Ben Ne Yapmışım

Uyumuş kalmıştı yatağın üstünde. Üstü de açıktı. Donmuştu soğuktan. Uyuyan insanın üzerine kar yağarmış derler doğruymuş. Her tarafı tutulmuştu. Telefonunu aradı el yordamıyla. Saate baktı. Gece iki otuz olmuştu. Remzi bey yine gelmemişti yatağa. Günlerdir köşe kapmaca oynuyorlardı evin içinde. Birbirleri ile göz göze gelmemek için uğraşıyorlardı.

 

Tüm uykusunu almış gibiydi. Odadan çıktı. Remzi bey kanepenin üzerinde uzanmıştı. Üstüne ince bir battaniye almış uyumuştu. Mutfağa geçti. Bir iki bir şey atıştırdıktan sonra radyoyu açmak istedi. Bazı programların tekrarı yayınlanıyordu. Belki Hanelere Rahmet programının da tekrarı olabilirdi. Frekansı ayarladı. Evet evet yanılmamıştı. O ses… Çok sevindi. Başladı dinlemeye.

 

Program tekrar değil arşivden yayınlanmıştı. Konu çocuk ve anne idi.

 

Çocuk lunaparka yeni girmiş meraklı kişi gibidir. Ses ve ışıkların peşinde coşku ile koşar. Bu çocuksu bir heyecandır. Peki ebeveynler ne yapar? Önce çocuğu hiperaktif diye etiketler, sonra çeşitli baskılarla, azarlamalarla, cezalarla içindeki yaratılış enerjisini söndürür. Kimi bunu beceremeyince çocuğunu psikoloğa götürüp, ben söndüremedim siz söndürün dercesine verilen ilaçlarla çocuğu uyuşturur. Hele bilgisayar başına oturtulan çocuklar yok mu? Onların durumu daha içler acısıdır diyordu bayan incecik ve sükûnet veren sesi ile.

 

Fatime hanım duydukları karşısında şaşırmadan edemiyordu. O da hep çocuklarının hareketliliklerinden yakınırdı. Küçükken ellemedik eşya bırakmaz, çekmeceleri boşaltmaktan sonsuz mutluluk duyarlardı. Fatime hanım ise bunlara hep engel olmuş, onları kısıtlamıştı.

 

Devam ediyordu sunucu:

 

Kimi ebeveynler zaten tahammülsüzdür, gergindir. Bu kişi için koltukların tepesinde gezip yere atlayan çocuk asla kabul edilebilir değildir. Oysa bunlar  çocuğa yapılan büyük bir haksızlıktır. Çünkü o sırada çocuk içindeki enerjiyi kullanmakta; emdiği, ellediği, kurcaladığı hatta yere vurduğu her cisim sayesinde eşyayı yani hayatı tanımaktadır. Koltukların tepesinde gezen ya da eline ne geçti ise emip yere atan, odalarda pıtır pıtır dolaşan yetişkin biri olsaydı, evet tepkilerinizde haklı olabilirdiniz. Ama o bir yetişkin değil, ÇOCUK…

 

Tam da beni anlatıyor diye düşündü.

 

Evde ses yapılmasına tahammül edemezdi. Çocuk dediğin edepli olur, laf dinler, sus deyince susar, otur deyince oturur derdi. Demek içlerindeki doğal enerjidendi.

 

Sen ne yaptın Fatime? Baskı ve aşağılayarak o enerjiyi tükettin.

 

Çocuk eşyayı merak duygusu ile tanır. Sen engel olunca hızla büyüdüğü için artık bu şansı da, merak duygusu da kalmayacaktır. Merak etmeyen insan ileriki yaşlarda neden okumak istesin ki? İşte anneler  çocuğunuzdaki merak duygusunun katili de sizsiniz…

 

Aşağılanan, baskı altına alınan çocuk kişilik kaybına uğrar. Baskıyla yaptığı her davranış onun iradî davranışı değildir. Zorla yapıyordur. Ki ergen olduğunda da artık yapmayacaktır.

 

Aslında hanımlar çocuklarımızı saatli bomba gibi kurup ayarlayan bizzat biz anneleriz farkında mısınız?

 

Fatime hanım şoktaydı. Neler yapmıştı meğer bilmeden. Doğru hiçbir davranışı yoktu şimdiye kadar. Ettiği hakaretleri düşününce hepten kötü oldu… Siz ne biçim çocuklarsınız! Siz insan mısınız! Ömür törpüleri… Sizi doğuracağıma taş doğursaydım… Sözleriyle nasıl da ezerdi onları. Hele tehditleri… Bırakıp gideceğim sizi derdi. Çocuklar anne diyerek hepten eteklerine yapışır bu sefer de iterdi onları. Oysa mahcup edilen çocuk mahcubiyetini kaybeder, arsız olur demişti bayan.

 

Çocuk engellendikçe hırslı ve içinde uhdeler kalmış ikinci bir dünya oluşturacak ve gerçek dünyadan kopacaktı. Zarara uğramamak için de olduğu gibi görünmemeyi tercih edecek, sahte bir benlik oluşturacaktı… Yani dinî literatürde münafıklığa başlayacaktı…

 

Kendi gibi olamayan, yaşadığı duygusal boşluğu kapatmak için sevmeye, sevilmeye şiddetle ihtiyaç duyacaktır. Kendisine ilgi gösteren ilk kişiye hemen bağlanacaktır… Bu tür çocuklar suiistimal edilmeye çok müsaittir.

 

Çocuk ebeveyne ihtiyaç duyduğunda yoğunluğunu bahane gösterip ruhen ona yönelemeyince, çocuk dışlanmışlık hisseder. Bu da aşağılamanın farklı bir versiyonudur. Oysa kendileriyle vakit geçirilen çocuklar anne babalarının yanında değerli olduklarını hissedecektir…

 

Offffffffff Allah’ım peki bunların hiç mi telafisi yok diye düşündü.

 

Tüm bunların telafisi için yeni bir sayfa açılmalı… Önce değişmelisiniz. Değiştiğinizi onlara ispat etmelisiniz. Sesinizden başlayarak yumuşamalısınız. İçinizde dibe attığınız çocukluğunuzu bulup çıkarmalı, çocuğunuzla çocuk olmayı başarmalısınız. Size yeniden güvenmelerini sağlamalısınız. Sevginizi ifade etmelisiniz. Dokunuşlarınızı arttırmalı, onlarla vakit geçirmeye çalışmalısınız. Ve tabi Allah’tan yardım istemeyi başta da sonda da unutmamalısınız. Onlar size emanet. Bunun hesabının sizden sorulacağını hesaba katarak davranmalısınız.

 

Program bitmişti. Fatime hanım da bitmişti. Enkaz yığını gibiydi. Bir müddet yerinden kalkamadı.

 

Çocuklara bakmak için odaya girdi. İçi sızladı. Üst başlarıyla girmişlerdi yatağa. Taha’nın başucuna yaklaştı. Baştan aşağı süzdü onu. Ne kadar da zayıftı. Kemikleri dahi sayılabilirdi. Uykuda kaşlarını çattığı için olsa gerek ufacık çocuğun yüzü kırış kırıştı. Belli ki huzursuz uyumuştu. Durakladı… Saçları uzamış ensesini kaplamıştı. Yüzünü okşadı şefkatle… Acaba kaçta yatmışlardı diye düşünmeden edemedi. Süha’ya baktı. Yavrum diyebildi. Sanki yetimdi her biri. Ne kadar ilgisizim. Ne kadar kaygısızım Allah’ım… Ne yapıyorum ben? Remzi haklı galiba, ben bu evin kadını da bu çocukların anası da değilim sanki. Kendi hayatımı yaşamanın peşindeyim. Onları yetiştirme, eğitme adına hiçbir şey yapmamışım. Yapmadığım gibi bir de kişiliklerini, ruh dünyalarını bozmak için olağanüstü gayret sarf etmişim.

 

Büyük bir pişmanlık çöktü içine. Çocukları ile ilişkisini düşündü. Onları içten kucakladığı görülmemişti. Hep mesafeliydi. Şımartmamak için sözde böyle davranmıştı. Daha bebekken  bile sık sık kucağına almaktan kaçınırdı. Sana alışmasın demişlerdi. Ağlatarak az mı uyutmuştu çocuklarını. Oysa ki güveni bulacaktı çocuk anne kucağında. Yabancı bir dünyadan gelmişti o. Garipti. Ve sığınacağı tek liman annesinin koynu idi. Orada korkulardan emin olabilirdi. Bunları daha ilk kez bu radyo programında duymuştu. Doğru olduğuna inandığı bir çok usul hatalıymış bunu nereden bilebilirdi.

 

Bağırdığı anlar geldi gözünün önüne… Bağırdığında çocuklar korkudan pısıyorlardı. Zafer kazanmış hissediyordu kendini. İşte sizi böyle adam ederim ben derdi hep… Bu hareketiyle çocuklarının içine doldurduğu kini hiç hesaba katmamıştı… Yüz ifadeleri düştü zihnine… Korku dolu gözlerini hatırladı bir an… Dayak yememek için odaya kaçıp yatağa sokuluşlarını…

 

Bir keresinde Tuva’yı çok dövmüştü. Çocuk kekelemeye başlamış, altını uzun bir zaman ıslatmıştı. Bir de bunun için bağırıp aşağılıyordu her sabah.

 

Gözleri nemlendi.

 

Ne kadar ruhsuzum Allah’ım sanki rahmete dair ne varsa söküp alınmış içimden dedi… Çocuklarının hemen her birindeki tuhaflıkların davranış bozukluğu olduğunu duymuştu seminerlerde ancak ortaya çıkma sebebinin kendi olduğu hiç aklının ucundan dahi geçmemişti.

 

Küçücük dünyalarında neler de yaşamışlardı. Kim bilir içlerinde ne fırtınalar kopmuş, ne uhdeler kalmıştı.

 

Tuva’nın yanına uzandı sarıldı ona. Çocuk annesinin sıcaklığını hissetmiş olacak ki sokuldu iyice. Sıkıca sarıldı Fatime. Ağlıyordu bu arada…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver