Eşreften Esfele – 1

Burası yatağın, bu da dolabın. Allah kurtarsın.

Allah kurtarsın… Allah kurtarsın… Zihninde yankılandı bu cümle yüzlerce kez. Allah’a asi oldum da düştüm…Allah’ım affetsin…

Olduğu yere bıraktı poşetini. Kendine gösterilen yere oturdu. İçerisi ne de ağır kokuyordu. Kaç kişi kalıyordu acaba? Ve o ne kadar kalacaktı burada? Annesi duymuş muydu olanları? Ya hocaları? Hasan ve Muhammed hoca. Büzüldükçe büzüldü ranzanın üzerinde. Ona doğru gelen adamı fark etmedi bile.

– Selamun aleykum.

– ?

– Selamun aleykum dedik genç.

– Ba… bana mı dediniz?

– Burada senden başka genç göremiyorum.

– E ..evet efendim özür dilerim ve aleykum selam.

– Pek de kibarız.

– Anlamadım?

– Boş ver anlama sen. Adım Hacı. Koğuşun asayişini sağlamaktır görevim.

– Asayiş mi? Burada ne olabilir ki?

– Yaşa da gör evlat. Bir sıkıntın olursa çekinme söyle.

– Ta ..tamam efendim.

Şaşkınlığını, korkusunu hala atamamıştı Ömer. Buraya neden, nasıl getirilmişti? Ne yapmıştı ki o? Kimseye şimdiye kadar zarar vermemişti. Hiçbir yanlış yapmamıştı. Ne olduysa dün olmuştu.

Zehra ile sahilde doya doya gezinmişlerdi. Fakat Zehra hep tedirgindi. Birilerinin görmesinden korktuğunu söylemişti. Birkaç yere uğramışlar ve küçük paketler bırakmışlardı hediye. Zehra paketleri her zamanki gibi Ömer’in bırakmasını istemiş bunun arkadaşları için sürpriz olmasını istediğini eklemişti. Ömer paketleri bırakırken yanından uzaklaşmıştı. İyi de ne vardı bunda? Hayır hayır yaşananlarda Zehra’nın bir parmağı olamazdı. Sahi Zehra neredeydi? Onun evine operasyon yapılmıştı. Gece yarısı dövülen kapı, aç aç aç diye böğüren polisler ve hızla içeri giren narkotik köpeği. Bu bir esrar operasyonuydu. Nitekim evde 6 kg esrar bulunmuştu…Kime aitti bu mallar?

İki gün süren sorgunun ardından hiç tanımadığı birkaç adamla beraber savcıya çıkarılmış ve tutuklanmıştı.

Neler oluyordu bir türlü anlamıyordu. Ya da anlamak istemiyordu. Çünkü sevdiği, uğruna sevdiklerini, medreseyi, hatta belki ahiretini kaybettiği kızın, bu işte parmağı olmasa bunlar başına gelmeyecekti… Hediye paketleri esrardan başka bir şey değilmiş demek ki… Öyleyse Zehra bir kuryeydi. Ve yem olarak Ömer’i kullanmıştı. Pek de zekiymiş. Kim bilir şimdi kimin canını acıtacaktı?

Yorganı kaldırdı ve içine girdi. Başına kadar çekti yorganı. Üç gündür olanları unutmak istiyor ama bir türlü başaramıyordu. Düşünceler peşini bırakmıyordu. Tıpkı Zehra gibi. Zehra da peşini bırakmamıştı Ömer’in.

Ömer çok sade, temiz fıtratlı, güzel ahlaklı bir gençti. Annesinin dizi dibinde yetişmiş, dünya ve aldatıcılığı ile hiç yüz yüze gelmemişti. Annesinin tüm ısrarlarına rağmen liseyi bitirmemiş, iki sokak ötede açılan medreseye Hasan abisi aracılığı ile kaydolmuştu. Annesi tek başına büyütmüştü onu. Hem dinini yaşasın hem de bir meslek sahibi olsun istiyordu. Ömer ise hayallerinin mesleğini tercih etmişti; ilim talebesi olacaktı o. Allah’ı razı eden, onun dinini temel kaynaklardan öğrenen , öğrendiği ile amel edip dili kuruyuncaya kadar insanlara anlatan bir ilim talebesi…

Önceleri gündüz gidip akşam eve dönüyordu Ömer. Fakat yatılı kalan arkadaşlarına heveslenmeye başladı. Anlattıklarına göre gece medrese hayatı bambaşkaydı. Yatsı kılınır kılınmaz yatılır, saatler ve yürekler geceye ayarlanırdı. Cemaatle kılınan gece namazı ve “yok mu isteyen?” diyene açılan eller, Muhammed hocanın içten duası ve amin diye inleyen yürekler…

Sabah namazından sonra zikir ve ardından kahvaltıyla başlayan bereketli vakte heveslenmemek mümkün değildi… Annesi ile yaptığı sıkı bir pazarlık ve ısrarın ardından artık Ömer de bu şerefe nail olabilecekti…

Hayalleri gerçekleşmeye başlamıştı Ömer’in. Disiplinli bir idare sayesinde düzene giren ibadet hayatı ve her gün yeni şeyler öğrendiği derslerine sıkı sıkıya sarılmıştı. Dinlenme vakitlerini dahi değerlendiriyor üst sınıflardan ekstra dersler alıyordu. Ömer’in bu şevki hocalarının gözünden de kaçmamıştı. Çok kısa sürede herkesin gıpta ile baktığı, takdir edilen bir talebe olmuştu. Derslerindeki başarısının yanında, güzel ahlakı ile de örnek gösteriliyordu.

Medresede aylık izinler kullanılıyordu. Ömer bazen bu izinleri dahi kullanmıyor; hocaları ile vakit geçirmeyi, çok sevdiği anacığına tercih ediyordu. Annesi de belli zamanlarda medreseye yemek getirme bahanesi ile yavrucağını görebildiğinden, Ömer’in eve gelmemesine tepki vermiyordu.

Fakat bu ay annesi haber yollamış, eve gelmesini istemişti…Çok hasta olduğunu söylemişti haberi getiren çocuk.

İçi yanmıştı Ömer’in. Annesini kaybetmek istemiyordu. Babasız büyümüştü. Bu acıyı da yaşama ihtimali onu ürküttü. İzin alarak medreseden çıktı. Koşa koşa eve gitti. Kapıyı genç bir kız açmıştı. Ömer şaşkınlığını gizleyerek, hiç bir şey demeden içeri süzüldü. Doğru annesinin odasına girdi. Hüsna Hanım doğrulmak istediyse de yapamadı. Ömer:

– Geçmiş olsun anacığım. Neyin var? Rabbim sana şifa versin inşaAllah.

– Yok bir şeyim oğul. Çok ateşlendim gece. Sabaha kadar bekledim. Düşmeyince acile gittim. Virüs bulaşmış dediler. Roka virüsü müymüş neymiş. Bir sürü ilaç verdiler. Meraklanma. ilaçları içince bir şeyciğim kalmaz.

Ömer tepesinde dikilen kıza sinir olmuştu. Açık saçık giyinmişti. Kimdi bu kız? Ne işi vardı burada?

– Oğlum bu hanım kızımız da Leyla. Eski bir aile dostumuzun kızı. Sen çok küçükken taşındılar buradan. Arada telefonlaşırdık. Hastaneden çıkarken karşılaştık. Annesi Ayla Hanım beni bıraktı eve. Sağ olsun yiyecek bir şeyler de ayarlayıp eve döndü. Döner dönmez de Leyla kızımı yardım için buraya yollamış.

– Sağ olsunlar.

Leyla odadan çıktı. Ömer biraz rahatlamıştı. Annesine şifa ayetlerini okuyarak rukye yaptı. Küçük kağıtlara ilaç saatlerini hatırlatıcı notlar yazdı. Bu sırada Leyla içeri girdi.

– Pardon! Telefonumun şarjı bitti de mümkünse telefonunuzu kullanabilir miyim?

Ömer bu istekten hiç hoşlanmamıştı. Ama kız misafirdi. Hem de annesine bakmaya gelmişti. Sormadan da edemedi:

– Ne için kullanacaktınız?

– Facebook’a girecektim. Yeni bir şeyler eklenmiş mi diye bakmaya.

Ömer daha da sinir olmuştu. Facebookmuş…Boş insanların, bomboş işleri diye düşündü. Gönülsüz verdi telefonunu.

On dakika geçmedi ki Leyla telefonu geri getirdi. Bu sırada Ömer annesine, Leyla varken burada kalmasının doğru olmayacağını, Leyla’nın ona daha iyi bakacağını, bir ihtiyaç olursa telefon edebileceklerini söyleyerek gitmek için izin istedi. Annesi bu fikrini onaylamıştı. Hayır duaları ile oğlunu uğurladı.

Medreseye gelince gün boyu kendine verilen sorumlulukları yerine getirmekle meşgul olsa da aklı hep anacığındaydı. Bir ara aramayı düşündü ama sonra vazgeçti. Bir sorun olsaydı zaten annesi arar ya da aratırdı.

Yatma vakti gelmişti. Hocalar odalarına geçmişti. Herkes tatilde olduğu için Ömer’in odası boştu. Yatağa uzandı. Telefonunu çıkararak saati kurdu. Rehbere baktı, eski mesajları okudu. Derken Leyla’nın adresini kapatmadığını fark etti. Hiç sevmemişti Leyla’yı. Acaba telefonunu alınca neler yapmıştı? Bir kontrol etse iyi olurdu. Hem annesini kime teslim ettiğini öğrenmenin bir sakıncası olmazdı herhâlde.

Leyla’nın duvarında ne var ne yok okudu. Vicdanı pek rahat değildi ama merakına da engel olamıyordu. Hem ne var canım bunda, kız iletilerini saklamamış ki, cümle alem okuyor ben niye okumayayım diye düşündü…Ki o da ne? Bir ileti geldi.

(DEVAM EDECEK…)

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver