Bayram Mektubu

Allah’ın (cc) adıyla!

Allah’a hamd, Resûlü’ne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu

Kıymetli İslam Kardeşlerim ve Dava Arkadaşlarım,

Her birinizi muhabbetle kucaklıyor, af ve afiyet içinde olmanızı temenni ediyorum. Rabbim Zilhicce ayının ilk on gününde yaptığınız amelleri ve O’na (cc) yakınlaşmak için keseceğiniz kurbanlıkları kabul etsin. Bayramınız mübarek olsun, bayramla gelen sevinç, hakiki ve daimi ahiret sevincine dönüşsün.

Mahkeme sonuçlanınca birçok kardeşimden mektup aldım. Verdikleri destek ve gıyabımda yaptıkları salih dualar için teşekkür ediyorum. Allah (cc) onlardan razı olsun, onları rahmetiyle salih kullarının arasına katsın. Şunu söylemek isterim ki bu cezalar, yalnızca bizim imanımızı arttırır ve bir daha, yeniden “Hasbunallah” dememizi sağlar.

Çünkü bizler bir tercih yaptık ve bir yola girdik. Bu, resûllerin yolu olan tevhid ve sünnet davasıdır. Yolun sahibi Allah, yolcuları ise resûller ve onlara tabi olan müminlerdir.

Yolun sahibi, daha yolun başında iken bizleri bilgilendirdi ve şöyle dedi:

“Andolsun ki sizleri biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve meyvelerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” [1]

Yine şöyle dedi:

“Sizden önceki toplumların başına gelenler, sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onların başına çeşitli yoksulluklar ve musibetler geldi. Öylesine sarsıldılar ki (sonunda) Resûl ve onunla beraber olan müminler: ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ dediler. Dikkat edin! Şüphesiz ki Allah’ın yardımı yakındır.” [2]

Ve dedi ki:

“Andolsun ki mallarınız ve canlarınız konusunda sınanacaksınız. Ve yine andolsun ki sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden ve müşriklerden size çokça eza verecek sözler işiteceksiniz. Şayet sabreder ve korkup sakınırsanız hiç şüphesiz bu, azmedilmeye değer işlerdendir.” [3]

Dedi ki:

“Elif, Lâm, Mîm. Yoksa insanlar, ‘İman ettik’ dedikten sonra imtihana tabi tutulmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun ki onlardan öncekileri imtihan ettik. Elbette Allah, doğru olanları da yalancıları da bilir. (Ve imtihanlarla insanların da bilmesini sağlar.)” [4]

Ne kadar açık, net, sade ve anlaşılır ifadeler… Henüz yolun başında iken, bizleri yolun tabiatına dair bilgilendirdi ve uyarmış oldu. Biz müminler bilerek, anlayarak ve ikrar ederek bu yola girdik. Allah (cc) ile aramızda bir sözleşme imzalamış olduk. Bir tarafında Allah, bir tarafında biz, ortada ise tüm açıklığıyla yol…

Şu an başımıza gelenler, sözleşmeye birebir uygundur, Allah (cc) doğru söylemiş ve söz verdiği gibi bizleri imtihan etmektedir. Bize düşen de bu imtihanlar karşısında şu ayetlerle sebat etmektir:

“Müminler, orduları gördüklerinde dediler ki: ‘Bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vadettiğidir. Allah ve Resûlü doğru söylemiştir.’ (Bu,) yalnızca onların iman ve teslimiyetlerini arttırdı. Müminlerden öyle yiğitler vardır ki Allah’la yaptıkları sözleşmeye sadık kaldılar. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi (şehit oldu), kimisi beklemektedir. Kesinlikle (sözlerini) değiştirmemişlerdir. Allah, sadık olanları, doğrulukları nedeniyle mükâfatlandıracak; münafıklara da dilerse azap edip dilerse tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafur, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.” [5]

Değerli Yol Arkadaşlarım ve Bacılarım!

İhtiyacımız olan tek şey Allah’ın (cc) beraberliğidir. O’nun beraberliğini kazanırsak, tüm dünya karşımızda durmuş ne gam! O’nu yitirirsek, tüm dünya bizim olmuş ne fayda! Yolumuz uzun, azığımız az, bizler aciz ve zayıfız. Düşmanımız çok, tuzakları çetin, imkânları göz boyayıcı ve aldatıcıdır. Bu zorlukları aşmanın ve tevhid davetinde sebat etmenin yegâne yolu ilahi maiyyeti elde etmektir. Onu elde etmenin yolu ise iman, sabır, takva ve ihsandır.

“… Ve şüphesiz ki Allah müminlerle beraberdir.” [6]

“Sabret! Senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlar için üzülme. Kurdukları tuzaklar nedeniyle de sıkıntıya düşme. Şüphesiz ki Allah, korkup sakınanlar ve muhsinlerle/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanlarla beraberdir.” [7]

İhtiyacımız olan ilk şey, içine zulüm karışmamış vahyin inşa ettiği sahih bir imandır. Ki bu da tevhid akidesi, İbrahim’in milleti, sırat-ı müstakimdir.

Unutmayın ki Allah (cc) iman edenlerin dostudur. Dünyadakiler dahi dostlarını yardımsız ve yarı yolda bırakmıyor, bunu yapanlar kınanıyorsa âlemlerin Rabbi dostlarını yardımsız bırakır mı? Onları kâfirlerin insafına, zalim tağutların merhametine, haddi aşmış azgınların eline terk eder mi? Asla! Yaratılmışlar adedince, nefsinin rızasınca, arşın süslerince ve kelimelerinin sayısınca asla ve kella! Öyleyse tevhidinize sahip çıkın! Tevhidi yaşayın ve yaşatın! Ona davet edin! Muhkem ayetlerle imanınızı arttırın ve yakininizi pekiştirin. Siz, tevhidinizi korumak için çaba gösterirseniz Allah sizi tevhidle koruyacaktır.

İkinci ihtiyacımız olan şey sabırdır. Sabır, direnmektir. Allah (cc) hükmünü verinceye dek, akide ve menheci korumak için direnmek… Sabır, kutlu bir bekleyiştir! Allah’ın yardımını, rahmetini, yakınlığını, keremini, kudret ve azametini göstermesini beklemek… O ne güzel bekleyiş, ne güzel bir direniştir. Sabrımızın azaldığını, irademizin zayıfladığını ve direnişimizin sıradanlaştığını hissettiğimiz an namaza koşacağız.

“Ey iman edenler! Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” [8]

Namaz; sabrın kaynağı, ona hayat ve tazelik katan ruhudur. Sabır en değerli ibadetlerden biridir. Bu nedenle onun mükâfatı Allah’ın (cc) yanında saklıdır ve Allah sabredenleri sınırsız/hesapsız bir şekilde mükâfatlandıracaktır.

“De ki: ‘Ey iman eden kullarım! Rabbinizden korkup sakının! Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah’ın arzı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca verilir.’ ” [9]

Allah’ın beraberliği için üçüncü ihtiyacımız takvadır. Takva, korunmaktır. Takva, sakınmaktır. Takva hayatın merkezine Allah’ı (cc) yerleştirip, O’nun rızasını umarak ve O’nun azabından korkarak yaşamaktır. Sahabiden Ubeyy bin Kab’ın (r.a) tanımıyla Takva, dikenli bir yolda, dikenlerden korunmak için, paçaları sıvayarak dikkatle yürümektir. Neye dikkat edecek ve neyden korunacağız? Evvela kendi nefsimizin şerrinden, sonra insi ve cinni şeytanların şer ve tuzaklarından korunacağız. Çünkü biz insanlar, bir yönü çamur diğer yönü ilahi nefha olan varlıklarız. Çamurdan çıkmanın yolu takvayla arınmak ve yükselmektir. Salih ameller ve taatlerle Allah’a yakınlaşmak, O’nun rızasını elde etmek için çabalamaktır. Takvayla arınıp yükselmeyen, masiyetle kirlenip alçalır. İnsan için üçüncü bir yol yoktur. Nefis ya ilerlemekte ya da gerilemektedir. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Hiç şüphesiz o (Sakar), en büyük (cezalardan) biridir. İnsanlar için uyarıcıdır. Sizden öne geçmek ve geride kalmak isteyenler için.” [10]

Gördüğün gibi, Allah indinde iki insan vardır. Öne geçip ilerleyenler ve geride kalanlar. Yerinde sayan, hâlini koruyan, iki günü eşit olan diye bir kategori söz konusu değildir. Takva ile yücelere kanat çırpmıyorsak masiyetle alçaklara iniyoruz demektir.

Bu yolda en ciddi tehlike takvasızlık yani günahlarımızdır. Günahlar sırtımızı kamburlaştıran bir yük, hızımızı kesen bir engel, ayağımızı kaydırması muhtemel tuzaklardır. Günahlar yalnızca sabrımızı talan edip bizi yarı yolda bırakmakla kalmaz. Asıl zararı bizi Allah’ın beraberliğinden ve o yüce yardımından mahrum etmesidir. Daha kötüsü ise Allah’ın yardımını umarken O’nun (cc) helakıyla karşılaşmaktır.

Uhud günü yardım bekleyen müminleri bozguna uğratan günahlarından başka bir şey miydi?

“İki ordunun karşılaştığı gün, sizden (savaşı bırakıp) kaçanlar var ya; şeytan onların ayaklarını kazandıkları bazı (günahlar) sebebiyle kaydırmak istedi. Andolsun ki Allah, onları affetti. Hiç şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafur, (kulların hak ettikleri cezayı erteleyen) Halîm’dir.” [11]

Allah’a isyan eden kâfirleri, yeryüzünden silip süpüren günahlarından başka bir şey miydi?

“Her birini günahıyla yakalayıverdik. Onlardan kiminin üzerine taş yağdıran bir fırtına yolladık. Kimini (kulakları sağır eden) bir çığlık yakalayıverdi. Kimini yerin dibine geçirdik kimini ise boğduk. Allah onlara zulmedecek değildi, onlar kendilerine zulmediyorlardı.” [12]

Yanlış anlaşılmamak için bir konuya açıklık getirmek istiyorum:

Takva, günahsızlık değildir. Takva, günahta ısrar etmemek, tevbe ile Allah’a dönüp istiğfarla arınmak ve takva yürüyüşüne devam etmektir.

“O (muttakiler) ki bir kötülük yaptıklarında yahut (günah işleyerek) kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı anar ve günahları için bağışlanma dilerler. Allah’tan başka kim günahları bağışlayabilir? Ve bile bile yaptıkları (yanlışta) ısrar etmezler.” [13]

Tevbe ve istiğfarı ahlak edinmeyen, takva sahibi olamaz. Her yanılgı ve ayak sürçmesinde ye’se kapılır ve Allah’a olan yürüyüşünü bırakır. Günaha düşmek kaderimiz, takva hedefimiz, tevbe ve istiğfar ise bu ikisi arasında dengemiz ve istikametimizdir.

Sakın unutmayın kardeşlerim, takva şekilcilik değildir.

Allah Resûlü (sav) göğsüne işaret edip, üç defa tekrarladı: “Takva sinededir.” O; şuurdur, bilinçtir, kalbin süsüdür. Sineleri masiyetle kararmış olduğu hâlde, sesleri, görünüşleri ve davranışlarıyla takvalı gibi görünenlerden olmaktan Allah’a sığınalım.

Allah’ın (cc) beraberliği için son azığımız ihsandır. İhsan, Resûlullah’ın (sav) açıkladığı üzere: Allah’ı görüyormuşçasına O’na ibadet etmek, şayet O’nu göremezsen O’nun seni gördüğünü bilmektir.

İhsan, Allah’a Eş-Şehîd, Er-Rakîb, El-Alîm, El-Habir ve El-Basir isimleriyle kulluk etmektir. O’nun (cc) seni gördüğünü, her hâlinden haberdar olduğunu, söz ve amellerine şahitlik ettiğini, her an seni gözetlediğini ve seni çepeçevre ihata ettiğini bilmendir.

İhsan, insanı itkana götürür. İtkan ise, yaptığını en güzel şekilde yapmaktır. Kulluğumuzu, mücadelemizi, sabırla direnişimizi en güzel şekilde yapmak. Bunların Allah’a takdim edilen kurbanlar olduğunu bilmek ve Allah’ın şanına yakışır şekilde Allah’a (cc) sunmak.

İhsan, bizi Allah’ın beraberliğiyle şereflendirir. Zira ihsan Allah’a verilen değerdir. Kişi, değer verdiğine karşı titiz ve dikkatli olur. Ona bir şey sunacağı zaman en iyisini sunmak ister. Allah’a (cc) verilen değer, kişiyi Allah katında değerli kılar. Allah’ın beraberliğini kazandıran da bu değerdir.

Aziz Dostlarım!

Umumen yaşadığımız imtihanlar ve hususi olarak aldığımız cezanın bazı kardeşlerimizi üzdüğünü, az da olsa bazı kardeşlerimizi ümitsizliğe sevk ettiğini görüyorum.

Şayet benim adıma üzülüyorsanız; ben üzülmüyorum, sizler de üzülmeyin. Çünkü, onlar farkında olmadan bize iyilikte bulunuyorlar. Günahlarımız ve eksiklerimiz nedeniyle geri kaldığımız cennet yarışında, imtihanlarla bizi ileriye itiyor, hızlandırıyor, derecemizi yükseltiyorlar. Bizim anlatarak yapamadığımızı onlar zulümleriyle yapıyor; azgınlıklarını, tuğyanlarını, tevhid davetine olan düşmanlıklarını ifşa ediyorlar… Rahatlığın ve konforun gevşettiği muvahhidleri sarsıyor, kendilerine gelmelerini sağlıyorlar! En, önemlisi de tevhid davetini yayıyor, kitlelerin duymasını sağlıyorlar. Öyleyse üzülmeyin kardeşlerim, öfkelenin. Allah’ın ayetleri hakkında bilgisizce tartışan, yeryüzünde haksız yere büyüklenen, koydukları gayrimeşru sistemlerle Allah’la sınırlaşan, yasama faaliyetinde bulunarak sahte ilahlık taslayan bu insanlara karşı öfkelenin! Onların zulümlerine karşı birbirinize kenetlenin, safları sıklaştırın, sabırla direnin. Zalimlere karşı ise İbrahimî bir öfke ile bilenin. Şayet üzülecekseniz yine onlara üzülün. Toplumu peşlerine katarak, cehennem yakıtı olmak için gösterdikleri ısrar ve inada üzülün. Çünkü onlar acınacak ve üzünülecek bir durumdalar.

Şayet davet adına üzülüyorsanız, yine üzülmeyin. Bu davetin sahibi Allah, davetin imamları ise resûllerdir. Bu kutlu davet bizimle başlamadı ki bizimle son bulsun… Bu, Âdem’in, Nuh’un, İbrahim’in, Muhammed’in ve tüm nebilerin (as) davetidir, Allah’ın vaadi gerçekleşinceye kadar da devam edecektir.

Tevhid daveti bizlerle bir şey kazanmadı ki bizlerin yokluğu ile bir şey kaybetsin. Onunla şeref kazanan, değer bulan, yücelen bizleriz. O ise şerefini ve değerini kaynağından alır. Yani âlemlerin Rabbi olan Allah’tan.

Şayet iftiraya uğradığımız için üzülüyorsanız, yine üzülmeyin. İftiraya uğramak, yalanlanmak, alaya alınmak resûllerin sünnetidir. Hem bizim Rabbimiz El-Mubîn değil midir? El-Mubîn, açıklayan ve açıklığa kavuşturan demektir. İlginçtir, Kur’an’da yalnızca bir defa geçen bu isim, ifk hadisesi bağlamında, Nur suresi içinde yer almıştır.

Allah (cc), El-Mubîn ismiyle müfterilerin iftiralarını açığa çıkarır ve mümin kullarını temizler. Kur’an azimuşşan bu ismin birçok tecellisini bize kıssa etmiştir.

İşte Meryem annemiz! Yeryüzünün en temiz ve iffetli kadını zina iftirasına uğramadı mı? Allah (cc), El-Mubîn ismiyle, kundaktaki bebeği konuşturdu ve Meryem’i temize çıkardı.

“Onu taşıyarak kavmine getirdi. Demişlerdi ki: ‘Ey Meryem! Andolsun ki sen, çok büyük (hayret verici) bir iş yaptın. Ey Harun’un kardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi, annen de (zinayı meslek edinmiş) bir kadın değildi.’ (Çocuğa) işaret etti. Dediler ki: ‘Henüz beşikte olan bir bebekle nasıl konuşuruz?’ (Çocuk dile geldi ve) dedi ki: ‘Şüphesiz ki ben, Allah’ın kuluyum. Bana Kitab’ı verdi ve beni bir nebi kıldı. Nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe bana, namazı ve zekâtı emretti. (Beni,) anneme karşı iyilik yapan bir evlat kıldı. Ve beni, (ona karşı) zorba ve bedbaht kılmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diriltileceğim gün selam benim üzerimedir.’ İşte, hakkında şüpheye düştükleri/tartışıp durdukları Meryem oğlu İsa! (Onun hakkındaki) hak söz (budur).” [14]

İsrailoğullarından bir genç, bir yakınını öldürdü, mirasını aldı ve kızını nikahladı. Cinayet delillerini bir masumun yakınına bıraktı, suçu bir başkasına yıktı. Bakara suresine ismini veren inek kesme kıssası yaşandı. Allah (cc) El-Mubîn ismiyle ölüyü diriltti, ölü katilin kim olduğunu söyledi ve hak ortaya çıktı.

“(Hatırlayın!) Hani siz bir insan öldürmüş ve birbirinizi suçlamıştınız. Allah sizin gizleyip sakladıklarınızı açığa çıkarandır. ‘Hayvanın bir kısmını cesede vurun.’ diye emrettik. (O da dile gelip, katilini söyledi.) İşte böylece Allah ölüleri diriltip ayetlerini sizlere gösterir ki akledesiniz.” [15]

Yusuf da (as) iftiraya maruz kaldı. Bu iftira neticesinde uzun yıllar zindanda yattı. Allah (cc) El-Mubîn ismiyle krala bir rüya gösterdi, Yusuf’un arkadaşına Yusuf’u hatırlattı, Yusuf’a rüyayı yorumlattı, ona iftira eden kadının diline hakkı söyletti. Ve Yusuf temize çıktı.

“(Kral) dedi ki: ‘Yusuf’u elde etmek istediğiniz zamanki durumunuz neydi/nedir sizin hikayeniz?’ Dediler ki: ‘Allah’a sığınırız. Biz onda hiçbir kötülük görmedik.’ Aziz’in karısı da demişti ki: ‘Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onu elde etmek istemiştim. Şüphesiz ki o, doğrulardandır.’ ” [16]

Aişe annemiz de iftiraya uğradı. Resûlullah’a (sav) eş olacak kadar temiz bir kadın, şehrin ayak takımı olan münafıkların diline düştü. Çok üzüldü, günlerce ağladı. Gözyaşları tükendi, üzüntüsünden kan ağladı. Sonunda El-Mubîn tecelli etti ve Nur suresinden ilgili ayetleri indirerek Aişe annemizi temize çıkardı.

“Kötü/pis kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü kadınlara; temiz/iyi kadınlar, temiz erkeklere; temiz erkekler, temiz kadınlara (yakışır). Bunlar, onların söylediklerinden berî/uzaktırlar. Onlara bağışlanma ve değerli bir rızık vardır.” [17]

Kardeşlerim, El-Mubîn ismine dair dört olay aktardım. Dört olayın ortak noktasını kavrarsak, El-Mubîn isminin inceliklerinden birine vakıf olmuş oluruz. Müsaadenizle açıklayayım:

Tevhid ehli iftiraya maruz kaldığında, El-Mubîn ismi hemen tecelli etmez. El-Mubîn’in tecelli edip olayı açığa kavuşturması için bir “ara döneme” ihtiyaç vardır. Meryem annemizde olduğu gibi bazen birkaç gün, ifk hadisesinde olduğu gibi bazen birkaç ay, Yusuf da (as) olduğu gibi bazen uzun yıllar sürebilir bu bekleyiş. Bunun birçok hikmeti vardır elbet.

Bir hikmeti iftiraya uğrayana bakmaktadır. Allah (cc) onu sınamakta, bu bekleme süresinde sabredip etmeyeceğini açığa çıkarmak istemektedir. Bir diğer hikmet ise topluma bakmaktadır. Allah temiz ile pisi, doğru ile yalancıyı ayırmak ve müminlerin saflarını temizlemek istemektedir.

Hiç merak etmeyin! El-Mubîn ismi mutlaka bizler ve iftiraya uğrayan diğer mazlumlar için tecelli edecektir. Bu durumda bize düşen Rabbimize karşı hüsnüzan beslemek, yakinimizi korumak ve Rabbimize El-Mubîn ismiyle çokça dua etmektir.

Muvahhid ve Muvahhide Arkadaşlarım!

Biz, davete başladığımızdan bu yana türlü imtihanlara uğradık, hâlen de uğramaya devam ediyoruz. Her halükârda Rabbimize hamd olsun. Fakat şu bir gerçektir ki 2017-2018 yılı bizim için imtihanlar yılı olmuştur. Daha önce imtihanın biri biter diğeri başlardı. Şimdi ise imtihanlar sağanak misali peş peşe geliyor. Başımıza gelen bir imtihanı anlamaya çalışırken, onu unutturacak, daha çetin ve kapsamlı bir imtihanla karşılaşıyoruz. Ki sizlerin de malumu olduğu üzere; en ciddi imtihanımız, çocuklarımızla ilgili olandır. Mahkemeler peş peşe çocuklarımıza el koyma kararı vermeye başladı. Suçumuz; çocuklarımızı “Tağutlara Kulluğun Modern Mabedleri”nden korumak, birer ideolojik aygıt olmalarına engel olmak ve onları tevhid üzere yetiştirmektir. Bu durumu yaşayan kardeşlerimizi Rabbim yardımı ve rahmetiyle kuşatsın. Muvahhidlerin çocuklarını, gözümüzün nuru olan “Tevhidî Çekirdekler”imizi El-Hafız ismiyle korusun. Hiç şüphesiz O (cc), koruyanların en hayırlısı ve merhametlilerin en merhametlisidir.

Ayrıca bu kardeşlerimi ilahi bir müjdeyle müjdelemek istiyorum:

“Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah’a yönelenlere müjdeler olsun.” [18]

Bir yanda korkutan ve hayatı bizlere zehir etmeye yeminli tağutlar, diğer yanda bizleri müjdeleyen Allah! Hiç şüpheniz olmasın ki, Allah’ın müjdesi galip gelecek, yüzlerimiz gülecektir.

Kardeşlerim!

İmtihanların sıklaşması ve iç içe yaşanması, Allah’ın (cc) yardımının yakınlaştığını gösterir. Muvahhidlerin ilahi yardıma en yakın olduğu nokta, baskı ve eziyetin en çetin ve kuşatıcı olduğu noktadır. Allah Resûlü’nün (sav) hayatına bakarsanız bu gerçeği tüm yalınlığı ile görürsünüz.

Mekke’de başlayan ekonomik boykot, sosyal ambargo ve tecrid, müminlere Habeşistan kapısını açtı. Allah (cc) bir devleti ve bir kralı müminlere yardımcı kıldı.

Sonra Ebu Talip ve Hatice annemiz vefat etti. Müşrikler, Ebu Talib’in vefatını fırsat bilip, boykot dönemi azgınlıklarına döndüler. Allah Resûlü (sav) ashabını rahatlatmak ve daveti kolaylaştırmak için, Taif’e yöneldi. Ancak Taifliler onu dinlemedi. Hakaret edip alaya aldılar. Şehrin delilerine ve çocuklarına onu taşlattılar. Anamız, babamız, canımız ona feda olsun. Mahzun ve matrud bir şekilde Mekke’ye döndü. Ashabın hüznü arttı, müşrikler ise iyice kudurdular. İşte tam bu atmosferde İsra, Miraç hadisesi yaşandı. Bu öyle büyük bir olaydı ki insanlık tarihinde bir benzeri yaşanmamıştı. Allah, El-Cebbar ismiyle müminlerin mahzunluğunu ve yürek burukluğunu giderdi.

Allah Resûlü (sav), panayırlar ve Hac vesilesiyle Mekke’ye gelen kabileleri gezmeye başladı. Çadır çadır, kabile kabile, oymak oymak, fert fert dolaştı, davetini onlara arz etti. Şöyle diyordu: “Kureyş, Rabbimin risaletini tebliğ etmeme engel oluyor. Yok mu beni beldesine götürüp koruyacak kimse? Buna karşılık ona cenneti vadediyorum.” O kadar çok insana bu sözleri söylemişti ki o dönemde henüz iman etmemiş Cabir (r.a) insanların birbirlerine şöyle dediğini aktarır: “Bu Kureyşli gence dikkat et! Seni fitneye düşürmesin der ve parmakla onu gösterirlerdi…”

İşte tam bu ortamda Allah, ensarı Resûl’ün karşısına çıkardı ve onlara Medine’nin kapılarını açtı.

Bu örnekleri iyice düşünelim, anlamaya çalışalım. Muhtaç olduğumuz hayrın inmesi için, Allah’a (cc) niyazda bulunalım.

Kardeşlerim!

Kur’an’ı dikkatle okuduğumuzda, muvahhid ve müşrik topluluklarla ilgili Allah’ın (cc) üç sünneti olduğunu görürüz. Bu noktaya dikkat buyrun lütfen! Bireyler ve tekil davet sahiplerinden bahsetmiyoruz. Konu şirk ve tevhid toplumlarına karşı Allah’ın sünnetidir.

İlki, Allah’ın (cc) muvahhidleri şehit olarak kendi katına alıp, kâfirlere güç ve imkân vermesidir. Uhdud Ashabı’nı buna örnek verebiliriz.

İkincisi, Allah’ın kâfirleri topluca helak edip, müminleri kurtarmasıdır. Nuh, Hud, Lut gibi (as) birçok resûlün örneğinde olduğu gibi.

Üçüncüsü, müminlerle kâfirlerin birbirlerinden ayrıştırılıp, aralarında iman ve küfrün kavgasının başlamasıdır. Allah Resûlü (sav) ve Musa (as) örneğinde olduğu gibi.

Biz; önderimiz, rehberimiz, örneğimiz ve imamımız olan Muhammed Mustafa (sav) gibi yapacak ve şöyle diyeceğiz: “Ya sizleri davet ettiğimiz tevhide iman edersiniz ya da Allah bizimle sizin aranızda hükmedinceye kadar sabredeceğiz.” Ve Musa’nın (as) yanındaki gençlerden öğrendiğimiz şu duayı çokça yapacağız: “Yalnızca Allah’a tevekkül ettik. Rabbimiz! Bizi zalim topluluk için fitne kılma. Ve rahmetinle bizi kâfir topluluktan kurtar!” [19]

Evet, Allah mutlaka aramızda hükmedecek, üç sünnetinden birini icra edecektir. O (cc) hükmünü verinceye kadar bize düşen sabretmektir.

“Rabbinin hükmüne sabret…” [20]

Şayet Allah (cc) bizleri Uhdud Ashabı gibi mazlum ve şehit olarak katına alırsa, ne güzel bir akıbettir o.

Şayet Allah, azgın ve müstekbir tağutları ve onların kullarını helak ederse, müminlerin sevineceği o gün ne güzel bir gündür!

Şayet Allah, bizleri ayırır, iman ve küfrün kavgası başlarsa ne güzel bir hükümdür o. Allah’tan (cc) günahlarımızı bağışlamasını, aşırılıklarımızı affetmesini, ayaklarımızı sabit kılmasını ve kâfir topluluğa karşı bize yardım etmesini dileriz.

Unutmayın kardeşlerim! Parolamız “Hasbunallah’tır”. Onlar zulümde azgınlaştıkça bizler “Hasbunallah” diyeceğiz. Ve sonunda onlara karşı Allah bize yetecektir.

Bundan sonraki günler daha iyi de olabilir, çok daha kötü de olabilir. Allah’tan af ve afiyet talebinde bulunalım ve bizleri sadıklardan kılması için çokça duacı olalım.

Umudumuzu koruyalım, Allah’a karşı hüsnüzan besleyelim. Yüzümüzden tebessümü eksik etmeyelim. Unutmayalım, tevhidin bir kısmı da Allah’ın vaadine yakinen inanmaktır. Öyle bir duruşumuz olsun ki bize bakanlar şu ayeti hatırlasınlar:

“Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez. Müşrikler hoşlanmasa da tüm dinlere üstün gelsin diye Resûlü’nü hidayet ve hak dinle gönderen O’dur.” [21]

Ve sizlere son olarak şunu söylemek istiyorum: Bu davaya, tevhid ve sünnet davetine dört elle sarılın. Bugünlere kolay gelmedik. Her bir saniyenin bedelini ödedik. Alaya alındık, yok sayıldık, hakarete uğradık, yokluk çektik, yarı yolda bırakıldık, canımızla ve evlatlarımızla tehdit edildik, şahit olduk şehit verdik, sevdiklerimizden ayrı kaldık, baharı olmayan hücrelerde ömrün baharını tükettik… Allah’a hamd olsun, tüm bunlar bizi biledi, ayaklarımızı sabitledi, imanımızı ve yakinimizi arttırdı. Sokakta, devlet dairelerinde, okumuş insanlar arasında, kısacası toplumun her katmanında tevhidî meselelerin konuşulduğuna şahit olduk. Düne kadar üç beş insanın kendi aralarında fısıldaşarak konuştuğu tevhid hakikatleri, bugün yüksek sesle ve varlığı bir gerçeklik olarak kabul edilerek konuşuluyor. Bu davaya sahip çıkın, ona dört elle sarılın. Onun dünyada izzet, ahirette saadet olduğunu unutmayın. Madem ki Allah (cc) bizi bu davayla şereflendirdi, öyleyse şükür olarak vaktimizin, canımızın, malımızın, sahip olduğumuz maddi ve manevi değerlerin en güzelini bu davaya adayalım.

Sizleri Allah’a emanet ediyor, her birinizin bayramını özel olarak tebrik ediyorum. Sizlerden dua istiyorum. Allah’a emanet olunuz. Es-Selamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu!

Halis Bayancuk (Ebu Hanzala)

Silivri 9 No’lu Kapalı Cezaevi, Silivri/İstanbul

 

[1] .2/Bakara, 155

[2] .2/Bakara, 214

[3] .3/Âl-i İmran, 186

[4] .29/Ankebut, 1-3 

[5] .33/Ahzab, 22-24

[6] .8/Enfal, 19 

[7] .16/Nahl, 127-128

[8] .2/Bakara, 153

[9] .39/Zümer, 10

[10 .74/Müddessir, 35-37

[11] .3/Âl-i İmran, 155

[12] .29/Ankebut, 40

[13] .3/Âl-i İmran, 135

[14] .19/Meryem, 27-34

[15] .2/Bakara, 72-73

[16] .12/Yusuf, 51

[17] .24/Nur, 26

[18] .39/Zümer, 17

[19] .10/Yunus, 85-86

[20] .68/Kalem, 48

[21] .9/Tevbe, 32-33

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver