Arap Baharı!

Allah’a hamd, Rasûlü’ne salat ve selam olsun.

Es-Selamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu,

Kardeşlerimizle bu yolla buluşmamızı sağlayan Allah’a subhanehu ve teâlâ sonsuz hamd eder, içimizi ferahlatmasını, işimizi kolaylaştırmasını, dilimizin ve kalemimizin bağını çözüp, sözlerimizi anlaşılır kılmasını niyaz ederiz.

İçinde bulunduğumuz günleri, şu ayetler ışığında değerlendirmeyi uygun gördük.

“Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı.”  (16/Nahl, 112)

“Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.” (35/Fatır, 43)

Gündemi belirleyen maddeler, insanların yaşadıkları iki madde halinde özetlenebilir:

– Batının boğuştuğu ekonomik kriz (açlık).

– Doğunun yaşadığı savaş korkusu (korku).

Bu, Allah’ın subhanehu ve teâlâ değişmez sünnetidir. Bir kavim Allah’ın subhanehu ve teâlâ nimetlerine nankörlük ettiğinde, o nimetin zıddı ile cezalandırılır. Ayette konu edilen belde emniyet huzur içindedir. Bu nimete nankörlük edince, zıddı olan korku ve açlığı yaşamıştır. Allah’ın subhanehu ve teâlâ kendisine verdiği nimeti hoyratça kullanan batı, açlık korkusuyla imtihan ediliyor, daha doğrusu azaba uğruyor. Ekonomik kriz, açlık ve gelecek endişesinin pekiştirdiği ırkçılık damarı kabarıyor, bu da huzurlarını ve güvenlerini sarsıyor. Eldekinin tükeneceği korkusu, yabancı düşmanlığını, onların ekonomiye zarar verdiği düşüncesini tetikliyor.

İnsan hakları, azınlık hukuku konularında dünyaya ahkam kesen batı, benzeri görülmemiş ırkçı söylemlerle karşı karşıya. Sağ partilerin oyları artıyor, ‘Göçmenleri kovalım’ diyecek kadar sorumsuzlaşan, Avrupa’nın dünyaya dayattığı en temel kriterlerle çelişen siyasetçilerin yıldızı, her geçen gün biraz daha parlıyor.

Açlık ve korku…

Dünyanın doğusu, ayaklanmalar, halk hareketleri, iç çatışmalar, bölgede çakışan menfaatler ve karşı karşıya gelen devletlerde hemen her gün bir savaş senaryosu konuşuluyor. Bunlar propaganda veya psikolojik harbin bir parçası olabilir… Belki hiçbir savaş yaşanmadan bölge dizayn ediliyordur, bu senaryoların halklarda oluşturduğu korku, azap boyutuna ulaşmıştır. Hiçbir halk emniyet içinde değildir.

Komplo teorileri, stratejik yorumlardan önce Müslüman, olayları bu gözlükle değerlendirmelidir. Bu, Kitap ve Sünneti kendisine kaynak kabul eden, onların evrenselliğini savunan, tevhid ehli için en uygun olanıdır. Kanaatimizce sayıları az yazarlar dışında bu noktalara vurgu yapılmaması, kaynak bunalımı ve İslam’a bakış açısından kaynaklanıyor. Stratejik yorumlar, komplo teorileri söz konusu olduğunda söyleyecek sözü bitmeyen sözüm ona kanaat önderleri ve Müslüman(!) yazarlar, işin Sünnetullah boyutuna ya hiç değinmiyor ya da 1-2 kelimeyle geçiştiriyorlar. Bu, onların vahye bakış açılarının ve İslam’da yaşadıkları miktarın göstergesidir. İslam’ı salt kültür düzeyine indirgeyen, bir zamanların kemalistleriyle yarışır vaziyette; Müslümanları(!) muasır medeniyet seviyesinde temsil hayalleri onları dinlerinden ettiği gibi, hayallerini dumura uğratmış, söz sahibi değil, yorum hamalı kılmıştır. Başta kendileri olmak üzere, genel kamuoyunun görüşlerini başkaları şekillendirmektedir.

Ortadoğu ve Halk Ayaklanmaları

2010’nun son günlerinde başlayıp, 2011 yılının tamamını bu gündem belirledi. 17 Aralık 2010 tarihinde ekonomik sebepleri gözeterek kendini yakan bir seyyar satıcı, süreci başlatmış oldu. Bu bireysel isyan, kitlesel başkaldırıya dönüştü. Tunus’ta başlayan bu ayaklanmalar bölgeye tez zamanda sıçradı. Mısır’da başlayıp 18 gün gibi kısa sürede Mübarek’in devrilmesi tüm halkları heyecanlandırdı. Tetikleyen unsur tek olup, istekler aynı olsa da süreç her ülkede farklı yaşandı. Sonuçlar ise tamamen birbirinden farklı gelişti.

Sürece Verilen İsim

Batı, olayların ilk gününde ‘Arap Baharı’ dedi. Bu isimlendirme, esin kaynağı ve amacı gözönüne alındığında problemliydi. Henüz nasıl sonuçlanacağı belli olmadan, sürece ‘Bahar’ deme hakları, belli noktada hapsetme isteğinin tezahürüydü. Süreç başlayalı 1 yıl oldu. En başarılı kabul edildiği Tunus ve Mısır da dahil, belirsizlik sürerken, Libya ve Suriye’nin kritik durumu göz önündeyken ‘Bahar’ demek, halkların ‘Kış’ yaşamasını temenni etmenin göstergesiydi. Bu sürece verilecek en doğru isim ‘Halk Ayaklanması’, ‘Halk Devrimi’ veya ‘Uyanış’ olmalıydı.

Sürecin Oluşumu ve Meydana Getiren Etkenler

Sürecin oluşumu tamamen Allah’ın subhanehu ve teâlâ kaderi ve Sünnetullah’ın işleyişidir. Allah subhanehu ve teâlâ zulmü kendi nefsine haram kıldığı gibi kulları arasında da haram kılmıştır. O subhanehu ve teâlâ zulme sabredip zalime mühlet verse de, bu, O’nun razı olduğundan değil sonsuz hikmetindendir.

“Ayetlerimizi yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece (günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız. Onlara bir süre tanıyorum. Hiç şüphesiz benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır.” (7/Araf, 182-183)

Diktatörlerin zulmü, halkın yaşadığı mağduriyetler, mazlumların ahı sürecin başlamasının asıl nedenidir. Bu aynı zamanda halklara sunulmuş, Allah’ın subhanehu ve teâlâ rahmetinin tecellisi olan fırsat sunma, zalimlerin cezalandırılmasıydı. Diktatörleri deviren halklar, İslami bir nizam tesis edebilirdi. Bunun demokrasi gibi yeni bir küfür sistemine feda etmeleri, süreci başından kaybetmeleri ve Allah’ın subhanehu ve teâlâ nimetlerine nankörlük etmelerinden başka bir şekilde açıklanamaz. Bununla beraber konuyu açıklarken genel olarak siyasi üç eğilimden söz edebiliriz.

a.

Mevcut yönetimler uzun zaman ve elde ettikleri güç sayesinde, batının her isteğini yerine getirmiyor, pazarlık yapabiliyordu. Batı ise bölgede konuşan, üreten değil hizmet edecek yönetim arıyordu. Bir kargaşa ve akabinde yönetimin kendine devrildiği hükümetlerde minnet duygusu oluşturacak, yeniden inşa sürecinde onlardan mutlak itaat sağlanacaktı. Ayrıca halklarda 40 yıldır biriken öfke, kontrol altına alınmalıydı. Kendiliğinden patlaması sonucu önü alınamayabilir, bölgesel çıkarlar tehlikeye girebilirdi. Dünyada herşeyden haberdar olan(!) CIA ve Mossad bu halklar kendi dinamikleriyle harekete geçmeden bu süreci başlattı. Tüm kitle iletişim araçlarını kontrol etme gücüne sahip olduğundan(!) halkların örgütlenmesi kolay oldu. Bölge onlar için çok önemlidir, bölgeyi kaderine terk etmeleri mümkün değildir. Çünkü:

Dünyada hâlâ en önemli olan enerji kaynağı petrol bu bölgelerdedir. Aynı zamanda bölgeye petrolleri taşıma yolu, stratejik denizlere sahiptir. Kaynağın el değiştirmesi veya geçiş güzergahı olan denizlerin başkalarının kontrolüne girmesi bu güçleri zor duruma sokar.

Bölgede İsrail vardır. Onun çıkarları ve korunması batı için hayati öneme sahiptir. İsrail bölgede, batının karakolu olduğu gibi psikolojik üstünlük aracıdır da. Ayrıca yahudi lobileri ve şirketleri batının siyaset ve ekonomisine yön verirler. İsrail’in çıkarları gözetilmediğinde, toplumu siyasi ve ekonomik anlamda sarsabilirler. Bölgede güç dengelerinin değişmesi başta İsrail olmak üzere batının sıkıntıya girmesine neden olur.

Bölgenin, İslamî hareketlerin merkezi olması, güç dengeleri onların lehine değişirse bu, batının medeniyetler çatışması, haçlı seferleri intikamı gibi tezlerini de kaybetmesi anlamına gelir. Bu da batının psikolojik üstünlüğünü bitirir. Öne sürdüğü tezlerde yanılmış kabul edilir.

Bu görüşü savunanların dayanağı, mevcut haldir. Birçok yerde istenilen sonucun alınmaması, iç savaş endişeleri, yeni yönetimlere aday olanların batıyı ikna söylemleri bu tezlerini destekleyen unsurlardır.

Bu görüşün sahipleri (istisnalar olmakla beraber) genelde batıya ilahi vasıflar yükleyen, aşağılık kompleksiyle mel’ul insanlardır. Onların gözünde batı: herşeyi gören, haberdar olan, yaprak kıpırdasa mutlak dilemesi veya emretmesiyle gerçekleşen güce sahiptir. Bu cümleler size tanıdık gelmiş olabilir. Bunlar Kur’an’ın Allah’a subhanehu ve teâlâ yakıştırdığı sıfatlardır.

Bu insanlar: Musa aleyhisselam döneminde yaşasa, onu firavunun adamı diye yaftalamaktan geri kalmazdı herhalde. Firavun İsrailoğullarında biriken öfkeyi, Musa’yı aleyhisselam kullanarak kontrol altına almış olabilir. Ve o topraklardan çıktıktan sonra Musa aleyhisselam ile sorun yaşamaları bunun delili değil midir? Ki bu bakış açısına sahip olanların bir türlü iman edemeyişlerinin nedeni de budur. Allah subhanehu ve teâlâ Müslümanları muhafaza etsin…

b.

Bu seksen yıl zarfında gerek ihvan gerek ondan ayrılan İslami cemaatler, örgütlükleri, ilmi ve siyasi birikmesiyle bu işi başardılar. Sürecin her aşamasında etkin olmaları da bunun göstergesidir.

Filistin dayanışma eylemleriyle İhvan, bunun hazırlıklarını yaptı. Siyaset ve eğitim alanındaki nüfuzu bünyesinde barındırdığı ve tüm İslam aleminde kabul gören ulemanın fetvaları, sosyal paylaşım ağlarını etkileyici ve çaplı kullanabilmesi de zikredilebilecek sebeplerdendir.

Seçimlerin yapıldığı Tunus ve Mısır’da birinci parti olmaları, Suriye’de aktör konumunda oluşları bu tezi destekler mahiyettedir.

c.

İhvan, böyle bir duruma hazırlıklıydı. Hedefinin bu olması, örgütlüğü, halka hitap eden siyaseti, eğitimi, medya, ekonomi alanlarındaki nüfuzu sürecin kontrolünü kolaylaştırdı. Selefiler ise; cumalar ve hatiplerinin halk tarafından seviliyor olmasının avantajını kullandılar. Son on yılda Mısır’da kurdukları özel televizyonlar, halkla aralarında bağ kurdu. Kanallarında İslamî hassassiyatlerin dorukta olması, tüm İslami kesimi onlara yönlendirdi. İhvan dahi onların bu sürece katılacağını tahmin etmiyordu. Tüm dünyayı şaşırtıp sürece dahil oldular. Cuma namazları ve televizyon kanallarıyla, halkı da sürece dahil etiler.

Batı, böyle bir hareketi öngörememişti, bundan dolayı ilk etapta afalladı, bunu karşılayacak hazır bir projesi yoktu. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Yukarıda zikri geçen menfaatleri tehlikedeydi, sürece sonra dahil oldu. Dengeleri kendi lehine kullanmak için elinden gelen herşeyi yaptı.

Süreci tamamlayan ve yapabileceği birşey olmayan (Tunus, Mısır) yerlere demokrasi, insan hakları adı altında destek verdi. Oysa bu diktatörler düne kadar batının dostlarıydı, sürece yeni dahil olan ülkelerde ise hemen müdahelede bulundu. Libya ve hali hazırda devam eden Suriye sorunu bunun en güzel örneğidir.

Kanaatimizce bu, siyasi görüşler arasında en tutarlı olanıdır. Allah subhanehu ve teâlâ en doğrusunu bilir.

Tevhid ehli olarak bu süreçten alacağımız dersleri şu maddelerle özetleyebiliriz.

– Müslümanlar her daim harekete hazır olmalıdır. İlmi, siyasi ve teşkilati anlamda altyapılarını oluşturmaları şarttır. Basit, gündelik sorunları aşmalı, İslam cemaatinin hedeflerine odaklanmalıdır. Kendi problemlerini gündem yapan insanlar, büyük olaylara katkıda bulunamazlar.

– Müslümanlar hizmette meşru olan her yolu kullanmalı, ulaşabildiği kadar insana ulaşmalıdırlar. Şüphesiz insanlığın problemlerinin çözüm kaynağı İslam’dır. Bu gerçeği insanlara anlatmak, onlara ulaşmak ise bizlerin görevidir. Sözlü, fiili ve görsel davet çalışmalarına hız vermelidirler. İslamî hareketlerin bu yönde çalışmaları süreçte belirleyici etkenlerdendir. Elbette kastımız her yol değil, bunlardan mübah olanlarıdır.

– Düzenlerin değişmesinin tevhid ehline bir faydası yoktur. Diktatörlük yerini, kardeşi olan demokrasiye terk edecektir. Bu AKP’nin Türkiye’de iktidar olması ile aynıdır. Tüykiye’de Müslümanların rahat nefes alacağına inananlar yanıldıkları gibi İhvan’ın oluşturacağı yönetimde, tevhid ehlinin rahatlayacağını düşünenler de yanılıyorlar. Bugün Türkiye’de İslamî mücadeleyi dernek, dergi ve seminer sanan, muhalifliği meydanlarda slogan atmak olarak algılayan kesimler için AKP dönemi nimettir. Sırf Amerikalı diplomatlara göstermelik olsun diye, her ziyarette mağdur edilen Müslümanlar düşünüldüğünde, durumun hiçte sanıldığı gibi olmadığı anlaşılacaktır. Bunun en iyi örneklerinden biri İhvan’ın kuruluşu olan Hamas’tır. Daha iktidarının ilk zamanında cami basması, Şeyh Ebu Nur El-Makdisi’yi (inşallah) şehit etmesi, alınlarında kara leke olarak durmaktadır. İktidar olmak için dininden taviz verip, Rabb’ine ihanet etmekten imtina etmeyenlerin, Müslümanlara ihaneti normal karşılanmalıdır.

Taviz ve yaranma siyaseti üzere inşa edilen hareketlerin, yarınları bugünlerinden daha çirkin olmaya mahkumdur. Taviz verenlerin kendilerini frenleyecek onurları, taviz isteyenlerin doyum noktası yoktur. Verdikçe kaybedilen onur ve izzet, gördükçe doymayan ve daha fazlasını isteyen bir döngünün habercisidir.

Sürecin Kilitlendiği Nokta: Suriye

Süreç Suriye’de tıkanmıştır. Aylardır süren ayaklanmalar yönetime geri adım attıramamış, sivil katliamlarını durduramamıştır. Uluslararası yaptırımlara, müdahale tehdidine, iç savaşa, diktatörlerin sonlarına ve kapıdaki tehlikeye kulaklarını tıkamıştır, yönetim.

Aslında Suriye bu denli direnecek güce sahip değildir. Süreçte aktör olabilecek ne siyasi ne ekonomik ağırlığı taşır. Suriye’yi önemli kılan İran ile ilişkileridir.

1979 İran devrimi bölgede dengeleri alt üst etti. Tüm dengeleri batının aleyhine değiştirdi. Şah İran’ı batının bölgedeki karakoluyken, Humeyni İran’ı batıya baş düşman ilan etmiştir. Rusya ve Çin gibi batının karşısında duran güçler, İran’ın yanında yer alarak, batıyı daha zor duruma sokmuştur. Bu süreçte İran bölgede iki büyük projeyi hayata geçirdi.

Birincisi: Suud başta olmak üzere körfez ülkelerinde devrim yapmak ve bununla hem petrolü ele geçirecek hem de hac mevsiminde dünya Müslümanlarına şiilik propagandası yapacaktı. Körfez ülkelerinde yaşayan yoğun şii nüfus ve İran ile ilişkide olmaları İran’ın lehineydi.

İkincisi: Ümmetin esaretinin sembolü olan Kudüs davasını sahiplenmek, bunun için hem Lübnan Hizbullah’ına hem de Filistin direnişine destek verecekti. İsrail’in bölgede etkisizleştirilmesi İran’ı İslam dünyasının temsilcisi kılarak, batının karşısında psikolojik üstünlük elde edecekti. Bu ikinci proje ancak Suriye ile iyi ilişkiler geliştirmekle mümkündü. Ara ülke konumunda olan Suriye ile en başından köklü ilişkiler kuruldu. Yüzyıllardır İslam dışı gördükleri Nusayrilerin Müslüman olduklarına dair fetva vererek bu siyasi ilişkiyi dini alana çekmiş oldular.

Batının Suriye ile problemi ne demokrasi ne de sivil katliamlarıdır. Yemen’de aylardır süren katliamı görmezden gelen, Bahreyn’de yaşanan ayaklanmanın tanklarla bastırılmasına göz yuman, hali hazırda müttefikleri olan körfez ülkelerinin diktatörlükle yönetilmesine tek kelime etmeyenlerin, demokrasiden, hukuktan ne kaybettikleri gayet açıktır.

Batının problemi İran’ladır. İran’ın varlığı her yönden batının çıkarlarını tehdit etmektir.

– Rusya ve Çin’in İran üzerinden bölgede güç dengesi kurmaları.

– Körfez ülkelerinde olası şii ayaklanmalarıyla petrolün kaybedilmesi. Varili 180-200 dolar olan petrolün, ABD’ye 18 dolara satıldığı ve onun da kullanılmayan silahların alınması suretiyle tekrar ABD’ye döndüğü düşünülürse bu çırpınışın nedeni daha iyi anlaşılacaktır.

– Hizbullah ve Hamas’ın İsrail’e oluşturduğu tehdit. İsrail bölgede batının güç göstergesidir, topraklarda sözünün geçtiğinin belgesi niteliğindedir. İsrail zamanla bu özelliğini yitirecek olsa dahi onu korumak, kollamak psikolojik savaş gereği olarak kalacaktır.

Bu sayılanların Suriye’nin PKK gibi halka mâl olmuş bir hareketi yönlendirilebiliyor olması eklenince, durumun vehameti anlaşılır. Kürtler bölgede dengeleri değiştirip projeleri alt üst edecek nüfusa sahiptir. Başta Türkiye olmak üzere İran, Suriye ve Irak’da sınır bölgelerine sahiptirler. Suriye başından bu yana bu kartı oynamış, başta Türkiye olmak üzere batıyı kürt kartıyla tehdit etmiştir.

Çakışan menfaatler, ülkelerin geri adım atmaması, süreci Suriye üzerinde kilitlemiştir. Batı başta İran, Rusya ve Çin’in açık desteği nedeniyle rahat hareket edememekte, Suriye bu desteğe güvenip her geçen gün daha fazla sivil katletmektedir.

Süreçte en tehlikeli oyun Türkiye’nin taraf durumuna getirilmesidir. Füze kalkanının Türkiye topraklarına kurulması, yetkililer inkar etsede, ülkeyi İran ve Türkiye nezdinde taraf kılmıştır. Şişirilen ekonomi raporları, Türkiye’ye üst üste yapılan ziyaretler, düzülen övgüler bu seviyeden okunmalıdır. Model ülke, karizmatik lider, ileri ekonomi söylemlerinin hortlatılması öyle inanıldığından değil, Türkiye’nin kendini dev aynasında görmesi istenildiğindendir.

ABD ve Batı, Afganistan ve Irak tecrübesinden sonra direk savaşa dahil olmak yerine, piyon kullanmayı tercih etmiş gözüküyor. Şayet istediği sonuç elde edilirse patron olarak süreci yönlendirecek. Elde edilmediği takdirde hezimet, piyonların hezimeti olacaktır.

Batı bu oyunu İran-Irak savaşında ve Körfez krizinde de oynadı.

Tarihi ile övünen Osmanlı ruhunu diri tutmaya çalışan ama tarihinden ders alamayan bir hükümet ile karşı karşıyayız. Osmanlı batıyla girdiği ittifaklarda hem gücünden olmuş hem de umut bağlayan halkların gözünde güvenilirliğini ve temsil kabiliyetini yitirmiştir. Bugün Akp’nin temsil ettiği Türkiye bundan farksızdır. Batının şişirmesi ile kendini dev aynasında gören zevat, gerçeklerle yüzleşince hakikatı anlayacaktır.

Türk ekonomisi uzun zamandır iyi, batı raporlarında bu yöne değil hak ihlalleri, AİHM şikayetlerini görmeyi tercih ediyordu. Son zamanlarda cılız sesle ihlaller dillendirilse de, ekonomisiyle övülüp, kapaklara taşınmaya başladı. Bu zamanlamaya dikkat edilmelidir.

Hakikat: Dünya açlık ve korku azabına düçar olmuştur. Her hadise daha şerli olanına gebedir. Batıdaki açlık korkusu, daha tehlikeli olan ırkçılık ve sömürülecek olan devlet arayışını tetikliyor. Doğuda ayaklanmalar, iç savaş, dış müdahale korkusu salıyor. Bu da kabile bağlarının, grupçuluk anlayışının öne çıkmasına neden oluyor. İnsanlık Allah’ın subhanehu ve teâlâ nimetine nankörlüğünün bedelini ödüyor. Üzücü olan çözümün yine de cahileyede arıyor olmalarıdır.

İslamî hareketlerin, ayaklanan halkları şeriata teşvik etmek yerine, pastadan pay alma adına demokrat kesilmelerini anlamak mümkün değildir. Bu süreç birçok camianın kendini gözden geçirmesi, eksikliklerini tamamlaması için fırsattı. Maalesef henüz böyle bir girişime dahil olunulmadı. Görünürde, süreçte en karlı çıkan kesim İhvan-ı Müslimindir. Uzun yıllardır uğruna herşeylerinde taviz verdikleri yönetime ulaşacakları kuvvetli ihtimaldir.

Uzun, çok yönlü, tüm dünyayı etkileyen bir olayı bir dergi yazısına sığdırmak imkansızdır. Muhtemelen uzun yıllar üzerine akademik çalışmalar yapılacak, tarihte dönüm noktalarından sayılacak bir olaydan söz ediyoruz. Bir çok noktayı özetlemek durumunda kaldık. Yazının bu özür gözetilerek okunmasını temenni ediyoruz.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver