu imkânlar biraz da bu sünnetle ilgilidir. Bir diğer dikkat çekici unsur; insanlar elde etikleri nedeniyle sevinip şımarma hâlini yaşamaktadır. Bunun bir adım sonrası insanlığın azapla yakalanmasıdır. Toplu helaklar, 1 ve 2. Dünya (paylaşım) savaşlarında olduğu gibi savaşlarla olmaktadır. Allah’ın sünneti muhakkak vuku bulacak, bu zulüm sistemleri yıkılacak ve yeni bir düzen kurulacaktır. Biz muvahhidler, Allah’ın rahmetini umar ve bu yaşanacak süreçte bizi hakka hidayet etmesini dileriz.

Nasıl bir yol izleyeceğiz? Öncelikle şu noktada anlaşalım: Bir şey yaşanmadan önce ona dair yapılan tüm değerlendirmeler birer öngörüden ibarettir. Öngörüler kesinlik ifade etmez, temennidir. Bu gerçekliği aklımızda tutarak, bir umudumuzu paylaşmak istiyorum: Allah Resûlü (sav) tam da böyle bir zamanda zuhur etmişti. O günün iki süper gücü olan Rum ve Farslar paylaşım savaşı vermekteydi. Dini temsil eden Yahudilik ve Hristiyanlık tahrif edilmiş ve din adamları halkı sömüren birer din tüccarına dönüşmüştü. Ahlak ve erdem sahipleri toplum içinde barınamaz olmuş; dağlara ve mağaralara sığınmıştı. Allah Resûlü (sav) büyük devletlerin savaşına taraf olmadı. Sessiz, kararlı ve programlı bir şekilde insanları Allah’a davet etti. Bulunduğu coğrafyada emniyetli bir yer arayışına girdi. Çünkü İslam daveti kaosun olmadığı, can ve mal emniyetinin olduğu, insanların düşünmeye fırsat bulduğu yerde kökleşir, güç olur ve tüm dünyaya yayılacak imkânlara kavuşur. Taif denemesi, Habeşistan’a yapılan iki hicret ve panayırlarda Arap kabilelerle yapılan görüşmeler bu arayışın sancısı ve pratiğidir. Bu arayışlar, Allah’ın yönlendirmesiyle şu sonucu verdi: Yahudiler uzun zamandır “son peygamber” propagandası yaparak, Yesriplileri Resûlullah’ın davetine hazırlamıştı. Allah, Resûlü’nü ve ashabını Medine’ye sevk etti. Allah (cc) Resûlü’nün stratejisi yine değişmedi. Devletlerin savaşına taraf olmadı. Yerleştiği topraklarda iyice kök salmak ve yakın tehlikeleri güç ve imkân nisbetinde bertaraf etmeye başladı. Çünkü o hikmet peygamberiydi. Doğru zamanda doğru sözü söyleyen, doğru zamanda isabetli tavır belirleyen ve düşmanından önce kendini ve imkânlarını tanıyan bir liderdi.

O (sav) daha ilk günden Roma’ya, Farslara ve sair devletlere savaş açmadı. Ne yaptı? İnsanları Allah’a davet etti. Davete icabet edenleri eğitti. Davet için emin bir belde oluşturdu. Sessiz, kararlı ve programlı bir şekilde, güç ve imkânlarını gözeterek adım adım genişledi. Tüm Arap yarımadası Fars ve Rum savaşını konuşurken, O olaylardan haberdar olmak ve temennilerde bulunmakla beraber, yalnızca kendi gündemine odaklandı. Ve çeyrek asır içinde tevhidi yani adalet ve esenliği dünyaya taşıyan en büyük güç hâline geldi. Umuyorum ki dünya devletlerin birbirine düşeceği bu yeni savaşta muvahhidler olarak Resûlullah’ı örnek almaya muvaffak oluruz.

Soru: Her Mümine Yardım Etmek Zorunda mıyız?

Allah’ın (cc) üzerimizdeki sayısız nimetlerinden biri, bizleri iman bağıyla kardeş kılmasıdır. Rabbimiz bizleri kardeş kılmakla beraber, birbirimize karşı bazı haklar belirleyerek, kardeşliğin çerçevesini çizmiştir. Bu hak ve sorumluluklardan biri de kardeşin kardeşe yardım etmesi, onun derdiyle dertlenmesi ve ihtiyaç anında onun yanında olmasıdır.

“Onlar ki başlarına bir haksızlık geldiğinde yardımlaşırlar.” [4]

“… Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz! Müslim, Müslimin kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu küçümsemez…” [5]

“Birbirlerine merhamet etme ve yardımlaşmada müminler, bir beden gibidir. Onun bir organı hastalansa, sıtma hastalığı misali tüm vücut aynı acıyı hisseder.” [6]

Bu kısa açıklamayla beraber belirtmeliyim ki zikrettiğimiz naslar mutlak değildir, Kur’an ve sünnet bütünlüğünde nasları tedebbür ettiğimizde, aşağıda zikredeceğimiz bir tafsilatla karşılaşırız.

a.

Yardım istenenin güç ve imkân sahibi olmaması: Bir mümin yardıma muhtaç olabilir ve sizden yardım isteyebilir. Ancak sizin ona yardım edecek güç ve imkâna sahip olmanız gerekir. Allah (cc) hiçbir insana gücünden fazlasını yüklemez

[7]

ve bizden gücümüz nisbetinde kendisinden korkmamızı emreder.

[8]

Allah Resûlü (sav) Mekke’de ashabına işkence edildiğini görüyor, onlara sabır tavsiye ediyor ve cennetle müjdeliyordu. Yasir ailesi bu örneklerden sadece biridir. Sümeyye ve Eşi Yasir günlerce süren işkenceden sonra şehit edildiler. Nebi: “Sabredin ey Yasir ailesi! Sizin buluşma yeriniz cennettir.” demekten başka bir şey yapamıyordu; çünkü onlara yardım edecek gücü yoktu.

b.

Yardım isteyenin azgın bir şahsiyet olması:

“Ahalinin farkında olmadığı bir zamanda şehre girdi. Orada kavgaya tutuşmuş iki adam gördü. Biri kendi taraftarlarından, diğeri düşmanlarından. Onun taraftarlarından olan, düşman olana karşı (Musa’dan) yardım istedi. Musa ona yumruk attı ve onu öldürdü. Dedi ki: ‘Bu, şeytanın işidir. Şüphesiz ki o, apaçık saptırıcı bir düşmandır.’ ” [9]

İsrailoğullarından bir mümin Musa’dan (as) yardım istiyor. Musa hiç düşünmeden yardıma koşuyor. Ancak bir gün sonra aynı adamın başka biriyle kavga ettiğini görüyor. Bu defa hemen yardım etmiyor ve farklı bir yol izliyor.

“(İşlediği cinayet nedeniyle) şehirde korku içinde ve etrafı gözetleyerek sabahı etti. (Bir de ne görsün!) Dün kendisinden yardım isteyen kişi (yine) ona seslenip yardım istiyor. Musa ona dedi ki: ‘Sen apaçık azgın bir kişisin.’ O ikisinden düşman olanı yakalamak isteyince, Musa’ya dedi ki: ‘Ey Musa! Dün birini öldürdüğün gibi bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen, sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyor, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun.’ ” [10]

Yardım isteyenin azgın bir şahıs olduğunu belirtiyor ve ilk olayda olduğu gibi düşmana vurmak yerine yalnızca ayırıyor, düşmanı tutmak istiyor. İlkinde aktif olarak olaya müdahale eden Musa (as), ikincide pasif müdahalede bulunuyor ve yalnızca düşmanı yakalamaya yelteniyor.

Yardım isteyen mümin azgın tabiatlı ve şerli bir insan/grup ise; yapılacak yardım onları ıslah etmeyip azdıracaksa, onlara pasif bir yardımda bulunabilir. Bu da mümkün değilse yardım terk edilebilir.

c. Antlaşma durumunda olması: Müminler bir toplulukla antlaşma yapmış ve yardım isteyenlere yapılacak yardım bu antlaşmaya aykırı ise; yardım etmezler. Hudeybiye antlaşması tamamlandığında, Ebu Cendel (r.a) zincirleri ve prangalarıyla antlaşma yapılan alana geldi. Antlaşma gereği Resûlullah (sav) onu babasına geri verdi. Bu durum sahabeye o kadar ağır geldi ki Ömer (r.a) bu manzara sonrası Allah Resûlü’ne gelip o meşhur itirazını yöneltti.[11]

Sonuç olarak; Müslimler yardım talebinde bulunan kardeşlerine yardım etmekle mükelleftirler. Bu kardeşlik hukukunun bir gereğidir. Ancak yukarıda zikredilen şartlar durumunda yardım etmeyebilirler.

Soru: Eleştirilere Nasıl Yaklaşmalıyız?

İslami harekete yöneltilen eleştirileri iki kısma ayırabiliriz.

1. Dışarıdan gelen eleştiriler: Dışardan kastım kafirlerin yaptığı eleştirilerdir. Müminleri yalanlamak, küçümsemek, niyetlerini sorgulamak, dini ifsad etmekle suçlamak gibi eleştiriler.[12]

Şirk ehlinin eleştirileri tevhid daveti olduğu sürece var olacaktır. Bu eleştiriler karşısında Allah (cc) şu tavsiyelerde bulunur:

“Andolsun ki onların söylediklerinden dolayı göğsünün daraldığını (çok sıkıldığını) biliyoruz. (Bu sıkıntıdan kurtulmak için) Rabbini hamdiyle tesbih et ve secde edenlerden ol. Yakin (ölüm) sana gelinceye dek Rabbine ibadet/kulluk et!” [13]

“(Öyleyse) onların söylediklerine sabret! Güneş doğmadan ve batmadan önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün iki ucunda tesbih et ki (Rabbin senden, sen de Rabbinden) razı olasın.” [14]

2. İçerden gelen eleştiriler: İçerden kastım müminlerden veya İslami gruplardan gelen eleştirilerdir. İçerden yöneltilen eleştiriler bir elekten geçirilmelidir. Zira eleştiri yapıcı bir nasihat olabileceği gibi; yıkıcı bir fitne de olabilir. Kur’an bize şunu öğretir: Münafıklar, kalbi hastalıklı olanlar ve asılsız haberlerle hareket eden ğafiller/fasıklar, müminleri eleştirebilir. Zahiren müminlerden görünen bu insanlar bozuk niyet ve hatalı üslupla eleştiri yaparlar. Bu eleştirilere karşı Allah (cc) müminleri uyarır, onlara kulak verenleri kınar ve güç ve imkâna bağlı olarak buna engel olmalarını ister.

“Andolsun ki münafıklar, kalbinde hastalık bulunanlar ve Medine’de asılsız haberleri yayanlar, bu (yaptıklarına) bir son vermezlerse seni onların başına musallat ederiz. Sonra da orada çok az bir süre sana komşuluk edebilirler. Mel’unlar olarak… Nerede bulunurlarsa yakalanır ve (kökleri kuruyana dek) öldürülürler. (Bu,) önceden yaşamış olanlar hakkında Allah’ın sünnetidir/yasasıdır. Sen, Sünnetullah’ta hiçbir değişiklik bulamazsın.” [15]

Bunun dışında yapıcı eleştiri yani nasihat vardır. Müminin mümin kardeşini ıslah etmek için yaptığı, emri bi’l ma’ruf ve nehyi anil münker babından olan her türlü faaliyet bu kapsamdadır.

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. Allah’ın rahmet edecekleri bunlardır işte. Şüphesiz ki Allah, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.” [16]

Bu nasihatlere kulak vermek ve gereğini yapmak her Müslimin asli görevlerindendir.

Yıkıcı Eleştiri ile Nasihati Nasıl Ayıracağız?

• Nasihat, nasihata muhtaç olana yapılır. Yıkıcı eleştiri muhataba değil; muhatabın gıyabında veya ulu orta yerde yapılır.

• Nasihat eden, nasihat ettikten sonra görevinin bittiğini düşünür. Çünkü Resûlullah dahi insanlara zorla bir şey yaptırma gücüne sahip değildir. Yalnızca uyarır, hatırlatır ve tebliğ eder. Yıkıcı eleştiri sahibi ıslahı değil, nefsini tatmin etmeye çalıştığından, sürekli konuşur. Konuştukça vicdanen rahatsız olur. Vicdanının sesini bastırmak için daha fazla konuşur. Kendini fısk ve adavete sürükleyen bir kısır döngü içine girer.

• Nasihat; açık, net ve anlaşılırdır. Biri İslam’ın yasakladığı bir şey yapmış, sınırları çiğnemiş veya bir vacibi terk etmiştir. Yıkıcı eleştiri kapalı, bulanık ve anlaşılmazdır. Eleştiri yöneltilen konu ihtilaflıdır, mübah olan tercihlerde veya bir yapının maslahatı için belirlenmiş kurallardadır. Bu sebeple sonuç elde etmek mümkün değildir.

• Nasihatte gaye; Allah’ın rızası ve müminlerin ıslahıdır. Dinleyene huzur verir, manevi soğukluğu giderir, kardeşlik bağlarını güçlendirir. Yıkıcı eleştiri önce sahibini sonra eleştiri yönelttiği insanları yıpratır. Nasihat ortamından kalkan manevi bir hafifleme; eleştiri ortamından kalkan vicdanen rahatsızlık duyar.

• Nasihatçinin insan ilişkileri yapıcı, ahlakı güzeldir. Ticaretinde, aile hayatında ve İslami çalışmada çevresine sevgi, merhamet ve huzur yayar. Eleştiri ahlakına sahip insanlar kendileriyle ve çevreyle kavga içindedirler. Eleştirici kendi varlığından rahatsız olduğu gibi; insanlar da onun varlığından rahatsızdır.

• Nasihat hatanın akabinde uygun zamanda yapılır. Eleştiri ise kaybedilen bir menfaat veya korkulan bir zarar sonrasında yapılır. Çoğu zaman ticari bir anlaşmazlık, bir hatadan dolayı kınanma, görevden alınma vb. durumlar sonrasında yaşanır.

• Nasihat edenin amacı ıslahtır; buna binaen yalnızca muhatabına konuşur. Yıkıcı eleştiri yapanın amacı bozgunculuktur; buna binaen günahına ortak arar. Ne kadar fazla insanı bu günaha ortak ederse o kadar mutlu olur. Zira ona “bozgunculuk yapma” dendiğinde beraber bozgunculuk yaptığı insanları örnek gösterecek ve suçu dağıtmış olacaktır.

Şayet karşılaştığımız şey bir nasihatse; kulak vermeli, kardeşimize teşekkür etmeli ve bize böyle kardeşler ihsan ettiği için yüce Allah’a hamd etmeliyiz.

Karşılaştığımız şey yıkıcı eleştiriyse; eleştiriden ve sahibinden Allah’a (cc) sığınmalı, bizi günahına ortak kılmasına müsaade etmemeli, kardeşlerimizi bu yıkıcı desiseden haberdar etmeliyiz.

Şunu hiç unutmamalıyız: Hareketin olduğu yerde mutlaka eleştiri olacaktır. Resûller dahi eleştirinin önüne geçememiştir. Eleştirileri bitirmek gibi imkânsız hedeflerdense; eleştirilere karşı İslam ahlakıyla ahlaklanmayı, kendimizi ve kardeşlerimizi müdafaa etmeyi öğrenmeliyiz.

Soru: Nasıl Bir Ortamda Kalıyorsunuz? Günleriniz Nasıl Geçiyor?

2016 yılında Silivri 4 no’lu cezaevinde kardeşlerle bir arada kalıyordum. Sevkim olduğunu söyleyerek beni bu “Tipsiz” cezaevine getirdiler ve: “Güvenlik gerekçesiyle bundan sonra tek kalacaksın.” dediler. Ben de: “Beni kardeşlerimden mi koruyorsunuz? Siz bana zarar vermezseniz kimsenin zarar vereceğine inanmıyorum.” demiştim. Bu gerekçeyle tek tutuluyorum, zannımca tek kalmaya da devam edeceğim.

Genişliği 5, uzunluğu 8 adım olan bir tekli odadayım. Banyosu, lavabosu, mutfak tezgâhı, yatak ve masasıyla beraber, hareket alanı yarı yarıya düşüyor. Odayla aynı ölçülerde bir de bahçem var. Bahçe kapısı sabah 8’de açılıyor, akşam güneş batımında kapatılıyor. Odaların yapısı nedeniyle kimseyi görmem, yüz yüze iletişim kurmam mümkün değil. Fakat yakınımda bulunan odalarla yüksek sesle iletişim kurabiliyorum. Cezaevlerinde kalmış kardeşlere tarif etmek isterdim lakin bu cezaevi Türkiye’de tek olduğundan başka bir cezaevine benzetemiyorum. Başkan’ın muhaliflerini ağırladığı, “Zulümde VİP” cezaevi… Hamd olsun ki odaların genişliğine onlar, gönüllerin genişliğine Allah hükmediyor. Yine hamd olsun ki ortamın fiziki yapısına onlar, manevi yapısına Allah hükmediyor. Allah (cc) bize annelerimizden daha merhametli olduğundan, O’nun rahmet ve yardımını her an yanımızda hissediyoruz… O’nun yakınlık, rahmet ve yardımını hissetmediğimiz olmuşsa bu, bizim kendi günahlarımız ve kusurlarımız sebebiyledir. O’nu her türlü eksiklikten tenzih ederim.

Günümü kaba bir tasnifle üç parçaya bölüyorum. Birinci bölümde ilmi okumalarımı yapıyorum. İkinci bölümde yazı yazıyorum. Hamd olsun “Tevhid Meali” bitti. Şu anda “Esmau’l Hüsna” çalışmasını bitirmeye uğraşıyorum.

Sizlerden de bu konuda dua isterim. Son bölümde ise belirlediğim sabit bir listeden ihtiyacım olan, farklı alanlardaki kitapları okuyorum. Haftanın bir gününü mektuplara cevap yazmaya ayırıyorum. Çoğu zaman bitiremesem de, sırasıyla mektuplara cevap vermeye gayret ediyorum. Bunlara ek olarak her gün 45 dk-1 saat arası tempolu yürüyüş yapıyorum.

Kaldığım cezaevinde sosyal faaliyetler çok kısıtlı. Haftada yalnızda 1 saat. Mustafa Hoca tahliye olduktan sonra, faaliyete çıkmayı bırakmıştım. Ancak hamd olsun, son bir aydır, cezaevinde kalan bir başka hocamızla faaliyete çıkıyorum.

Tabii Hanzala’yı unutmamak lazım. Sürekli beni kaçırma planları yapıyor. İlk planı, beni sessizce kaçırıp, karşımıza çıkacak görevlileri çöp kutusuna atmak üzerineydi. Bu planı anlatırken o kadar çok güldü ki; planımız akamete uğradı. İkinci planı; cezaevine kanat getirecekmiş, ben de o kanatları takıp uçacakmışım. Diyemedim ki “Oğlum! Maalesef üstümüzü demir tellerle kapattıkları için (Başkan’ın VİP ikramı) kanat taksak da uçamıyoruz.”

Soru: Ankara’da Dergi Binamız Mühürlendi. Bu Olaya Nasıl Yaklaşmalıyız?

Her hâlükârda yüce Allah’a hamd eder, O’nu (cc) tüm eksikliklerden tenzihe ederiz. O bizim dostumuz ve mevlamızdır. Hasbunallah ve ni’mel vekil, ni’mel Mevla ve ni’me’l Nesîr.

Hiç şüphesiz bu gibi olaylar; Allah’ın (cc) ve Resûlü’nün (sav) bize vadettiğidir. Allah ve Resûlü doğru söylemiştir. Rabbimizden dileğimiz, yaşanan olayların iman ve teslimiyetimizi arttırmasıdır.

Küfür ehli Allah’a ve tevhid davetine olan düşmanlıklarını sergiliyor… Biz de iman ehli olarak sabır ve takvayla direnecek, Allah’a (cc) tevekkül edecek ve zulüm karşısındaki parolamızı tekrar edeceğiz: Hasbunallah ve ni’mel Vekil, ni’mel Mevle ve ni’mel Nesîr.

Biz onlar gibi köksüz, türedi ve varlığı bir asrı doldurmayan bir topluluk değiliz. Davetimiz Âdem’le (as) başladı, yüz binlerce peygamber eliyle yayıldı, İbrahim’le (as) zirveye ulaştı, Allah Resûlü’yle (sav) kemale erdi ve kıyamete kadar devam edecektir. Sahte ilahların hak ilaha, şirkin tevhide, köleliğin ubudiyyete ğalebe çaldığı nerde görülmüştür? Onlar lisan-ı hâlleriyle bize şöyle diyorlar:

“Demişlerdi ki: ‘Bir tek Allah’a ibadet edelim ve babalarımızın ibadet ettiği (ilahları) bırakalım diye mi bize geldin? Şayet doğru sözlüysen vadettiğin (azabı) getir (bakalım)!’ ” [17]

Biz de lisan-ı hâlimiz ve lisan-ı makalımızla, şöyle diyoruz:

“Gerçekten Rabbinizden size şiddetli bir azap ve öfke gelecektir. Sizin ve babalarınızın isimlendirdiği ve Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği şu isimler hakkında benimle tartışacak mısınız? Bekleyin (bakalım)! Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” [18]

Rabbimize niyazımız, onları İslam’a ve tevhide hidayet etmesidir. Hidayet etmeyecekse gözlerimizi şu ayetle aydınlık kılmasıdır.

“Onu ve onunla beraber olanları, tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanların ise (kökünü kurutarak) arkalarını kestik. Onlar mümin de değillerdi.” [19]

Ankara’da yaşayan kardeşlerim, baskılardan yılmasınlar. Bilsinler ki; tevhid davetine yapılan bu baskılar, davetin önü alınamaz şekilde yayılması ve müstekbir tağutları rahatsız etmesindendir. Allah’ın (cc) onları size musallat etmesi; sizleri arındırıp safları temizlemesi, ilahi yardımı geciktiren günahları dökmesi ve sizi dine ensar olmanız için eğitmesidir. Demek ki Rabbimiz, davetin daha çok duyulmasını istemektedir.

Zira Allah, daveti duyurmak istediğinde, kâfirleri ona musallat eder ve düşmanların eliyle daveti yayar. Bu, Allah’ın (cc) değişmez sünnetidir. Ki bu sünnetin en hayırlı şahidi Tevhid ve Sünnet cemaatidir.

Bize düşen sabır ve takvayla direnmektir.

“Size bir iyilik dokunması onları üzer, başınıza bir musibetin gelmesiyle sevinirler. Şayet sabreder ve korkup sakınırsanız onların tuzakları size hiçbir zarar vermez. Allah, onların yaptıklarını kuşatandır.” [20]

Bu, böyledir. Bu, Allah’ın vaadidir. Bu, batılın beynini parçalayan hakkın sesidir: Sabır ve takva ilahi bir zırhtır; muvahhidi müstekbir, mele ve tağutların tuzaklarından korur.

Tehditler karşısında korkan, teklifler karşısında tereddüt eden, yani sabır ve takvayla direnmeyenler kokuşmaya, bozulmaya ve zillete mahkûmdurlar.

Unutmayın: Zulmün çoğalması ve çeşitlenmesi, zalimin kötü akıbetini çabuklaştırır. Zulüm ahtapot gibidir; çoğalıp çeşitlendikçe zalimi kuşatır. Zalim dünyada da ahirette de kendi zulmünün kurbanı olur. Allah Resûlü’nün (sav) buyurduğu gibi; “Zulüm, kıyamet gününde zulumattır/sahibini boğacak karanlıklardır.” [21]

Ne bekliyoruz? Allah’ın hakkında zulme sapanlar[22], kullar hakkında adil mi olacaklar? Hayır elbet! Zalim zalimliğini yapacak; bizler de Allah’ın ayetlerinin okuyarak zalimden, zulümden ve zulme meyletmekten Allah’a sığınacağız.

“Şüphesiz ki kâfir olan ve (insanları) Allah’ın yolundan alıkoyanlar, (hakka geri dönmeleri zor) uzak bir sapıklıkla sapıtmışlardır. Şüphesiz ki kâfir olan ve zulmedenleri, Allah bağışlayacak ve onları bir yola hidayet edecek değildir. (Onları ileteceği tek yol) içinde ebedî kalacakları cehennem yoludur. Ve bu, Allah’a kolaydır.” [23]

Soru: Terk Edemediğim Bir Günahım Var. Bana ve Cemaatime Zarar Vermesinden Korkuyorum. Bulunduğum Cemaati Terk Etmeyi Dahi Düşündüm. Bana Ne Tavsiye Edersiniz?

Kıymetli kardeşim! Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; kişinin günahlarını dert edinmesi ve günahın kötü akıbetinden endişe etmesi Allah’ın bir lütfudur. Kalbin masiyet sebebiyle acı duyması, onda hayat olduğunun ve henüz ölmediğinin alametidir. Araplar: “Ölmüş cesed yaradan acı duymaz.” derler.

Şu tespitinde haklısın: Masiyet, hem kişiye hem de içinde bulunduğu muvahhid topluluğa zarar verir. Uhud yenilgisinin sebebinin ashaptan bazısının itaatsizliği ve daha önceden işlenmiş günahlar olduğunu biliyoruz.

“İki ordunun karşılaştığı gün, sizden (savaşı bırakıp) kaçanlar (var ya); şeytan onların ayaklarını kazandıkları bazı (günahlar) sebebiyle kaydırmak istedi. Andolsun ki Allah, onları affetti. Hiç şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kulların hak ettikleri cezayı erteleyen) Halîm’dir.” [24] [25]

Ancak şunu da unutmamalısın; Allah (cc) muttakileri tanıtırken şöyle buyurur:

“Rabbinizden bir bağışlanmaya ve genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun. (O) muttakiler için hazırlanmıştır. Onlar (muttakiler) ki bollukta da darlıkta da infak ederler, öfkelerini yutar ve insanları affederler. Allah, muhsinleri/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanları sever. O (muttakiler) ki bir kötülük yaptıklarında yahut (günah işleyerek) kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı anar ve günahları için bağışlanma dilerler. Allah’tan başka kim günahları bağışlayabilir? Ve bile bile yaptıkları (yanlışta) ısrar etmezler.” [26]

Bu ayetleri dikkatlice okuyalım! Ayet, cennetin kendileri için hazırlandığı muttakileri anlatıyor. Ve onların kötülük yaptıklarında ya da nefislerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp istiğfarda bulunduklarını haber veriyor.

Ayette geçen orijinal lafız “fahişeten”dir. Fahişe, her günahın büyük olanı ve haddi aşanı için kullanılır. Demek ki muttaki insanlar dahi günah işleyebilir; hatta günahın büyüğünü işleyebilir. Ama muttaki günahta ısrar etmez. Rabbini hatırlar ve O’ndan (cc) bağışlanma diler. Böylece günahta ısrar etmemiş olur. Günahta ısrar nedir? Tevbe etmeksizin günah işlemektir. Tevbe ve istiğfarla Allah’a yönelen günahta ısrar etmiş olmaz.

“Günde yetmiş defa aynı günaha dönse de, istiğfarda bulunan günahta ısrar etmemiştir.” [27]

Zira tevbe günahı silip atar. Tevbe sonrası işlenen günah, ikinci ve tekrar eden değil; yeni ve ilk defa işlenen bir günahtır.

“Tüm insanoğlu hata yapar/günah işler. Hata yapanların en hayırlısı çokça tevbe edenlerdir.” [28]

“Günahtan tevbe eden, hiç günahı olmayan gibidir.” [29]

Hatırlatmak istediğim bir başka şey daha var. İnsan günah işleyip tevbe edince, şeytan ona sağ tarafından yaklaşır: Allah’la oyun olmayacağını tevbe edip günaha dönmekle Allah’la (cc) dalga geçtiğini, bu yaptığının Allah’ı öfkelendireceğini fısıldar… Bunlar şeytanın vesvese ve kuruntusudur. Allah’ın indinde hiçbir değeri yoktur. Bu vesvesenin tam aksine Allah, tevbenin terkine ve O’nun rahmetinden ümit kesilmesine öfkelenir.

“De ki: ‘Ey (çokça günah işleyerek) nefisleri hakkında aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz ki Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, (evet,) O (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.’ ” [30]

O’na (cc) çocuk nispet eden, “Allah İsa’dır.” diyen ve Allah’ı üçe ayıran müşrik Hristiyanlara şöyle seslenir:

“Allah’a tevbe edip O’ndan bağışlanma dilemeyecekler mi? Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.” [31]

Allah (cc) günahtan sonra tevbe edilmesine sevinir. Hem de çölde devesini kaybeden ve helak olacağını düşünürken devesini bulan yolcu gibi sevinir.[32] Evet, Allah sevinir. Ne büyük bir nimet değil mi? İşte bizim böyle kerim bir Rabbimiz var. O’nu ne kadar sevsek, ne kadar şükretsek ve ne kadar tazim etsek azdır. Peki, Allah niye sevinir? O’nun bize ve tevbemize ihtiyacı mı vardır? Tevbemizle bir şey mi elde etmektedir? Haşa ve kella! O’nun sevinci biz kulları içindir. Çünkü günah, şeytanın kelepçe ve prangasıdır; kul, günahla şeytana esir olur. Günahlar çoğaldıkça Allah’a kulluktan uzaklaşıp şeytana kulluk başlar. Tevbe eden; Allah’a yöneldiği, şeytandan kurtulduğu, ebedî ateşten uzaklaştığı için Allah sevinir. Allah kullarına azap etmek istemez; O’nun rahmeti gazabını geçmiştir. Tevbe Allah’ın rahmet sıfatının tecellisidir. Bu nedenle Allah tevbeye sevinir.

Kardeşim! Günahtan kaçınmak için çaba göster. Seni koruması için Allah’a (cc) çokça dua et. Seni günaha iten sebepleri hayatından çıkar. Salih insanlarla arkadaşlık et. Tüm bu çabanla beraber tevbe ve istiğfarı asla bırakma! Umulur ki tevbedeki ısrarın seni Allah’ın mağfiretine ulaştırır. Senin durumunda olanlara Allah Resûlü (sav) şu müjdeyi verir:

“Bir adam günah işledi: ‘Rabbim! Günah işledim beni bağışla.’ dedi. Rabbi şöyle buyurdu: ‘Kulum onun bir Rabbi olduğunu, günahları bağışladığını ve günahları yargıladığını bildi öyle mi? Kulumu bağışladım.’ Sonra adam Allah’ın dilediği kadar (günah işlemeksizin) bekledi. Sonra tekrar günah işledi. Dedi ki: ‘Rabbim! Bir başka günah işledim beni bağışla.’ Allah buyurdu ki: ‘Kulum onun bir Rabbi olduğunu, günahları bağışladığını ve günahları yargıladığını bildi öyle mi? Kulumu bağışladım.’ Sonra adam Allah’ın dilediği kadar (günah işlemeksizin) bekledi. Sonra tekrar günah işledi. Allah buyurdu ki: ‘Kulum onun bir Rabbi olduğunu, günahları bağışladığını ve günahları yargıladığını bildi öyle mi? Kulumu bağışladım. Kulumu bağışladım. Kulumu bağışladım. Dilediğini yapsın.’ ” [33]

Son olarak şunu söylemek isterim: Günah sebebiyle “Müslim bir cemaati terk” şeytanın sana kurduğu bir tuzaktır. Onun adımlarına uyma. Şayet sen, salih bir ortamda dahi günah işliyor ve kendini koruyamıyorsan, salih bir ortamdan uzaklaştığında nasıl düzeleceksin? 99 kişiyi öldüren adam hadisini hatırla! Onu tevbeye teşvik eden âlim zat şu tavsiyede bulunmuştu: “… Şu beldeye git. Orada Allah’a ibadet eden kullar vardır. Onlarla birlikte Allah’a ibadet et. Kendi yaşadığın yere dönme. Çünkü orası kötü bir yerdir…” [34]

Bu salih zatın öğüdüne kulak ver. Seni koruyacak, sana nasihat edecek ve sana Allah’ı hatırlatacak ortamı terk etme. Cahiliye toplumuna dönüş ve günahınla baş başa kalacağın bir hayat yalnızca şeytanı sevindirir. Sen kardeşlerinle beraber bir yolda yürüyorsun. Günahın seni yoruyorsa kardeşlerinin elinden tut. Çünkü “ayak yorulunca ellerle yürünür” Rabbimden dileğim seni ve bizleri masiyetten koruması, tevbeyle arınmaya muvaffak kılmasıdır.

[1] .2/Bakara, 251

[2] .22/Hac, 40

[3] .6/En’âm, 44-45

[4] .42/Şûrâ, 39

[5] .Müslim, 2564

[6] .Buhari, 6011; Müslim, 2586

[7] .2/Bakara, 286

[8] .64/Teğabûn, 16

[9] .28/Kasas, 15

[10] .28/Kasas, 18-19

[11] .Buhari, 2731-2732

[12] .Bk. 51/Zâriyat, 52; 6/En’âm, 34; 11/Hûd, 27; 39/Zümer, 26.

[13] .15/Hicr, 97-99

[14] .20/Tâhâ, 130

[15] .33/Ahzâb, 60-62

[16] .9/Tevbe, 71

[17] .7/A’râf, 70

[18] .7/A’râf, 71

[19] .7/A’râf, 72

[20] .3/Âl-i İmran, 120

[21] .Buhari, 2447; Müslim, 2579.

[22] .Şirk en büyük zulümdür.

[23] .4/Nîsa, 167-169

[24] .3/Âl-i İmran, 155

[25] .https://www.tevhiddersleri.tv/video/ders/39-mucahitlerin-allah-a-karsi-gorevleri-takva-ikinci-bolum

https://www.tevhiddersleri.tv/video/ders/12-allah-in-yasakladigi-masiyetleri-gunahlari-islemenin-zararlari

Ebu HANZALA, Müslümanların Allah’a Karşı Sorumlulukları, Furkan Basım ve Yayınevi, s. 68, İstanbul, 2014.

Ebu HANZALA, Kalp Katılığının Zararları, Furkan Basım ve Yayınevi, s. 109, İstanbul, 2017.

[26] 3/Âl-i İmran, 133-135

[27] .Tirmizi, Ebu Davud

[28] .Tirmizi, 2499

[29] .İbni Mace, 4252

[30] .39/Zümer, 53

[31] .5/Maide, 74

[32] .Bk. Buhari, 6308; Müslim, 2744

[33] .Buhari, 7507; Müslim, 2758.

[34] .Müslim, 2766

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver