Yoğun bir tempoya girmişti Fatime Hanım. Derneğin hemen hemen her faaliyetine katılıyor bir çok alanda aktif rol alıyordu. Çevresi bir anda değişmiş, bir çok arkadaş da edinmişti. Her biri farklı kültüre sahip olan bu kadınların ortak noktaları dernek faaliyetleriydi. Haftanın altı günü seminerlere, düzenlenen sanatsal ve kültürel aktivitelere katılıyor, kendilerini geliştiriyorlardı. Tabi bu yoğunlukta evin işlerine yetişmek mümkün değildi. Gerçi Fatime Hanım hiçbir işi yokken de evde iş yapmıyordu ya…
Dernek hemen hemen her hafta bir seminer düzenliyordu. Bu seminerlere, alanında ehil kimseler davet ediliyordu. Sıklıkla kişisel gelişim uzmanları ya da kadın hakları savunucuları oluyordu davetliler. Bu kişilerin anlattıkları Fatime Hanım ve onun gibi olanların yaralarına tuz basıp, onları daha fazla evden soyutluyordu.
Kadının erkek üzerindeki haklarına vurgu yapan feminist yazarlar, mutlu bir yuvanın formüllerini değil de evde iktidarı nasıl ele geçireceklerinin formüllerini sunuyorlardı. Balın içinde sunulan zehir misali ağır ağır ve sinsice bu zehir, kadınların bünyesini ele geçiriyordu. Kulağa hoş gelen çoğu tespitin, yuvalarını yıkacak birer dinamit olduğunun farkında olmadan, hayranlıkla dinliyordu kadınlar bu uzmanları. Kişisel gelişimcilerin; içi boş, dışı süslü sloganları cabasıydı bu işin. Feministler İslamî değerlerin mevcut olduğu bir toplumda hayata geçmesi mümkün olmayan şeyler anlatıyor, kişisel gelişim uzmanları da sloganlarıyla bu ütopik hayaller için gerekli olan alt yapıyı (gereksiz özgüven) hazırlıyorlardı.
İlk zamanlar bunu geçici bir heves zanneden Remzi Bey, evin işlerinin ertelenmesi hatta yapılmamasından geçmiş, karısının bu feminist söylemlerinden rahatsız olmaya başlamıştı. İşin garibi tüm sıkıntılara rağmen karısına hiç baskı yapmamış hep alttan almıştı. Evde zaten baskıcı bir koca yoktu ki! Bu neyin mücadelesiydi anlayamıyordu!
Bir gün Remzi Bey, çok yorgun eve gelmişti. Çocuklar geç saate rağmen bilgisayarda oyun oynuyorlardı. Fatime Hanım ise düzenleyecekleri yeni bir gezinin bildirisini hazırlıyor, kalem kağıdı önüne dökmüş bir yandan yazıyor, bir yandan da siliyordu.
Remzi Bey anahtarı ile içeri girmişti. Salona geçince içerideki dağınıklık, havasızlık onu rahatsız etmiş olacak ki: ‘Açın şu camları, hiç havalandırmadınız mı bu evi sabahtan beri?’ demişti. Demez olaydı.
__ Sen ayaktasın sen aç.
__ Ne güzel karşılama. Kocam gelmiş diye kılını kıpırdatmıyorsun bir de iş buyuruyorsun.
__ Ne var ne olmuş. Sen de bu evde yaşıyorsan tabi ki bir işin ucundan tutacaksın. Erkeksin diye evden soyutlanamazsın.
Remzi Bey’in yüzü buruştu. Sustu.
__ Evden soyutlanmak mı? Hangi evden bahsediyorsun sen? Burası ev değil, Fatime Hanım’ın oteli.
__ Ne demek istiyorsun sen?
__ Ne demek istediğim gayet açık. Hele sen bir kadın olarak bu evin işlerine bir el at, sıramız gelince senin talimatlarına gerek kalmadan biz yaparız.
__ Nankör. Kim yapıyor bu evin işlerini? Dışarıdan bir kadın mı geliyor? Allah’tan kork.
Fatime Hanım duyduklarına inanamıyordu. Bu sözler kocasına ait olamazdı. Sinirlenmişti. Susamazdı.
__ Demek ev değil otel. İster adına ev de, ister otel; kim kullanıyor ona bak.
__ Sen ve çocukların kullanıyor. Ben de hizmetçizadeniz. Yıkayayım, ütüleyeyim, yedireyim. Aldığım karşılığa bak.
Remzi Bey gayri ihtiyari güldü.
__ Sen neden bahsediyorsun Fatime? Bu söylediklerine inanıyor musun sen? Velev ki bunları yapıyor olsan da bir yük olarak görüyor, mecburiyetten yapıyorsun. Bak kendin söylüyordun sizin hizmetçinizim diye. Sen anne olamadın bu evde Fatime, anne…
Çocuklar suspus olmuştu onlar da alışık değildi bu sahneye. İlk kez babalarını anneleri ile tartışırken görüyorlardı.
Fatime Hanım daha da hırslandı.
__ Anne olamadıysam nasıl büyüdü bu üç çocuk?
__ Bedenlerini büyüttün, ruhlarını değil. Hatta aslında bedenleri de büyümedi. İkizler yaşıtlarından daha çelimsiz. Neden? Sabah öğle akşam kahvaltılık yemekten olabilir mi?
__ Sana ne olmuş böyle? Annenle mi konuştun sen?
__ Keşke annemle konuşup, onu dinleseydim.
__ Ya demek onu dinlemediğin için hayıflanıyorsun…
Remzi Bey, karısının sözlerini bitirmesine fırsat vermeden kalktı odaya gitti. Kapıyı hızla kapatmıştı. Çocuklar bu hareketle hepten korkmuştu. Fatime Hanım sinirden tırnaklarını yiyor, söylenmeye devam ediyordu. Hırsını çocuklardan çıkardı. Onlara bağırarak hemen yatmalarını söyledi. Kendi önce mutfağa girip bir şeyler atıştırdı, ardından da kanepeye geçip oturdu. Öfkesi hâla dinmemişti. İnsan bu kadar nankör olabilir mi? diyordu. Bir de sesini yükseltiyor. Sanki karşısında çocuğu var. Saygı yok ki. İçinde tarifsiz bir öfke kabarıyordu. Söylendikçe, yatışacağına daha da kızışıyordu. Kalktı, elini yüzünü yıkadı. Telefonu eline alarak kurcalamaya başladı. Kulaklığı takıp radyo frekanslarında dolaşıp durdu. Gürültü yığınıydı tüm kanallar. Kimi çılgın müzikler, kimi damar parçalar çalıyordu. Hızla geçti hepsini. Bir ara durdu. Sakin, yumuşak bir seste takılı kaldı. Ne hoş bir tondu bu. Sanki insanın içine ılık ılık akan bir suydu… Dinlemeye başladı. Hızla atan kalp ritmi yavaşlamaya yüz tutmuştu çoktan. Konuşmacı, bir kadındı. Anlamak için iyice dikkat kesildi. Aişe radıyallahu anh annemizden bahsediyordu kadın. Cemel vakasında devesi ile savaşa katılmıştı. Fatime Hanım bu olayı bir seminerde dinlemişti. Aişe annemiz Ali radıyallahu anh ile savaşmıştı. Semineri veren bayan bunu bir başarı olarak sunmuş, kadının savaşta dahi etkin olması gerektiğine vurgu yapmıştı. Dinlemeye devam etti.
‘Devesiyle çıktığı savaş, Aişe’yi Aişe yapmadı. Onun kadınlığına kadınlık katmadı. Bilakis bu onun şanına, kadınlığına hiç ama hiç yakışmadı. Kendi dilinden dökülen ifade ile bunu söyleyecek olursak Aişe annemizin bu yaşadığı acı tecrübe, eşarbını ıslatacak şekilde ağlayıp pişman olmasına sebep olmuştur.’
Pür dikkat kesilmişti Fatime Hanım. Şaşırdı da aynı zamanda. Hiç bu pencereden bakmamıştı olaya. Eşarbını ıslatıncaya kadar ağlamış annemiz… Bu cümle dolandı diline… Az evvelki kavgayı çoktan unutmuştu bile. Yumuşak sesi ve hüzünlü ifadesi ile anlatmaya devam ediyordu sunucu bayan.
‘Aişe annemizin devesiyle katıldığı savaşı alıp da bunu bir başarı olarak gösterenlere aldanmayın. İhtiyacı dışında dışarı çıkmayan, çıksa da hayasından fark edilmemek için duvar kenarlarını kendine siper eden, rivayetlerde dış kıyafetinin omuz kısımlarının duvara değmesi nedeniyle çabuk yıprandığı söylenen annemiz, bir kez çıktı ama fesada sebep oldu aslında. Demek ki kadının yeri evidir.’
‘Kadının yeri evi olduğu gibi onun yanında evinin şekli, şemali, döşemesi de çok önemsizdir. Hasırda da yatsa, minderde de otursa kadının evi cennetinin bahçesidir. Dışarıdan korkar kadın. İhtiyacı dışında dışarıda olmaktan korkar. Evinde mutludur, huzurludur. Evinin çiçeklerini yetiştirmekle meşguldür. O çiçekler ki İslam’ın tanımlamasıyla gözlerin nurudur…’
Ne güzel tespitlerdi bunlar. Ama Fatime Hanım’dan ne kadar da uzaktı. Hıh dedi sessizce… Cennet bahçesi mi? Bizimki cehennem köşesi mübarek… Evin çiçekleri de yok, hepsi zebani… Babalarının töremesi… Kulağa çok hoş geliyordu ama, ütopik şeyler bunlar diye düşündü. Çevresinde de hiç görmemişti ki… Amaan diyerek kapattı radyoyu. Biraz daha oyalandı. Yatak dolabından bir yorgan çıkarıp koltukta öylece uyuyakaldı.
Sabah erken kalkmaya çalışmıştı. Çünkü artık mühim bir görevi vardı. Alelacele hazırlanıp çocukları uyandırdı. Her birini çekiştiriyor ve servisi kaçıracaksınız diyerek hız vermeye çalışıyordu. Evden birlikte çıktılar. Her birine harçlık vermiş ve el sallayarak ters istikamete doğru hızla yol almaya başlamıştı. Bir pastaneye uğrayarak poğaça, simit ve meyve suyu almıştı. Program başlamadan kantinde atıştırırım diye düşündü. Pastanede dün gece azıcık dinlediği radyo çalıyordu. Cıngılından tanımıştı. Yolda programda duyduklarını düşünmeye başladı.
‘Kadının yeri evidir. Evi cennet bahçesidir. Dışarıdan korkar kadın… Evinde mutludur… Evinin çiçeklerini yetiştirmekle meşguldür. O çiçekler ki İslam’ın tanımlamasıyla gözlerin nurudur…’
İlk Yorumu Sen Yap