Genel Olarak Arapların Durumu, Cahiliye – 6

Geçen yazımızda Arap yarımadasındaki en büyük putlardan Lat, Menat, Uzza ve Hübel’in ortaya çıkışını anlatmıştık. Bununla birlikte siyer kitaplarında ‘Nuh kavminin putları’ diye bilinen birtakım putlarda mevcuttur. Allah subhanehu ve teâlâ Nuh Suresi 25. ayette bunların isimlerini zikretmektedir.

Bir rivayette ise şöyle geçer: ‘Nuh’un aleyhisselam kavminin putlarının gömülü olduğu yeri, cinler Amr Bin Luhayy’a haber vermiş; o da onları oradan çıkartmıştır. Daha sonra da hac mevsiminde Mekke’ye gelen Arap kabilelerine bu putları dağıtmıştır.’

Ortaya çıkış şekli ne olursa olsun, sonuç itibari ile Araplar İbrahim’in aleyhisselam davetinden yüz çevirmişler ve her geçen gün sapıklıklarına sapıklık ekleyip tevhitten uzaklaşmışlardı.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ dini ile aralarına mesafe girdikçe taptıkları şeylere niye taptıklarını bilmez bir halde hayatlarını sürdürmeye devam etmişlerdir.

Notlar

Hamd, Allah’a, salat ve selam O’nun Rasûlü’ne olsun.

Bir önceki yazımızda insanları taklitçiliğe yönelten etkenlerden ilkini anlatmıştık. Allah izin verirse bu yazımızda da diğer nedenleri açıklamaya çalışacağız:

2. Fıtratlardaki Çoğunluğa Uyma Meyli

İnsan zayıf bir varlıktır. Bu yüzden, yaşamını rahat bir şekilde devam ettirebilmek için sürekli bir gücün arkasına sığınma ihtiyacı hisseder. Bu güç bazen mal, bazen akrabalık bağı, bazen de çoğunluğa tabi olma olarak ortaya çıkar.

Allah’tan başka, insanın dayandığı bütün güçlerin, ancak O’nun dilemesi ile ayakta kalabileceğini bilen mümin ise, her zaman Aziz ve Hakim olana dayanır güvenir.

Bu bilinçten yoksun olan insan, Allah’a subhanehu ve teâlâ kul olup, dünya ve ahirette izzetlilerden olma fırsatını kaçırmıştır. O yüzden dünyadaki gelip-geçici dayanakların peşinde, köle olarak zelil bir şekilde yaşamaya mahkum olur.

Allah subhanehu ve teâlâ En’am Suresi 116. ayette şöyle buyuruyor:

“Eğer sen yeryüzünde bulunanların bir çoğuna itaat edersen, seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar. Onlar ancak yalan söyleyen ve iftira edenlerdir.”

Bu ve benzeri birçok ayette Allah subhanehu ve teâlâ müminlere ‘çoğunluğun’ ne demek olduğunu hatırlatmaktadır. Bununla beraber herşeyin hakikatını bilen yaratıcı, nefislerde varolan çoğunluğa uyma meylini yok saymamıştır. Hatta çoğunluğun kötü olarak bilinse bile insanlar, kendine çekebileceğini peygamberine vahyetmiştir:

“De ki: Kötü şeylerin çoğunluğu senin hoşuna gitse de, kötü ile iyi bir olmaz. Şimdi ey akıl sahipleri: Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (5/Maide, 100)

Ayet durumu özetlemektedir: Allah’ın subhanehu ve teâlâ yolundan başka bir yola çağıranlar şehirler ve ülkeler dolusu insan yığınları da olsa Allah’a davet eden bir avuç müslümanla kıyas dahi edilemez. Bu anlayışın mümin kalbe yerleşmesinin anahtarı ise ayetin sonunda saklıdır: Takva!

Maalesef ölçülerin birbirine girdiği Arap cahiliyesinde, ondan önceki ve sonraki tüm cahiliyelerde, söylenen sözün değeri takipçilerinin azlığı veya çokluğu ile değerlendirilmiştir. Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem anlattığı dine ‘Etrafında ona iman eden kaç kişi var ki?’ diyerekten karşı çıkanlar putperestliği, ‘Asırlardır kalabalık insan kitleleri tarafından kabul ediliyor’ gerekçesiyle rahatlıkla savunabiliyorlardı.

Ne de olsa gönül huzuru ile taklit edebilmek için gerekli şart yerine gelmişti: ‘Çoğunluk böyle düşünüyor! 3-5 kişinin söylediklerinden ne çıkar ki?’

Bu tür diyaloglar tevhid davetçilerine çok da yabancı değil. Allah’ın ayetlerini ve Peygamberin sünnetini selefin anladığı şekilde anlayıp insanlara anlatınca hangi cevaplarla karşılaşıyorlar: ‘Sizin gibi düşünen kaç kişi var? Cemaatiniz kaç yıllık? Sohbetinize kaç kişi geliyor?…’

İmanını istatistiklere bağlayan bu gafillere bir kaç örnek verelim: Nuh aleyhisselam dokuzyüz elli sene boyunca davet yaptı. Kaç kişi ona iman etti? İbrahim aleyhisselam tek başına bir ümmet değil miydi? Kıyamet günü, kendisine iman eden hiç kimse çıkmadığı için tek başına dirilecek olan Peygamberlerin olduğunu okumadınız mı hiç!

Çoğunluğunuzla övüne durun bakalım! Gerçek terazinin kurulacağı o günde Allah subhanehu ve teâlâ, aramızda en güzel hükmü verecek olandır.   

“Rabbinden apaçık bir delil üzere olan, kötü ameli kendisine süslü gösterilen ve hevalarına uyan kimseler gibi midir?” (47/Muhammed, 14)

Fıtratlarımızda yer etmiş olan çoğunluğa meyletme hasleti maalesef her zaman bu kadar açık bir şekilde karşımıza çıkmıyor. Şeytanın sağdan yaklaşmaları, İslam davetçilerinin ve akidesi, menheci sağlam birçok cemaatin ayağını kaydırıyor.

‘Toplumun çoğunluğunu arkamıza almadan davetimiz başarıya ulaşmaz’ diyenler ya itikadlarından taviz vermeye ya da menheclerinden sapmaya başlıyorlar. Tabi ki bu süreç bir-iki günde gelişmiyor.

İlk adımda ufacık(!) bir bidate etrafındaki insanlar kaçmasın diye sessiz kalınca, bir bakıyoruz ki toplumun küfürleri bile artık önemsenmiyor. İki-üç nesil sonra ise taklitçiliğin bir sonucu olarak önceki kuşaklardaki çoğunluğun küfür, bidat ve haramları miras olarak alınıyor.

Yaşadığımız coğrafya bu örneklerle doludur. ‘Niye hep böyle oluyor?’ diye ahlayıp-vahlamanın yerine, gerekli nasihatleri akılda tutup, sürekli teyakkuz halinde bulunmak gerekir.

Sünnetullah’ın bir gereği olarak insanların çoğunluğu anlattıklarımızdan yüzçevirecekler. Zamanın geçmesi ile ‘sayı hastalığı’ depreşenler, hayallerindeki kalabalıkları göremeyince ayakları kayıp gidecektir.

Bu duruma hazırlıklı olmamız gerekir. Rabbimizden sürekli istikamet ve hak yolda sebat talep etmeliyiz. Moralimizi bozmadan işimize bakmalı ve Allah’ın şu buyruğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız:

“Ey müminler! Siz kendinize bakın! Siz doğru yolda olduktan sonra sapıtanların size bir zararı dokunmaz. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman yaptıklarınızı size haber verecektir.” (5/Maide, 105)

3. Tağutların, Geleneklerin ve Tahrif Edilmiş Dinin Arkasına Sığınarak Hakimiyetlerini Güçlendirme İstekleri

Allah subhanehu ve teâlâ Yunus Suresi 78. ayette şöyle buyuruyor:

“Dediler ki: Siz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan döndürmek ve yeryüzünde büyüklük ikinizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz size inanmıyoruz!”

Ayette geçen cümle, Musa’nın aleyhisselam davetine Firavunun ve yanındaki üst tabakadaki kişilerin verdiği cevaptır. Nuh’un aleyhisselam davetine de, Mü’minun suresinde geçtiği şekliyle hemen hemen aynı yanıt gelmiştir. Elbette cahiliyenin Arap yarımadasındaki temsilcilerinden farklı bir karşılık beklenemezdi.

Tüm bu yanıtlar, toplumun efendilerinin taklitçiğe yani atalarının yolundan gitmeye niye bu kadar çok önem gösterdiğini deşifre ediyor. Çünkü tahrif edilmiş ve hala tahrif edilmeye müsait atalar dini, yeryüzünde ilahlığa soyunanların elinin tersiyle asla itemeyeceği bir fırsattır!

Cahiliye toplumunda yaşayan sıradan halklar atalarının dinine, gerçekten Allah’ın subhanehu ve teâlâ rızasını kazanmak niyetiyle tabi olurlar. Bu niyetleri onları kurtarmasa da, hak davetle karşılaştıkları toplumun üst tabakasından daha önce bu çağrıya kulak verecekleri muhakkaktır.

Efendi konumundaki ‘mele’ tabakası için ise babalarının yoluna tabi olmak bilinçli bir tercihtir. Çünkü onlar bu din sayesinde toplum üzerinde baskı kurabiliyorlar, istediklerini yapabiliyorlardı. Bir konuda hoşlarına gidecek şekilde hüküm veriyorlar, sonrada ‘sizi atalarınız böyle yapardı’ diyerek cahil halka bunu kabul ettiriyorlardı.

Mesela: Kabe’yi çıplak tavaf etme cahili adetlerdendir. Mekkeliler şöyle bir kural koymuşlardı: Mekke’nin dışından gelip de tavaf yapmak isteyenler elbiseleri ile tavaf yapamazlar. Ancak bunun iki istisnası vardır. Ya sırf tavaf için kullanacağı yeni bir elbise alacak ya da kendi elbisesi ile tavaf ederse tavaf bitince elbisesini Mekke’de bırakacak!

Elbette bu kuralı kendi kafalarından uydurmuşlardı. Ama bunun uygulanabilmesi için ‘Allah böyle emretti’, ‘Babalarımız böyle yapardı’ gibi dayanakların arkasına sığınıyorlardı. Buna karşılık Allah subhanehu ve teâlâ ayette çok net bir cevap verdi:

“Onlar ne zaman bir hayasızlık yapsalar: ‘Biz atalarımızı bunu yaparken bulduk. Allah’ta bize bunu emretti’ derler. De ki: Allah hiçbir zaman hayasızlığı emretmez. Bilmediğiniz şeyleri Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?” (7/A’raf, 28)

Yakın tarihe kadar bu tabaka toplumdaki konumlarını sağlamlaştırmak için gelenekleri vesile olarak kullanmaya devam etti. Siyasetçisinden iş adamına, şeyhinden kanaat önderine kadar azgınlaşan her fert aynı yolu izledi: ‘Allah’ın şeriatında böyle geçer. Asırlardan beri bize bu kitapları ulaştıran alimlerimiz şöyle düşünür’ diyerekten dine istediklerini söyletti!

Her ne olursa olsun, kıyamete kadar, taklitçilik kılıfının içine saklanan sahtekarların soylarının tükenmeyeceği tartışılmaz bir gerçek. Fakat şu sıralarda bu zatlardan daha da küstah olanların ortaya çıktığına şahit olmaktayız. Artık üst tabaka halka birşey kabul ettirmek istediğinde Allah’ın şeriatını, yalancıktan da olsa babalarının dinini referans olarak göstermiyor. Çünkü buna ihtiyaçları yok. Dillerinde tekerleme gibi dönen ‘insan haklarının, demokrasinin gerekleri’ söylemi herkesi sus-pus etmeye yetiyor. Bunlara muhalefet eden bir grup azınlığa da dinden(!) çıkmış muamelesi yapıyorlar.

Evet! Bu toplumun cahiliye toplumu olduğu kesindir! Üstüne üstlük eğer şahit olabilselerdi, küfür ve şirk konusunda önderleri olan atalarını dahi hayretler içerisinde bırakacak yeni  şeytanlıklarla, cahiliyenin zifiri karanlığını daha bir koyulaştırmışlardır.

Babalarının dinine samimi bir şekilde bağlanan halk yığınlarını vahiyle aydınlatmak belki mümkün olabilir. Ama ensesi kalınları, üstünlüklerini borçlu oldukları bu taklitçilikten çevirmek hiç de kolay değildir.

Uyuyan birisini uykusundan uyandırabilirsin, uyuyormuş gibi yapan ise istediği zaman uyanır.

Duamızın sonu: Alemlerin Rabbi Olan Allah’a Hamd’dır.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver