Batı: Bu Bataklık Kurumalı/Kurutulmalı

Sadece İslam coğrafyasında değil, Doğu Asya, Güney Amerika ve Afrika’da yaşayan halkların içerisinde beyni Batıcılık afyonuyla uyuşmamış herkesin az ya da çok tanıdığı bir Batı’dan söz edeceğiz biraz. Hristiyan, siyonist Yahudi ve ateist Batı’dan…

Batı’yı ve Batılıları ilk kez bu yazıyla tanıyacak değilsiniz elbette. Bu yazıda geçen hususlar genel olarak bilinen geçmiş olaylar ve bir kısmı da âdeta gözlerimizin önünde cereyan eden güncel meselelerdir. Tevhidî bir bakış açısına sahip olan müminler arasında her zaman gündemdeki yerini koruyan ve öyle de olması gereken bir Batı’dır sözünü ettiğimiz.

Şeytanın temel hedefi nasıl ki kıyamet gününe kadar Âdemoğullarını Allah’a (cc)kulluktan uzaklaştırıp şirke yönelterek ebedî cehenneme müstehak kılmaksa Batı dediğimiz tarihsel barbarlık, yağmacılık, ırkçılık/kafatasçılık, fahişelik, iğrençlik, yamyamlık ve hıyanet uygarlığı da dün ve bugün olduğu gibi kıyamete kadar tevhid ehline karşı aşağılık cürümlerine hiç ara vermeden devam edecektir.

Batılılar kendi ülkelerinde güven ve konfor içinde yaşarlar. Genel olarak birbirlerinin hukukuna son derece saygı gösterirler. Batılılar, birbirlerine karşı çok nazik ve hoşgörülüyken kendileri dışındaki halklara karşı acımasız, gaddar ve zalim bir ruh taşırlar. Sömürgeleştirdikleri ülkelerdeki yerli halkları kıyımdan geçiren Fransızlar, İngilizler ve Amerikalılar kendi ülkelerinde birbirlerine karşı nazik, hoşgörülü ve iyi huylu olmaya çalışırlar. Onların dışındaki milletler geri kalmış ve medeniyetten falan hiç nasiplenmemiş ilkel toplumlarken (!), mesela nezakette Fransızlar, centilmenlikte İngilizler ve medenilikte Amerikalılar tüm dünyada bayraklaştırılmıştır! Batılılar kendi memleketlerinde “insan”, sömürgeleştirdikleri diğer yerlerde, özellikle de İslam coğrafyasında vahşi ve canavar ruhlu birer biyolojik varlığa dönüşürler.

Londra sokaklarındaki bir İngiliz yeri geldiğinde kuyruğa girip sabırla otobüs bekler. Herhangi bir vatandaşının ayağına kazara basacak olsa ondan defalarca özür diler ve nezaket gösterilerinde bulunur. Aynı İngiliz’in Hint kıtasında, Anadolu’da, Filistin’de, Mısır’da, Irak’ta ve daha nice İslam beldelerinde yırtıcı bir canavara dönüştüğüne dair milyonlarca örnek var tarihimizde. Bu, tarih boyunca böyle olmuştur ve kıyamete kadar da böyle devam edecektir. Aslında bu, Roma’yı yüceltmek ve onun hegemonyasını sürdürülebilir kılmak için bütün milletlerin mallarını ve kanlarını sömürmekten zevk alan Roma kültürünün ta kendisidir…

Batı, bir vitrin, podyum ve imaj uygarlığıdır. Kendi elleriyle ve kokuşmuş ideolojileriyle yetiştirdikleri belli bir zümreye hitap eder. Bunlar da genellikle yönetici ve topluma yön veren pozisyonlarda bulunan kimselerdir. Kendileri dışında kalanları ise Hindistan’daki kast sistemine benzer bir sistem içerisinde varoş, site, banliyö ve kenar mahalle diye isimlendirilen gettolara hapseder. Çıkarına uygun ve işine gelecek bir şekilde bu kitleler içerisinden uyuşturucu çeteleri, fuhuş pazarlama ağı ve mafyöz örgütlenmeler kurup bunları kullanmaktan hiç çekinmez. Bunlardan bir kısmını da“Paramiliter Güç”adı altında özellikle de İslam coğrafyasında sayısız kıyım yapan ölüm makinelerine dönüştürür. Batı kendi gettolarında kendi insanlarını alkol, uyuşturucu ve fuhuş batağında birer birer imha ederken Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, Yemen’de, Libya’da ve daha nice İslam beldelerinde bizleri biner biner öldürür. Günün sonunda İslam beldelerini nasıl da viraneye çevirdiğinin fotoğraflarını ve videolarını servis ederken geride kalabilen dul kadınların, yetim ve öksüz çocukların ve çaresiz ihtiyarların yürekleri yakan çığlığını duymaz, duyurulmasına da izin vermez…

Batı denilen şey, şeytandan sonra insanlığın başına gelen en kötü ve en ağır trajedidir.Bunun böyle olduğunun delili, günümüze dek ortaya çıkanlar ve Batı’nın, tarihin derinliklerinde gizli kalanlarıyla beraber sayılamayacak kadar kabarık olan iğrenç sicilidir.

1991 yılında Irak üzerine yürüyen Haçlı ordularının ilk bombaladığı yerler Ehl-i Sünnet ilim merkezleri, tarihî camiler ve devletin yönetim binalarıydı. Yani ilim ve yönetim merkezleri.

Buna benzer bir örnek 1917 yılında Çad’da yaşanmıştı. Sömürgeci barbar Fransızlar, tertip ettikleri bir konferansa katılmaları bahanesiyle ülkenin her bölgesinden İslam ulemasını başkent Jemena’ya davet etti. Batı ruhunu en güçlü ve canlı bir şekilde içinde barındıran vahşi Fransızlar, topladıkları dört yüz İslam âlimini orada katlederler. Bu âlimler ülkenin beyni ve gençliğe ruh ve dinamizm veren öncülerdi.

Batı barbarlığından sadece İslam coğrafyası ve tevhid ümmeti değil, tarih boyunca birçok kavim ve medeniyet de ağır ve ölümcül darbeler almıştır. Bunun böyle olmasının en önemli nedenlerinden biri de Batı’nın hastalıklı bir ırkçılıkla kendisini, beyaz olmayan diğer tüm ırklardan üstün görmesidir. Batı, banisi ve atası şeytan olan ırkçılığı kendi içerisinde teorize edip sistemleştirmiştir. Batı, kendi kültür ve kavimlerinin diğer insanlardan ten rengi ve anlayış açısından üstün olduğunu iddia etmekle kalmaz aynı zamanda kendisinin diğer tüm kavimlerden hem fiziksel hem kültürel hem de entellektüel olarak daha güçlü, daha ahlaki, daha üretken ve daha yaratıcı olduğunu da ileri sürer.

Amerika ve Avrupalıların, Afrikalıları geçmişte köleleştirmeleri ve onlara hayvan muamelesi yapmaları işte bu sebepledir. Batı ırkçılığı, kendisi dışındaki tüm insanları iliğine kadar sömürme arzusuyla yanıp tutuşur. Siyonist anlayışa paralel bir şekilde kendisi dışındaki tüm insanlığı kendi öz malı ve mülkü olarak görür. Kendisi dışındakileri, özellikle de bizleri, geri kalmış ve ilkel toplumlar, gelişmemiş, az gelişmiş veya en iyi ihtimalle “gelişmekte olan”ülkeler olarak sınıflandırır. Ayak basıp sömürgeleştirdikleri her coğrafyada orada yaşayan halkın dillerini değiştirir, kültürlerini yok eder, gençlerini uyuşturup köklerinden kopararak köleleştirir ve âlimlerini ortadan kaldırır.

Hindistan 1857 yılına kadar İslami bir idareye sahipti. Batılılar (İngilizler) bu tarihte Hindistan’ı işgal edince yönetimi Müslimlerden alıp Hindulara verdiler. Eğer Batılıların bu işgalleri olmasaydı Hintlilerin büyük çoğunluğu Müslimlerden olurdu. Bölünme ve parçalanma olmaz ve günümüzde hâlen devam eden ağır sorunlar yaşanmazdı. Nijerya, Sudan, Filistin, Avustralya, Ruanda ve daha nice coğrafyada sergilenen aynı düzenbazlığı bugün yine tekrarlamaya çalışmaktadır Batı dediğimiz insanlık düşmanı sistem.

Pisliğin ve İğrençliğin Adı: Batı

Şu anda (bir ihtimal) evinizde bulunan veya elinizde tuttuğunuz bir parfüm şişesine dikkatlice bakın, üzerinde Fransızca şu ibareyi göreceksiniz: “Eau De Toılette”(Tuvalet suyu.) Yüz buruşturucu ve belki de mide bulandırıcı bu ibare Batı’nın temel temizlik (!) araçlarından olan parfüme verdikleri isimdir. Roma devrinde hamam kültürü yaygın olmasına rağmen, Hristiyanlığın o dönemlerinde Hristiyan din adamları bedenin tamamen yıkanıp temizlenmesini şehevi arzuları tetikleyeceği gerekçesiyle haram kılmış/yasaklamıştı. Avrupalılar işte bu yüzden yüzyıllar boyunca pislik içerisinde yaşadı. Elbiseleri ve bedenleri o kadar pisti ki hoş ve güzel kokmak için tuvalet sonrası güzel kokulu bir su kullanıyorlardı. “Eau De Toılette”nin hikayesi de burada başlar. O dönemlerde yazılmış ve bazıları klasik hâline gelmiş eserlerden de anlaşıldığı gibi Batılılar tamamen pisliğe gömülmüş bir hâlde yaşıyorlardı. Fransa’daki şehirler bundan iki yüz yıl öncesinde idrar ve insan pisliğinden geçilmeyen iğrenç birer bataklık gibiydi. Bu manzaraları kitaplarında aktaran kimi yazarlar durumu oldukça ayrıntılı bir şekilde tasvir etmişlerdir.

Ahşap evlerin çürüyen tahtalarından yayılan küf kokuları, iyileşmeyen yaralardan yayılan irin kokuları, yıkanmamış elbiselerden yayılan ekşi ter kokuları, sokaklarda hayvan dışkıları, duvar diplerinde sidik kokuları… Pislik her yerde ve her yer pislik içinde. Avrupa’da insanlar ihtiyaçlarını boş buldukları herhangi bir yerde veya evin içinde giderip dışarı fırlatıyordu. Adına tuvalet denilen bir kulübe veya kapalı bir alan yoktu. Şehrin tümü pislik içindeydi ve temiz bir yere basmak neredeyse mümkün değildi. Yüksek topuklu ayakkabıların hikâyesi de işte tam burada başlamıştır. Batı, aslen öylesine iğrençti ki o dönemlerde her türlü hijyenik uygulama için idrar kullanılmaktaydı. İdrarın antiseptik/mikrop kırıcı özelliklere sahip olduğuna inanıldığından el, yüz ve kıyafetleri “temizlemek”amacıyla kullanılıyordu.

İnsanın ve İnsanlığın Düşmanı: Batı

Batı barbarlığının sömürü ve soykırım tarihini öğrenmeye ve aktarmaya çalışmak, dünyanın en uzun zaman gerektirecek işlerindendir. Başını Kristof Kolomb, Vasco da Gama ve Macellan’ın çektiği ve adına coğrafi keşifler dedikleri işgal ve yağma “seyahat”lerinden sonra Avrupalıların Amerika kıtasında kurduğu kolonilere işgücü sağlamak maksadıyla milyonlarca Afrikalıyı köleleştirip Amerika’ya göndermişlerdir. Daha önce milyonlarca Kızılderili’yi öldürmüş, topraklarını gasbetmiş ve yeraltı/yerüstü tüm zenginliklerini sömürmüş olan Batılı barbarlar sağ kalabilen Kızılderilileri de köleleştirmişlerdi. Ne var ki sağ kalabilen Kızılderililerin sayısı Batılıların altın madenleri ile pamuk ve şeker kamışı tarlalarında çalışmaya yetmiyordu. Ortaya çıkan bu işgücü açığını da Afrika kıtasından adam kaçırıp köleleştirerek kapatmaya çalıştılar. Öyle ki yıllar içerisinde milyonlarca Afrikalı, Batılı barbarlarca kendi yurtlarından kaçırılıp köleleştirilmişti.

Günümüzde dış yüzüyle son derece modern ve medeni olarak görünen Avrupa ve Amerika’nın sokakları, caddeleri, küresel şirketleri ile siyasi ve askerî yapılarının arka yüzünde sistematik olarak devam eden ölüm, kan, yalan, tecavüz ve vahşetten başka bir şey yoktur. Avrupa ve Amerika’nın büyük şirketleri ve bankalarının sermayeleri yerli kavimlerin ve Afrika’dan getirilip köleleştirilen insanların cesetleri ve çok geniş bir coğrafyada ulaşabildikleri tüm zengin kaynakların sömürüsü üzerine kuruludur.

İnsan yaşamına değer veriyormuş intibası uyandıran reklamlarıyla insanları oltalayan Avrupa ve Amerika’nın en önde gelen sigorta şirketleriyle bankaları ilk sermayelerini köle ticaretiyle elde etmişlerdir.

“Afrikalı yamyamlar”lafını duymayan yoktur. Bunun da bir hikâyesi var. Batılılar, yağmalamak istedikleri halkların ilkelliklerini ve geriliklerini vurgulamak ve uyguladıkları vahşeti başka türlü göstermek için Amerika kıtasındaki yerlileri ve Afrika’nın yerli kavimleri hakkında kuyruklu yalanlar uydurmuş, bu yalanları da propaganda araçları vasıtasıyla tüm dünyaya yaymışlardı. İşte bu yalanlardan biri de söz konusu yerli kavimlerin yamyam olduğu yönünde yapılan tezviratlardı. Amerikan yapımı kovboy filmlerinde sıkça görülen sahnelerden biri de şudur: Yerli kabile, bahtsız bir beyazı (Batılıyı) nasıl olmuşsa yakalamış ve ellerini kollarını bağlayarak içine attığı kazanın altını da odunla doldurup pişirmek üzeredir. Tam o sırada medeni (!) bir kovboy kafilesi imdada yetişerek pişmek (!) üzere olan arkadaşlarını yamyam yerlilerden kurtarıverir!

Barbar Batılılar kendileriyle özdeşleşmiş olan cürümlerini başka milletlere mal etmekte de oldukça mahirdir. Azıcık insaf sahibi olan bazı müsteşriklerin kendi kitaplarında anlattıklarına bakıldığında yamyamlığın, özellikle savaş dönemlerinde Batılı/Haçlı ordularının başvurduğu barbarlıklardan biri olduğu anlaşılmaktadır. Batı edebiyatı ve başta Hollywood olmak üzere Batı sinemasında vampir (kan emen yaratık) konulu kitap ve filmlerin çok fazla olması kuşkusuz bir tesadüf olamaz. Genetik bir şey olmalı.

Yeryüzüne, insanın fıtri değerlerini bozup onları ahlaki olarak hayvanlardan dahi daha aşağı derekelere yuvarlamada Batılılardan daha ileride olan bir başka toplum gelmemiştir. Batılılar arasında zina suç olmadığı gibi kadın ve erkek yüz binlerce insan bu çerçevede “ticari”bir faaliyet içerisindedir. Eğitim ve daha başka vesilelerle yaşam tarzları buna uygun hâle getirilmiştir ve hâkim düzen bu alanda kendi toplumlarını sınırlandırmaktan özenle kaçınmaktadır. Bu rüsvalık sadece halk arasında değil; batı gençliğine ve toplumuna fikir üretip yön veren siyasetçiler, sanatçılar, edebiyatçılar, filozoflar ve diğer entelektüel unsurlar arasında da sıradanlaşmış ve yaygınlaşmıştır.

Batı ve cinsel suçlar denildiğinde birçok insanın aklına ilk anda Vatikan başta olmak üzere kiliseler gelir. Lut’un (as)sapkın kavminin helakine sebep olan iğrenç fiiller, kilise kontrolündeki yetimhanelerde, okullarda ve manastırlarda âdeta sıradanlaşmıştır. Sadece Amerika’da son yirmi, yirmi beş yılda on binlere varan sayıda erkek çocuk, rahip kılıklı sodomilerin kurbanı olmuştur. Rahip kılıklı bu sodomilerin hemen hemen hepsi hâlen görevlerinin başında ve Hristiyan milletine “hidayet”dağıtmaktadır! Kilisenin böylesi iğrenç tezgâhından geçmiş olan bu zavallı nesilden istikbal adına ne beklenebilir?!

Kibirli bir şekilde pek“aydın” pozlar vermeye bayılan günümüz Batılılarının dedelerinin döktükleri mazlum kanından dolayı kimi nehirler kıpkızıl renkte akarken bazı nehirler de atılan milyonlarca kitaptan ötürü mürekkep renginde akmıştır uzun süre… Tarih boyunca yeryüzündeki en önemli kütüphaneleri Batılılar yakmıştır. 490 yılında Mısır/İskenderiye’deki dev kütüphane Romalılar tarafından, İstanbul kütüphanesi ise 13. yüzyılda Haçlılar tarafından yakılmıştır. Endülüs Kütüphanesi İspanyollarca, Berlin Kütüphanesi de Rusların eline geçmesin diye 1945 yılında Naziler tarafından yakılmıştır. 2003 yılında Amerikan öncülüğündeki Batı işgali sırasında Bağdat Kütüphanesi yine Batılılarca talan edilip yağmalanmış ve yakılıp imha edilmiştir.

Bir Kızılderili sözünde şöyle denir: “Bir gölde iki balık kavga ediyorsa oradan beş dakika önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”Şu yeryüzünün neresinde bir barbarlık, zulüm, adaletsizlik, yağma, katliam ve iğrençlik varsa Batı ve onun perde ardındaki patronu olan siyonist Yahudiler de orada demektir. Batı, Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirdikten sonra çok daha tehlikeli bir duruma gelmiş ve tam anlamıyla Modern ve Çağdaş Barbarizmin öncüsü olmuştur. Sömürü ve yağma ağını genişletmek maksadıyla Irak’ı, Afganistan’ı, Somali’yi ve daha nice“ilkel”beldeyi özgürleştirmek, uygarlaştırmak ve demokratikleştirmek için ya kendi ordularını gönderir ya da hedef bölgenin yerlilerinden olan iç işgalci aşağılık unsurları kullanır; bugün Suriye ve Irak’ta olduğu gibi…

Eğer herhangi bir mümin Batı’yı eleştiriyor ve Batı’nın karşısında duruyorsa anında itibar suikastına maruz kalır. Bu da yetmezse çok iyi bildikleri terörizm kültürü devreye sokulur. Yeryüzünde terörü ve terörizm kültürünü de ilk olarak Batı inşa etmiştir.

Bugün ise Batı, tam bir bataklığa dönmüştür. Aile kurumunu “Sistematik Tecavüz Müessesesi”olarak gören laik bir Batı ile karşı karşıyayız. Bunun içindir ki böyle bir Batı’da sekiz yaşında doğuran veya kürtaj yaptırılan kız çocukları bulunmaktadır. Cinsellik sekiz dokuz yaşlarına kadar inmiştir. Sodomi kavimlerin sayısı her geçen gün büyük bir hızla artmaktadır. Bu sayının artmasında rahip kılıklı sodomilerin katkısı da oldukça büyüktür. Okullar fuhuş ve alkol yuvası hâline gelmiştir. Batı toplumu giderek yaşlanmaktadır. Evlilik oranları düşük olmasına rağmen boşanmalar artmaktadır. “Özgür ve Birlikte Yaşam”adı altında nikahsız ve çocuksuz birliktelikler Batı için ciddi bir tehdit hâline gelmiştir.

Batı bugün içinde bulunduğu buhranlardan çıkabilmek için giderek daha da saldırganlaşmaktadır. Onun, Venezüella’dan tutun Afganistan’a kadar yaptığı farklı yöntem ve yoğunluktaki saldırıları sürdürme bahanesi aramasına gerek yoktur. Bunları sürdürmesi için sadece kendisi olması yetiyor.

İnsanlık âleminin selameti ve istikbali için bu bataklığın kuruması/kurutulması hayati önemi haizdir. Batılıların yaptığı tüm cürümler ve zulümler, onların kendi zimmetinde bedeli ağır bir borç hükmündedir. Allah (cc)El-Halîm’dir.

“Kâfirlere mühlet tanı. (Çok değil) az bir mühlet.”[1]

[1]       .   86/Târık, 17

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver