Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Aziz Kardeşim,
Övünerek üstünlük sağlama ahlakı hem geçmişin hem de çağımızın en büyük hastalıklarındandır. Peygamberimiz de (sav) ümmetinin terk edemeyeceği dört hasletten biri olarak övünmeyi zikretmiştir:
“Ümmetimde cahiliye adetlerinden kalma dört şey vardır ki onları terk edemezler. Bunlar asaletiyle övünme, nesepleri kınama, yıldızlarla yağmur isteme ve nihayedir/ölünün arkasından feryat figan etmektir.”[1]
Rabbimiz (cc) Kur’ân-ı Kerim’de ilmi ve malıyla övünerek üstünlük sağlayan Kârun’un kıssasını örnek vermektedir. Bu kıssa üzerinden tefekkür ederek hem geçmişin hem de çağımızın bu hastalığını anlamaya çalışalım:
“Hani kavmi ona, ‘Şımarıp böbürlenme. Çünkü Allah şımarıp böbürlenenleri sevmez. Allah’ın sana verdikleriyle ahiret yurdunu kazanmaya çalış, dünyadaki nasibini de unutma. Allah’ın sana ihsanda bulunduğu gibi sen de iyilik yap. Yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.’ demişti.”[2]
Gayemiz ahiret yurdunu kazanmak olmalıdır. Bunun yolu da nimetleri verenin Allah (cc) olduğunu bilmek ve bu nimetleri -kendi nasibimizi de unutmadan- O’nun dilediği şekilde kullanmak, başkalarına ihsanda bulunmaktır.
Nimetlerin Allah’tan (cc) olduğunu bilmeyen insan övünmeye, böbürlenmeye başlar ve bu hâliyle yeryüzünde bozgunculuk çıkarır. Kârun’da da bu açığa çıkmıştır. İyilikte bulunmak bir tarafa Rabbine karşı kibirlenenlerden olmuştur. Allah’ın nasip ettiği nimetlere karşı Kârun’un şükürsüz ifadeleri işte şöyledir:
“Bu (servet), bende var olan bilgi/tecrübe/maharet sebebiyle bana verilmiştir.”[3]
Kârun, malıyla ve ilmiyle övündü. Kendisini mülkün sahibi zannederek güçlü sandı. Halkına karşı da bunlarla büyüklendi. Oysa bilseydi kendisi gibi nice Kârunlar bu kibriyle helak olmuştu. Günahlarının cinsinden mal ve canlarıyla helak edilerek cezalandırılmışlardı. Kârunlaşmanın dünyadaki akıbeti budur. Ahiretteki azapları ise daha çetindir:
“Bilmez mi ki Allah, ondan önce kendisinden daha güçlü ve yığdıkları servet çok daha fazla olan kimseleri helak etmiştir. Mücrimlerden günahları sorulmaz.”[4]
Kârun, nimeti kendisinden bilmekle beraber bir de bununla halka karşı övündü ve böbürlendi. Servetini halka sergileyerek kendisinin güçlü, onların ise zayıf olduğunu hissettirdi. Böylelikle halkı küçümsedi. Dünyanın fitnesine düşmüş olan insanların en büyük özelliği malıyla övünmektir. Bunun yolu da sahip olduklarını teşhir etmektir:
“(Zenginliğini açığa çıkaran şatafat ve) süsü içerisinde kavminin karşısına çıktı.”[5]
Rabbini hakkıyla tanımayan ve övemeyen cahil insanlar ise bu şatafatın karşısında âdeta büyülendiler. O servete âşık olup imrenmeye başladılar. Kârun’u, servetinden dolayı üstün ve şanslı gördüler. Bu cahillikleri, üstünlüğün takva ile olduğunu fehmetmemelerindendir:
“Dünya hayatını isteyenler, ‘Keşke Kârun’a verilenin benzeri (bir zenginlik) bize de verilseydi. Şüphesiz ki o, çok büyük bir şansa sahiptir.’ dediler.”[6]
Hayatını ilimle donatanlar, Rabblerini hakkıyla bilenler, Kârun’un bu durumu karşısında hemen Rabblerine sığındılar. Onlar kurtuluşun iman ve salih amelde olduğunu, üstünlüğün ve övünmenin ancak takvayla olacağını biliyorlardı:
“Kendilerine ilim verilenler dediler ki: ‘Yazıklar olsun size! İman edip salih amel işleyenler için Allah’ın sevabı daha hayırlıdır.’ (Dünyanın geçici süs ve şatafatı karşısında bu tavrı sergilemeye) ancak sabredenler muvaffak olurlar.”[7]
Sonuç olarak Kârun, malı ve ilmiyle övünmesi ve kibirlenmesinin karşılığını en kötü şekilde ödedi. Bu kötü akıbet, geride kalanlar için ibretlik oldu:
“Onu da konağını da yerin dibine geçirdik. Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Hem kendi kendisine de yardım edenlerden değildi.”[8]
Kıymetli Kardeşim,
Kârunlar ölse de ahlakı hâlen devam etmektedir. Mal ile övünen, üstünlük sağlayan, yarışan, başkalarını ezen bir toplumla iç içeyiz. Yaşarken malıyla övünmesi yetmezmiş gibi bir de öldükten sonra bıraktığı miras, cenaze töreninin ihtişamı, harcanan paralar, cenazesinin kaldırıldığı caminin büyüklüğü ve katılımcıların makam ve mevkisine kadar övünülüyor.
Bir başkası da ırkıyla, nesebiyle, aşiretiyle övünüyor. Kendi ırkının daha üstün olduğuna, dilinin daha güzel ve anlaşılır olduğuna, yaşadığı toprağın cennet vatanı olduğuna inanıyor. Kendi ırkı dışındakileri düşman olarak görüyor ve onlara yaşam hakkı tanımayacak şekilde muamele ediyor. İşte bu, kibrin dışa yansımasıdır.
Kimisi de dolaylı yollardan kendisini övüyor. Niteliğini, başarısını, fedakârlığını, yaptığı iyilikleri dile getirerek üstünlük sağlıyor. Bu da şeytanın kurduğu gizli tuzaklardandır.
Malı, nesebi, aşireti, içinde bulunduğu partisi, cemaati, çocuklarının çokluğu, mevkisi, diploması, mesleği… pek çok kişinin övündüğü ve üstünlük saydığı hâllerdir. Sosyal medya alanlarında kullandığı saatin markasını, gittiği tatil mekânlarını, evinin ve arabasının ihtişamını paylaştığına şahit oluyoruz. Geneli bununla övünüyor ve üstünlük sağlıyor. Bunu da sosyal medyada milyonların önünde teşhir ederek gerçekleştiriyor. Kendisinin herkesten ayrı olduğunu göstermek için yapıyor. Bu, kibrin kapısını açan anahtarlardandır.
Öyle bir topluma dönüştük ki övündüğümüz kriterlerle insanları değerlendiriyor, ona göre muamele ediyoruz. Parası olan parası olanla, diploması olan diploması olanla, makam ve mevki sahibi olan konum sahibi olanla dost ve arkadaş oluyor. Diğerlerine karşı ise yüzünü dönüyor. Yeryüzü âdeta kendisininmiş gibi yaşıyor. Bakın, Rabbimiz bu insanlar için ne söylemektedir:
“İnsanlara yüzünü çevirme! Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah büyüklük taslayan ve böbürlenen kimseyi sevmez.”[9]
Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Böbürlenerek elbisesini yerde sürüyen kimsenin suratına Allah Teâlâ Kıyamet Günü’nde bakmaz.”[10]
Allah Resûlü (sav) hayatımızın her alanında örneğimiz olduğu gibi bu alanda da örneğimizdir. Allah’ın sevdiği ve razı olduğu Resûl’ü olmasına rağmen kendisini övmemiştir. Bütün övgüsü Allah’a (cc) olmuştur. Bunlarla beraber ümmetini de kendisini övmeye karşı uyarmıştır:
“Hristiyanların Meryem oğlu Îsâ’yı överken aşırıya gittiği gibi beni övmede aşırıya gitmeyin. Allah’ın kulu ve resûlü deyin.”[11]
Sonuç olarak övündüğümüz şeylere dikkat etmeliyiz. Övünmek kibrin anahtarıdır. Üstünlüğün, övünmenin takva ile olduğunu unutmamalıyız. Mal, mülk, mevki, nesep, aşiret, çocuk vb. bunların hepsi geçici olduğu için övünülecek/üstünlük sağlanacak araçlar değildir.
Rabbimizin verdiği nimetler insanları imrendirme ve kıskandırma aracı olarak değil, onlara ihsanda bulunmak adına kullanılmalıdır. Aksi hâlde insanın her fırsatta imkânlarını dillendirmesi ve teşhir etmesi hem ahlaki hem psikolojik bir sorundur. Kibrin dışa yansımasıdır.
Rabbim bizleri nimete şükreden, paylaşan ve kendisinin razı olacağı şekilde kullanan kullarından kılsın. Üstünlüğü takvada gören, insanlara mütevazı şekilde muamele eden samimi, ihlaslı kullardan eylesin. Allahumme âmin.
Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.
Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere…
[1]. Müslim, 934
[2]. bk. 28/Kasas, 76-77
[3]. bk. 28/Kasas, 78
[4]. bk. 28/Kasas, 78
[5]. bk. 28/Kasas, 79
[6]. bk. 28/Kasas, 79
[7]. 28/Kasas, 80
[8]. 28/Kasas, 81
[9]. 31/Lokmân, 18
[10]. Buhari, 5788; Müslim, 2087
[11]. Buhari, 2445
İlk Yorumu Sen Yap