Azmedilmeye Değer Ameller

 

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile…

Değerli kardeşim! Lokman’ın aleyhisselam oğluna yaptığı nasihatleri hatırlamaya ve hatırlatmaya devam ediyoruz.

“Yavrucuğum! Namazı kıl. İyiliği emret. Kötülükten vazgeçirmeye çalış. Başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir.” [1]

Lokman aleyhisselam, uğrunda mücadele edilecek, peşinde koşmayı hak edecek ve azmedilmeye değer salih amelleri evladına nasihat etmektedir. Müslüman, yapmış olduğu işlerde amelin azmedilmeye değip değmediğini kontrol etmelidir. Dünya işlerinde böyle olduğu gibi uhrevi işlerde de bu geçerlidir.

Lokman’ın aleyhisselam, ayet-i kerimede yaptığı öğütleri tek tek izah etmek, kavramların içini doldurmak ve dışını süslemek adına şunları söylemek isteriz:

“… Namaz Kıl”

İsra ve miraç olayının bizlere sunduğu en güzel mirası namaz kılmaktır. “Namaz kıl” emri her şeriatte var olan ilahi bir emirdir. Birçok hüküm her peygamberin şeriatında değişkenlik ifade ederken namaz ahkamı sabit bir şekilde bütün peygamberlerin ortak emirlerinden ve amellerindendir.

Elbet namaz ibadetinin bütün şeriatlerde sabit olması, birçok hikmet barındırmaktadır.

Namaz, kulun Allah’a subhanehu ve teâlâ olan bağlılığını, Rabbi ile olan diyaloğunu kuvvetlendiren ve Rabbine karşı aczini ve kulluğunu ifade eden en mükemmel amellerdendir.

Namaz, kalpte nur, ahirette kurtuluş ve dünyada Rahman’a yakınlıktır.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Secdede duanızı çoğaltınız. Muhakkak ki kulun Rabbine en yakın olduğu yer secde anıdır.” [2]

Arkadaş edinmek veya birbirimize karşı yakınlık kurmak tabiatımızın gereğidir. Hayatımızda dertleştiğimiz, sırlarımızı paylaştığımız, muhabbet ettiğimiz mutlaka birileri vardır. Fakat şu bir gerçektir ki dertlerimizi ve sırlarımızı herkesle paylaşmayız. Ancak kendimize yakın hissettiğimiz kişilere sırlarımızı açar ve dertlerimizi anlatırız.

Peki, soruyoruz: “Bizlere en yakın olan kimdir?” Bu öyle bir yakınlık olmalıdır ki bizlere şah damarımızdan daha yakın olabilmelidir. Bu öyle bir dostluk olmalıdır ki bizim bütün hâlimizi bilmeli ve bu bilgisi ile bizlere yol göstermelidir. Bu öyle bir yakınlık olmalıdır ki sıkıntılarımızı nida ettiğimizde bizi duymalı ve icabet edecek güce sahip olmalıdır. Kul ile bu denli yakınlık kuran kimdir?

Evet, bizlere bu denli yakınlık gösteren âlemlerin Rabbi olan Allah’tır.

“Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara) ben onlara şah damarlarından daha yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O hâlde kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulsunlar.” [3]

Allah’ın subhanehu ve teâlâ kullara olan yakınlığını bu ayette görmüş olduk. Peki, kullar Rablerine karşı nasıl yakınlık kurabilirler? Rablerine olması gereken yakınlığı nasıl artırabililer?

İşte kul bunu, namaz ameli ile yapabilir. Bu yakınlığın samimiyeti, secde anında dua ile ortaya çıkar. Eğer secdeye gittiği vakit dertlerini zikrediyorsa sıkıntılarını ve sırlarını paylaşıyorsa Rabbine, işte kul, Allah ile yakınlık bağını kurmuş ve kuvvetlendirmiş demektir.

Ancak secdeye gittiği vakit kulun amacı, bir an önce secdeden kalkmak olursa Rabbi ile nasıl yakınlık kurabilsin? O kadar ki secdeye gittiğinden gafil olan, acaba ikinci secdeyi yaptım mı, yapmadım mı diye düşünen bir kişi nasıl namazında Rabbi ile yakınlık kursun ve bu yakınlığı kuvvetlendirsin?

Namaz, Allah’tan subhanehu ve teâlâ gelecek yardımı yakınlaştırır ve önünü açar. Kul namazla, hem bedenî hem de manevi yardımı üzerine çeker. Bu sebeple Rabbimiz şöyle buyrur:

“Allah’tan sabır ve namaz ile yardım isteyin.” [4]

Davamız tabiatı gereği ağır ve zordur. Misyonumuzun gerektirdiklerini düşündüğümüzde bu zorluk ortadır. Bu davada aç kalmak, şehit olmak, ter dökmek, göz yaşı dökmek, sürgün olmak, hapsedilmek, karalanmak vardır. Bunlar bu yolun sünnetleridir. Bütün peygamberlerin ve ashablarının hayatları bu çileler ile doludur.

Aciz olan biz kullar Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımı gelmeden bu zorluklara karşı nasıl göğüs gerebiliriz? Bu zor davayı omuzlarımızda kolayca nasıl taşıyabiliriz? Yolun uzunluğuna ve yolun meşakkatine nasıl sabredebiliriz?

İşte kul, bu zorlukları namaz ile omuzlayabilir. Kul, bu zorlukları namaz ile hafifletip hedefine ulaşabilir. Kul, önüne çekilmiş setleri, dağları namaz ile delip aşabilir. İşte bu sebeple namaz bütün peygamberlere emredilmiş ve her şeriatte hükmünü muhafaza etmiştir.

“Ey örtünüp bürünen Resûlüm! Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. Gecenin yarısını kıl. Yahut bunu biraz azalt ya da çoğalt ve Kur’ân’ı tane tane oku. Doğrusu biz sana taşınması ağır bir söz vahyedeceğiz. Şüphesiz gece kalkışı (kalp ve uzuvlar arasında) tam bir uyuma ve sağlam bir kıraata daha elverişlidir.” [5]

“… İyiliği Emret ve Kötülükten Alıkoymaya Çalış”

Lokman, oğluna nasihat etmeye devam ediyor ve diyor ki: “İyiliği emret ve kötülükten alıkoymaya çalış.”

Kendi nefsimize iyiliği emrettiğimiz ve kötülükten alıkoyduğumuz gibi başkalarına da iyiliği emretmeli, kötülükten men etmeliyiz. Müslümanda “Her koyun, kendi bacağını asılır.” bozuk anlayışı olmaz veya olmamalıdır.

İnsan başkalarından etkilenen varlıktır. Birçok insanın bozulması veya hidayetten uzaklaşması çevresinin etkisi altında kalmasından kaynaklanmaktadır. İnsan çevresindeki insanlara iyiliği emredip kötülükten uzaklaştırmadıkça kendisini koruma altına alamaz.

Kaldı ki emr-i bi’l maruf, nehy-i ani’l münker inancımızın bir gereği, müslümanlığımızın bir görevidir. Ancak inanan insan hakkı haykırır, iyiliği emreder ve kötülükten alıkoyar. Şu dönemde dinin tekrardan aziz olması davet yapmak ile mümkündür.

İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymaya çalışmak sadece fıtratını bozmuş şirk ehline yapılmaz. Bilakis Müslümana da yapılır ve yapılmalıdır. O kadar ki, içinde yaşadığımız şu vakıada Müslümanlara iyiliğin emredilmesi kötülükten alıkonulması daha fazla yapılmalıdır. Çünkü mücadele eden, davaya gönül veren, sahada koşturan Müslümanların gerçekten iyiliğin emredilmesine ve kötülükten alıkonmasına çok ihtiyaç vardır. Bu ehli fedai zalimlerin zulmü ile, tağutların sinsi tuzakları ile, dünyanın ayak kaydıran şehveti ile karşı karşıyadır. Ayakların sabit kalması, gönüllerin Allah’a subhanehu ve teâlâ bağlanması iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak ile mümkün olur.

Hakeza iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymaya çalışmak, Müslümanın Müslümanı dost edinmesinin alametlerindendir. Müslüman din kardeşlerinin samimiyetini kendisine iyiliği emretmesi ve kötülükten alıkoyması ile anlar. Çünkü gerçek dost nasihat eden, elimizden tutup kötülükten alıkoyandır. Bunun aksi ise kötü dostluktur. Böyle dostluklardan Allah’ın rahmeti uzaktır.

“Mümin erkeklerle, mümin kadınlar da birbirlerinin dostudurlar. Onlar iyiliği emreder ve kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir.” [6]

“… Başına Gelenlere Sabret”

Evet kardeşim! İmtihanların ve zorlukların gelmesi ikinci başlığa bağlıdır. Sen inandığın davayı yaşamakla beraber etraftaki insanlara anlatmaya başladığın an karşı durmalar ve zorluklarla karşılaşırsın.

Risaletten önce, Mekke’deki Hanif olan insanların durumu ile risaletten sonra Peygamberimizin ve ashabının hâlini gözden geçirdiğimiz zaman bu hakikat daha net görülecektir.

Hanifler İbrahim’in aleyhisselam dinini, yani tevhidi Mekke’de müşriklerin arasında yaşıyorlardı. Bütün müşrikler bundan haberdar idiler. Ancak buna rağman müşrikler Hanif olan insanlara karışmıyor, onlara zulmetmiyorlardı.

Ne zaman ki Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Allah’tan gelen vahyi ashabı ile birlikte anlatmaya, tebliğ etmeye başladılar işte o zaman müşrikler rahatsız oldular. O günden itibaren Peygamberimize ve ashabına düşman kesildiler, önlerine set çektiler, bütün imkânlarını kullanarak zulmettiler.

Aynı durumu şu dönemde tevhid ehli Müslümanlar da yaşamaktadır. İslam’ı yaşadığını söyleyen birçok gruba müdahale edilmezken tevhidi bütün netliği ile anlatan hocalarımızın ve davetçilerin önüne setler çekilmiş, duvarlar örülmüş, onlara zulümler yapılmıştır. Kendi kanunlarına göre temiz ve suçsuz olan Müslümanları, helvadan yapılan kanunlarını yiyerek karalamışlar, iftiralarda bulunmuşlardır.

Hamd olsun ki Müslümanlar bu imtihanların ve zorluklukların geleceğini bilmekteler ve bunun sünnetullah olduğuna inanmaktadırlar.

Başımıza gelen bu zorluklara karşı göğüs gerebilmek için Lokman’ın aleyhisselam oğluna yaptığı nasihate kulak vermek gerekiyor. O da şudur ki “Başımıza gelenlere sabretmeliyiz.”

Sabır, kula verilmiş en güzel hazinedir. Sabır hem dünyada hem de ahirette mükâfatı fazla olan amellerdendir. Sabır, kulu Allah’a yakınlaştırır, Allah’ın onunla beraber olmasını sağlar. Sabır, Allah’ın yardımını ve zaferini meydana getirir. Sabır, kulu şeytanın aceleciliğinden kurtarır ve olgunlaştırır.

Evet kardeşim! Ali’nin radiyallahu anh dediği gibi “Gövdede baş neyse imandada sabır odur. Sabrı olmayanın imanı yoktur.”

Rabbim bizleri doğru namaz kılanlardan eylesin. Rabbim üzerimize rahmetini ve sabrını sağnak sağnak indirsin. Allahumme âmin.

Davamızın sanu âlemlerin Rabbine hamd etmektir.

Bir sonraki yazımızda görüşme ümidi ile…

 

 

[1]       .   31/Lokmân, 17

[2]       .   Müslim, Ebu Davud

[3]       .   2/Bakara, 186

[4]       .   2/Bakara, 45

[5]       .   73/Müzzemmil, 1-6

[6]       .   9/Tevbe, 71

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver