Cezaevi Röportajı

1. Sizi tanıyabilir miyiz? (İsim, memleket, yaş, eğitim, İslami davayla tanışma ve cezaevi süreci)

Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun.

Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu.

Ben Halis Bayancuk. Daha ziyade künye olarak kullandığım Ebu Hanzala ismiyle biliniyorum. 1984 doğumluyum. Aslen Bingöl’ün Zaza’larındanım; ancak ben Diyarbakır’da doğup büyüdüm. 1998 yılına kadar Diyarbakır’da kaldım, 98’den sonra memleketimden ayrıldım.

Kendimi bildim bileli İslami davanın içindeyim. Babam Hizbullah cemaatinin kuruluşundan bu yana cemaat içerisinde aktif olarak hizmet eden ve halen aynı davadan Bayburt M tipi cezaevinde kalan Hacı Bayancuk’tur. Aynı zamanda bana İslami ilimleri sevdiren, İslam ahlakını ve edebini ilk öğreten hocam, babamdır.

Tağuti sistemde yaşayan ve bu konuda hassasiyeti olmayan her insan gibi TC’nin, ‘Tağuta kulluğun modern mabedleri’ olan okullarında eğitimimi tamamladım. Diyarbakır İmam Hatip Lisesinden mezun oldum.

İslami eğitim sürecini üç ayrı merhale olarak ele alıyorum.

Ortaokulun sonuna dek Diyarbakır’da camilerde, bir okul disiplininde verilen eğitim programlarına katıldım. Cemaatin eğitim programı, ilmi olmaktan ziyade topluma bilgi üzere davet yapacak bireyler yetiştirmeye dayalıydı. Ben de bu süreçte, ilmi olmasa da Kur’an tilaveti, tecvid ve Kur’an ezberi, temel İslami bilgiler, ağırlıklı olarak siyer ve kitap okuma çalışmalarına dahil oldum.

Ortaokuldan sonra iki yıllık hicret hayatı yaşadım. Bu süre zarfında ilk defa ilmi eğitim aldım. Özellikle babamın teşvik ve nasihatleriyle ilme karşı aşırı bir sevgi oluştu içimde. Bu iki yıllık dönemde farklı illerde eğitimimi sürdürdüm.

İlk olarak İslami bir vakfın yaz medresesinde Sarf ilminin temel kitaplarından olan Emsile, Bina ve Maksud kitaplarını okudum. Medresede aynı zamanda Kur’an hafızlığı da yaptırılıyordu. Vakıfta Arapça dersleri veren Hocam, Arapça eğitiminden sonra mutlaka hafızlık yapmam gerektiğini; hafızlıkla takviye edilmeyen ilmin eksik olacağını; Arapçayı öğrendiğim takdirde, hafızlığın çok daha kolay olacağını söyleyerek beni teşvik etti.

Yaz kursunu tamamladıktan sonra Adana’ya yerleştik. İçinde bulunduğum cemaatin hocalarından Muşlu bir ilim adamının yanında eğitimime devam ettim. Sarfın temel kitaplarını tekrar ettikten sonra Nahiv’den/Dilbilgisi’den Avamil el-Curcani ve Nahvu’l Vadih’ı; Fıkıh’tan ise Şafii fıkhına ait İbni Kasım’ın, İbadat bölümünü okudum.

Daha sonra Kayseri’ye taşındık. Babam arandığından dolayı sürekli şehir değiştirmek durumundaydık. Kayseri’de, oranın tanınmış hocalarından Mehmed Göktaş Hoca’yla tanıştım. Orada bulunduğum süre zarfında Hoca’dan ders almayı talep ettim. Hoca bu konuda bana çok yardımcı oldu. Hem güzel ahlakından hem de benimle en güzel şekilde ilgilendiğinden dolayı kendisine sürekli duacı oldum. Doğu medreselerinde okutulan usüle devam etmek istesem de bu, pek mümkün olmadı. Hocamın yönlendirmesiyle, farklı bir usülle eğitimime devam ettim. Kur’an’dan üç cüz ezberledim. 29-30 ve farklı surelerin ezberini tamamladım. Kur’an Arapçasından dersler yaptık. Bakara suresinin tamamını ve ezberlediğim bölümlerin kelime-kelime Arapçasını Hocamın yanında okudum. Bu arada Hocanın yönlendirmesiyle farklı dallarda bayağı kitap okuma imkanı buldum.

Daha sonra İstanbul’a taşındık. İstanbul’da yaklaşık bir yıl kaldım. Kaldığımız apartmanda Doğu’nun tanınmış mollalarından bir hocayla komşuluk ettik. İslami kesime olan baskılar yoğunlaştığından ve beraber yaşadığımız kişilerin çoğu arandığından, sürekli dört duvar arasındaydık. Bu sürede Molla Enver’den ders aldım. Allah’a hamd olsun ahlak olarak ve öğrenciye alaka gösterme bakımından iyi bir hocaya denk geldim. Molla Enver Hoca’nın usülü çok farklıydı. Şu ana kadar usül olarak en fazla istifade ettiğim hocanın, kendisi olduğunu söyleyebilirim. Hocamız doğu medreselerinin afeti olan ‘teorik bilgilerin anlaşılmadan ezber ve tekrarını’ fark etmiş ve pratiğe ağırlık vermişti. Hangi kitabı okursak okuyalım mutlaka Kur’an’dan bir sayfa üzerinde tekrar yapardık.

Bu dönemde hızlı bir şekilde geçmiş kitapları tekrar ettiğimiz gibi Nahiv’den Şerhu’l Muğni kitabını okuduk. Daha ziyade Kur’an-ı Kerim üzerinde tatbik yaptık. Şafii fıkhına burada devam ettik. Muamelattan bir bölüm okuduk. Tefsirden ezberlediğim bölümlerin açıklamasını Sabuni’nin Safvetu’t-Tefasir kitabından okuduk. Hocamız her gün Risale-i Nur isimli kitaptan bir sözü veya paragrafı da Türkçe olarak şerh ediyordu.

İstanbul’da bir yıldan az süren eğitim döneminde hiç evden çıkmadığım, Hoca’yla aynı ortamda kaldığım için çok faydalandım. Hocamızın her alanda teoriden ziyade pratiğe önem vermesi, Sarf ve Nahiv’de tatbike dayalı eğitimi, daha sonra hem okuma hem de okutma sürecinde en fazla örnek aldığım yönleriydi. Özellikle bu süreçte yaşadığım bir olayı paylaşmakta fayda görüyorum.

O dönemde İstanbul’da su sıkıntısı vardı. Özellikle çeşme suları titiz insanların midesini bulandıracak derecede kötüydü. Annem fıkıh eğitimi almamı göz önünde bulundurarak şöyle bir soru sormuştu: ‘Çeşme suyu midemi bulandırıyor, abdest aldığımda ağzıma su vermesem olur mu?’ Ben de olmayacağını, mutlaka ağzına su vermesi gerektiğini ancak bu soruyu hocama soracağımı söyledim. Olayı hocama anlatınca bana: ‘Şafii fıkhında ağza ve burna su vermek abdestin sünnetlerindendir. Ayrıca sünnetin terki bir ibadeti bozmaz. Bu bilgileri bilmen önemli değildir, önemli olan bunları tatbik edebilmendir’ diye nasihatte bulundu. O günden sonra elimden geldiğince okuduğumu düşünüp anlamaya, ezbercilikten sakınmaya dikkat ettim. Rabbim Hocamı da, bizleri de insanların ihtilaf ettikleri konularda hakka hidayet etsin.

Bu sürede 28 Şubat’la başlayan ve 2000 yılında zirveye ulaşan Cemaate yönelik operasyonlar başladı. Bizler de İstanbul’da tutuklandık. İki hafta ev hapsinde tutulduktan sonra tekrar Diyarbakır’a döndük. İki yıl aradan sonra tekrar liseye başladım. Bu sürede Arapça ve İslami ilimler eğitimine devam etmek istesem de pek muvaffak olamadım. Nur cemaatine bağlı bir öğrenci evinde Nahiv’den Katru’n Neda kitabını ve Şafii fıkhından Muğni’l Muhtac’ın bir bölümünü okuduk. Hocamız Tillo mezunu, Nur talebesiydi. Aslen kendisinden istifade etmekle beraber, medresede Seyyid Kutub’un rahimehullah Fi Zilali’l Kur’an tefsirini okumaya başlamamla, daha doğrusu okuduğumu fark etmeye başlamalarıyla en başarılı öğrencilik mertebesinden en problemli öğrenci derecesine düştüm. İçinde bulunduğum cüzzamlı hâlden(!) beni kurtarmak için epey bir uğraştılar; ancak müzmin bir hasta olduğuma kanaat edince, onlar kovmadan ben ayrılmak zorunda kaldım. Lisenin sonuna dek Arapça eğitim alamadım. Birkaç teşebbüste bulunsam da başvurduğum yerlere benden önce TEM polisleri başvurup, beni detaylı tanıtmaları ve başvurumu kabul ettikleri takdirde başlarına gelecek olanları nazik bir dille hatırlatmaları neticesinde ‘hassas zamanlardan geçiyoruz’ gerekçesiyle hep reddedildim.

Lise son sınıfta babamın ‘Hakkıyla ilim talep etmek istiyorsan bunun yeri bellidir. İslami ilimlerin okutulduğu ülkelerden birine gidip orada bulunan üniversitelerden eğitim almalısın’ tavsiyesiyle yurt dışına yöneldim. Önceliğimiz Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem topraklarına gidip ilim talep etmekti. Bazı arkadaşlarımız; Medine İslam Üniversitesi için başvuruda bulundular. En azından bir yıl beklememiz gerektiği söylendi. Biz de vakit kaybetmemek için Mısır’a gidip Ezher Üniversitesi’nde okumaya karar verdik. Vize için resmi yollardan başvurmamıza karşın, polisin yoğun çabaları neticesinde tüm evraklarımız tamam olmasına rağmen eğitim vizesi alamadık. Okul kayıt dönemi bitmişti. Bir büyüğümüz ‘Turist vizesiyle Mısır’a gidebileceğimizi, bu bir yılı Pratik Arapça ve ön hazırlık olarak değerlendirebileceğimizi’ söyleyince Mısır’a gittik. Ramazan’ın birinci günü Mısır hayatımız başladı.

Gerçekten bu bir yıllık süre bizim için çok hayırlı oldu. İlk olarak bir dil kursuna yazıldım ve üç ay sonra artık gerek olmadığına kanaat edip bıraktım. Bu sürede Kur’an hafızlığına başladık. Bu bekleme süresinde Ezher mezunu olan bir ağabeyin yanında İmam Nevevi’nin Riyazu’s Salihin kitabını okumaya ve onun seçtiği hadisleri ezberlemeye başladım. Ayrıca yine Ezher mezunu bir ağabeyle daha önceden okumaya başladığım Safvetu’t Tefasir kitabından bölümler okuyorduk.

Bu sürede orada bulunan farklı kesimlerden insanlarla tanıştık. Genel olarak İhvan-ı Müslimin çizgisinde olanlar, selefiler ve gelenekçi diyebileceğimiz insanlar vardı çevremizde. Bu çevrelerin kendi aralarında yaptıkları ilmi ve siyasi tartışmalara şahit oldum. Ve vakıada var olan ihtilafın nastan değil hevadan kaynaklandığını fark ettim. İnsanların çoğu inandıkları değerleri Allah’ın kitabı ve Rasûlü’nün sünnetinden değil; bağlı oldukları cemaat veya ekolden aldıklarını gördüm. Bu süreçte genel bir söylem olarak değil, hayatın her alanına Kur’an ve sünnet ile yaklaşan insanlara yakın olmaya başladım. Onların derslerine katıldım ve onlardan istifade ettim. Özellikle yaşça bizden büyük olan, çocukluklarından bu yana İslami ilimlere uğraşan iki ağabeyin üzerimizde çok hakkı vardır. Gerek güzel ahlakları ve gerekse de bizler için yaptıkları, bizleri sürekli ilme ve amele teşvik edip bunu da amelleriyle göstermeleri beni çok etkiledi. İnsanların çoğunun onlara muhalif olmasına rağmen eleştirilerinde delile dayanmadıkları, sadece hakaret ettikleri; ancak bu ağabeylerin her konuda delile başvurmaları ve güzel ahlakla insanlarla muamele etmeleri herkesle ilişkimi kesip bu kardeşlerle dersler yapmaya sevk etti beni.

Bir yıl bitti ve okullar açıldı. Bu süre zarfında öğrencilerin durumları beni Ezher’den soğuttu. İnsanların yılları gidiyor; ancak hiçbir şey öğretilmiyordu. Firavun’un sadık torunu olan Mısır tağutlarının, ümmeti ayağa kaldıracak ilim adamları yetiştirmek için imkan sağlamış olmaları bana pek makul gelmiyordu. İlmini bu tağutlara musahhar kılmış hocaların da, tağutların rızası dışına çıkacağı da pek mümkün değildi. Allah subhanehu ve teâlâ, kitabında Firavun’u ve onun sistemini ayakta tutan Haman, Karun ve din adamı ünvanlı Bel’am’ı bizlere tanıtmıştı. Asrımızda Firavun adına insanları büyüleme vazifesini üstlenmiş sihirbazları da!

“Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz halde onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat. Dileseydik o ayetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, ayetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler.” (7/A’raf, 175-176)

“Sihirbazlar gelince, Firavun’a: ‘Eğer biz üstün gelirsek gerçekten bize bir mükafat var mı?’ dediler. Firavun: ‘Evet, hem o takdirde mutlaka bana yakın kimselerden olacaksınız.’ dedi.” (26/Şuara, 42)

Düşünün, dünyanın dört bir tarafından yüzbinlerce öğrenci bu ülkelere geliyor, üniversitelerde okuyup din adamı kimliğiyle ülkelerine dönüyorlar. Ancak İslam ümmetinin hâlinde bir değişiklik olmuyor. Tağutların kontrolünde, onların onay verdiği bel’amların gözetiminde bir eğitim tezgahı kurulmuş, işliyor.

Bu tezgahın çarklarında kalmamak için, mescidlerde ve özel kurumlarda yapılan ilmi faaliyetlere iştirak ettim.

Bu süre zarfında Rabbim bana evlenmeyi nasip etti. Mısır’da son bir yılımı evli olarak doldurdum. Dokuz yıldır evliyim. Rabbim bizi henüz bir çocukla rızıklandırmadı. Ancak şunu söyleyebilirim; tevhid ve İslam nimetinden sonra Rabbimin bana lütfettiği en büyük nimet, bu evliliktir. Allah’ın subhanehu ve teâlâ bizleri muvaffak kıldığı tüm hayırlı amellerde benden ziyade eşimin payı vardır. Dokuz yıllık evlilik hayatımın dört yılını zindanda, dışarıda olduğum beş yılın çok az zamanında da onun yanında olmama rağmen hiçbir zaman bu durumdan şikayet ettiğine şahit olmadım. Dava yolunda karşılaştığım sıkıntılarda onu her zaman yanımda ve destekleyici olarak gördüm. Bana hayırlı bir eş, sadık bir yol arkadaşı, çalışkan bir öğrenci oldu. Onun: ‘Sen yapman gerekeni yap, Rabbim bizi zayi etmez.’ deyişi, İslam davasında azmimi arttırdı hep. Allah’a ne kadar hamd etsem azdır.

Mısır’da geçirdiğim dört küsur yılın ardından Türkiye’ye dönmek zorunda kaldım. Orada yaptığımız davet çalışmasından rahatsız olan asrımızın Cehmiyye’sinden birileri bizleri sisteme şikayet etti. O sırada tatil için Türkiye’de bulunuyordum. Mısır polisinin tevhid ehli üzerindeki baskısından dolayı Mısır’a dönemedim.

Türkiye’de tevhid ve sünnet merkezli davet çalışmalarına İstanbul’da başladık. Davetimizin özü; insanları şirkten arındırılmış, yalnızca Allah’a has kılınan dine, ibadette tevhide ve ibadetlerin bidatlerden arındırılmasına, rehberliğinde sadece Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem bulunan sünnete davet etmekti. Bu davete icabet eden kardeşlerimizle beraber Tevhid mescidlerini açmaya başladık. Davetimizin yaygınlaşmaya başlamasıyla Allah’ın subhanehu ve teâlâ değişmez sünneti işledi ve bizim için imtihan süreci başladı.

“Andolsun, biz Semud (kavmine de) kardeşleri Salih’i: ‘Yalnızca Allah’a kulluk edin’ diye (demek üzere) gönderdik. Bir de ne görsün, onlar birbirlerine düşman kesilmiş iki gruptur.” (27/Neml, 45)

Paralel yapının iş başında olduğu dönemlerdi. Misyonları dini tahrif etmek olanların, tevhid akidesinin anlatılmasına tahammül etmeleri beklenemezdi. ‘El Kaide operasyonu yapıyoruz’ diye bizlere saldırdılar. 11 Eylül’den sonra tevhid ehline yapılan tüm operasyonlar, bu isim adı altında yapıldı. Şayet insanları ‘akidelerinden’ dolayı yargılasalar bu onların temel ilkelerinden olan düşünce özgürlüğüyle(!) çelişecekti. Çelişkiye düşme erdemsizliğindense iftira etmeyi tercih ediyordu bu yapı! Bu dosyadan bir küsur yıl tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildik. Daha sonra da bu dosyadan ceza aldık. Tağutlar bu operasyonlarla davetin sonlanacağını ve bizlerin vazgeçeceğini zannettiler. Ancak Allah’a hamd olsun bu süreç davetimizin yayılmasına ve imtihan mektebinde pişmemize vesile oldu.

Serbest kaldıktan iki yıl sonra aynı isim adı altında yeniden operasyon yapıldı. Operasyonu yapan paralel polislerdi. Bu operasyonu yapan polisler bize ‘Sizin El Kaide olmadığınızı biliyoruz, ancak bu fikirleriniz çok tehlikeli olduğundan sizlere müsaade edemeyiz.’ diyorlardı. Bu dosyadan da iki yıla yakın tutuklu kaldıktan sonra Rabbim bizlere özgürlük nasip etti. Bildiğimiz ve bilmediğimiz sayısız hayırlarının yanında, ikinci cezaevi imtihanın meyvesi şu an elinizde tuttuğunuz ‘Tevhid Dergisi’dir.

Tahliye olduktan bir yıl sonra aynı isim adı altında üçüncü bir operasyona maruz kaldık. Bu dosyadan da 10 ay tutuklu kaldıktan sonra dosya dahi hazırlanmadan tahliye edildik.

Rabbime hamd olsun ki; bu sürede bizlere yardım etti ve ayaklarımızı sabit kıldı. İmtihanları, akidemizin sağlamlaşmasına ve O’nun subhanehu ve teâlâ vaadine olan yakinimizin arttırmasına vesile kıldı.

2. Bir Müslümanın cezaevi imtihanına bakışı nasıl olmalıdır?

Sorunuza öncelikle genel bir cevap vermek istiyorum. Herhangi bir meselede rıza-i ilahiye muvafakat etmek ve Rabbani bir duruş sergilemek; meseleye dair doğru bir bakış açısına sahip olmakla mümkündür. Bu, Rabbimizin sahabe toplumunu yetiştirirken izlediği metottur. Onlardan ahiret hayatını tercih edip dünyayı önemsiz görmelerini istemeden ve buna bağlı olarak salih amelleri zorunluluk kılmadan önce, onlara dünyaya ve ahirete dair bir bakış açısı kazandırmıştır.

“Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve (eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi.” (29/Ankebut, 64)

“Sizin yanınızda olan tükenir, Allah’ın katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle biz muhakkak vereceğiz.” (16/Nahl, 96)

Allah Rasûlü de sallallahu aleyhi ve sellem sahabesini bu metotla eğitti. Örneğin, onlardan infak etmelerini istediğinde öncelikle onların tabiatlarında var olan mal biriktirmeye dair bakış açısı kazandırdı.

“Vârislerinin malı, kendi malından daha sevimli olan biri var mı aranızda? diye sordu.

Onlar:

— Bizden hiç kimseye vârislerinin malı, kendi malından daha sevimli gelmez, dediler.

Allah Rasûlü:

— Sizin takdim ettikleriniz (infak, sadaka) size aittir, geride bıraktıklarınız ise vârislerinizin malıdır, buyurdu.” (Buhari)

Burada Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onlara bir bakış açısı kazandırdı. Şayet mallarını seviyorlarsa bunu infak etmeleri gerekir. Çünkü elde biriktirilen mal kişiye ait değil, vârislere ait maldır. Asıl mal, infak edilmek suretiyle Allah’a emanet edilen ve ahirette fayda verecek olandır.

Bu metot vahyin umumi metodu olduğundan, buna dair yüzlerce örnek verilebilir. Ancak buradan şu sonuca varmak istiyorum: Her Müslümanın bu metodu hayatına tatbik etmesi gerekir. Kulluğunu ilgilendiren her konuda ‘Buna bakışım nasıl olmalıdır?’ diye sormalıdır. Çünkü doğru tasavvur, insanı doğru eyleme götürür.

Buna binaen Müslümanın cezaevi sürecine bakışı da böyledir. Şayet vahiyle belirlenen ölçüleri rehber edinerek sürece bakarsa, cezaevi imtihanında takdir edilen hayırlara muvaffak olur. Bu ölçülerden uzak olarak süreci geçirirse, hayırlardan mahrum olduğu gibi, cezaevinin şerleriyle karşı karşıya kalır.

a. Müslüman, cezaevinin bir imtihan olduğunu bilmelidir.

“İnsanlar, (sadece) ‘İman ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (29/Ankebut, 2-3)

Bu, şu anlama gelmektedir: ‘Ben iman ettim’ diyen her insan mutlaka ama mutlaka imtihan olmak zorundadır. Bu insanla ve onun iradesiyle alakalı bir durum değil, Allah’ın kevni iradesiyle olan bir şeydir. Kişinin bundan kaçması, ecelinden ve rızkından kaçmasının mümkün olmadığı gibi, mümkün değildir.

Her dönemde iman ehlinin maruz kaldığı imtihanlar farklılık arz eder. Bunu anlamak için tevhid imamlarının kıssalarına bakılabilir. Kur’an her kıssada farklı bir imtihanı öne çıkarır. Kimisi azlıkla, kimi dışlanmayla, kimisi toplumda fuhşiyatın yayılması, kimi aile bireylerinin dahi iman etmemesiyle, kimi hastalık, kimi etbaının vefasızlığıyla, kimi ateşle, kimi de zindan, boykot ve açlıkla…

İçinde yaşadığımız dönemde bir çok imtihanla karşılaşsak da; dünya Müslümanlarının genel ahvaline baktığımızda en öne çıkanın zindan olduğunu görüyoruz. Öyleyse her Müslümanın asrımızın bela ve imtihan duraklarından olan zindana düşmesi an meselesidir.

Kişinin bu bilinçte olması zindanın en tehlikeli afetlerinden olan; başkalarını suçlama, yanlış muhasebe ve mücadele; menhecini değiştirmekten insanı korur. Allah’ın takdiri başa geldikten sonra sebepler üzerinde yoğunlaşmak, esbap perdesi altında kadere itiraz etmektir. Bu akidevi maraz açık olmadığından, bir çok insan farkına varmadan bu yanlışa düşer. Sebepler, tedbirler, eksikler… Bunlar, Allah’ın takdir ettiği sonuç başa gelmeden üzerinde düşünülmesi gereken şeylerdir. Takdir olunan başa geldi mi kulluk; teslimiyet, rıza ve tevekkül olur. Bu bilinmediğinde kişiler asıl olanın, Allah’ın takdiri değil de kendi düzenledikleri sebepler olduğunu zannederler. Bu da dava arkadaşlarının birbirini suçlamasına sebep olur. Hem kadere iman zedelenir hem de kenetlenmeye en fazla ihtiyaç duyulan yerde karşılıklı suçlamalar neticesinde birliktelikler parçalanır.

Elbette bizler sebeplere yapışacak, tedbirler alacak ve görev paylaşımında bulunacağız. Sürekli bunları takip edeceğiz. Doğru veya yanlış, eksik veya fazla yapıyor oluşumuz bizim sorunumuzdur. Bunların sonucu olarak zindan takdir edilmişse, bunun sadece ama sadece iman iddiasının gereği olan bir imtihan olduğunu bileceğiz.

b. Satılmış malın pazarlığı olmaz.

“Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu hâlde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur.” (9/Tevbe, 111)

Zindandayken bu konuya dair kardeşlerime yazdığım mektuptan şu satırları paylaşmak istiyorum:

‘…Anlatılır ki; Mısır’da birtakım olaylar olur. Halid El İslambuli ve arkadaşları şehid olur. Abbud Ez Zümer ise zindana düşer. Morali bozuktur. Arkadaşları teselli etmeye çalışsa da nafile, etki etmez. Gelip durumu Şeyh Ömer Abdurrahman’a iletirler. Abbud Ez Zümer’i yanına çağırır.

— Hayırdır ey Abbud. Neden moralin bozuk?

Abbud durumu anlatır.

— Ben bu yola şehid olmak için girdim, ancak benim payıma zindan düştü, arkadaşlarım şehid oldu, der.

Ömer Abdurrahman aldığı cevaptan memnun olmaz. Ve ona şu tarihi sözlerle karşılık verir:

— Ey Abbud! Sen cennet karşılığında bu canı Allah’a sattın. Dilersen seni saraylarda padişah, dilerse şehid, dilerse de zindanlarda çürütür. Satılmış ve karşılığı alınmış malın pazarlığı olmaz.’

Bu canlar Allah’a satılmış. Akid gerçekleşmiş. Kul canını, Rabb cennetini teslim etmiş. Canın kerhen de rızayla da sahibi Allah’tır. Canını rızayla değil de kerhen Allah’a subhanehu ve teâlâ verenler şikayet edebilirler, üzülüp kederlenebilirler. Çünkü onlar canın Allah’ın mülkü olduğuna inanmıyorlar. Ya rızayla canını Allah’a satıp teslim olanlar? Onların böyle bir hakkı kalmamıştır. İşte Rasûllerin hayatı… Onların çeşit çeşit imtihanları…

Bu yolun tüm yolcuları böyledir. Allah dilerse onları saraylara sultan kılar, dilerse de işkenceye devam eder.

Dilerse Uhdud ashabı gibi ateşte yakar, dilerse İbrahim aleyhisselam gibi ateşi ona serin ve selamet kılar. Dilerse Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem gibi en hayırlı insanları ona yol arkadaşı kılar. Dilerse Musa’nın aleyhisselam etrafında olduğu gibi yeryüzünün en çirkin insanlarıyla muhatap kılar.

Her şey O’nun mülkü ve O’nun iradesine bağlı.(Tevhid Dergisinin 25. Sayısında yayınlanan ‘Zindandan Mektup’ yazısından.)

Zindan imtihanıyla karşılan Müslüman bu ayeti ve içeriği olan alışverişi serlevha etmelidir. Şeytanın vesveseleri, nefsin arzuları ve zindanın saç ağartan ağırlığı onu zorladığında, ruhu ve kalbi tatmin eden bu alışverişle huzur bulmalı, yükünü hafifletmelidir.

3. Her imtihanda sayısız hikmetler olduğunu biliyoruz. Kişinin imtihanın hikmetlerini bilmesinin imtihana karşı rıza ve sabrı güçlendirdiği de malumunuzdur. Kendi sürecinize baktığınızda ne tür hikmetlerden söz edebilirisiniz?

Biliyoruz ki Rabbimizin güzel isimlerinden biri de ‘El-Hakim’dir. Yani her işinde hikmet sahibi olan; kulları için şeriat kıldığı hükümlerinde ve onlara yazgı kıldığı kaderlerini bir hikmete binaen takdir edendir.

Kişi bu noktadan düşünmeye başlamalıdır. Rabbi, mutlaka onun için dilediği bir hayırdan ötürü bu süreci takdir etmiştir. Kişi bu hayırları fark etmese dahi, bu muhakkak öyledir. Ve Rabbinin hikmetini, O’nun engin rahmetiyle beraber ele almalıdır. Ormanın derinliğindeki karıncaya, denizin dibindeki balığa, anne karnındaki embriyoya merhamet eden ve onu yalnız bırakmayan Rabb, kendisine iradeyle kulluk yapan muvahhide de merhamet edecek ve onu yalnız bırakmayacaktır.

Cezaevi sürecinin hikmetlerine gelince;

a. İnsan bu süreçte kendini tanır

İnsanın Rabbine hakkıyla kulluk etmesinin temelinde ‘Rabbini ve nefsini’ tanıması vardır. Yoğun bir hayatın içinde ve muhasebe kültüründen uzak toplumlarda yetişen insanlar kendilerini hakkıyla tanımazlar. Kendi iddiaları ve toplumun onlar hakkındaki kanaatleriyle kendilerini tanırlar. İmtihanlarda, genel olarak cezaevi imtihanında belirgin bir şekilde insan kendini tanır. Zaaflarını, korkularını, eksik yanlarını, öyle zannettiği ancak öyle olmayan yönlerini ve kendinde bulunan hayırların farkına varır.

Gerek nefsini ıslah etmesinde ve Rabbine olan kulluğunda; gerek de İslam için yapacağı mücadelede bu çok önemlidir.

b. Kişi yol arkadaşlarını tanır

İslami mücadelede en önemli etkenlerden biri; yol arkadaşıdır. Kişinin bu yolda arkadaşa olan ihtiyacı zaruridir. Allah’ın Rasûlleri dahi Allah’a olan tevekkül ve yakinleri tam olmasına rağmen yardımcı ve arkadaşa ihtiyaç duydular.

“Ey iman edenler, Allah’ın yardımcıları olun! Meryem oğlu İsa’nın havarilere: ‘Allah’a (yönelirken) benim yardımcılarım kimlerdir?’ demesi gibi. Havariler de demişlerdi ki: ‘Allah’ın yardımcıları bizleriz.’ ” (61/Saff, 14)

Kişinin dava yolunda karşılaştığı imtihanlardan biri de yol arkadaşı meselesidir. Allah subhanehu ve teâlâ kimine Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem nasip ettiği gibi hayırlı yol arkadaşları nasip eder; kimine de Musa’ya aleyhisselam olduğu gibi hayırsız arkadaşlar… Genelde insanların hayırlı olup olmadıkları yolda değil, imtihan duraklarında belli olur. Zaten Rabbimiz de imtihanların hikmetini böyle izah eder.

“İnsanlardan öylesi vardır ki, ‘Allah’a iman ettik’ der; fakat Allah uğruna eziyet gördüğü zaman, insanların (kendisine yönelttikleri işkence ve) fitnesini Allah’ın azabıymış gibi sayar; ama Rabbinden ‘bir yardım ve zafer’ gelirse, andolsun: ‘Biz gerçekten sizlerle birlikteydik’ demektedirler. Oysa Allah, alemlerin sinelerinde olanı daha iyi bilen değil midir? Allah muhakkak iman edenleri de bilmekte ve muhakkak münafıkları da bilmektedir.” (29/Ankebut, 10-11)

Kişi imtihanlar sayesinde nefsini hakkıyla tanıdığı gibi, yol arkadaşlarını da hakkıyla tanır. İmtihanlar sayesinde sadık olanlarla, iddialarında yalancı olanlar birbirlerinden ayrılırlar.

c. İmtihanlar kişinin günahlarını döker

Sen de biliyorsun ki; günahkârlar iki kısımdır.

1. Allah’ın günahlarına müdahale etmediği, kendi hâline terk ettiği insanlar…

Bunlar Allah’ın buğz ettiği, azgınlaşmaları için müreffeh bir hayat sunduğu insanlardır. İçinde oldukları nimetlere aldanıp düşünmez ve hallerinin muhasebesini yapmazlar.

“…Onlara mühlet veririm. Şüphesiz ki benim tuzağım çetindir…” (7/Araf, 183)

Bunlardan olmaktan Allah’a sığınırız.

2. Allah’ın merhamet ettiği kullarıdır. Allah subhanehu ve teâlâ onları hâllerine terk etmez. Musibetlerle onları sarsar. Düşünüp öğüt almalarını, muhasebe ve tevbe ile ıslah olmalarını ister… O’nunla karşılaştıkları günde tertemiz olmalarına imkan tanır.

Sahihte varid olduğu üzere Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bela, Müslümanın nefsinde, malında ve evladında sürekli vardır. Ta ki Allah’la karşılaştığında üzerinde hiçbir günah kalmasın.”

Başka bir hadiste:

“Müslüman’a isabet eden dert, hüzün, keder, yorgunluk; mutlaka onun bazı günahlarına kefaret olur. Ayağına batan diken dahi böyledir…” (Buhari, Müslim)

İnsan dahi sevdiklerinin kusurlarını gizler. Dostunun kendi yanında mahcup olmasını istemez. Bu, insanların dostluğunda dahi erdem iken, bir de Allah’ı düşün...(Tevhid dergisinde yayınlanan ‘Zindandan Mektup’ yazısından.)

d. İmtihan kişinin derecelerini yükseltir

İmtihanlar günahlara kefaret olduğu gibi kişinin Allah katında mertebelerini de yükseltir.

Ebu Said El-Hudri radıyallahu anh anlatıyor,

“Allah Rasûlü’nü hastayken ziyaret ettim. Elimi yorganının üstüne koydum. Ateşi yorganın üzerinden fark ediliyordu.

— Bu nedir ey Allah’ın Rasûlü, dedim.

Bana cevaben:

— Biz böyleyiz, imtihanımız ağır olduğu gibi ecrimiz de fazladır, dedi.

— En çok belaya kimler uğrar, dedim.

— Peygamberler, onlardan sonra salihler, dedi. Sonra,

— Sizden birinin rahatlığı sevdiği gibi onlar da belayı severler.” (İbni Mace)

Cabir radıyallahu anh Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem aktarıyor:

“Kıyamet gününde insanlar ecirlerini alacaklar. Afiyet ehli bela ehlinin aldığı karşılığı görünce: ‘Keşke dünyada etlerimiz demir taraklarla kesilseydi’ diye temenni edecekler.” (Tirmizi)

Allah subhanehu ve teâlâ her şeyin karşılığını tastamam verecektir. Kendi yolunda çile çeken ve buna hakkıyla sabreden kulları için de durum böyledir. Onlar sabır ve tevekkülleri sayesinde afiyet ehlinin gıpta edeceği derecelere mazhar olacaklar. Ve nihayetinde derecelerin en üstünü olan rıza-ı ilahiyi elde edecekler.

Ebu Said El-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:

“Rasûlullah buyurdular ki:

— Allah cennet ehline; ‘Ey cennet ahalisi!’ diye seslenir.

Onlar:

— Ey Rabbimiz, buyur! Emrine amadeyiz! Hayır senin elindedir! derler.

Rabb Teâlâ:

— Razı oldunuz mu? diye sorar. Onlar:

— Ey Rabbimiz! Razı olmamak ne haddimize! Sen bize mahlukatından bir başkasına vermediğin nimetler verdin! derler.

Rabb Teâlâ:

— Ben sizlere bundan daha fazlasını vereyim mi? der.

Onlar:

— Bu verdiklerinden daha üstün ne olabilir? Derler.

Rabb Teâlâ:

— Size rızamı helal kıldım. Artık, size ebediyyen gazap etmeyeceğim! buyurur.” (Buhari, Müslim)

Kişinin imtihan sürecinde bu nasları bilmesi ve bunlar üzerinde tefekkür etmesi, sabır ve yakinle bu süreci tamamlamasına yardımcı olur. Hangi sıkıntılı durum olursa olsun; kişinin Rabbinin ‘Senden razı oldum’ sözünü düşünmesi, içinde bulunduğu sıkıntıyı giderecek, en azından hafifletecektir.

e. İmtihanlar kişiyi hayırlı işlere hazırlar

İmtihan süreci çoğu zaman insanı daha hayırlı bir sürece hazırlar. Hususen cezaevi imtihanı böyledir. İslami mücadelenin en temel azığı olan sabır konusunda insanı pişiren bir mektep gibidir cezaevi. Kişi cezaevinde acziyeti, Rabbine olan ihtiyacı, ondan istemeyi ve geciken yardımı beklemeyi öğrenir. Bu öyle bir öğrenmedir ki; kişi iliklerine kadar hisseder bu duyguları.

Bunun en güzel misali Yusuf’un aleyhisselam zindanla imtihanıdır. Rabbi onu yöneticiliğe böyle hazırladı. Zulmün en çirkin hâllerini yaşatarak ona adil olmayı, az ile yetinmeyi, yönetici olacağı beldenin halklarını tanımayı zindan süreciyle öğretti.

Gelecekte nelerin bizi beklediğini bilemeyiz. Rabbimizin bizler için takdir ettiği bizim için gaybtır. Çok sıkıntılı geçen bir imtihan süreci, bir sonraki ve içinde olduğumuzdan daha büyük olan imtihanı kolaylaştırır mahiyettedir. Kişi bunu bilerek sabır göstermeli ve Rabbine şöyle dua etmelidir.

‘Rabbim El-Kerim isminle; İçinde bulunduğum zindanın hayrına muvaffak kıl beni. El-Hafız isminle içinde bulunduğum zindanın şerrinden koru beni.’

Bugün yeryüzüne vâris olmak ve yeryüzünün imametini elinde bulundurmak isteyenler, zindan imtihanıyla karşılaştıklarında buraları; sabrı, adaleti ve Allah’tan isteyip beklemeyi öğrendikleri bir mektep olarak görmeleri gerekir.

f. Tevhid ve sünnet davetinin yayılmasına vesile olur

Zindan süreçlerinde gördüm ki; davetin yayılmasında en etkili yollardan biri imtihandır. Bu iki şekilde oluyor:

İlki; basının karalama ve iftira kampanyası yaparken farkında olmadan sizin akidenizi milyonlara ulaştırması…

Bu, Mekkeli müşriklerin insanları Nebi’den sallallahu aleyhi ve sellem sakındırmak isterken aslında kalplerinde ona karşı merak uyandırmasına benziyor. Bizlerin üç-dört yılda disiplinle ve bir program dahilinde ulaşamadığımız sayıya, operasyonun ilk dört gününde tağutlar eliyle ulaştık desem abartmış olmam. Bunu da tevhid daveti için büyük bir kazanç olarak görüyorum.

İkincisi; zindanlarda diri diri betonlar arasına gömülen ve koyu bir cahiliyeden çıkan insanların İslam’la tanışması… Allah’a hamd olsun bu sürede Türkiye’nin farklı cezaevlerinde bir çok insan tevhid ve sünnet davetiyle tanıştı. Bu insanların çabaları ve kendi durumlarında olan insanları kurtarma gayretleri bu halkayı genişlettikçe genişletti.

Zindan süreci bireysel bazı haklardan mahrumiyet olsa da, İslam davetine kazandırdıkları göz önünde bulundurulduğunda dava adına büyük bir kazançtır.

Ayrıca şunu eklemek isterim. Her insanın kendi imtihanında bir takım özel hikmetler vardır. Örneğin İslami çalışmanın kıymetini bilmeyen ya da Müslümanlarla kardeş olmanın kıymetini bilmeyen, ailesiyle hakkıyla ilgilenmeyen, itaat etmesi gereken yerde itaatsizlik yapan bir Müslümanın, bu süreçle ders alması istenmiş olabilir. Kişinin varsa bu özel durumu üzerinde tefekkür edip dersler çıkarması gerekir.

4. Zindan ehli Allah ile ilişkilerinde nelere dikkat etmelidir? Manevi yönden zinde kalmak ve zindanın zorluklarının üstesinden gelebilmek için neler tavsiye edersiniz?

Zindan imtihanı gerçekten zorlu bir imtihandır. İman ve hayat nimetinden sonra bu ikisinin kendisiyle tamamlandığı özgürlük nimetinin insanın elinden alınmasıdır. Her zorlu süreçte olduğu gibi dayanağı kuvvetli olanların, hakkıyla üstesinden gelebileceği bir süreçtir. Bu dayanakta her koşulda müminin azığı olan Rabbiyle beraberlik yani; maneviyatının kuvvetli olmasıdır.

Kişinin kalbi Rabbiyle ne denli irtibatlı olursa içinde bulunduğu zorluklar o kadar basitleşir. Bu durumu anlatması açısından İbni Teymiyye’nin rahimehullah zulümler karşısında söylediği şu sözleri hatırlamak gerekir:

Öğrencisi İbni Kayyım anlatıyor: ‘Düşmanlarım bana ne yapabilir ki? Ben cennetimi yüreğimde taşıyorum, nereye gitsem o benimle gelir. Hapsedilmem halvet, sürgün edilmem hicret, öldürülmem şehadettir.’

Kalede hapsedildiğinde şöyle diyordu: ‘Şu kale kadar altın dağıtsam yine de bu nimetin şükrünü eda edemem. Kale cezaevindeyken yaptığı secdelerde ‘Allah’ım seni zikretmem, sana şükretmem ve en güzel şekilde ibadet etmem hususunda bana yardım et.’ diye dua ediyordu. Bir gün bana: ‘Asıl mahpus; kalbinin, kendisini Rabbinden hapsettiği insandır. Asıl esir de hevasının esiri olandır.’ dedi.

‘Korkularımız artıp kötü zanlara düştüğümüz ve yeryüzü bize daraldığında ona gelirdik. Onun sözlerini iştir işitmez bu duygular gider yerini genişlik, kuvvet yakin ve mutmainlik alırdı…’ (El-Vabilu’s Sayyib kitabından.)

Burada zindan imtihanında olan kardeşimizin şu soruyu sorması gerekir: ‘Bela hâlinde bu duygular içinde olan, kendini aşıp başkalarına teselli olan bu alimin sırrı nedir?’ Elbette maneviyattır. Zaten İbni Kayyım bu sözleri zikrin fazileti ve hocasının nasıl her daim Rabbini zikrettiği siyakta aktarmıştır. Allah’ı zikretmeyi ve ondan doğan hâli İbni Teymiyye cennete benzetir. Sabah namazından öğlen vaktine kadar oturup Rabbini zikreder. Onun bu hâlini gören öğrencisine: ‘Bu, benim sabah gıdamdır. Bunu almasam kuvvetim düşer.’ der. Yine bir gün öğrencisine: ‘Kalbin zikirle olan alakası; balıkla suyun alakası gibidir. Balık sudan ayrılınca hâli nice olur?’ (A.g.e.)

Fiziki şartların insanın huzurlu olup olmamasıyla ilgisi çok zayıftır. Bunun delili, çok şatafatlı bir hayata sahip olmalarına rağmen intihar edecek kadar bunalımda olan insanlar ve çok sıradan bir hayata sahip olmalarına rağmen huzurlu olan insanların varlığıdır. Mesele, kalp meselesidir. Kalbinde cennetini taşıyan insan, nerede olursa olsun oranın huzurunu bulur. Hevasının ve nefsinin esiri olmuş insan, nerede olursa olsun darda ve sıkıntıdadır. Bulunduğu ortamın şerrinden eziyet görür. Bu sebepten; kalp hayatına yani maneviyata önem vermek zindanın özlem ve hasretini, insanların vefasızlığını, uzayan süreci, çaresizliğini ve buna bağlı olarak oluşan ağır yükü hafifletmek için elzemdir.

Zindan imtihanı başladığında kişinin maneviyatını güçlendirecek bir program yapması şarttır. Bu çok genel olabilir, ancak ben faydalı olacağına inandığım bir program zikretmeye çalışacağım.

a. Kur’an-ı Kerim’den bir bölümü Arapça, meal ve tefsiriyle beraber her gün okuyup, ayetler üzerinde tefekkür etmek

Allah subhanehu ve teâlâ bu kitabın şifa, nur, yol gösteren, ruh ve rahmet olduğunu bildirmiştir. Hastalıklı ve ölmüş kalplerin dirilmesinde, kişinin imanının ve Rabbine olan sevgisinin artmasında tefekkür ederek okunan Kur’an kadar daha etkili olan bir şey yoktur.

“İman edenlerin, Allah’ın ve haktan inmiş olanın zikri için kalplerinin -saygı ve korku ile yumuşaması- zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasık olanlardı.” (57/Hadid, 16)

Burada sahabe uyarılıyor. Allah’ın ayetlerini okurken ya da dinlerken kalplerinin harekete geçmiyor oluşu; ehli kitabın zamanla katılaşan kalplerine benzetiliyor. Akabinde Allah subhanehu ve teâlâ konuyla zahiren ilgisiz görünen şu ayetlere yer veriyor:

“Bilin ki gerçekten Allah, ölümünden sonra yeryüzüne hayat verir. Şüphesiz biz, umulur ki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık.” (57/Hadid, 17)

Evet, Allah subhanehu ve teâlâ kurumuş ve ölü olan toprağa hayat verir. Bunu da gökten indirdiği suyla yapar. Bunun gibi kurumuş, hastalanmış, vazifesini yerine getiremeyen kalpleri de Allah subhanehu ve teâlâ diriltir, hayat verir. Bunu da gökten, kendi katından indirdiği kitabıyla yapar.

Kur’an’dan bir bölümü her gün okumalı, daha sonra o bölümün tefsirine bakmalıdır mahpus Müslüman. Özellikle ayetlerin neden indiği, Allah Rasûlü’nün ve sahabenin ayetler indikten sonra nasıl bir tavır sergilediğini, varsa seleften aktarılan tefsirleri bilmelidir. Bundan sonra oturup öğrendikleriyle nefsini ve yaşadığı vakıayı karşılaştırmalı ondan dersler çıkarmalıdır.

Rabbinin buyruklarına uyan, her hâline hamd etmeli, eksiklikleri için tevbe edip ıslahı için Rabbinden yardım isteyip çaba göstermelidir. Özellikle okuduğu bölümlerde kendinde eksik olarak gördükleri için şöyle bir yol izlemelidir: Okuduğu Kur’an’ı ‘Bu eksikliğin çözümü nedir?’ nazarıyla okumalı, yine cevabı Rabbinin kelamından almalıdır.(Böyle bir çalışma için tavsiye edeceğim kitaplar;

— Guraba yayınlarının bastığı Tefsiru’s Sa’di kitabı. Öz oluşu, israiliyattan arınmış olması, rivayet esaslı olması herkesin istifade edebileceği bir basitlikte yazılması kitabın ayrıcalıklarındandır.

— Fi Zilali’l Kur’an Tefsiri. Seyyid Kutub’un rahimehullah yakın dönem alimlerinden olması, tefsirini Kur’an’ın ana mesajını perdeleyen gereksiz tartışmalardan uzak tutması, bu tefsiri zindanda kaleme alması ve yazdıkları uğruna can vermiş olması tefsirin ayırıcı özelliklerindendir.)

b. Allah’ı zikretmek

Yukarıda İbni Teymiyye’nin rahimehullah cezaevindeki örnek duruşunu aktardık. Bu ruh hâlinin aslı, onun Rabbini zikretmesidir. Allah’ı subhanehu ve teâlâ zikretmenin kalpleri mutmain kıldığını bildiriyoruz. Şeytanın vesveseleri ve nefsi arzuları imtihan süreçlerinde daha da belirginleşir. Kişi kimi zaman eşiyle, bazen çocuklarıyla imtihan olur. Gelecekle ilgili kaygılar ve sürecin belirsizliği de eklenince kalp paramparça olur. İşte bu sıkıntıdan kurtulmanın yolu kalbi zikirle onarmak ve onu asıl sahibiyle beraber kılıp mutmain olmasını sağlamaktır. Nasıl ki insan sadece evinde rahat bulur, tanıdıklarının yanında kendini emniyette hisseder; kalp de böyledir. Rabbinden kopuk kalp; tanımadığı bir diyarda kaybolmuş ve sürekli ürperti ve kaygı içinde olan insan gibidir.

Zindanda insanın en çok ihtiyaç duyduğu şey, Rabbinin onunla beraber olduğunu, onu yardımı ve sevgisiyle kuşattığını hissetmektir. Bu da Allah’ın, O’nu subhanehu ve teâlâ zikredenlere lütfudur.

“Beni anın ki; ben de sizi anayım.” (2/Bakara, 152)

Kudsi bir hadiste:

“Ben kulumun benim hakkımdaki zannı üzereyim. Şayet o beni nefsinde anarsa, ben de onu nefsimde anarım. O beni bir toplulukta anarsa, ben onu daha hayırlı bir toplulukta anarım…” (Buhari, Müslim) buyurulmaktadır.

Özellikle sünnette varid olan; sabah ve akşam zikirlerini kaçırmamaya gayret edilmelidir. Allah subhanehu ve teâlâ, Rasûlü’ne Kur’an’da defalarca bu vakitlerde Rabbini zikretmesini emretmiştir. “Alçak gönüllülükle, korku ve duyarlılık içinde, sesini yükseltmeden sabah akşam Rabbini an ve sakın umursamaz kimselerden olma.” (7/A’raf, 205)

“Güneşin doğmasından ve batmasından önce, Rabbinin sınırsız kudret ve yüceliğini, tüm eksiksiz övgüleriyle an.” (20/Taha, 130)

“Ve Rabbini tüm eksiksiz övgülerle sabah akşam yücelt.” (40/Mümin, 55)

“Bu ışık, bu nur o evlerdedir ki, Allah oralarda adının yüceltilmesine ve anılmasına izin vermiştir. O evlerde, sabah akşam Allah’ın yüceliğini ve kudretini dile getiren öyle kimseler vardır ki, bunları ne Ticaret, ne de kazanma hırsı, Allah’ı anmaktan ve namaza devamlı ve duyarlı olmaktan ve zekat vermekten alıkoyabilir.” (24/Nur, 36-37)

“…Ve bunun için her sabah ve akşam sınırsız kudret ve egemenliğimizi anarken, dağları ona eşlik etmeye zorladık.” (38/Sad, 18)

Allah Rasûlü bu emre uyarak sabah namazından sonra güneş doğup bir mızrak yükselinceye, ikindi namazından sonra güneş batıncaya dek Rabbini zikretmiştir. (Bu vakitte Allah Rasûlü’nün yaptığı zikirleri bir çok alim eserlerinde toplamıştır. Bu zikirler ve Allah Rasûlü’nün genel zikirleri için Türkçeye kazandırılan İmam Nevevi’nin el-Ezkar kitabından faydalanılabilir. Ayrıca cep boy olarak hazırlanan ve her Müslümanın evinde, iş yerinde bulundurması gerekli olan Hısnu’l Müslim kitabı da faydalanılacak eserlerdendir.) Genelde Müslümanın, özelde zindan ehlinin bu zikirlere dikkat etmesi gereklidir.

Bunun yanında günlük bir vird belirleyip, Rabbini zikretmesi gerekir bu imtihanı yaşayan Müslümanın. Özellikle, fazileti hakkında özel nas varid olmuş zikirleri (“Bir kimse her gün yüz defa, ‘la ilahe illallahu vahdehû la şerike leh, lehu’l-mulku ve lehu’l-hamdu ve huve alâ kulli şey’in kadir’, derse, on köle azad etmiş kadar sevap kazanır; ona yüz iyilik sevabı yazılır; yüz günahı bağışlanır; bu zikir o gün akşama kadar o kimsenin şeytandan korunmasını sağlar. Bu zikri ondan daha fazla tekrarlayan kimse dışında hiç kimse daha faziletli bir iş yapmış olmaz.” Rasûlullah sözüne şöyle devam etti: “Bir kimse günde yüz defa ‘subhanallahi ve bi hamdihi’ derse, onun günahları deniz köpüğü kadar bile olsa hepsi bağışlanır.”) (Buhari, Müslim)

“Bir kimse on defa, ‘la ilahe illallahu vahdehû la şerike leh, lehu’l-mulku ve lehu’l-hamdu ve huve alâ kulli şey’in kadir’, derse, İsmail’in soyundan dört kimseyi hürriyetine kavuşturmuş gibi sevap kazanır.” (Buhari, Müslim)

“Allah’ın en çok hoşlandığı sözü sana bildireyim mi? Allah’ın en çok hoşlandığı söz: ‘subhanallahi ve bi hamdihi’ demektir.” (Müslim)

“Temizlik imanın yarısıdır. ‘El-Hamdulillah’ duası mizanı, ‘Subhanallahi ve’l-hamdulillahi’ zikri ise yer ile göklerin arasını sevap ile doldurur.” (Müslim)

” ‘La havle vela kuvvete illa billahil aliyyul azim’ cennet hazinelerinden bir hazinedir.” (Ahmed)

“Zikirlerin en faziletlisi ‘La İlahe İllallah’ sözüdür.” (Tirmizi) ), daha sonra içinde bulunduğu duruma uygunluk arz eden zikirleri yapması gerekir. Kişi yaptığı zikirlerin anlamına dikkat etmelidir. Anlamı bilinerek yapılan zikrin kalp üzerinde etkisi vardır.

Allah’ı anmanın iki mertebesi vardır:

1. Sadece lafızları söylenen, anlamı bilinmeden ve manaları üzerinde tefekkür edilmeden yapılan zikirdir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kendisinden amel yönünden tavsiye isteyen bir sahabeye: “Dilin Allah’ın zikriyle ıslak kalsın.” (Tirmizi) buyurmuştur. Bu şekil zikir insanın kalbi üzerinde istenilen etkiyi bırakmasa da; zikre bina edilen ecri kazandırır ve şeytanın vesveselerini insandan uzaklaştırır.

2. Anlamı bilinerek ve manaları üzerinde tefekkür edilerek yapılan zikir ise; insanın kalbini onaran, hastalıklarına şifa olan ve kalpte Allah sevgisini oluşturan zikirdir. Zikrin insan hayatına katacağı dünyevi ve uhrevi kamil anlamdaki güzellikler bu zikirle elde edilir.

Kişi ikinci mertebede Rabbini zikretmeye gayret etmelidir. Ancak bunun olmadığı zamanlarda şeytanın oyununa düşmemeli ve zikrin birinci mertebesini terk etmemelidir. Bazen insan salih amellerden istediği lezzeti almayabilir, kalbi üzerinde tesirini hissetmeyebilir. Bu durum insanı salih ameli terke götürmemelidir. Bu bir imtihan olabilir. Allah subhanehu ve teâlâ kuluna amelin tadını tattırmayarak onu deniyordur. Bu ameli Allah’ın rızası için mi yoksa sadece tat almak için mi yapıyor?

Yahya bin Muaz rahimehullah: ‘Ben nefsimi namaz hususunda yirmi yıl tedavi ettim. Sonraki yirmi yılda da onun lezzetine vardım.’ der. Yirmi yıl hiçbir tat almadan, sorumluluk duygusuyla gece namazı kılmıştır. Sabrının ve ihlasının meyvesini yirmi yıl sonra alabilmiştir.

Bazen de insanın işlediği günahlar veya ameli kendinden bilip Allah’ın fazlını unutması nedeniyle amelin lezzetinden mahrum olur. Bu durumlarda tevbe ve istiğfarla Allah’a yönelip bağışlanma dileyerek amele devam etmelidir.

c. Gece namazı

Gece namazı ruh terbiyesinin köşe taşlarındandır. Rabbimiz örnek İslam toplumunu bu ibadetle eğitmiş ve onları kulluğun ve mücadelenin zorlu sürecine bu ibadetle hazırlamıştır.

“Ey örtüsüne bürünen, Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk: (Gecenin) Yarısı kadar. Ya da ondan biraz eksilt. Veya üzerine ilave et. Ve Kur’an’ı belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku. Gerçek şu ki, biz senin üzerine ‘oldukça ağır’ bir söz (vahiy) bırakacağız. Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır.” (73/Müzzemmil, 1-7)

Bu ayetler örnek neslin gece ibadetiyle eğitildiklerini gösterdiği gibi; aynı zamanda Müslümana bir kaide öğretmektedir. Her zorluğun öncesinde bir hazırlık şarttır. Ve Allah’ın razı olduğu hazırlık, gece ibadetiyle beraber okunan Kur’an’dır.

Madem zindan zorlu bir süreçtir. Öyleyse bu zorluğu hafifleten bir hazırlığa ihtiyaç vardır. Ki bu da gece namazıdır.

Gece namazını tavsiye ettiğim gibi şunu da tavsiye etmeyi zorunlu görüyorum. Müslümanın gece namazına devam etmesinin yolu, gece uykusuna riayet etmesinden geçer. Cezaevlerinin afetlerinden biri; insanların geceleri uyumayıp gündüzleri uyumasıdır. Bu durum psikoloji üzerinde ciddi olumsuz etkilere sahip olduğu gibi, maneviyatı da olumsuz etkilemektedir.

d. Farz ve nafile namazlara dikkat etmek

“Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum.” (Buhari)

Özellikle farz namazların vaktinde kılınması ve ilk vakte riayet edilmesi gerekir. Kişi namazında huşulu olmaya Rabbine ayırdığı sınırlı dakikaların Allah’ın şanına yakışır olmasına dikkat etmelidir. Özellikle zindan gibi yerlerin nurudur namaz. Huşuyla eda edilen bir vakit namaz, bir sonraki vakte kadar zindanın karanlık ve soğuk dehlizlerini aydınlatıp ısıtır. İnsanın Rabbine olan ihtiyacını, O’nun subhanehu ve teâlâ beraberliğini hissetmeye olan zaruretini en iyi hissettiği yerler; zindanlar ve cihad meydanlarıdır.

Farz namazlarını ıslah eden ve Rabbinin şanına yakışır şekilde onu eda eden Müslüman nafileleri ıslaha yönelmelidir. Ta ki; Allah’ın sevgisini ve buna bağlı olarak O’nun yardımını elde etsin.

e. Nafile oruçlara dikkat etmek

Cezaevi Allah’ın en sevdiği amellerden olan ve mükafatını kendine sakladığı oruç ibadetinin en uygun mekanıdır. Hem nefsin arındırılması hem de zindanın afetlerinden olan ihtiyaçtan fazla yeme sıkıntısından insanı korur.

Nafile oruçlar hususunda en alttan üste doğru şu sıra gözetilmelidir:

İlk olarak ayda üç gün oruç tutulmalıdır. Buna güç yetiren ve fazlasını yapabilenler pazartesi ve perşembe oruçlarını tutmalıdır. Buna da güç yetiren ve fazlasını yapanlar Davud’un aleyhisselam orucunu tutmalıdır.
(Abdullah b. Amr b. As radıyallahu anh anlatıyor:

“Ben her gün oruç tutuyor, her gece de Kur’an okuyordum, hatmediyordum. Rasûlullah’a ben yanındayken benim halim anlatıldı, yahut o bana bir haberci yolladı da bunun üzerine kendisine gittim. Yanına varınca bana:

— Ey Abdullah, her gün oruç tuttuğun ve her gece Kur’an okuduğun bana haber verilmedi mi sanırsın? buyurdu.

— Evet, ya Rasûlullah, öyle yapıyorum ve bununla hayırdan başka bir niyetim yoktur, dedim.

Rasûlullah:

— Her aydan üç gün oruç tutman, şüphesiz sana yeterlidir.

Ben:

— Ya Rasûlullah, ben bundan daha fazlasına güç yetirebilirim, dedim.

Rasûlullah şöyle buyurdu:

— Şüphe yok ki, eşinin, senin üzerinde bir hakkı vardır; ziyaretçilerinin senin üzerinde bir hakkı vardır; bedeninin senin üzerinde bir hakkı vardır. Bütün bu hakları yerine getirerek Allah’ın Peygamberi Davud’un orucunu tut. Çünkü Davud insanların en çok ibadet edeniydi.

Ben:

— Ya Rasûlullah, Davud’un orucu ne kadardı? diye sordum.

— Davud bir gün tutar, bir gün tutmazdı, dedi.” (Müslim)

Ameller, Cenab-ı Hakk’a pazartesi ve perşembe günleri arz olunurlar. Ben istedim ki Cenab-ı Allah’a amelim arz olunurken oruçlu olayım.” (Tirmizi) )

f. Kalp karartıcı şeylerden uzak durmak

İnsan kalbi, beden gibidir. Bedenin sağlıklı olması için onu beslediğimiz; zarar veren gıdalardan da uzak tuttuğumuz gibi kalbimiz için de aynı hassasiyeti göstermeliyiz. Kişinin ibadetler, zikir, dua, tefekkür vb. şeylerle onu beslediği gibi ona zarar veren şeylerden de şiddetle kaçınması gerekir. Zarar verici olanlar tabiatları itibariyle fayda verenlerin varlığını geçersiz kılarlar.

Bu anlamda zindanda zarar veren şeyleri iki kısma ayırabiliriz:

1. Umumi olan zararlar: Bu hem içerde hem de dışarda geçerli olan ahlak alimlerinin tabiriyle ‘Ava’ik ve A’laik’ cinsinden şeylerdir. Yani kulluğun engelleri ve ayak bağları diyebiliriz. Kişinin göz ve kulağını harama iten televizyon, şehvetini uyandıran fazla yeme ve içme, kişiyi tembelleştiren fazla uyku, insanı harama teşvik eden arkadaş ve benzeri…

2. Hususi olan zararlar: Bunlar da zindan ortamına has olan, hatta daha yakın dairede kişinin kaldığı ortama ait hususiyetlerdir. Bunun başında kişinin programsız bir ortamda kalması, gereksiz düşüncelerle zihnini ve kalbini meşgul edip tevekkülüne zarar vermesi, insanlar hakkında su-i zan beslemesi, dedikoduya meyilli insanlarla bir arada bulunması, gereksiz gündemlerle kendini elde edebileceği hayırlardan mahrum bırakması ve benzeri…

g. Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımaya çalışmak

Bu maddeyi en sona bırakmış olmam onun önemsizliğinden ötürü değil, bilakis yukarıda sayılanların hepsinin ona bağlı olmasındandır. Rabbini hakkıyla tanımayanın O’na subhanehu ve teâlâ hakkıyla kulluk etmesi, O’na hakkıyla tevekkülü, O’nun subhanehu ve teâlâ kaderine rıza göstermesi ve O’nun uğruna çilelere katlanması mümkün de değildir. Bu konuda zindan duvarları arasından gençlere yaptığım bir nasihati paylaşmak istiyorum:

Rabbini hakkıyla tanıyıp, O’na kulluk edebilmen için bir kaç tavsiyede bulunacağım. Rabbim beni de, seni de sözü dinleyip, en güzeline uyanlardan eylesin. Rabbimiz El-Aliyy olandır. O zatında ve fiillerinde, isim ve sıfatlarında yüce olandır. En büyük O’dur. O’nun misli ve dengi yoktur. Beşerin O’nu aklıyla idrak etmesi mümkün değildir. O’nu tanımanın tek yolu, Kitap ve Sünnet’e başvurmaktır. Allah ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bize Allah’ın zatını, isim ve sıfatlar üzerinden anlatmıştır.

“En güzel isimler Allah’a aittir. O halde O’na bunlarla dua edin…” (7/A’raf, 180)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Şüphesiz Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. O isimleri ihsa eden cennete girer.” (Buhari, Müslim) buyurmuştur.

Şüphesiz Allah’ın subhanehu ve teâlâ kullarına bildirdiğinin dışında birçok ismi vardır. Bazı isimleri kimseye bildirmemiş, gayb ilmi olarak muhafaza etmiştir. Ancak cennete ulaşmak ve O’nun rızasına nail olmak için bunlardan doksan dokuz tanesini bilmek yeterlidir.

Gençliğini O’na subhanehu ve teâlâ adamaya talip olanın önce O’nu tanıması kaçınılmazdır. Gerektiği gibi tanımadığımız bir ilaha neyi, ne kadar, hangi zamanda takdim edeceğimizi bilemeyiz. Merakın ve semeresi olan ilmin en şereflisi Allah’ı subhanehu ve teâlâ tanımak için olanıdır. O’nu tanıyıp, o isim ve sıfatların gereğince O’na kulluk etmektir gayemiz. Hadiste ifadesini bulan ‘ihsa’dan kastedilen de budur. İbni Kayyım El-Cevziyye rahimehullah hadiste geçen ‘ihsa’ etmeyi şöyle açıklıyor: ‘Allah’ın isim ve sıfatlarını ‘ihsa’ etmek üç mertebedir:

1. O’nun lafızlarını ve adetlerini saymaktır (Yani Er-Rahman, Er-Rahim, El-Melik şeklinde tek tek bilmektir).

2. Onların manalarını ve delalet ettikleri anlamları bilmektir (Yani Er-Rahman: Rahmeti geniş olan, her şeyin O’nun merhametiyle var olduğu, kullarından merhametli olanları sevdiği gibi).

3. Ayette olduğu gibi onunla Allah’a dua etmektir. Allah’ın isim ve sıfatları ile O’na dua etmek iki türlüdür:

a. Talep ve istek duası: Buna ‘Duau’l mes’ele’ denir. Allah’tan her ismin gereğini talep etmektir. El-Vahhab’ı (karşılıksız veren ismini) zikrederek O’ndan ihtiyaçlarımızı talep etmemiz.

b. İbadet ve övgü duası: Buna ‘Duau’l i’bade’ denir. Her ismin işaret ettiği manayla Allah’a boyun eğmek ve kulluk etmektir. El-Cabbar dediğimizde kendimizi küçük hissetmek, Es-Samed dediğimizde muhtaç ve aciz olduğumuzu bilerek Allah’a yönelmek, Er-Rezzak dediğimizde rızkı sadece Allah’tan beklemektir.’

Bunun en etkili yolu Kur’an-ı Kerim üzerinde çalışma yapmandır. Okuduğun her ayette Rabbinin isim ve sıfatlarına ve hangi bağlamda kullanıldığına dikkat etmendir. Elde ettiğin sonuçla Rabbine el açman, O’ndan istemen, kainatta o ismin tecellilerini müşahede etmen ve elinden geldiği kadar o isimle Rabbine kulluk etmendir. O zaman hadiste geçen ‘ihsa’ etmeyi hakkıyla yerine getireceksin. Ve göreceksin ki; gençlikle olumsuzlaşan ve seni şerre çeken her duygu Rahmani birer kuvvete dönüşecek, seni hayra sevk edecektir. Allah’ın kitabından ilk açtığım yeri örnek vereceğim:

“Hamd gökleri ve yeri yoktan var eden, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan Allah’a mahsustur. O yaratılışta dilediğini artırır. Gerçekten Allah her şeye gücü yetendir.” (35/Fatır, 1)

Bu ayet Rabbimizin El-Kadir ismini öğretiyor. Her şeye gücü yeten…

Bu İsimle Allah’a Kulluk

Öncelikle bu ismin kapsamını ve manasını, ayetin bütününe bakarak anlamalısın. Demek ki Allah’ın subhanehu ve teâlâ yarattıkları ve bu yarattıklarının farklılığı O’nun kudret sıfatındandır. Şimdi bu ismi müşahede etmeye başlayabiliriz. Kendimizden başlamak üzere çevremizde gördüğümüz her canlıya bu ayet nazarıyla bakalım. Tüm gün boyunca, karşımıza çıkan her canlıya ‘Bu, benim Rabbimin kudretidir’ diyelim… Sonra her dua zamanı bu ismin gereğini Allah’tan subhanehu ve teâlâ isteyelim. Bizim için zor olan, belki imkansız olan, bizi aciz bırakan ve gücümüzün yetmediği şeyleri Rabbimizin bu ismine havale edelim… Örneğin, gençliğimizin olumsuz yönlerinden olup, her seferinde bize galebe çalan, hırçınlık, sinir, şehvet, unutma, sebat edememe hasletlerimiz için:

‘Ey El-Kadir olan, her şeye gücü yeten, hiçbir şeyin kendine zor olmadığı, hiçbir şeyin kendini aciz bırakamadığı Rabbim; şu, şu konularda acizim, istemesem de düşüyorum, kudretinle bana yardım et. Zor banadır, sana zor yoktur. Bu ismin ve güzel sıfatın bende hoşnut olmadığın özelliklere tecelli etsin, senin razı olduğun salih gençlerden, senin ibadetinde neşet eden, arşının gölgesine layık olanlardan olayım.’ diyerek Rabbimize, El-Kadir ismiyle yalvaralım.

Ve gün boyu bu manayı zihnimizde canlı tutup, bu isme göre kulluk etmeye çalışalım. Güçlü bir Rabbin kulları olarak, hiçbir şeyden korkmayalım. Dünya O’na kulluk edenlerle birlikte küçülsün gözümüzde. El-Kadir olan Rabbimizin dilerse hepsini bir saniyede helak etmeye muktedir olduğu güveniyle adımlarımızı atalım. Günahlar ve masiyetler bizi kuşattığında, O’nun kudretini nefsimize hatırlatıp, O’na sığınalım.

Her gün bir isim ve sıfat yeterlidir. Denemek, başlamak bize hiçbir şey kaybettirmez. Bilakis ölmüş kalplerin hayat bulduğuna, tüm kainatın bize O’nu hatırlattığına şahit olacağız. Her şey ama her şey bizim gençliğimizi O’na adamamız için yardımcı olacak göreceksin!

Nefisini bu hayırdan mahrum bırakma. Hiçbir meşguliyet, senin Rabbini tanımandan daha önemli olamaz. Her şeyi bu mübarek çalışma için ertele. Bir defa O’nu tanımanın lezzetine vardın mı, kalp asıl hayatı olan Rahman’ın sıfatlarıyla ihya olup, En-Nur olanın nuruyla aydınlandı mı hiçbir şehvet bu lezzeti arttırmana engel olamayacak.

Şayet bunu yapamazsan -ki muhakkak yapmalısın- bu konuda yazılmış kitaplara başvurmalısın. Allah’a hamd olsun, O’nun isim ve sıfatlarını tanıtan onlarca kitap mevcuttur. Yine sana yardımcı olacağına inandığım bir çalışmayı tavsiye edeceğim. Bu dergide ‘Allah’la nasıl muamele etmelisin?’ başlıklı bir yazı dizisi tercüme ediliyor. Tercüme eden ve eklemeler yaparak vakıamıza uyarlayan kardeşimizden Allah razı olsun. Bize Rabbimizi hatırlatıp, O’nunla muamelemizi dert edindiği için bu işe koyuldu. Her bir bölümü dikkatle oku ve tatbik etmeye çalış. Allah kendi için yapılanlara kat kat karşılık verendir. Sen Rabbini tanımak için her adım atışında O’nun subhanehu ve teâlâ sana rahmeti, lütfu ve keremiyle geldiğini göreceksin.(Tevhid Dergisi’nde Özcan Hocamızın silsile şeklinde terceme edip eklemeler yaptığı ‘Allah’la nasıl muamele etmelisin?’ yazısını tavsiye ediyorum. Ayrıca Allah’ın subhanehu ve teâlâ isimlerini tek tek ele alıp açıklayan kitaplardan da istifade edilebilir.

Polen yayınlarının İslam alimlerinden İbni Kayyim el-Cevziyye, İbni Kesir, Beyhaki, Kurtubi ve Sadi’nin eserlerinden derleyerek hazırladığı ‘Esma-i Hüsna’ kitabı da mevcuttur.)

Bunların dışında genel bir tavsiyede bulunacak olursam şunu söyleyebilirim:

‘İnsanoğlu telkine açık bir varlıktır. Okudukları ve duydukları onu etkiler ve harekete geçirir. Kişi zindan sürecinde maneviyatını zinde tutmak için günde bir saat de olsa kalbini incelten, ona Rabbini ve hesap gününü hatırlatan kitaplardan okumalıdır. Düzenli olarak okuyacağı bu tarz kitaplar veya nasihatinden etkilendiği bir Müslümandan dinleyeceği bu tarz nasihatler onun maneviyatını zinde tutmasını sağlayacaktır.’ (Bununla alakalı tavsiye edebileceğim kitaplar:

— Allah’ın kitabını okumak

— Riyazu’s-Salihin isimli hadis kitabını okumak

— Polen yayınlarının Türkçeye kazandırdığı ‘Bütün yönleriyle ahiret hayatı’ ve ‘Gece namazı’ isimli kitapları okumak.

— İbni Kayyım’ın ‘Medaricu’s Salikin’ isimli kitabı

— Beka yayınlarından çıkan ‘Nefis terbiyesi’

— Furkan yayınlarından çıkan ‘Müslümanların Allah’a karşı sorumlulukları’, ‘Müslümanların birbirlerine karşı sorumlulukları’, ‘Allah’a adanmış gençlikler’ ve yakında çıkarılması beklenen ‘Kalp katılığının giderilmesi’ kitabı.

— İslami ilimlerde alt yapısı olan ve tasavvufun zararlarını bilen Müslümanların İhya-ı Ulumiddin kitabının son ciltlerinden ilgili bölümleri.)

5. Kardeşleriyle aynı ortamı paylaşan Müslümanların karşılaştığı problemler nelerdir? Bu problemlerin çözümü için neler tavsiye edersiniz?

Cezaevinde beraber yaşayan insanların karşılaştığı değişik türden sorunlar olabiliyor. Bu problemler çeşitli olduğu gibi bunların kaynağı da farklı farklıdır. Bu sorunların bazısı cezaevinin tabiatından, bazısı cezaevinde kalanların oluşturduğu ortamdan, bazısı da kişilerin ahlaki yapısından kaynaklıdır.

Zamanla ilişkilerde olması gereken seviyenin kalkması ve buna bağlı olarak ilişkilerin laçkalaşması. Kişilerin birbirlerine hitaplarında, yaşanabilecek gündelik anlaşmazlıklarda İslam adabının dışına çıkılması.

Cezaevlerinde en fazla yaşanan sorunlardan biri budur. Bunun nedeni sürekli beraber vakit geçirmek ve zamanla insanların birbirlerine karşı sabırlarını yitirmeleridir. Bunun çözümü aynı ortamı paylaşan kardeşlerin uzun süre bir arada kalacaklarını göz önünde bulundurarak seviyeli arkadaşlık etmeleridir. Dışarıda sayılı saatlerde görüşen insanların aralarında var olan ilişkiyle, içeri ortamı birbirinden tamamen farklıdır. Burada bize lazım olan İslam’ın güzel ahlak olarak bizlere öğrettiği; ağırbaşlılık ve vakardır. Herkes kendi şahsiyetini taşıyabilir ve kardeşlerine de bu çerçevede muamelede bulunursa hayırlı sonuçlar elde edilir.

Müslümanların sorunları konuşmayı ertelemeleri ve bu sürede oluşan karşılıklı su-i zanlar. Ayrıca bu biriken sorunların ani bir öfke patlamasıyla dışa yansıması ve kişilerin birbirini rencide etmesi.

Cezaevlerinde sürekli birarada bulunulması sebebiyle kişisel sorunlar, yanlış anlamalar daha fazla olur. Bundan dolayı haftalık bir oturum yapılıp herkesin sıkıntısını ve beklentilerini güzel bir üslupla dillendirmesi ve beraber çözümler bulmak en güzeli olacaktır. Böylece sorunların iç alemde biriktirilmesinin ve ani öfke patlamalarıyla dışa yansımasının önüne geçilmiş olur. Yine insanların farkında olmadan yaptıkları hataların farkına varması ve kendilerini düzeltmeleri için bir fırsat olur.

Oda düzeninde var olan eksikliklerden dolayı veya şahısların tembellik ahlakından dolayı bazı sorumlulukların aksatılması ve buna bağlı olarak oluşan huzursuzluklar.

Aynı ortamı paylaşan Müslümanların mutlaka bir sorumlu seçmesi ve ona itaat etmesi gerekir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Sizden üç kişi yolculuk yaptığında mutlaka birini emir tayin etsinler.” (Ebu Davud)

İslam, üç kişinin yapacağı sayılı saatlerle ifade edilen bir yolculukta dahi Müslümanların emirsiz olmasını istemez. Tabiatları, istek ve beklentileri farklı insanların başsız bir şekilde bir arada yaşaması kavga ve huzursuzluktan başka bir şey getirmez. Ancak İslam’ın öğretisi olan bir yönetici seçilse ve ihtilaflı konularda onun sözüne göre hareket edilse yaşanması muhtemel ihtilafların onda sekizi daha başlamadan çözülmüş olur.

Bunun yanında sorumluluklarla ilgili bir program olması zaruridir. Oda düzeni, yeme içme ve uyku saatleri, ibadet ve ders çalışma programı, sosyal ve sportif faaliyetler bir düzene sokulmalı ve herkese bildirilmelidir. Bunların genel değil de tafsilatlı olması, saatlerinin belirlenmiş olması sıkıcı gibi görünse de, elde edilecek faydalar, olması muhtemel zararlardan daha fazladır.

Kişisel hassasiyetler ve kültürel özelliklerin uyuşmamasında ölçüyü kaçırmak ve herkesin kendi gibi olmasını beklemek, bu olmadığında bunu anlaşmazlık sebebi görmek.

Cezaevinde kalan Müslümanın öncelikli olarak bilmesi gereken şeylerden biri, kendi evinde kalmıyor olduğudur. İslami olmayan ve herkesin ortak kabullerinden sayılmayan konularda insanları kendine benzetmek yerine, kendisinin insanlara benzemeye çalışması en hayırlı olanıdır. Buna örnek olarak temizlik konusunda oluşmuş titizlik, ses konusunda oluşmuş aşırı hassasiyet gibi hususlar gösterilebilir. Bireylerin kişisel olarak gelişen hassasiyetleri başka Müslümanları olumsuz etkilemekte ve ortamın huzurunu bozmaktadır. Bu kardeşlerin Allah’tan korkmaları ve zaten eziyet içinde olan kardeşlerine yeni eziyetler yaşatmaması gerekir.

Kardeşlerden birinin hassas bir dönemden geçmesi, bunu ortamdaki kardeşleriyle paylaşmaması ya da ortamda bulunanların bu konuda anlayışsız olması.

Cezaevi değişik bir dünyadır. Ancak yaşanarak anlaşılabilir. İnsan bazen ailesiyle, bazen çocuklarıyla imtihan olur. Ortamın sıkıntısının yanında kişinin kendi sıkıntıları da olabilir. Bu tür zamanlarda insanlar çok daha hassas olurlar. Söylenen basit bir söz, yapılan sıradan bir şaka insanların kalbini kırabilir. Bu durumların yaşanmaması için öncelikle; kardeşlere sıkıntımızın olduğunu bildirmemiz gerekir. Sıkıntılar paylaştıkça hafiflediği gibi, insanların daha dikkatli olmasına da yardımcı olur.

Ayrıca Müslümanların kardeşlik hukuku olarak birbirlerini gözetmeleri, sıkıntılı zamanlarda anlayışlı olmaya çalışmaları da gereklidir.

Bunun dışında genel olarak şunu söyleyebilirim:

Zindanlar insanın güzel ahlakla imtihan edildikleri yerlerdir. Müslüman buraya bu gözle bakmalı ve her sorunda ahlakını daha nasıl güzelleştirebileceğini düşünmelidir. Her olayda öğreneceğimiz, eksikliğimizi gidereceğimiz bir yön vardır mutlaka. Yeter ki buna açık olalım. Kişi cezaevlerinde insanlara sabır göstermeyi , güzel ahlakını muhafaza etmeyi öğrense; kâr olarak ona yeter. Niye mi?

“Kıyamet gününde müminin terazisinde güzel ahlaktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah çirkin hareketler yapan ve kötü sözler söyleyen her kişiden nefret edip buğz eder ve onları sevmez.” (Tirmizi)

“Bir mümin, güzel ahlakı sayesinde, gündüz oruç tutup gece namaz kılan kimselerin derecesine ulaşır.” (Ebu Davud)

“Ben, haklı olduğu hâlde çekişmeyi bırakan kimse için cennetin avlusunda bir köşk, şaka da olsa, yalan söylemekten kaçınan kimse için cennetin ortasında bir köşk ve ahlakı güzel olan kimse için de cennetin en yüksek yerinde bir köşk verileceğine kefilim.” (Ebu Davud)

“İçinizden en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde mevki bakımından bana en yakın olanlarınız, ahlakça en güzel olanlarınızdır. En nefret ettiklerim ve kıyamet gününde benden en uzak olanlarınız ise, gevezeler, kibirlenerek konuşanlar ve mutefeykıhlerdir. Sahabe sordu:

— Mutefeykıh kimdir ey Allah’ın Rasûlü?

— Onlar büyüklük taslayan kimselerdir.” (Tirmizi)

Müslüman şunu bilmelidir ki; onu Rabbine yaklaştıran ve derecelerini yükselten şeylerden biri; güzel ahlaktır. Zindanlar ise güzel ahlak sahiplerinin cennete merdivenidir. Çünkü zindanda en çok ihtiyaç olan şey; alttan alabilen, haklarından feragat eden, ortamı yumuşatan insanların var olmasıdır. Bu çok zor, zor olduğu kadar da hayırlı bir ameldir. Herkesin sıkıntılı ve hassas olduğu ortamlarda bu yolla Rabbine kul olmak isteyenlere müjdeler olsun.

 “Size, kendisine ateş haram olan ve kendisi ateşe haram olan kimseyi söyleyeyim mi? İnsanlara yakın olan, mizaç ve tabiatı son derece yumuşak olan herkese cehennem ateşi haramdır.” (Tirmizi)

Güzel ahlak sahibi olmak isteyenlerimiz evlerinden işe başlamalıdırlar. İnsanlarla geçirdikleri sayılı saatlerde güzel ahlak hususunda nefislerini zorlayıp evlerine geldiklerinde kötü ahlakın her türlüsünü sergileyenler; cezaevlerinde çok zorlanırlar. Çünkü cezaevi ev ortamıdır. Ve insan evinde neyse zindanda da odur. Evinde ahlakı dar, sürekli kavga çıkaran, çocuklarına karşı sert olanlar aynısını kardeşlerine yaşatırlar. Evinde sevilmeyenler cezaevinde de sevilmezler. Evlerinde güzel ahlakları nedeniyle razı olunan ve sevilen insanlar, zindanın aranan insanlarıdır.

6. Cezaevinde kalan Müslümanlara zamanı değerlendirme konusunda neler tavsiye edersiniz?

Allah’a kulluk yaparken sermayemizin özü vakit ve onun hayırlı bir şekilde değerlendirilmesidir. Allah subhanehu ve teâlâ Asr suresinde şöyle buyurur:

“And olsun asra/zamana… İnsanlar hüsrandadır.”

Bu sure dört sınıf insan müstesna, insanlığın tamamının ziyanda olduğunu anlatır. Sure bir yeminle başlar ve üzerine yemin edilen şey zamandır. Araplarda yemin sözü tekid etmek ve şüpheleri izale içindir. Âlemlerin Rabbinin buna ihtiyacı olmamasına rağmen yemin etmesi dikkat çekicidir. Özellikle yemini zaman üzerine yapmış olması da manidardır. Adeta insanların hüsran içinde olmasının zamanla bir ilişkisi olduğu anlaşılıyor. Çünkü Kur’an yeminlerinin genel karakteri; konuyla bağlantılı olmalarıdır. Öyleyse gerek zindanda olanlarımız, gerek dışarda olanlarımız ziyandan kurtulmak için vaktin kıymetini bilmelidir. Şu hadisi şerifi düşündüğümüzde konunun ehemmiyetini daha iyi anlarız:

“İki şey vardır ki, insanlar onda gaflet içerisindedirler: Sıhhat ve boş vakit.” (Buhari)

Demek ki bu konu insanlığın genel olarak kaybettiği ve kıymetini bilmediği alanlardandır. Öyleyse Müslümanın bu konuda daha fazla hassas olması gerekir. Allah-u âlem bu konunun özü şudur: Şeytan insanın en önemli sermayesinin zaman olduğunu fark etmiş olduğundan, onu gereksiz harcaması için insanla uğraşır; onu hayırdan mahrum edince kendiliğinden zaman şerle geçer. İmam Şafii rahimehullah bu hakikati gördüğünden Müslümanları bu hususta uyarmıştır: ‘Zaman bir kılıçtır; sen onunla kesmezsen o seni keser.’

Yani tabiat boşluk kabul etmez. Sen zamanını hayırla doldurmaz isen mutlaka şeytan ve nefis onu batıl şeylerle dolduracak ve seni helak edecektir. Ebu Hanife rahimehullah ise bu konuda bizleri şöyle uyarır: ‘Fenalıkların en büyüğü, vakti boşa geçirmektir.’

İbni Kayyım rahimehullah şöyle der: ‘Vakti zayi etmek ölümden daha kötüdür. Çünkü vaktin zayi olması, seni hem Allah’tan hem de ahiret yurdundan koparır. Ölüm ise, seni ancak dünya ve ehlinden koparır.’

Genel olarak yaygın bir kanaat vardır. Cezaevinde vakit çoktur ve insan istediğini yapabilir. Oysa cezaevlerinde durum; bu zannın hilafınadır. Oranın şeytanı daha kuvvetlidir ve vakti zayi etmek için elinden gelen her şeyi yapar. Maalesef cezaevlerinde kalan Müslümanlarda, sıkıntıda olduklarını, dar mekanı disiplinli programlarla iyice daraltmanın anlamı olmadığı yönünde şeytani vesveselerle bu süreci iyice verimsiz hâle getirmektedir. Oysa dünyada en stresli insan boş kalan insandır. Çünkü siz boş kalsanız da zihin ve kalp boş kalmaz. Boş kalmak demek kalbi şeytana ve Rasûl’ün sallallahu aleyhi ve sellem dahi Allah’a sığındığı nefse teslim etmektir. Mutluluk ve huzurun sırrı ise; vakti güzel şeylerle değerlendirmektedir.

Müslümanın mutlaka vaktini değerlendirdiği bir programı olmalı ve gününü bu program çerçevesinde idame ettirmelidir. En önemlisi de programlı yaşayan insanlarla bir arada kalmaya çalışması, şayet böyle bir durum yoksa çevresindekilere örnek olup onları da programa dahil etmeye çalışmalıdır. Özellikle asrımızın ‘diriler kabri’ olan F tiplerinde bulunanlar, buna azami dikkat etmelidir. Kalabalık koğuşlarda bulunanlar için program ve vakti değerlendirme hususu (ortamdan kaynaklı olarak) daha kolay olsa da; aynı şeyi F tipleri için söylemek zordur. Rabbimin rahmet ettikleri müstesna çoğu Müslüman, vakit hususunda ziyandadır. Özellikle odalarında televizyon bulunduran ve bu aleti kontrolsüz kullananların elinde boşa giden ve ne ilmi ne de ahlaki hiçbir kazanımı olmayan yıllar vardır. Allah’a sığınırız.

7. Zindanda bulunan kardeşlerinize ilmi bir program hazırlamanız istense neler tavsiye edersiniz?

Cezaevinde kalan Müslümanları iki kısma ayırabiliriz: Şer’i ilimleri tahsil edebilecekleri bir hocayla aynı ortamda bulunanlar ve bu imkana sahip olmayanlar.

Bir ilim adamıyla aynı ortamı paylaşanlar bu nimetten ötürü Allah’a subhanehu ve teâlâ ne kadar hamd etseler azdır. Bu durumda olan kardeşlere bir program tavsiyesinde bulunmak ders verecek hocanın hakkına girmek olur! Nitekim her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Ve her ilim adamı yetiştiği ilmi havzadan edindiği tecrübe ve öğrendiği menhece göre ders verir. Bu kardeşlerin yanlarında bulunan hocadan ellerinden geldiğince istifade etmelerini tavsiye ederim.

Benim tavsiyede bulunacağım kişiler daha ziyade bu imkandan mahrum olan kardeşlerimdir. Allah’tan yardım isteyerek diyorum ki;

Ben kardeşlerimin günlerini üç ayrı parçaya bölmelerini tavsiye ediyorum.

— Sabah namazından sonra başlayan ve öğlene kadar olan süre.

— Öğlenden sonra başlayıp akşam namazına kadar olan süre.

— Akşamdan başlayıp uyuma vaktine kadar olan süre.

Her bir dilimden iki saat belirleyip, ilmi faaliyetlere ayırmalarını öneriyorum. Başka kardeşlerle kalma durumlarını, cezaevi tarafından belirlenmiş faaliyetleri, odanın belirlenmiş programını göz önünde bulundurarak; her dilimden iki saati belirleyebilirler. Böylece toplamda altı saatlerini bu programa vermiş olacaklardır.

1. Bölüm

Bu bölümde Kur’an üzerine çalışma yapmalarını tavsiye ediyorum. İslam’ın en temel kaynağı olması ve ahirette Allah’ın subhanehu ve teâlâ bizleri hesaba çekeceği iki kaynaktan ilki olması hasebiyle her Müslümanın Kur’an üzerinde çalışmaya ağırlık vermesi gerekir. Özellikle yaşadığımız fitneler çağında her görüş sahibi kendi görüşüne bir şeyleri delil olarak zikrederken, bu fitnelerden kurtulmanın yolu iki asli kaynağa bütüncül bir bakış açısıyla sahip olmaktır. Kıyamet gününde Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem müşriklerden davacı olacağını biliyoruz. Furkan suresinde Rabbimiz kıyamet sahnelerden birini şöyle zikrediyor:

“Rabbim! Benim kavmim bu Kur’an’ı mehcur/terkedilmiş olarak bıraktı.”

Müşriklerden davacı olması gayet normaldir. Üzücü olan günümüzde Müslümanların Allah’ın kelamını terk edip onun dışında kaynaklardan dini anlamaya çalışmalarıdır. Kur’an okumanın, Kur’an’a yönelik araştırmaların vakit kaybı olarak algılandığı ilginç bir zamanda yaşıyoruz. ‘Sen Kur’an’ı bırak da şunu oku’ tarzında cümleleri ne de fazla duyar olduk. Allah’a sığınırız.

Benim tavsiyem şudur:

— Kur’an’dan bir bölümü -ki ideal olan beş ayettir- güzelce okuyup anlamak. Gerekirse ayetleri tekrar tekrar okumak.

— Tefsir kitaplarının birinden ilgili bölümün tefsirini okumak ve anlamaya çalışmak.

— Okuma esnasında; ayetin nüzul sebebi, varsa ayetle ilgili hadis veya sahabi tefsirinin altını çizmek. Müellifin ayetle ilgili açıklamasının altını çizip anlamaya çalışmak.

— Okuma bittikten sonra; ayetin mealini, nuzül sebebini ve ayetle ilgili açıklamaları bir deftere kaydetmek.

Tefsir olarak tavsiye ettiğim kitaplar;

— İlk defa tefsir okuyacak ve bu konuda alt yapısı olmayanlara tavsiyem Guraba yayınlarının bastığı ‘Tefsiru’s Sa’di’yi okumalarıdır. Dilinin sadeliği, ihtilaflı meselelerden kaçınması ve rivayet esaslı tefsire ağırlık vermesi; kitabı yeni başlayanlar için uygun kılmaktadır.

— Tefsir konusunda alt yapısı olanlar veya Sa’di tefsirini bitirenlere tavsiyem; (inşallah) Şehid Seyyid Kutub’un Fi Zilali’l Kur’an tefsiridir. Yazarın ihtilaflardan kaçınması, zayıf rivayet ve israiliyata yer vermemesi, Kur’an ayetlerini vakıaya indirgemesi ve amele dönük olması ve son tahlilde söylediklerine kanını şahit tutarak (inşallah) şehid edilmesi bu tefsiri tavsiye sebeplerimdendir.

— Fi Zilal tefsirini okuyanlara tavsiyem; İbni Kesir’in rahimehullah tefsirini okumalarıdır. Ayetlerle alakalı tüm hadislere ve sahabe kavillerine yer vermeye çalışması, İmam’ın hadisçi olup zayıf ve israili rivayetlere dikkat çekmesi, tevhid ve sünnete taâlluk eden meselelere yeri geldikçe vurgu yapması, tefsirin ilmi bir hüviyete sahip olması bu tefsirin ayırıcı sıfatlarındandır. Özellikle müellifin tarihçi olması tefsirine ayrı bir veche katmaktadır. Kur’an hakikatlerini tüm insanlık tarihi ve İslam tarihi üzerinde müşahede etmiş ve yorumlarını o şekilde yapmıştır. Ayrıca İbni Kesir; günümüzde olduğu gibi ümmetin işgal altında olduğu bir zamana yetişmiş, ümmeti zayıflatan unsurları yerinde görmüş ve ayetlerin tefsirine bunları yansıtmıştır.

— Bu tefsiri bitirenlere tavsiyem: İmam Kurtubi’nin Buruc Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan ‘El Camiu’l Ahkamu’l Kur’an’ adlı ansiklopedik tefsirini okumalarıdır. Kurtubi tefsiri, Kur’an’ın ahkam ayetleri üzerine yoğunlaşmakta ve ilmi hüviyeti olan bir tefsirdir. Alt yapısı olanların, okudukları takdirde istifade edecekleri bir kaynaktır.

2. Bölüm

Günün bu bölümünde Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem pak sünnetine yönelik araştırmalar yapmalarını tavsiye ederim. Kıyamet gününde Allah’ın subhanehu ve teâlâ bizleri hesaba çekeceği iki kaynaktan ikincisi Rasûl’ün sünnetidir. Asıl hesaba çekileceğimiz kaynakları terk edip, bizlere faydası ve zararı olmayan, kendisinden mesul olmadığımız kaynaklara yönelmek zaman kaybından başka bir şey değildir.

Tavsiyem şu şekildedir:

— Her gün belli sayıda hadisi birkaç defa okuyup iyice anlamaya çalışmak.

— Daha sonra tavsiye edilen kaynaktan hadisin şerhini okuyup, önemli yerlerin altını çizmek.

— Son olarak bir deftere bu hadislerin açıklamalarını yazarak kayıt altına almak.

Bu zaman diliminde sırasıyla okunmasını tavsiye ettiğim kitaplar;

— Guraba yayınlarının Türkçeye kazandırdığı İbni Useymin’e ait Riyazu’s Salihin şerhi.

— Bunu bitirenlerin Polen yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan Hafız b. Hacer’in Buhari şerhi.

— Bunu bitirenlerin Polen yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan İmam Nevevi’nin Sahihi Müslim şerhi.

3. Bölüm

Bu bölümde günlük iki saat olarak kitap okumalarını tavsiye ediyorum. Aşağıda vereceğim liste bir eğitim programı kapsamında belirlenmiş kitaplardan oluşmaktadır. Bu liste dört aşamadan oluşmaktadır. Her aşama aynı zamanda bir seviyeyi temsil etmektedir. Sıralama gözetilerek okunması faydayı arttıracaktır.

Kitap Listesi 1

  1. Tüm Rasûllerin Ortak Daveti, Ebu Hanzala, Furkan Basım ve Yayınevi
  2. Akaid Dersleri, Ebu Hanzala, Furkan Basım ve Yayınevi
  3. Arınma Yolu 1 ve 2, Abdulhamid Bilali, Buruc Yayınları
  4. Demokrasi Bir Dindir, Ebu Muhammed El Makdisi, Şehadet Yayınları
  5. Millet-i İbrahim, Ebu Muhammed El Makdisi, Şehadet Yayınları
  6. Şeytandan Korunma Yolu, Abdulhamid Bilali, Buruc Yayınları
  7. En Güzel Örnek Rasûlullah, Safiyurrahman Mubarekfuri, Guraba Yayınları (Bu kitap ikinci listede okunacak kitabın kısaltılmış ve özet halidir.)
  8. Tağutların Yardımcılarına Dair Şüphelerin Giderilmesi, Ebu Muhammed El Makdisi, Şehadet Yayınları
  9. Fıkhu’s Sire, Ahmed Ferid, Guraba Yayınları
  10. Kitabu’t Tevhid, Muhammed Bin Abdulvahhab, Guraba Yayınları
  11. Dini Doğru Anlamak, Ahmet Y. Özütoprak, Buruc Yayınları
  12. Namaz Gözaydınlığım, Mehmed Göktaş, Okyanus Yayınları
  13. Kur’an’a Göre Dört Terim, Mevdudi,

Kitap Listesi 2

  1. İslam Erlerine Nasihatler, Nacih İbrahim, Şehadet Yayınları
  2. Dinin Doğru Anlaşılmasında Dört Temel Kaide, Furkan Basım ve Yayınevi
  3. Nefis Terbiyesi, Salih El Müneccid, Beka Yayınları
  4. Cihada Teşvik, Ebu Kuteybe Eş Şami, Şehadet Yayınları
  5. Allah’a Adanmış Gençlikler, Furkan Basım ve Yayınevi
  6. Tevhid İnancına Aykırı İddialar ve Cevapları, Faysal b. Kazzar El Casim Ümmülkura Yayınları
  7. Peygamberimizin Hayatı ve Daveti, Safiyurrahman Mubarekfuri, Risale Yayınları
  8. Bidat-ı Hasene Yanılgısı, Abdulkayyum Es Suheybani, Ümmülkura Yayınları
  9. Namaz Bir Tevhid Eylemi, Abdullah Yıldız, Pınar Yayınları
  10. Allah’a Karşı Sorumluluklarımız, Furkan Basım ve Yayınevi
  11. Allah’ı Görüyor Gibi Namaz Kılmak -Mahmud Bedi’- Polen
  12. Müslümanların Birbirlerine Karşı Sorumlulukları, Furkan Basım ve Yayınevi
  13. Peygamberimizin Gece Namazı, Seyyid bin Hüseyin El Affani, Polen Yayınları
  14. Sahabe ve Selef-i Salihin’in Gece Namazı, Seyyid b. Hüseyin El Affani, Polen Yayınları
  15. Gece Namazına Nasıl Kalkabilirim?, Seyyid bin Hüseyin El Affani, Polen Yayınları
  16. Cehalet Özrü, Murat Gezenler, Şehadet Yayınları
  17. Amellerimde Nasıl İhlaslı Olabilirim?, Selim Helali, Polen Yayınları
  18. Sabretmek İstiyorum ama Nasıl?, Salih Müneccid, Polen Yayınları
  19. Tevbe Etmek İstiyorum ama Nasıl?, Muhammed Avaşe, Polen Yayınları
  20. Hz Muhammed’in (as.) Hayatı ve İslam Daveti, Celalettin Vatandaş
  21. Yoldaki İşaretler, Seyyid Kutup
  22. Günahların Ahiretteki Karşılığı, Ahmed Ferid, Polen Yayınları
  23. Günahların Dünyadaki Karşılığı, Ahmed Ferid, Polen Yayınları
  24. Sahabe Hakkındaki İnancımız, Muhammed b. Abdullah El Vuheybi, Guraba Yayınları
  25. Kalp Hastalıkları ve Tedavisi, Ahmed b. Abdullah El Harrani, Polen Yayınları
  26. Dünyanın Allah Katındaki Değeri, Halid Ramazan Hasen, Polen Yayınları
  27. Dua Söylemden Eyleme, Abdullah Yıldız, Pınar Yayınları
  28. Dualarımız Niçin Kabul Olmuyor?, Muhammed Es Sihavi, Polen Yayınları
  29. Rasûlullah Sevgisi ve Alametleri, Prof. Dr. Fadl İlahi, Guraba Yayınları
  30. Peygamber Evinde Bir Gün, Abdulmelik El-Kasım, Guraba Yayınları
  31. İbrahimi Genç, Abdullah Z. Atabey Furkan Basım ve Yayınevi

Kitap Listesi 3

  1. Davetçinin El Kitabı, Naci b. Dayil Es Sultan, Guraba Yayınları
  2. Nasıl Davet Edelim?, Muhammed Kutub, Beka Yayınları
  3. Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Guraba Yayınları
  4. Müslümanım Diyen Bir İnsan Niçin Davet Yapmak İstemez?, Ebu Huzeyfe, Polen Yayınları
  5. Başarılı İslam Davetçisinin Vasıfları, Salih bin Muhammed, Polen Yayınları
  6. Davetin Başlangıç Noktası, Muhammed Ahmed Er Raşid, Madve Yayınları
  7. İslam Davetinde Öncü Erlere Engeller, Muhammed Ahmed Er Raşid, Madve Yayınları
  8. Zirvede Kalmanın İncelikleri, Muhammed Ahmed Er Raşid, Madve Yayınları
  9. Fi Zilali’l Kur’an’da Davet Yolu, Ahmed Faiz, Şehadet Yayınları
  10. Önce Tevhid, Nasır El Umer, Guraba Yayınları
  11. Tevhid Risaleleri 1 ve 2, Nida Yayınları
  12. Düşün ve Başar, Muhammed Bozdağ, Yediveren Yayınları
  13. On Dakikada Neler Yapabilirsin?, A. Muhammed El Kasım, Polen Yayınları
  14. İrca Saldırılarına Karşı Şüphelerin Giderilmesi, Murat Gezenler, Şehadet Yayınları
  15. İslam Hukuku Açısından Cehalet, Ferrac, Kayıhan Yayınları
  16. Furkan, İbni Teymiyye, Guraba Yayınları
  17. Meşru ve Gayrımeşru Tevessül, Abdullah b. Abdulhamid El Eseri, Guraba Yayınları
  18. Tasavvuf ve İslam, İbrahim Sarmış, Ekin Yayınları
  19. Tarikatta Rabıta ve Nakşibendilik, Ferid Aydın, Süleymaniye Vakfı Yayınları
  20. Kandil Geceleri ve Bin Yıllık Yanılgı, Mehmet Emin Akın, Medarik Yayınları
  21. Bidat ve Ümmet Üzerindeki Olumsuz Etkileri, Selim b. Iyd El Hilali, Guraba Yayınları
  22. Müminler için Başarı ve Zaferin Gerçek Anlamı, Nasır El-Umer, Guraba Yayınları
  23. Üzülme Üzüntüyü Bırak Mutlu Olmaya Bak, Aiz El-Karni, Guraba Yayınları
  24. Kalp Amelleri, İbni Teymiyye, Guraba Yayınları
  25. Riyazu’s Salihin, İmam Nevevi, Hüner, Ravza, Beka Yayınları (4’e bölünüp, sadece hadis metinleri her hafta 1 parça olarak 1 ayda okunacak.)
  26. Eşreften Esfele, Muhammed Said Kaya, İhsan Yayınları
  27. Mezhepler Tarihi, Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınları (Her hafta 1 bölüm okunacak. Ayrıca Muhammed Ebu Zehra’nın fırkalar konusunda oryantalistlerden etkilendiği bazı yanlış tespitleri vardır. Her ne kadar kötü niyetle alıntı yapmamış olsa da, oryantalistlerin ümmete zarar vermek için saçtıkları zehrin yayılmasına katkıda bulunmuştur. Bu yanlışları; fırkalar tarihi isimli ders serimizde yeri geldikçe izah ettik. Fırkalarla ilgili dergi yazılarında da bunlara temas etti kardeşlerimiz.)
  28. Yiğit Muvahhidlerin Öyküsü, Furkan Basım ve Yayınevi

Kitap Listesi 4

  1. Tağut, Ahmed El-Kattan, Muhammed Ez-Zeyn, Kitap Dünyası Yayınları
  2. Allah ile Güçlenmek, Mehmed Göktaş, Okyanus Yayınları
  3. Muhammed, Fetih, Hucurat ve Munafikun Tefsirleri, Fi Zilali’l Kur’an’dan
  4. Zirvedeki Mankurtlar, Ali Kaçar, Genç Birikim Yayınları
  5. Siyer-i Nebi, Ali Muhammed Sallabi, Ravza Yayınları
  6. Yeryüzünün Yıldızları, Halid Muhammed Halid, Beka Yayınları
  7. 20. Asrın Cahiliyesi, Muhammed Kutub, Beka Yayınları
  8. İslam Davetçilerine, Abdullah Nasıh Ulvan, Ravza Yayınları
  9. Çağdaş Fikir Akımları, Muhammed Kutub Beka Yayınları
  10. La İlahe İllallah, Muhammed Kutub, Beka Yayınları
  11. İstemenin Esrarı, Muhammed Bozdağ, Yediveren Yayınları
  12. İhtilaf fıkhı, Ebu Hanzala Furkan Basım ve Yayınları
  13. Fatiha Ve Bakara Tefsiri, Fi Zilal’den, Birleşik – Dünya Yayınları
  14. İslamcılık, Hulusi Şentürk, Çıra Yayınları
  15. Hayatu’s Sahabe, Mahmud El Mısri, Polen Yayınları
  16. Örnek Halifeler Dönemi, İhsan Süreyya Sırma, Beyan Yayınları
  17. Emeviler Dönemi, İhsan Süreyya Sırma, Beyan Yayınları
  18. Abbasiler Dönemi, İhsan Süreyya Sırma, Beyan Yayınları
  19. Eşimle Tanışmayı Unutmuşuz, Sema Maraşlı, Hayat Yayınları
  20. Babacığım Neredesin?, Prof. Dr. Sefa Saygılı, Ali Çankırılı, Elit Yayınları
  21. Çocukluk Sırrı, Adem Güneş, Nesil Yayınları
  22. Batıl Tevil Tehlikesi ve Yıkıcı Etkileri, Ömer Süleyman Abdullah El Eşkar, Guraba Yayınları
  23. İslam İnancı, Muhammed Kutub, Risale Yayınları
  24. Düzeltilmesi Gereken Kavramlar, Muhammed Kutub, Risale Yayınları
  25. Hatırlı Satırlar, İbnu’l Cevzi, Tahlil Yayınları
  26. Davetçinin Ruh Terbiyesi, Mecdi Hilali, Beka Yayınları
  27. Âl-i İmran Suresi Tefsiri, Fi Zilali’l Kur’an’dan, Birleşik – Dünya Yayınları
  28. Buhari Muhtasarı, Polen Yayınları
  29. Müslim Muhtasarı, Polen Yayınları
  30. Müslümanın Emire Karşı Sorumlulukları, Furkan Basım ve Yayınevi
  31. Aile Bilinci, Aysel Zeynep, Düşün Yayınları
  32. Nasıl Sömürüldük, İhsan Süreyya Sırma, Beyan Yayınları
  33. Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neleri Kaybetti, Ebu Hasen Ali En Nedvi, Kitabevi Yayınları
  34. Cemal’im, İskender Tutar, Dua Yayınları
  35. Gökteki Yıldızlar, Mahmud Şakir, Ravza Yayınları
  36. Allah Sevgisi, İbni Kayyim El-Cevziyye, Polen Yayınları
  37. Milli Din Arayışı ve Türk Müslümanlığı, Ramazan Yazçiçek, Ekin Yayınları
  38. Selahaddin, Abdulkadir Turan, Dua Yayınları
  39. İslam’a Davette 55 Esas, Uğur Pekcan, Meva Yayınları
  40. İstismar Edilen Kavramlar, Alaaddin Palevi, Kişisel Yayın
  41. İstismar Edilen 40 Ayet, Alaaddin Palevi, Kişisel Yayın

Kitaplar okunurken tavsiyem;

Okunan kitaplarda önemli yerlerin altının çizilmesi ve yanına, neden önemli görüldüğünün not edilmesidir. Kitap bittikten sonra önemli yerlerin bir deftere kayıt altına alınması, bilgiyi daha kalıcı ve istendiğinde bulunacak kolaylıkta kılacaktır.

Ders programıyla ilgili genel uyarılar:

— Her bölümde defter tutulmasının faydasına temas ettim. İlmin kalıcı olması onun kayıt alınmasıyla mümkündür. Rabbimiz subhanehu ve teâlâ kendi kitabını yazılı bir metin olarak korumuş olması, ilim talebeleri için düşündürücü olmalıdır.

— Tutulan notların belli aralıklarla okunması, faydayı arttıracaktır. Bu, gün içinde belirlenmiş vakitler olabileceği gibi, haftanın belli günlerinde veya programa ara verilen istirahat zamanlarında da olabilir. Yeni bir kitap okuyormuş gibi notlarımızı okumak, tecrübe edilmiş faydalı yollardandır.

— Verilen program altı saate tekabül etmektedir. Daha fazlasını yapabilenler kendilerini hayırdan mahrum etmemelidir.

— Günlük iki saat kültürel, sosyal ve manevi programa ayrılmalıdır. Özellikle süreli İslami yayınları okumak, onlardan istifade etmek önemlidir.

— Programı ağır bulan kardeşlerin mümkünse sadece birini yapmaları yeterlidir. Programsız yaşamaya alışmış olanların en azından bir yerden başlamaları gerekmektedir. Uzun yolların tek bir adımla başladığı unutulmamalıdır. Günlük yarım saat de olsa bir adım atıp başlamak, yola girmek anlamına gelir.

— Hakeza defter tutma ve yazma alışkanlığı olmayanların, programın aslını ihmal etmemeleri gerekir. Yazmak faydayı kemale erdirir. Mühim olan ilim talep etmektir. Bunda salt okumayla mümkündür.

8. Zindanda kalan Müslümanların ailevi olarak karşılaştıkları sorunlar belirgin olarak nelerdir? Bunların çözümü için neler tavsiye edersiniz?

Zindan sürecinde yaşanan sorunlar farklılık arz etmektedir. Ben şahit olduğum ve tarafları yıprattığını gördüğüm bazı sorunlara değineceğim.

Müslüman birey kendi nefsinden sorumlu olduğu kadar ailesinden de sorumludur. Bundan dolayı Rabbimiz sadece nefislerimizi değil, ehlimizi de ateşten korumamızı biz erkeklere vazife kılmıştır. Müslüman dinini öğrenip imanını arttıran faaliyetlerde bulunduğu gibi, eşini de bu sürece dahil etmelidir. Sadece yemek yapıp ev temizleyen; eve gelen misafirlere hizmet eden bir kadından razı olmak yanlıştır. Bu bir dava ve imtihanlar sürecidir. Kadın ve çocuklar hicret, zindan ve cihad gibi süreçlerden direkt etkilenmektedir. Hususen imanı ve ilmi altyapısı olmayan aileler bu süreçlere ayak uydurmakta zorlanmakta, zindanı fiziki olarak zindan olmaktan çıkarıp hakiki zindana çevirmektedir. Öyleyse her birimizin çoban olduğunu hatırlayıp ailelerimize yönelik çalışmalar yapmamız, onları teba olarak değil davanın asli unsurları olarak görmemiz gerekir. Ben; sorunun, imtihan sürecinde sabırsızlık gösteren, bu sürecin sıkıntılarını eşine yansıtıp onu daraltan kadınlardan ziyade, aileleriyle hakkıyla ilgilenmeyen Müslüman erkeklerde olduğunu düşünüyorum.

Zindan öncesi bu hazırlığını yapmamış olan kardeşlerimiz, zindan sürecini güzel değerlendirmeli mektup, telefon ve ziyaret saatlerini onların eğitimine ayırmalıdır. Özellikle uzun mektuplarda şefkat dilini kullanarak Allah’ı ve ahireti, İslam tarihinde yaşanan zorlukları, bu zorlukların neticesinde elde edilecek mükafatları hatırlatmalıdırlar. Suçlama dilinden şiddetle kaçınmalıdırlar. Kadınlar naif varlıklardır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onlara “inciler” demiştir. Tabiatları iltifat duymaya meyyaldir. Azar işitmek, suçlanmak kadının kimyasını ve ruh hâlini bozmaktadır. Cezaevi öncesinde ailesini hakkıyla yetiştirmeyen kardeşler bu süreçte beklenti içerisine girip, sıkıntılarını dışarı yansıtır ve beklentileri karşılanmadığı için suçlama dilini seçerse, zindan içinde zindan yaşamaya mahkum olurlar.

Zindan bir ayrılık sürecidir. Özellikle iletişim konusunda bariz kopukluklar yaşanmaktadır. Buna bağlı olarak yaşanan sıkıntılar olabilmektedir.

Kadınlar sayılı ziyaret ve iletişim ortamlarında sevgi ve ilgi beklerler. Erkek ise tabiatında var olan kontrol etme, olaylardan haberdar olmaya yönelir. Bu durum çatışmaya neden olur. Kadın beklentisini karşılayamaz ve ruhsal olarak yoksunluk hisseder. Erkek ise kadının kendi kontrolünde olmaktan rahatsızlık duyduğunu düşünür ve kötü zanlara kapılır.

Burada kadın da erkek de anlayışlı olmalıdır. Kadın kocasının sormasına imkan vermeden her işinde ondan izin almaya çalışmalı, acziyet durumundan istifade etmemelidir. Erkek ise bu tarz şeyleri usulünce sormalı, sayılı iletişim zamanlarında onlara olan sevgi ve özlemini hissettirmelidir. Özellikle kadınların çok basit şeylerle mutlu oldukları unutulmamalı ve imkansızlıklar içinde de olsa onlara değer verdiğini gösterecek şeyler yapmalıdır.

Şeytanın insana musallat olduğu alanlardan biri rüyalardır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda ümmetini uyarmış ve bu tarz rüyaların peşine düşmemeleri gerektiğini bildirmiştir.

Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:

“Rasûlullah buyurdular ki: ‘Rüya üç kısımdır: Biri Allah’tan bir müjdedir. Biri nefsin konuşmasıdır. Biri de şeytanın korkutmasıdır. Biriniz hoşuna giden bir rüya görecek olursa, dilerse onu anlatsın. Eğer hoşuna gitmeyen bir şey görürse onu kimseye anlatmasın.’ ” (Müslim)

Başka bir rivayette kötü olan rüyalar için;

“Soluna üç defa tükürsün ve şeytandan Allah’a sığınsın.” buyurmuştur.

“Sahabelerden biri Allah Rasûlü’ne:

— Rüyamda başım kopmuştu ve yuvarlanıyordu, diye sorunca,

Allah Rasûlü uyarıda bulundu:

— Sizden biri gece şeytanın kendiyle oynamasını sabah insanlara anlatmasın, dedi.” (Müslim)

Şeytandan olan rüyayı şöyle anlayabiliriz: Bir rüyanın akabinde kalplerimiz sıkılır, hüzün hâli galebe çalarsa bu rüya şeytandandır ve itibar edilmemelidir. Bu tarz rüyalarda sola tükürmek, Allah’a sığınmak ve rüyanın peşine düşmemek sünnetle sabit olan adablardandır.

Şeytan, zindan imtihanını yaşayan Müslümana en fazla rüyalarla saldırır. Eşini ve çocuklarını onun razı olmayacağı hallerde ona gösterir. Kişi de bazen bu rüyaların peşine düşer. Ve su-i zanna kapılır. Bu ruh haliyle ailesiyle yaptığı görüşmelerde kabalaşır, hesap soran bir dil kullanır. Bu da insanları daraltır. Allah’tan korkmak ve şeytani rüyalara zan bina etmemek gerekir. Hele bu zanların akabinde bu sürecin sıkıntısına bizimle katlanan ailelerimize sıkıntı vermek imani bir tavır olmadığı gibi insani de değildir.

Dünyevi istekler ve buna bağlı olarak yaşanan sıkıntılar.

Zindanda bulunan kardeşlerin bir takım ihtiyaçları olmaktadır. Kendileri bunları gideremediğinden ailelerinden talepte bulunmaktadırlar. Burada anlayışlı olmaları ve dünyanın kendi etraflarında dönmediğini bilmelidirler. Çünkü içeride hayat sabit ve durağandır. Kişi bir şeyi beklemeye başladı mı tüm zamanı onunla geçmeye başlar. Oysa dışarıda devam eden bir hayat vardır. İnsanların farklı uğraşları olup, farklı gündemleri bulunmaktadır. Bu durumu göz ardı edince geciken her talep önemsizlik ve değersizlik hissi uyandırmakta ve huzursuzluk sebebi olmaktadır. Bu huzursuzluk doğal olarak dışarıya yansımakta ve ailevi bir probleme dönüşmektedir.

Elbette kastım içeride bulunan mahkumla ilgilenmeyen, ona karşı sorumluluklarını yerine getirmeyen sorumsuz ailelere değildir. Bunları Rabbimin ıslah etmesini temenni ediyorum. Benim kastım bu konuda ellerinden geleni yapan ancak arada yoğunluktan kaynaklı aksaklıklar yaşayan insanlardır. Bu durumlarda Müslümanın anlayışlı olması ve aile bireylerini sıkboğaz etmemesi gerekir. Uzun ve zorlu olması muhtemel bir süreç sabra muhtaçtır. Sabır ve tahammül; gömlek, pantolon, ayakkabı gibi gereksiz meselelerle tüketilmemelidir.

Cezaevinde bulunan Müslümanın dışarıyla en sağlıklı ve olumlu bağı görüşlerdir. Doğal olarak her görüşü değerlendirmek ister. Aileler bazen ziyaret hususunda aksama yapabilir. Bu durum mahkumda içeride unutulma, değersizlik ve önemsenmeme gibi duygular uyandırır. Bu tip durumlarda zan yapmadan önce meseleye etraflıca bakmak yerinde olacaktır. Çocuklu bir ailenin uzak diyarlara kış mevsiminde ziyaret yapabilmesi hem ciddi anlamda maddi imkan hem de kuvvet gerektirmektedir. Böylesi durumda bir ailenin yıllarca yaptığı fedakarlıkları görmeyip, tek bir ziyaretle onları değerlendirmek insafsızlık olacaktır. Ailenin maddi durumu, mesafe, hava şartları ve ulaşım durumu ziyaret meselesini direkt etkilemektedir.

9. Zindan ehlinin eşlerinden ve çocuklarından beklentileri nelerdir? Bu konuda ailelere tavsiyeleriniz nelerdir?

Dinini yaşadığı için zindanda bulunan Müslüman için en önemli mesele aile bireylerinin bu konuda hassas olmaları, kulluk vazifelerini yerine getirip İslami mücadeleye iştirak etmeleridir. Bir Müslüman mahkumun duası da, beklentisi de, mutluluğu da bu konu etrafında döner. Ailelerin bu noktada göstereceği hassasiyet, içeride bulunan için hayati öneme sahiptir. Bunun en etkili yolu, aile bireylerinin Müslüman cemaatten kopmadan, onlarla beraber yaşamalarıdır. Müslüman zindana düştüğünde genelde ailesi bulundukları yeri değiştirip kendi aileleriyle beraber kalmaya başlıyorlar. Bu durum maddi yönden ve ailenin emniyeti açısından faydalı olsa da manevi yönü ciddi anlamda olumsuz etkiliyor. Ailelerin bazı şeylere karşı olmaları veya gereksiz, aşırı bulmaları, bu yönde sürekli konuşmaları kadın ve çocukların psikolojisini olumsuz yönden etkileyip sabırlarını tüketiyor. Tabi ki bu arada asli görev Müslümanın emanetine sahip çıkmakla birinci dereceden sorumlu olan kardeşlerine düşüyor. Hakkıyla ilgilenme olmadığı içindir ki geride kalanlar ailelerinin yanına taşınmak zorunda kalıyorlar. Bu konuya dair ilerleyen sorularda bir şeyler yazacağım için erteliyorum.

Allah en doğrusunu bilir, cezaevinde bulunan insanın en ciddi sorunlarından biri unutulmak korkusudur. Ailelere tavsiyem onlara bu duyguyu hissettirmeyecek şekilde davranmaları, onları ihmal etmemeleridir. Özellikle ziyaretler, mektuplaşma ve telefon görüşlerine azami dikkat etmeleri mühimdir. İçeride bulunan insanın dış dünyayla tek bağlantısı budur. Bunun yanında kendisine verilen değeri de ziyaret, mektup ve telefon görüşlerine verilen önemle anlar.

Dışarıda yaşanan her sorun içeriye aktarılmamalıdır. Örneğin, haftanın ilk günü ziyareti olan bir Müslüman aile bireylerinden birinin görüşe gelmediğini görüyor. Sebebi hastalık. Hasta şahıs ertesi gün ayaklanıyor ancak mahpus onun hastalığıyla meşgul. Bir sonraki haftaya kadar bu dertle hemhâl oluyor. Tabi şeytan da bu arada boş durmuyor. İnsana hüzünlü zamanlarında musallat olan şeytan, hüznü vesveselerle katlıyor. Bu sebepten; dışarıda var olan her sorun içeriye aktarılmamalıdır. Hayati öneme sahip olmayan basit sorunlar içeriye hissettirilmeden çözülmelidir.

Erkek tabiatı gereği ve şeriatın ona yüklediği sorumlulukla ailesinden sorumludur. Onlardan saygı ve sayılmayı bekler. Özellikle yapılacak işlerin önceden kendine bildirilmesi ve izin alınması hususunda hassaslaşır. Ailelerin bu duruma riayet etmeleri gerekir. Fiziki olarak insana kendini aciz hissettiren o dar mekanları, işlerini sorup izin almak suretiyle ferahlatmaları çok önemlidir.

10. Zindan ehlinin şahıslarına ve ailelerine yönelik beklentileri nelerdir? Kardeşlerinize tavsiyeleriniz nelerdir?

Allah’ın subhanehu ve teâlâ dinine hizmet eden ve bu uğurda zindanla karşılaşan Müslüman, ailesini kardeşlerine emanet olarak bırakmıştır. Onlarla ilgilenilmesi, durumlarının gözetilmesini, maddi ve manevi ihtiyaçlarının karşılanmasını bekler. Tabi aynı beklentiler kendi şahsı için de geçerlidir.

İslam, emanetlere riayet dinidir. Kişinin sadıklığının alameti, kendisine emanet olarak bırakılan şeylere riayet etmesi olduğu gibi; münafıklığın alameti de emanetlere hıyanettir. Bir Müslüman için geride bıraktığı ailesinden daha önemli hiçbir emanet yoktur.

Geride kalan kardeşlerin bu noktada dikkatli olması gerekir. Bizler Muhammed Mustafa’nın sallallahu aleyhi ve sellem ümmetiyiz. O Nebi ki; Hatice annemizi sürekli anar, onun arkadaşlarına ve akrabalarına dahi iyi davranırdı. Hatice annemizin İslam’a olan hizmeti, Nebi’ye olan yardımı ve saliha bir eş oluşunu hiç unutmadı.

Aişe annemiz anlatıyor:

“Hatice’yi kıskandığım kadar hiçbir kadını kıskanmadım. Benimle evlenmemden üç yıl önce vefat etmişti. Allah Rasûlü bir kurban kesse mutlaka Hatice’nin arkadaşlarına hediye ederdi.” (Buhari)

“Bir gün Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem evine yaşlı bir kadın geldi. Ona hürmet edip hatırını sordu.

— Nasılsınız? Hâliniz nasıldır? Bizden sonra ne yaptınız? şeklinde art arda sorular sordu.

Kadın:

— Anam babam sana feda olsun, hayır üzereyiz ey Allah’ın Rasûlü, dedi.

Ben:

— Bu yaşlı kadına mı bu kadar değer veriyorsun? dedim.

— Ey Aişe; o, Hatice zamanında bize gelirdi ve vefa imandandır, buyurdu.” (Hakim, Beyhaki)

Biz vefayı imandan bilen ve iyiliği unutmayan bir Nebi’nin ümmetiyiz. O Nebi ki; bir müşrik dahi İslam’a faydalı bir şey yapsa onu unutmaz, minnet duyardı. Ve karşılığında iyilik yapmak için çabalardı. Mut’im bin Adiy, Taif dönüşü Nebi’yi sallallahu aleyhi ve sellem himayesine alıp Mekke’ye soktu. Bedir gününde esirlere bakıp şöyle dedi:

“Şayet Mut’im yaşasa ve bu esirler hakkında benimle konuşsaydı hepsini onun hatırı için serbest bırakırdım.” (Buhari)

Böyle bir Peygambere ümmet olanların ona yakışır şekilde emanetlere sahip çıkmaları gerekir. O sallallahu aleyhi ve sellem şehid ailelerini gözetir, onların çocuklarını ziyaret eder, başlarını okşardı. Cafer radıyallahu anh şehid olduktan sonra belirli aralıklarla evini ziyaret edip çocuklarıyla ilgilendiğini eşi Esma radıyallahu anha bizlere aktarıyor.

İşte geride kalan emanetlere riayet hususunda Allah Rasûlü’nün sünneti budur. Aynı zamanda bu ahlak, geriden gelen sancaktarların davaya dört elle sarılmasını sağlar. Neden mi? Çünkü kardeşlerinin aileler hususundaki hassasiyetini gören Müslüman için, ailesi fitne olmaz. Adım atarken onları düşünmeden adım atar. Maalesef bu konuda yaşanmış kötü örnekler geriden gelenlerin yavaşlamasına neden oluyor.

Ayrıca cezaevinde olan bir Müslümana sık aralıklarla mektup yazılıp hâli sorulmalı, kardeşlerinin onu unutmadığı gösterilmelidir. Bu anlamda duyarlı Müslümanların diğer kardeşlerine örnek olması ve mektup yazma süreçlerine onları da dahil etmesi gerekmektedir.

Bunun yanında Müslümanlar arasında en önemli yardımlaşma vesilesi kabul edilen dualarımızı da kardeşlerimizden esirgememeliyiz.

11. Müslümanların cezaevi süreçlerinden istifade etmelerinin önündeki engeller nelerdir?

Bu konuyla alakalı bir şeyler yazmadan önce şu sorunun cevabının verilmesi gerekir: Bir Müslümanın cezaevinden elde etmesi gereken olmazsa olmazlar nelerdir? Elde edilmesi zaruri olanlar bilinirse engeller daha iyi anlaşılır kanaatindeyim. Bunları maddeler halinde sıralamamız gerekirse;

Başta akide olmak üzere İslami konularda var olan bilgi eksikliğini gidermesi ve başkalarına faydalı olacak kadar dinini öğrenmesi.

Manevi yönden eksiklerini giderip, salih amelleri arttırması.

Ahlaki anlamda cezaevine girmeden önceki hâlinden daha iyi bir duruma gelmesi. İslam’ın güzel ahlakını elde etmesi.

İslam davasına katkıda bulunması. Bu, düşünüp fikir üreterek, yazarak, okuyarak veya en azından sürekli ve azimle dua ordusuna dahil olarak olabilir.

Buna bağlı olarak cezaevinden istifade etmenin önündeki engelleri şöyle sıralayabiliriz:

a. Televizyon

Kişinin akide ve ahlakına verdiği zararın yanında televizyon, vakti katletme aracıdır. Ve maalesef zindan sürecinden faydalanamayan çoğu Müslümanın sorunu da televizyon kullanıyor olmalarıdır.

İlk olarak en basit bir haber programında dahi, bir erkeğin bakması haram olan kadın, kulağın duyması haram olan müzik vb. unsurlar vardır. Bu, en masum ve basit olanın hâliyse, geri kalanını varın siz düşünün. Bu sınırda durmayıp, film, dizi ve eğlence programı izlemeye kadar işi vardıranların hâli çok daha vahimdir. Ya da karşı çıktığı cahiliye düzeninin din haline getirdiği futbol maçını oturup izleyeni düşünün… Ya da insanları uyandırmak için yola çıkanların; insanları uyutmak için tertip edilmiş yarışma programlarının önünde kahkahalara boğulduğunu…

Bu şekliyle kullanılan televizyon kişiyi sürekli masiyet işleyen bir günahkar durumuna düşürür. Ve masiyetlerin en büyük zararı da insanı ihtiyaç duyduğu hayırdan mahrum etmeleridir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir hadiste;

“Kişi hakkı olan bir rızıktan işlediği masiyet sebebiyle mahrum olur.” (Ahmed) buyurmuştur.

Meşhurdur, İmam Şafii öğrencilik yıllarında zeka ve hıfzıyla öne çıkan bir öğrencidir. Ancak bir gün ezberini veremez. Hocası olan İmam Veki’i durumu sorunca; yolda yürüyen bir bayanın topuğuna baktığına anlatır. Hocası ona şu nasihatte bulunur: ‘Masiyetleri terk et. Çünkü ilim nurdur. Allah nurunu masiyetlerle karartılan kalbe koymaz.’

Cezaevinin temel masiyet aracı olan televizyon da, insanı zindanda ihtiyaç duyulan hayırlardan mahrum eder. Çünkü onunla işlenen masiyetler kişiden Allah’ın yardımını keser. Kişiyi kendi nefsiyle baş başa bırakır.

Vakit olarak da aşırı ve gereksiz tüketim yaptığı için hayırlarla imar edilmesi mümkün çoğu vakit, gereksiz tartışma programları ve masiyet içerikli yayınlarla zayi edilir.

b. Rahatlık

Maalesef bazı kardeşler cezaevine rahatlık ve dinlenme yeri olarak bakıyorlar. Oysa zindanlar mekteptir. Ve herkesin bu mektepten istidadı oranında faydalanması gerekir. Cezaevindeyken bir kardeş mektup yazmıştı. Espiri olsun diye de şu tarz bir cümle kullanmıştı:

‘Hocam kendinizi fazla yormayın, çıkınca kimse ne kadar çalıştığınızı sormayacak. Herkes ‘Ne kadar yattın?’ diye soracak. Öyleyse yatıp dinlenin.’

Hakeza cezaevi insanların kendini saldığı bir yer olmamalıdır. Edep, ciddiyet ve ahlak kurallarının dışına çıkılmamalıdır. Çünkü zindanlar sistemin Müslümanları yakından tanıdığı yerlerdir. Müslümanın kendi için olmasa bile temsil ettiği davaya yakışır şekilde kıyafetlerine, konuşmasına ve insan ilişkilerine dikkat etmesi gerekir. Kaldı ki cezaevlerinde kalan Müslümanlar kardeşlerine örnek olmak durumundadırlar. Bu süre zarfında örnek olacakları ağır başlılık ve güzel ahlakı elde etmeye gayret göstermelidirler.

c. Mahkeme gündemiyle meşgul olmak

Hiç kimse kendi isteğiyle zindana girmediği gibi kendi dilemesiyle de zindandan çıkmayacaktır. Bizleri oraya götüren irade ve kader tecelli etmedikçe oradan çıkmak mümkün değildir.

Madem durum böyledir. Öyleyse Müslümanın dava sürecini, dosya delillerini, emniyet, savcılık ve mahkeme sürecini sürekli dillendirmesi, tekrar tekrar gündem etmesi anlamsızdır. Bu durum insanın tevekkülünü zedelediği gibi, vaktin imar edilmesinin önünde de engeldir.

Cezaevlerinde çoğu kardeş şu mahkeme de geçsin, bunu da atlatalım diyerek vakitlerini zayi etmektedirler. Mahkeme aralarında da mahkeme sürecini değerlendirip kendilerine de vakitlerine de yazık etmektedirler. Benim Müslümanlara tavsiyem; tutukluk hâli başladıktan sonra mahkemeye bir hafta kalıncaya kadar bu konuyu gündem etmeme kararı almalarıdır. Son bir hafta hazırlıklarını tamamlayıp mahkemeye çıkmalarıdır. Aksi hâlde süreç Müslümanları olumsuz etkilemektedir.

d. Geceleri uyumama

Allah’ın kevni sünnetlerinden biri gündüzün çalışma, gecenin uyku vakti olmasıdır. Rabbinin sünnetine muvafık yaşayanlar başarı elde eder, vakitten istifade ederler. Fıtratı terse çeviren ve geceleri ayakta olup gündüzleri uyuyan insanlar bir çok hayırdan mahrum olup, şerre de duçar olurlar.

Öncelikle günün bereketini kaçırırlar. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ümmetime erken vakitler bereketli kılındı.” buyurmaktadır.

Gececiler günün en bereketli zamanlarını yatakta öldürürler.

İkinci olarak şeytanın vesvese ve hücumlarına maruz kalırlar. Gece, şeytanların yayıldığı ve şerri yaydıkları zamandır. Bundan dolayı Allah subhanehu ve teâlâ gecenin şerrinden gecenin sahibine sığınmamızı istiyor.

Allah Rasûlü de sallallahu aleyhi ve sellem bizleri gece konusunda uyarıyor:

“Gece karanlığı bastığı -yahut gecelediğiniz- vakit çocuklarınızın (dışarı çıkmalarına) izin vermeyin. Çünkü şeytanlar o zaman dağılır. Gecenin bir kısmı gittikten sonra onları serbest bırakın (artık dışarı gidebilirler). Kapıları kapayın ve besmele çekin. Çünkü şeytan kapalı kapıyı açamaz. Tulumlarınızı bağlayın ve besmele çekin!” (Buhari)

Dikkat ederseniz işlenen masiyetlerin çoğu gece işlenir. İnsanın maruz kaldığı vesveselerin çoğu da gece vuku bulur. Bundan ötürü gece korunması gereken bir zamandır. Ayakta geçirilecek bir zaman değildir.

Üçüncü olarak gece uykusu alamayan insanların sağlıkları bozulur. Allah’ın dinlenme vakti olarak kıldığı zaman dilimini dinlenerek geçirmeyenler, çalışma vaktinde istedikleri verimi elde edemezler. Genelde asabi olur ve çevrelerinde bulunan insanları kırarlar.

e. Düzensiz ve kötü ortam

Önceki sorulara verdiğim cevaplarda da değinmiştim. Cezaevinde ortamın durumu çok önemlidir. Salih insanların olduğu ve belli bir programın işlediği ortamlar cezaevinin nimeti, aksi ise nikbetidir (Azap). Düzeni olmayan ve herkesin kendi düzenine göre yaşadığı ortamda hayırlı sonuçlar elde edilemez. Bundan ötürü düzen, cezaevinden istifadenin temel şartıdır. Ayrıca toplu hareket etmek, cemaatle hareket etmektir ki; bir yandan Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımını kazanmaktır.

“Allah’ın eli, cemaatle beraberdir.” buyuruyor Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem.

Ortamda kalan insanların salih olması da önemlidir. Bu sözüm yanlış anlaşılmasın. Gayem velilerle aynı ortamda kalınması değildir. Ancak salih olmayı dert edinen, şuurlu ve bunun için çabası olan insanlarla kalmak tercih edilmelidir. Çünkü insan sosyal bir varlıktır ya etkileyen ya da etkilenen konumundadır. İçinde bulunduğu ortam hayırlı olduğunda Müslüman kendi güzelliklerinden ortama aktarır, ortamın güzelliklerinden de istifade eder.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:

“İyi arkadaşla kötü arkadaş misk taşıyan kimse ile körük üfüren kimse gibidir. Misk taşıyan ya sana onu ikram eder yahut sen ondan (miski) satın alırsın ya da ondan güzel bir koku duyarsın. Körük üfüren kimse ise ya elbiseni yakar ya da ondan kötü bir koku duyarsın!” (Muttefekun Aleyh) buyurmuştur.

Herkes elinden geldiğince salih ortamlar seçmeli, ortamın salihleşmesi için çabası ve derdi olan insanlarla bir arada kalmalıdır.

12. Cezaevi sürecinin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir? Sağlığın korunması için neler tavsiye edersiniz?

Cezaevinin sağlık üzerinde olumsuz etkisi ruhsal/psikolojik ve bedeni olmak üzere iki başlık altında incelenebilir.

İnsan özgür bir varlık olarak yaratılmıştır. Esaret bir çok yönden insan fıtratıyla zıttır. İnsanın uzun yıllar fıtratına aykırı bir hayat sürmesi, ruh bünyesinde olumsuz etkilerin açığa çıkmasına neden olur. Özellikle dar mekan da aynı insanlarla aynı gündemler ve aynı şartlar altında yaşamak insanı psikolojik olarak yıpratır. Bu sıkıntıları şöyle sıralayabiliriz:

Takıntı ve vesvese

İnsan davranışlarına olumsuz anlam yükleme yani su-i zan

Aşırı hassaslaşma ve alınganlık

Duygu kontrolsüzlüğü. Sevinç, öfke ve hüzün gibi duyguların ölçüsüz yaşanması

İçe kapanıklık, isteksizlik ve asosyallik

Bu sıkıntıların oluşmasının ve kalıcı hâle gelmesinin sebebi de, çözümü de aynı şeydir. Manevi hayattaki aksaklıklar ve güzel ahlak konusunda var olan zaaflar… Bu iki yönden hayra muvaffak olanlar bu sıkıntıları en asgari düzeyde yaşarlar ki; bu da normaldir. Ancak bu iki hususta bariz eksiklikleri olanlar, bu sıkıntıları bariz şekilde yaşarlar. Allah’a hamd olsun ki maneviyat da, güzel ahlak da sonradan kazanılabilen şeylerdendir. Bu imtihanla karşılaşan her Müslüman, iki hasleti kazanmak için çaba göstermelidir.

Bunun yanında önemli gördüğüm bir husus da şudur: Kişi o dar hayattan dışarıya bir pencere açmalı ve donuk mekanları canlandırmalıdır. Özellikle yazı yazabilen kardeşlerin İslami yayınlara düzenli yazı göndermesi, akraba ve tanıdıklara davet mektupları yazması, ulaşabildiği farklı insanlarla mektup vasıtasıyla diyalog içerisine girmesi buna örnek verilebilir. Tağutların, Müslümanı hayattan koparma çabalarına, Müslüman katkıda bulunmamalıdır. Bizler vârisi olmak ve muttakilere imam olmak için gecelerinde dualar ettiğimiz dış dünyadan bağlarımızı koparmamalı, elimizden gelen her yolla bir bağ kurmalıyız.

Bedeni olarak da ciddi sağlık sorunları oluşmaktadır. Bunun başlıca nedeni hareketsizlik ve beslenme konusundaki kısıtlı imkanlardır. Ancak bunlar aşılmayacak sorunlar değildir. Uzun yıllar cezaevinde olmasına rağmen dikkatli yaşayan Müslümanlar sağlık yönünden çok iyi durumdadırlar.

Burada en önemli faktör az ve yeterli kadar yemektir. Bu konuda İslam’ın öğretilerine ve Rasûl’ün sallallahu aleyhi ve sellem sünnetine uyulduğu takdirde bir çok sağlık sorununun biteceğine inanıyorum. Hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Ademoğlu tıka basa doldurduğu midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Sırtını doğrultacak lokmalar ona yeterlidir. Mutlaka doldurması gerekiyorsa üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de kendine ayırsın.” (Tirmizi)

Bu hadis beslenmede esas alınırsa sağlık koruma altına alınmış olur.

Bir diğeri ise hareketsizliktir. Hareketsizliğe bağlı olarak yenilenlerin hazmedilmemesi, kireçlenme ve eklem rahatsızlıkları baş gösterir. Mutlaka bir spor programı olmalı ve ona riayet edilmelidir. Çünkü beden Allah’ın insana emanetidir ve bedenin insan üzerinde hakkı vardır. En basitinden, günlük düzenli olarak bir saatin altına düşmeyecek şekilde yürüyüş yapılmalıdır. İmkanı olanların günlük düzenli riayet ettikleri bir spor programı olmalıdır. Cezaevinde yapılan programların bireysel değil de toplu olması, uzun süreli ve istikrarlı olmasını sağlar.

13. Cezaevinde bulunan ve farklı davalardan yatan Müslümanların aralarında ilişki nasıl olmalıdır? Tavsiyelerinizi alabilir miyiz?

Şunu bilmeliyiz ki; İslami kesimi zindanlara dolduran tağutlar onların itikadi ve menheci farklılıklarına bakmazlar. İslami mücadeleleri ve onların sistemine olan muhalefetlerini esas alırlar. Bu nokta göz önünde bulundurularak ilişkiler tesis edilmelidir. Orada bulunan herkes İslam adına mağdur edilmiştir. Sizin yardımlaşmanız, güzel bir diyalog içinde olmanız, İslam adına mağdur edilenlere yani İslam’a yapacağınız hizmetlerdendir.

Bu anlamda mümkünse aynı odalarda kalınmamalıdır. İtikadi ve fikri ayrılıklar gündeme geldiğinde oda içinde huzursuzluk olacak ve bu idareye yansıyacaktır. Meseleyi anlamayan cezaevi personeli bunu ‘Müslümanlar birbirine girdi’ olarak yansıtacaktır. Ancak bazı yerlerde zaruretten dolayı farklı davalardan yatanlar aynı odalarda kalmak zorundadır. Bu tip yerlerde ortak şartlar belirlenmeli ve bu şartlara riayet edilmelidir. Aksi hâlde zaten dar olan mekanlar çözümsüz ve sonuç alınması çok zor tartışmalarla iyice içinden çıkılmaz bir hâl alacaktır. Bu da hem cezaevi idaresine hem de örnek olunması gereken çevre mahkumlarına kötü yansıyacaktır.

Ancak özellikle sıkıntılı durumlarda farklı grupların yardımlaşması ve birbirlerine destek olmaları gerekir. Özellikle idarenin Müslümanlara yönelik zulümlerinde aynı davadan olsun olmasın, İslami kimliğinden ötürü saldırıya uğrayanların tek vücut olması gerekir.

Ayrıca cezaeviyle alakalı istek ve taleplerde de yardımlaşma ve ortak kararlar alınması herkes için kazanım olacaktır. Bunun için temsilciler seçip onlarla istişare etmek herkesin ortak faydasına olan şeylerdendir.

Fikri ayrılıkların giderilmesi için zemin hazırlanması da önemlidir. İlimden nasibini almış, inandığı akide ve mücadele metodunu delilerle anlatabilecek insanların belirlenmiş bir usul etrafında belli aralıklarla konuşması önemlidir. Bu tarafların birbirinden faydalanması, yanlış üzere olan tarafın delille kendini düzeltmesi için önemlidir. Bunun için idare tarafından düzenlenen ortak faaliyetler kullanılabilir. Burada önemli olan buna ehil insanların belirlenmiş bir usul etrafında delillerle konuşmasıdır. Aksi durumda ortaya çıkacak mefsedet umulan hayırdan çok daha fazla olacaktır.

14. Cezaevinde bulunan Müslümanların sol gruplarla ve adli mahkumlarla aralarında münasebet nasıl olmalıdır? Hususen Müslümanın davetçi kimliği cezaevinde nasıl açığa çıkmalıdır?

Müslümanlar nerede olursa olsunlar davetçi olduklarını unutmamalıdırlar. Ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“De ki: ‘İşte benim yolum budur. Basiretle Allah’ın yoluna çağırırım. Ben ve bana uyanlar (böyleyiz). Allah’ı tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim.” (12/Yusuf, 108)

Her insan Nebi’ye sallallahu aleyhi ve sellem olan ittibası oranında insanları İslam’a davet eder. Özellikle cezaevlerinde bulunan insanlar davete en fazla muhtaç olan insanlardır. Dünyalarını kaybetmiş insanların ebedi hayatı kazanmalarından daha güzel ne olabilir? Bu anlamda mahkumlara yapılacak davette şunlara dikkat edilmelidir:

— Öncelikle cezaevlerinde dil ile yapılan davet çok kısıtlıdır. Farklı davalardan mahkumların bir araya gelmesi çok zor ve sınırlı vakitlerde mümkündür. Bu esnada sergilenecek İslam ahlakı, onların dikkatini celbedecek ve bizlerin şahsında İslam’a karşı merak uyanacaktır. Müslümanlar kendi aralarındaki ilişkiye azami dikkat etmelidirler. Çoğu mahkum, anlatılandan ziyade anlatanların ilişkisine bakar. O güne kadar görmediği sevgi, saygı ve güzel ahlak örneği; anlatanın şahsında onu anlatılan konuya hayran bırakır.

— Siyasi davadan yatan mahkumlarla mümkün mertebe tartışma ve atışmadan kaçınılmalıdır. Bu tarz atışmalar faydadan çok zarar getirmekte, faydasız bağrış çağırışlara neden olmakta, Müslümana yakışmayan söz ve davranışların açığa çıkmasına zemin hazırlamaktadır.

— Adli davadan yatan mahkumlar, İslam’a daha yatkındır. Ancak davetçilerin dikkatli olması, içerinin sıkılganlığından kurtulmak için yol arayanlarla, samimi arayış içinde olanları birbirinden ayırmalıdır. Cezaevinde İslam davetini kabul eden çoğu adli mahkum, dışarıya çıktığında değişiyor. Bugüne kadar ki tecrübelerimiz bunu öğretti bizlere. Fakat bunun yanında çok samimi Müslümanlara da denk geldik. Rabbim sayılarını arttırsın.

Son olarak; Allah’ın kendilerini imtihan ettiği bir zümre var ki Rabbim onların yardımcısı olsun. İslami bir kimliğe sahip olmasına rağmen adli bir davadan dolayı zindana düşen ve adli mahkumlarla bir arada kalmak zorunda olanlar… Ya da içerde İslam’la tanışan; ancak ceza alma sebebi adli bir suç olduğundan benzer suçlularla aynı ortamı paylaşan kardeşlerimiz…

Bu gerçekten ağır ve zor bir imtihandır. Ortamda bazı hassasiyetlerin olmaması, gürültü ve ses, İslam ahlakına aykırı söz ve davranışlar, tahammül edilmesi zor şeylerdendir. Bu kardeşlerimizin sabr-ı cemil gösterip, İslam ahlakının güzelliklerini sergileyerek insanları kazanmaya çalışmaları gerekir. Kendileri gibi inanan ve yaşayan insanların sayısı arttıkça daha rahat edeceklerdir. İnsanlara öğretmek istedikleri hakikatleri zamana yaymalı ve İslam davetine açık olanlara parça parça meseleleri izah etmelidirler. Geniş zaman ve uzun beraberlik nimetinden faydalanmalı, sorunları tespit edip onlara yönelik çalışmalıdırlar.

Özellikle Kur’an okumalarını geliştirmeli, insanlara Kur’an öğretip, talim yapılan yerlerin mealini de okuyarak davet yapmalıdırlar. Kur’an öğretimi davete başlangıç olarak büyük bir nimettir. Anlatılan meselelerde okuma alışkanlığı olmayan insanlara ağır kitaplar tavsiye etmemeli, onların kapasitelerini göz önünde bulundurmalıdırlar. Genel hatlarıyla İslam’ı anlatan romanlar ve hitap üslubuyla yazılmış davet mektupları bu konuda etkilidir. Okuma alışkanlığı kazandırıldıktan sonra yönlendirme yapılırsa daha etkili olacaktır.

15. Farklı cezaevlerinde olan Müslümanların birbirlerini tanıma, tecrübe paylaşımı ve haberleşmeleri noktasında zindan ehline tavsiyeleriniz nelerdir?

Bu konuda bugüne dek yapılmış bir çalışma bilmiyorum. Aynı davadan yatan insanlar veya belli bir dönem aynı cezaevinde kalmış insanlar arasında haberleşme olsa da istenilen düzeyde olmadığı kesindir. Zindanlar arasında haberleşmenin tek yolu mektuplardır. Aslında mektuplaşmak cezaevinde olan Müslüman için çok faydalıdır. İçerinin durağan hayatına renk katan unsurlardandır mektup.

Belli yayınları takip eden insanlar, yayınevlerine mektup yazarak cezaevlerinde aynı yayına abone olanların isim ve adreslerini öğrenebilirler. Mektup yazarak tanışmış ve başlangıç yapmış olurlar. Özellikle nasıl tanışıldığına dair söylenecekler başkalarına da örneklik teşkil eder. 

Bunun yanında İslami yayınlara yollanacak makale, şiir, anı veya cezaeviyle ilgili paylaşımlar da mahkumlar arasında bir diyalog vesilesi olabilir. Maalesef bu konuda zindan ehlinin cimri davrandığını ve imkan sahibi olmalarına rağmen çoğu Müslümanın bundan imtina ettiğini görüyoruz. Oysa davası uğrunda imtihana uğramış bir Müslümanın din adına söyledikleri, insanlar üzerinde daha fazla etki bırakmaktadır.

16. Yargılama sürecinde gerek şahsınız, gerek başka Müslümanların karşılaştığı ilginç hukuksuzluk örneklerinden bahsedebilir misiniz?

Bu soruyu okuyunca şunu düşündüm. Acaba karşılaştığım hukuka uygun uygulamalar sorulsa daha iyi olmaz mıydı? Çünkü sayılı olanın anlatılması sayısız olanın anlatılmasından çok daha kolaydır.

2008 yargılamasında yaşı bir hayli ilerlemiş bir hocamızı da bizimle beraber göz altına aldılar. Hocamıza isnat edilen suç ‘kod isim kullandığı ve örgüt üyesi olduğu’ yönündeydi. İddia o ki hocamız ‘baba’ kod ismini kullanıyormuş. Delil de oğluyla yaptığı telefon konuşmalarında kendisine ismiyle değil, baba diye hitap etmesiymiş. Bu gerekçeyle bir Müslümanın hukuk(!) mahkemelerinde yargılandığına şahit oldum.

Yine İslami bir davada aynı adamı; ayrı iki şahsın, ayrı tarihlerde öldürdüğü ve her ikisinin de katil olduğu gerekçesiyle müebbet hapis cezası aldığına şahit oldum. Ortada tek ceset var. Ama bu ceset, iki ayrı adam tarafından farklı illerde öldürülmüş. Ve iki zanlıda katilmiş. Artık örgüt ışınlama sistemini mi buldu, savcılar fazla film mi izledi orasını bilemiyorum.

2013 operasyonunda beni göz altına alanlar ‘Türkiye IŞİD sorumlusu’ suçlamasıyla aldı, gözaltında ‘Silahlı terör örgütü kurmaya’ döndü suçum. Beni tutuklayan mahkeme ‘El Kaide’ diye tutukladı. Ara mahkemelerde ise, bazen El Kaide, bazen silahlı terör örgütü kurmaktan vasfım değişti. Ancak on ay geçti, dosya hazırlanamadığı için ‘Somut delil olmadığı’ gerekçesiyle serbest kaldım.

İstanbul’da silahlı bir soygun yapılıyor. Soyguncular çarşaflı. Çatışma çıkıyor. Kuyumcu ve bir soyguncu yaralanıyor. Aradan kısa bir zaman geçmeden bir İslami gruba operasyon yapılıyor ve soyguncular bunlar deniyor. Kuyumcu emniyete çağrılıyor. Biz kan testi yaptık, dükkandaki kan izleri bu zanlılara ait, sen bunları teşhis et deniyor. Adam ben bunları hiç görmedim, dükkanıma gelenler de bunlara benzemiyor diyor. Hatta birini vurmuştum, bunların arasında yaralı yok diyor. Polis diyor ‘Amca kan izi bunlara ait çıktı, boşuna uğraşmayalım, ifade ver, evine git’ diyor. Amca da ‘Koca polis ne diye yalan söylesin!’ diye düşünerek teşhis yapıyor. Mahkemede yapılan kan testi sonucunda, kanın sanıklardan hiçbirine uyuşmadığını duyunca adam polisin kumpasını anlatıyor. Ama mahkeme o an sağır olduğu için duymuyor. Daha sonra amcanın dükkanında kullanılan kalaşnikof bir DHKP-C eyleminde kullanılıyor ve yakalanıyor. Ama buna rağmen Müslümanlar delil yetersizliğinden değil, uzun tutukluk nedeniyle tahliye ediliyor.

17. Zindan sürecinde sizi en çok duygulandıran veya keyiflendiren anılarınızdan bazılarını paylaşabilir misiniz?

Genelde ayrılık sahneleri aşırı duygusal olur. Birileri zindandan çıkar, geride kardeşleri kalır ve onlarla vedalaşır. Hem çok zor, zor olduğu kadar da duygusaldır. Hemen hemen her ayrılık sahnesi bana en zor gelen şey olmuştur. Kendinizi suç işlemiş gibi hissediyorsunuz. Siz gidiyorsunuz, arkada kardeşlerinizi bırakıyorsunuz.

Cezaevinde keyifli şeyler de yaşanmıyor değil. Bir dönem yaşı benden büyük iki abiyle kalıyordum. İkisi de gece horluyor. Benim de uykum hassas olduğu için genelde uyuyamıyorum. Abilerden biri yüksek sesle, diğeri de kısık sesle horluyor. Bir gece yüksek sesle horlayan abi, gece ikiye kadar kesintisiz devam etti. Ben de uyuyamadığım için yatakta metin ezberlerimi tekrar ediyorum. Bir ara abi kendi sesine uyandı. Abinin horlaması durunca kısık sesle horlayan abinin sesi duyulmaya başladı. Abi yataktan hışımla fırladı. Ben de onu izliyorum. Kısık sesle horlayan abinin yatağının başında durdu. Sert bir şekilde abiyi dürtüp uyandırdı. Uyanan abi uyku şaşkınlığıyla ‘Ne oluyoruz?’ der gibi abiye bakıyor. Sert bir sesle ‘Abi horluyorsun, hoca uyanacak bizim yüzümüzden uykusuz kalacak’ dedi. Hayatımda o gece güldüğüm kadar hiç güldüğümü hatırlamıyorum.

18. Bir şiiriniz varsa paylaşabilir misiniz?

 

Mahkum Yürekler

 

Zifiri karanlığa mahkum yürekler

Kar beyaz hakikati fehmedemezler

Coğrafyamda doğan tevhid güneşi

Üfleyerek güneşi söndüremezler

 

Uyanış başlamıştır, dönüş fıtrata

Tertemiz dimağları kirletemezler

Eline balta almış İbrahimleri

Putlarının önünde eğdiremezler

 

Sermayesi buz olan korksun güneşten

Dağları güneşle eritemezler

Kutlu bir çağrıya icabet ettik

Bu yoldan geriye döndüremezler

 

Özgürlüğü kullukta, tatmış imanı

Pranga kelepçeyle ürkütemezler

Yusuf’u örnek bilen yiğidi

Zindan esaretiyle sindiremezler

 

Vahyin rehberliğinde yürüyor kervan

Şüpheyle önüne set çekemezler

Şiarı tevhid ve sünnet olanı

Hurafe ve zanla devşiremezler

19. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Sorulardan birini atlamış oldum. Zindan da karşılaşılan vesveselere dair sormuşsunuz. Şu an bu imtihanı yaşayan kardeşlerime son olarak söyleyeceklerim, bu sorunun da cevabı kabul edilsin.

Aynı zamanda bu satırlarımı zindanda bulunan kardeşlerim benden bir mektup olarak kabul etsinler.

Ey zindan arkadaşım,

Biliyor musun; “Bir kavme benzeyen onlardandır” diyor Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem. Ve sen içinde bulunduğun durumla şu an bir Peygambere benziyorsun. Herkes bir şekilde imtihan oluyor. Zahiren dünyanın en rahat insanına sorulsa; sayısız dert anlatacak, imtihan peşine imtihan sıralayacaktır. Dünya hayatı böyledir zaten. Herkes Rabbine doğru, bir yolda seyrediyor ve herkes bir mücadele içerisinde.

“Ey insan, gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın; sonunda O’na varacaksın.” (84/İnşikak, 6)

Fakat senin imtihan ve çabanın farkı, Yusuf’un aleyhisselam imtihanına olan benzerliğidir. Ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:

“İnsanların bela yönünden en şiddetli olanı Peygamberler, sonra onlara en çok benzeyenlerdir.” buyuruyor.

Öyleyse üzülme ey zindan arkadaşım! Madem herkes bir imtihan içinde, sen bu imtihanında seçilmişlerden olmakla teselli bul.

Sen nerede olursan ol, Rabbin seninle beraberdir. Sakın Rabbinin üstlendiği bir konuda kaygıya kapılıp, kendini üzme. Bu, Rabbini gücendirir. Bazen rızıkla ilgili endişelere kapılıyor, ehli iyalin için üzülüyorsun. Onlar annelerinin karnındayken sen yine yoktun. Ama Rabbin asla onları unutmadı, rızıksız bırakmadı.

“Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır.” (11/Hud, 6)

Güvendiğin bir arkadaşın sana söz verse, buna rağmen sen onun söz verdiği konuda endişeni izhar etsen, bu ne kadar ayıp olur değil mi? Oysa söz konusu alemlerin Rabbi olan Allah’tır ve sana söz vermiştir. Sen içinden de endişe etsen, dışından da dillendirsen o, ‘gayb ve şehadet’ bilgisine sahip olandır.

“Bir şeyi açığa vursanız da, saklı tutsanız da; şüphesiz Allah, her şeyi bilici olandır.” (33/Ahzab, 54)

Ey zindan arkadaşım,

Bazen mahzunlaşıyor, yer yer öfkeleniyorsun arkadaşlarına. Senin ve ailenin hakkını ifa etmediklerini dillendiriyorsun. Ama bir şeyi unutuyorsun. Sen bu davaya birileri vefa göstersin diye girmedin. Sen Rabbini razı etmek istedin ve bu zorlu yolu seçtin. Bedelinin cennet olduğunu baştan kabul ettin. Bedelin değişmiş değil, bundan emin olabilirsin. Çünkü Allah sözünden dönmez.

Sakın şeytanın sana yol bulmasına müsaade etme. Yapabileceğin bir şey varsa geride kalanlara duacı ol ve ulaşabiliyorsan onlara nasihat et. Daha güzel olanıysa bu durumdan ders al. Senden vefa bekleyenlere yönel. Vefasızlığın ne kadar kötü olduğunu akıl edip onların haklarını ifa et.

Ey zindan arkadaşım,

Sakın ama sakın Rabbinin seninle olduğunu unutma. O subhanehu ve teâlâ seni unutmadı, terk etmedi de. Müşriklerin baskısından dolayı dar bir hücrede tutsak olan Nebi, yol arkadaşına ne diyordu?

“Üzülme! Allah bizimle beraberdir.”

Yine arkadaşına teselli veriyordu:

“Üçüncüsü Allah olan iki kişi hakkında ne zannediyorsun?” (Müslim)

Ben de bir yol arkadaşı olarak sana aynı şeyleri söylemek istiyorum. Üzülme! Allah bizimle beraberdir. O ne unutur, ne de bizi terk eder. Bu ruh hâlinde olan bir kardeşime yazdığım bir şiiri seninle paylaşacağım;

Sabret Kardeşim

Ey zindan arkadaşım sakın üzülme

Rahman olan Allah her an bizimle

Unutmadı bizi terk etmedi de

Allah’ın va’di hak, sabret kardeşim
 

İbrahim’i yakmayan şu dev ateşler

Musa’ya yarılan kızıl denizler

Bedir’e inen şanlı melekler

Yardım yakın sabret, sabret kardeşim

Takvimden döküldü bir bir yapraklar

Gün tükendi şimdi saydığın yıllar

Nedense çabuk gelir kış ve hazanlar

Baharımız Firdevs’te sabret kardeşim.

Sanki sitemin var eski dostlara

Geciken mektup, kesilen selama

Dostlara değil bu canı Allah’a

Karşılığı cennet sattın kardeşim

Kur’an’la aydınlanan dar hücreler

Dualarla ısınan soğuk geceler

Gözyaşı yatağı şu seccadeler

Mahşerde şahidimiz sabret kardeşim

Zindanın neşesi yavrularımız

Görüş sonrasında fasıllarımız

Gönüllerde mahrem sevdalarımız

Vuslatımız yakın sabret kardeşim

Ey zindan arkadaşım sakın üzülme

Rahman olan Allah her an bizimle

Unutmadı bizi terk etmedi de

Allah’ın va’di hak, sabret kardeşim

Ey zindan arkadaşım,

Şunu hatırlatmak isterim: Tarihte metot ve menheclerini değiştirenlerin çoğu, bunu zindan sürecinden sonra yapmaya başladılar. Çünkü zindanlar genel olarak muhasebenin yeridir. Ancak muhasebe rahmani ve şeytani olmak üzere iki kısma ayrılır. Sakın şeytanın tuzağına düşüp yanlış konuları, yanlış bir zeminde muhasebe etme!

‘Neden böyle oldu?’ sorusuyla muhasebeye başlarsan, baştan ipleri şeytanın eline vermiş olursun. Çünkü bu sorunun altında ‘Acaba ne yaparsak bir daha bu mekanlara düşmeyiz?’ hesabı vardır. Senin orada olman yanlış değildir ki; bunun muhasebesini yapasın! Sen; Rabbinin, her iman iddiasında olana vaadi olan, imtihanını yaşıyorsun. Burada iddianın kabul edildiğini düşünerek sevinmen gerekir.

Bu yanlış noktadan muhasebeye başlarsan, tağutları rahatsız etmeyen, onlarla uyumlu bir din bulursun karşında. Ki birçok yapının zindan sürecinden sonra akide ve menheclerini değiştirmesi, bu yanlış muhasebe sebebiyledir. Oysa belaların çoğalması, sabırların tükenmesi, imtihanın ağırlığını hissettirmesi yardımın yakınlaştığını gösterir. Aslında yapılar en fazla zorlandıkları yerde sevinip, üzerinde oldukları hâli değiştirmeden Rablerinden gelecek yardımı beklemelidirler.

Şayet bir şeyleri muhasebe edeceksen, bireysel günahlarını, sıdkını zedeleyen hâllerini, inandığın değerlerle uyuşmayan tavırlarını muhasebe etmelisin. Bunlardan tevbe etmeli ve muhasebe neticesinde bir ıslah programı belirlemelisin. Yoksa yapıların muhasebesini yapmak, ne yapsaydık bu zindan sürecini yaşamazdık gibi ne imani ne de ahlaki olmayan muhasebelere girişmek insana ahiret helakından başka bir şey getirmez.

Ey zindan arkadaşım,

Senin en sıkıntılı dönemlerin, dünyanın bazı yerlerindeki Müslümanların ahvaline göre güllük gülistanlıktır. Senin uykularını kaçıran, yüzündeki tebessümü çalan, kendine ve kardeşlerine zindan içinde zindan oluşturduğun sıkıntıların, bazılarının dualarında temenni ettiği nimetlerdendir. Bu sayımızda bunlardan bazılarını direkt yaşayanların ağzından dinleyeceksin. Yıllarca ailesinden ve dış dünyadan tamamen habersiz zindanlarda kalan Müslümanları, her günleri işkenceyle geçen mahpusları, öldürsünler diye cellatlarına yalvaran kadınları öğreneceksin. Gözünün önünde eşine tecavüz edilen erkekler, kocaları gözleri önünde parçalara ayrılan kadınlar, gördükleri işkenceler sebebiyle aklını yitiren gençler…

İsmi, onlarınkiyle aynı olan imtihanın, onlarınki gibi çetin olabilirdi. Sen bu nazarla nimettesin, sakın nankörlük etme. Her halükarda ‘Allah’a hamd olsun’ de.

Ey zindan arkadaşım,

İnsanlarla bir arada yaşamak zordur. Özellikle aynı ortamı paylaşan insanlar için bu durum çok daha zordur. Kişinin zihninde boşluk olmaz. Çevresinde bulunan her harekete mutlaka iyi ya da kötü bir anlam yükler. Buna su-i zan ve hüsn-ü zan diyoruz. Ve insanın kardeşleriyle ilişkisinin güzel olması veya olmaması bu zanlara uygun şekilde şekillenir. Şeytanın seni su-i zan tuzağıyla kötü ahlaka çekmesini istemiyorsan hüsn-ü zan ahlakıyla kendini terbiye et. Çünkü aynı ortamı paylaştığın insanlarla aranda problem olunca, bu ibadetlerin de dahil, herşeyini olumsuz etkileyecek. Şeytan sana yaklaşsa ve direkt birine bağır, kalbini kır ya da hakaret et dese bunun şeytandan olduğunu bilir, Allah’a sığınırsın. Ancak son adımı bunlar olan su-i zannı fısıldasa, aynı hassasiyeti göstermeyecek, muhtemelen bunu basit bir düşünce olarak kabul edeceksin. Sonrası üzerinde etkisi olan hiçbir şey basit değildir. Zaten zan, basit bir şey olsa Allah onu yasaklamaz, hakkında ayet indirmezdi.

Seni Allah’a emanet ediyor, cezaevinin hayrına muvaffak olup şerrinden korumasını, muhafaza etmesini temenni ediyorum. Rabbim seni bir an önce ve hayırlı bir şekilde o mekandan kurtarsın.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver