Gerçek Mutluluk

 

__ Kalk diyorum sana kalk…Okula geç kaldın.

__ Saate bak anne servis çoktan gitmiştir bile.

__ Bak hâlâ yatıyor… Su dökeceğim üstüne… Kalk dedim.

__ Ya anne geç kaldık geç, anlamıyor musun? Servisçi beni mi bekler?

__ Daha beş dakika var. Acele edersen yetişeceksin. Bak kardeşlerin hazır seni bekliyor.

 

Her sabah yaşanan bir sahneydi bu. Fatime Hanım namazdan sonra biraz daha uyuyayım diye yatağa sokulur, her çalışında ertelerdi alarmı. Son dakikada mecburiyetten kalkar, çocukları apar topar hazırlayıp servise atardı. Kimi zaman yetişemez, servisin ardından sayıp dururdu.

 

Bir gün bile erken kalktığı görülmemişti. Çocuklara kahvaltı hazırlamak mı? Arkalarından uğurlasa bu bile yavrucuklara yetecekti.

 

Çocuklar gider gitmez tekrar yatağa sokulur, uyku gibi güzel nimeti verdiği için Allah’a şükrederdi. Yorganına sarılır ve kaldığı yerden uykusuna devam ederdi.

 

Uyandığında saate bakmaktan hep korkar, vicdanını rahatlatmak için aceleyle işe koyulurdu. Önce akşamdan kalan bulaşıkları yıkamaya başlar, ardından afet yeri statüsündeki odaları tek tek toparlamaya girişirdi. Dipte köşede bulduğu her silgi, kalem ve oyuncak parçası için çocuklara kızar, düzensizliklerinden yakınırdı.

 

‘Hep babaları. Aile terbiyesi almamışlar ki!’ diyerek topu taca atmaktan geri durmazdı. Sanki çocuklarını da kaynanası yetiştiriyordu.

 

Daha işi yarılamadan evden çıkmak zorunda kalırdı. Yakınlarında bulunan bir hocadan Arapça dersleri almaya başlamıştı. Derse katılmaya çok istekliydi. Ancak aynı istek ödevleri yapma konusunda biraz zayıftı. Her derse başlamadan hocasını bir kenarda sıkıştırıp, ödevini yapamadığı için mazeretler ileri sürerdi. Ders içinde arkadaşlarına bunu yansıtmaması içinde üstü kapalı hocasına ricada bulunurdu.

 

Ders bitiminde mutlaka uğradığı bir tuhafiye vardı. Dükkanı işleten hanım oldukça konuşkan, üç çocuklu, dul bir hanımdı. Yıllar önce geçimsizlik nedeniyle eşinden boşanmış, kendi ayakları üstünde durmaya çalışmıştı. Birçok işe girip çıkmış, en sonunda tuhafiyecilikte istikrar sağlamıştı.

 

Fatime Hanım, tuhafiyecinin yanına gelir, değinmedik konu bırakmayıp ele alır, analizler yaparak zamanı geçirirlerdi. Kimi zaman arkadaşına yardım eder, o an yapılması gereken her ne iş varsa hemen yerine getirirdi. Bundan da büyük haz duyardı.

 

__ Çok yoruldun arkadaşım.

__ Sen öyle zannediyorsun. Bilakis ben burada sana yardım etmekten mutluluk duyuyorum. Evde sıkılıyorum. Burada ise kendimi daha rahat hissediyorum.

__ Evde kölelik yapıyorsun, kocana çocuklarına. Yedir, giydir, yıka, temizle… Hep onlar için bir şeyler yapıyorsun. Karşılığını da görmeyince sıkıyor bir zaman sonra bu işler seni. Burada ise istediğin işi yapıyorsun. Yani seni mutlu eden şeyi…

 

Tuhafiyeci kadın haklıydı. İnsan kendini mutlu hissettiği işi yapmalıydı. Ne ev işleri, ne çocuk bakımı onu mutlu ediyordu. Sil süpür, dön arkanı yine aynı. Batırmış çocuklar her bir yanı. Koca desen, yaptıkların için bir kez teşekkür ettiği görülmemişti.

 

Bir an gözü saate takıldı. Çocukların dönüş saati gelmiş de geçiyordu bile. Tüm düşüncelerden sıyrılıp, arkadaşına el sallayarak koşar adımlarla çıktı dükkandan. Allah’tan ev yakındı. Yine her zamanki sahne… Çocuklar sırayla merdivene dizilmiş annelerini bekliyorlardı.

__ Anne ya yine neredesin? Sabahtandır seni bekliyoruz.

__ Sabahtandır okulda olman lazımdı. Neden kapıdasın ki?

__ Of anne ya… Neyi kastettiğimi biliyorsun. Bari bir anahtar ver de sen yokken içeri girebilelim.

__ He hee anahtar vereyim de iki gün sonra kaybedin.

__ Öldük açlıktan anne.

__ İnşallah yemek vardır.

__ Susun bakayım. Kaynanamı da geçtiniz. Pıt pıt pıt ne konuşuyorsunuz? Allah ne verdiyse onu yersiniz. Geçin bakim içeriye. Çıkarın üstünüzü. Yıkayın ellerinizi. Ben de size bir şeyler hazırlayayım.

__ Anlaşıldı yine yemek yok.

__ Susun dedim size!

 

Üçü de sustu. Görüntüde susmuşlardı aslında. Her biri içten konuşmaya devam ediyordu. Özellikle de Tuva. Tuva, evin en büyük çocuğuydu. 5. sınıfa gidiyordu. Bir yıl sonra medreseye başlayacaktı. Kafası çalışıyordu ancak işlenmesi, ilgilenilmesi gerekiyordu. Hiçbir zaman ödevlerini yapmazdı. Yapamazdı. Ancak öğretmenin sorduğu her soruya parmağını kaldırır, cevaplardı. Ödevlerini yapamama sebebi ise daha öncelikli işlerinin olmasıydı. Maalesef annesi kendi sorumluluklarının bir kısmını Tuva’ya yıkmıştı. O kardeşleriyle ilgileniyor, artan zamanda da ben de bir çocuğum dercesine oyuna veriyordu kendisini. Dışa dönük bir çocuktu. Herkesle iletişimi iyiydi. Ailesinde göremediği ilgiyi dışarıda aramasındandı belki de bu sosyalliği.

 

Taha ile Süha ise ikizdi. Bu sene yeni okula başlamışlardı. Birinci sınıf sorumluluk gerektiriyordu. Anne ilgilenmeyince onlar da ağabeylerinden yardım istiyorlardı. Şükür ki birinci dönemi güç bela atlatmış, ikisi de okumaya geçmişti. Bunun için ağabeylerine minnettardılar.

 

Evin reisi… O da birkaç saat sonra gelirdi. Remzi Bey… Oldukça sessiz, sakin bir adamdı. Sabah işe gider, işten çıkar çıkmaz da eve dönerdi. Evden aç çıkan adam, börekçide kahvaltısını yapar, eve dönerken de aç kalacağını bildiği için ekmek arası bir şeyler atıştırır eve gelirdi. Hanımının aç mısın bey sorusu onu bazen güldürür, bazen de kızdırırdı. Ama her iki duygusunu da hiçbir zaman eşine yansıtmadı. ‘Tokum, yedim geldim…’ diyerek konuyu kapatırdı.

 

Alalade hazırlanan sofrada çocuklar hemen hemen her gün kızartma, makarna yerlerdi. Ya da kahvaltılık ile öğünü geçiştirirlerdi. Düzenli beslenemedikleri için her biri yaşıtlarından daha zayıf, daha çelimsizdi. Sözde yemeğin ardından ödev başına oturmaya zorlardı Fatime Hanım onları. Çocuklar biraz dinlenelim deseler de onları dinlemezdi.

 

Canhıraş yapılan ödevler biter bitmez çocuklar bilgisayarın başına geçerlerdi. Oyunun başında sersemleşene kadar durur, saat gece yarısını göstermeden kimse uyumazdı. Fatime Hanım da artık bıkmıştı. Her sene okulun ilk günlerinde uyku saati belirler, bu saate ancak birkaç gün uyabilirdi. Sonra takibi gevşetir, çocukları kendi haline bırakırdı. Geç yatan, uykusunu düzenli alamayan küçük bedenlerin gün içinde de pek sağlıklı olabilmeleri mümkün değildi.

 

Çocuklar kendi aralarında vakit geçirirken Fatime Hanım da az konuşan, ama iyi bir dinleyici olan eşi ile ilgilenmeye çalışırdı. İlgilenme dediysek, bu muhabbetin tek konusu yoğun ev işleri ve kendine vakit ayıramamaktan şikayet etmekten başka bir şey değildi. Remzi Bey, sabırla hanımını dinler, ona nasihat etmeye çalışırdı. Ancak her nasihatinde: ‘Sen bilmiyorsun, tabi senin için konuşmak kolay. Bu kadar işin altından kolaysa sen kalk bakalım.’ diyerek çıkışırdı Fatime Hanım. Adamcağız da susar, haklısın karıcım diyerek konuyu kapatırdı. Fatime Hanım buna daha da sinir olurdu. ‘Çözüm sun be adam, çözüm!’ diyerek konuşmayı hep kavga ile sonlandırırdı.

 

İşte Remzi Bey de geldi…

__ Aç mısın bey?

__ Hayır hanım. Tokum.

__ İyi sofrayı kaldırıyorum o zaman.

__ Hı hı.

 

Remzi Bey çocuklara selam verdi. Hal hatırlarını sorup koltuğuna oturarak eline aldığı bir dergiyi karıştırmaya başladı. Dergi yazılarına yoğunlaşmıyordu, nasılsa hanım birazdan yanıma gelir düşüncesiyle. Ama yok… Bu gece farklı bir geceydi anlaşılan. Çünkü karısı şikayetleşmek için yanına gelmemiş, sessizce bir köşede oturmuş düşünüyordu. Hayırdır inşallah diyerek dergideki makaleleri tek tek okumaya koyuldu.

 

Fatime Hanım ise öyle derin düşüncelere dalmıştı ki eşinin ona baktığının farkında dahi değildi. Zihninde tuhafiyeci kadının söyledikleri yankılanıyordu:

 

Evde kölelik yapıyorsun, kocana çocuklarına. Yedir, giydir, yıka, temizle… Hep onlar için bir şeyler yapıyorsun. Karşılığını da görmeyince, sıkıyor bir zaman sonra bu işler seni. Burada ise istediğin işi yapıyorsun. Yani seni mutlu eden şeyi…

 

Beni mutlu eden şey…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver