Kıymetli Hazine: Niyet Hadisi

 

Ömer ibnu’l Hattab radiyallahu anh dedi ki:

“Ben Resûlullah’ı şöyle söylerken işittim: ‘Ameller ancak niyetlerledir. Her kişi için niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah’a ve Resûlü’ne olursa, onun hicreti Allah’a ve Resûlü’nedir. Kimin hicreti elde edeceği dünyalığa veya evleneceği bir kadına olursa, onun hicreti kendisine hicret etmiş olduğu şeye olur.’ “

Soru: Niyet Nedir?

Cevap: Bir fiili, eylemi Allah’ın rızasını umarak, yapmaya yeltenmek, azmetmek ve yönelmektir. İkinci bir tanım olarak şunu söylemek de mümkündür: Niyet, bir ameli yaparken nefsi kontrol edip, amelde insanların payı var mıdır diye bakmaktır. Hadisin metninde kullanılan bu niyet kelimesi iki noktayı özelleştirir ve hususi kılar:

1.

 İbadet eylemini özelleştirip başka ibadetlerimizden veya alışkanlıklarımızdan ayırır. Dört rekât namaz kılmak isteyen bir kişinin namazının öğlen, ikindi veya yatsı namazı olduğunu belirleyen niyettir. İkindi namazını kılmaya yönelmişsen o namaz öğlen veya yatsı namazı değil, ikindi namazıdır. Bir fakir ve muhtaç kardeşine Allah’ın sana verdiği imkân ile infak ettiğin zaman burada iki ihtimal söz konusudur: Bu Allah’ın sana farz kıldığı zekâttır veya senin gönülden verdiğin sadakadır. Bu iki harcamayı birbirinden ayıran şey niyetindir.

Alışkanlıklarımız ile ibadetlerimizi de birbirinden ayıran niyetimizdir. Hastalandığımızda yemeden, içmeden 24 saat geçirdiğimiz oluyor. Peki, oruç sevabını alıyor muyuz? Hayır. Çünkü oruç için niyet etmek zorunludur. Ya da yaz mevsiminin yakıcı ve bunaltıcı havası nedeni ile işten eve döndüğümüzde abdest organlarımızı yıkadığımızda abdestin ecrini almış olduk mu? Eğer abdeste niyet etmediysek ecir almadık. Çünkü abdest için niyet şarttır.

2.

 İbadeti Allah rızasına özelleştirir. Bir ibadet yaptığımız zaman kimin için yaptığımızı belirleyen niyetimizdir. İnsanlar hoşnut olsun diye ibadet eden bir şahsın niyeti asıl mecrasından sapmıştır. O ameli çok değerli bir ibadet dahi olsa ondan ecir alamayacaktır. İşte niyet kontrolü, ihlasın kontrolüdür. Ameller ancak niyetler ile kabul olunur. Yani; ameller ancak ihlas ile kabul olunur. Genelde âlimler bu hadisi izah ederken “İhlas” üzerinden izah etmişler ve hadisin ihlası anlattığını söylemişler. Bizde bu noktayı dikkati nazara alarak hadisi bu minval üzere şerh etmeye çalışacağız inşallah.

İstisnaların İstisnası

Öncelikle şunu belirtmekte yarar var; ihlas basit, sıradan ve kolay bir amel değildir. İhlasa erişenler sadece ve sadece ihlası elde etmek için ihlas ile çalışanlardır. Tabi Allah’ın yardımının olması gerektiğini de unutmamak lazım.

İnsanların içerisinde herkes hidayet ehli değildir. Müşrik, kâfir ve münafığı vardır. Hidayet ehlinin içerisinde herkes ilim ehli değildir. Herkes hayrı ve hayrın yollarını bilemez. İlim ehli olanların içinde herkes amel ehli değildir. Yahudiler gibi ilim ehli olabilir ama hasedi ve haddi aşması amel yapmasına engel olur. Amel ehli içerisinde herkes ihlas ehli değildir. İnsanların bakışları kendisine çevrilsin diye amel edenleri çoktur.

O hâlde desek ki “İhlas ile amel eden ilim ve hidayet ehli müminler istisnaların istisnasıdır.” yanlış olmaz.

Ecri Büyüktür

“Sadakayı, iyiliği ve insanların arasını düzeltmeyi teşvik etmeleri dışında, aralarında yaptıkları fısıldaşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim de bu (iyiliği teşvik işini) Allah’ın rızasını elde etmek için yaparsa, ona büyük bir ecir vereceğiz.” [1]

Dikkat ederseniz ayette Rabbimiz üç salih amel zikretmektedir: sadaka, iyilik ve insanların arasını düzeltmek üzere müminlerin birbirlerini teşvik etmeleri. Ayetin devamında Allah, bu hayırlara teşvik edenlerin mutlak surette ecir alacaklarını söylemiyor. “Allah’ın rızasını elde etmek için” diye bir kayıt zikrediyor. Yani ihlaslı olma kaydı var.

İhlas ile zikredilen amellere teşvik eden her mümin bireye “büyük bir ecir” vadetmiştir Rabbimiz. Peki, ihlas olmazsa? O zaman ecir de olmaz.

Zamanının âlimi ve kendi döneminde muttakilerin emiri olan Abdullah b. Mubarek der ki:

رُبَّ عَمَلٍ صَغِيرٍ تُعَظِّمُهُ النِّيَّةُ، وَرُبَّ عَمَلٍ كَبِيرٍ تُصَغِّرُهُ النِّيَّةُ

“Nice küçük ameller vardır ki, niyetler onları büyültür. Nice büyük ameller vardır ki, niyetler onları küçültür!”

Ne güzel özetlemiş meseleyi! Allah İmamdan razı olsun ve ona rahmeti ile muamele etsin.

Öyleyse düşünelim beraberce… İki ilim talebesi meşakkatli bir yolculuktan sonra hocalarının önünde diz kırıp ilim öğreniyorlar. Aynı şeyi ezberliyor, aynı şekilde yoruluyorlar. Beraber uykusuz kalıyorlar. Ama birisi insanlar tarafından sevilsin diye ilim öğreniyor, diğeri Allah’ı razı etmek için. Bu iki bireyin amelleri büyük ameller, değerli ameller. Elde edilen sonuçlar aynı mı? Değil. Birisi ile cehennem tutuşturulacak, diğeri belki Firdevs-i Ala’ya konuk olacaktır.[2]

İki mücahit düşünelim. Allah Resûlü ile beraber bir savaşa katılma şerefine nail olsunlar. Komutanları Peygamber’den sallallahu aleyhi ve sellem emir alsınlar ve emri yerine getirmek için canla başla savaşsınlar. Birisi “Allah benden razı olsun da gerisi boş” desin, diğeri de insanların gözüne girmek, kahraman diye anılmak için savaşsın. Emre itaat aynı, ter aynı, yorgunluk aynı, ıstırap aynı. Ama sonuç? Birisi Allah katında en büyük derece sahibi, en takvalı kul, vefatı hâlinde şehit olur. Öteki ecrini dünyada alır, ahirete mükâfat bırakmaz, o zor ve yalnızlık gününde amelleri onu yalnız bırakır ve kaynayan bir ateşe yaslanır. Ebu Hureyre’nin bu konuda ki hadisi ne kadar da ürkütücü!

“Kıyamet gününde üç kişi ilk olarak sorguya çekilir:

Birincisi, cihad esnasında ölen kimsedir ki, Allah’ın huzuruna getirilir ve Allah, kendisine verilmiş olan nimetleri önüne serer; o da bunlara nail olduğunu itiraf eder. Bunun üzerine Allah kendisine şöyle der: ‘Bu mazhar olduğun nimetler içerisinde ne yaptın?’ O da: ‘Senin yolunda şehid oluncaya kadar savaştım.’ diye cevap verir. Allah der ki: ‘Yalan söylüyorsun; sen ‘yiğit’ desinler diye savaştın ve sana ‘yiğit’ dediler de.’ Sonra meleklerin kendisini almalarını emreder ve yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılır.

İkincisi, ilim talep eden/tahsil edip başkalarına da öğreten ve Kur’an okuyan kimsedir ki, bu da Allah’ın huzuruna getirilir ve Allah kula verilmiş olan nimetleri bir bir sayar ve önüne serer. O da bunları tasdik eder. Allah ona şöyle sorar: ‘Bu eriştiğin nimetler içerisinde sen ne yaptın?’ O da der ki: ‘İlim tahsil ettim, ilmi başkasına öğrettim ve senin rızan için Kur’an okudum.’ Allah ona der ki: ‘Yalan söylüyorsun, sen ilmi sana ‘âlim’ desinler diye öğrendin; Kur’an’ı da ‘güzel Kur’an okuyan kişi’ desinler diye okudun ve sana böyle dediler de.’ Sonra meleklere kendisini almalarını emreder ve yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılır.

Üçüncüsü de, Allah’ın kendisine bolluk verdiği, malların her çeşidini ihsan ettiği kimsedir ki, Allah’ın huzuruna getirilir ve Allah, (şahsın) kendisine verilen nimetleri karşısına çıkarır. O da bütün bunların kendisine verildiğini kabul eder ve Allah ona sorar: ‘Sana verdiğim nimetler içerisinde sen ne yaptın?’ O da: ‘Verilmesini istediğin ne kadar yer varsa, hep o yerlerde ve o yolda dağıttım’ diye cevap verir. Allah der ki: ‘Yalan söylüyorsun. Sen bütün bunları kendine ‘ne cömert adam’ desinler diye yaptın ve sana böyle dediler de.’ Sonra meleklerin kendisini almalarını emreder ve yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılır.” [3]

Allah yolunda can vermek/şehadet, ilim öğrenip öğretmek, infak etmek. Bu amellerin üçü de gerçekten değerli olan amellerdir. Her mümin şehid olmayı, ilim ehli olmayı ya da Allah kendisine imkan verdiğinde infak etmeyi arzular mutlaka. Ama dikkat! Bu yüce makamlarda olmak bir ihtimal, cehennem ehli olmak öteki ihtimaldir. İhtimaller arasında belirleyici olan da “ihlas”, yani kişinin niyetidir.

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.

 

 

[1]       .   4/Nisa, 114

[2]       .   Bir mülahaza:

            Burada faydalı olduğuna inandığımız bir notu zikretmeden geçmeyelim:

            Seleften bir âlimin şöyle bir sözü var: “Biz ilmi, Allah’tan başka gayeler için öğrendik. Fakat ilim, Allah’tan başkası için olmayı kabul etmedi.”

            İlim, özellikle şer’i ilim bir ibadettir ve ihlas ile yapılması gerekir. İhlas olmadan ilme başlamak caiz değildir. Tıpkı bir namazı sırf insanlar için kılmak caiz olmadığı gibi. İşte tam da bu nedenden dolayı ilim talebeleri “İhlaslı olamıyorum. Bundan dolayı da ilmi bırakmalıyım.” diye düşünebiliyorlar. Burada yanlış olan şudur ki; ilmi bırakmak ihlas için bir çözüm değildir kesinlikle. İhlas için çözüm, ilim talebine devam etmek ile beraber ihlaslı olmak için ortaya bir cehdi gayret koymaktır. Gerisini Rabbimiz ıslah edecektir. Ayette Rabbimizin buyurduğu gibi: “Şüphesiz ki bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez.” (13/Rad, 11) Biz kendimizde olan yanlış niyeti düzeltmeye çabalayacağız ve Allah da düzeltecek. Karşımıza çıkan, ezberlediğimiz, şerhine baktığımız, tefsirine göz attığımız ya da insanlara anlattığımız her ayet ve hadis ile Rabbimiz bizi düzeltecek, ıslah edecek, tedavi edecektir. Samimiyetle başkalarına nasihat ettiğimiz meseleleri, anlatırken kendimizde can kulağı ile dinleyeceğiz. Umulur ki başkalarına yaptığımız o güzel nasihat kendi nefsimizi de tedavi edecek ve arındıracaktır. (Şeyh Hudayr’ın söz üzerine söylediği talikten yararlanılmıştır.)

[3]       .   Müslim

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver