Kavaidu’l Erba’ Dört Kaide – 1

 

Yüceler yücesi olan Allah’a subhanehu ve teâlâ hamd olsun. Salât ve selam en güzel örnek olan Rasûlullah’a, ailesine, ashabına ve onlara ihsan üzere tabi olanların üzerine olsun.

Allah nasip ederse bundan sonra hassaten ilim talebelerine yönelik bir yazı dizisine başlayacağız.

Bir ilim talebesi olarak Hocam’dan ders olarak aldığım bir silsileyi yazılı olarak sizinle paylaşacağım. Bu silsile Muhammed b. Abdulvahhab’ın rahimehullah risalelerinden bir tanesi olan ‘Kavaidu’l Erba’/Dört Kaide’nin şerhidir. Bu dersler sesli olarak www.tevhiddersleri.com sitemizde mevcuttur. Dileyen kardeşlerimiz oradan dersleri sesli olarak takip edebilirler.

Bu dersleri takip edecek olan ilim talebelerinin, daha faydalı olması için risalenin metnini ezberlemelerini tavsiye ederiz. Metni ezberlemeden, anlamadan, şerhini ezberlemeye ve anlamaya çalışmak, doğru bir usûl değildir. Çünkü önce asıl ezberlenir, şerh ise üzerine bina edilir.

Bunu şöyle bir örnek üzerinden açıklayayım; Düşünün ki Kur’an-ı Kerim’in bir tefsirini okuyacaksınız. Şayet ayeti ezberler ondan sonra tefsirini okursanız ayet daha güzel anlaşılır. Ve ayeti okudukça tefsiri aklınıza gelir. Bir nevi ayetle beraber tefsirini de tekrar edersiniz. Fakat ayeti sadece bir kere okur, ondan sonra hemen tefsirini okursanız elde edeceğiniz fayda daha az olur.

İlimlerde asıl olan hıfz ve fehimdir. Bir kuş için iki kanat ne ise, ilim talebesi içinde hıfz ve fehm öyledir. İkisinden biri eksik olursa tek kanatlı kuş gibi olur. İlim talebesinin üzerine gerekli olan çok kitap okumak değildir. Bilakis az kitap okumak, fakat hıfz ederek, fehmederek okumaktır. Bugün maalesef bir ilim talebesi yüzlerce kitap okuyor, fakat arkasına dönüp baktığında elinde kayda değer hiçbir şey yok. Ne kendisine faydalı olabiliyor ne de ümmete. Bu şekilde olmaktansa az ama öz bir birikim daha hayırlıdır.

Yeni bir risaleye geçeceğimiz için önce risalenin yazarı ile ilgili bazı bilgiler vermek istiyoruz. Bu ilmin adabına göre olması gereken bir şeydir. Ayrıca kendisiyle aynı amacı ve gayeyi güttüğümüz ve davetleri yeryüzünde başarıya ulaşmış imamların hayatlarını, menheclerini, ilkelerini bilmemiz gerekir. Çünkü başarı, başarıya ulaşmış olan insanlara tabi olmak ile elde edilir.

Dikkat edilirse Peygamber ve sahabesi Mekke’de davet yaparken Allah subhanehu ve teâlâ onlara sürekli kendilerinden önce gelmiş olan Peygamberlerin kıssalarını anlattı. Bunun bir çok hikmeti olmakla birlikte en bariz olan hikmet ise şuydu; Allah subhanehu ve teâlâ önceki Peygamberlerin kıssalarını anlatarak Peygamberimizi ve ashabını eğitiyordu. Hangi davayı savunuyorsanız, hangi misyonu üstlenmişseniz sizden önce aynı işi yapmış olan kişileri bilmeniz gerekir. Ta ki bazı şeyleri deneme yanılma yoluyla değil, öncekilerin tecrübelerinden faydalanarak öğrenesiniz. Deneme yanılma yoluyla da bazı şeyleri öğrenebilirsiniz, fakat çok vakit harcamış olursunuz. Tam öğrendim derken bir bakmışsınız ki ömür bitmiş. Böyle olmaması için bizden önce geçmiş olanların tecrübelerinden faydalanmamız gerekir. Bu da onların hayatlarını öğrenerek olur.

Muhammed b. Abdulvahhab’ın Hayatı

Hicri 1115 ile 1206 yılları arasında yaşamıştır. Miladi olarak 1703 ile 1794 yıllarına denk geliyor. Uyeyne/Yemame beldesinde doğmuştur. 91 yıl yaşamış, sonra ruhunu alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim etmiştir. Yaşadığı ve geliştiği dönem, tıpkı Peygamberin aleyhisselam geldiği ilk dönemde olduğu gibi çok kötü bir dönem. Tevhid, şirk olarak; bidat ise sünnet olarak isimlendirilmiş. Müslümanlar paramparça, bölük-pörçük olmuşlar. Başlarında olan emirler Huzeyfe’nin radıyallahu anh hadisinde geldiği gibi kalpleri şeytan kalbi gibi olan insanlar. Tabi bu Allah’ın subhanehu ve teâlâ verdiği bir ceza idi. Hiç bir nimet yoktur ki şükrü eda edilmediğinde Allah subhanehu ve teâlâ muhakkak onun zıddı ile cezalandırmasın. Tevhid’in ve Sünnet’in şükrü eda edilip, değeri bilinmediği zaman Allah subhanehu ve teâlâ zıddı olan şirk ve bidat ile cezalandırır.

İlmi Tahsili

Muhammed b. Abdulvahhab, ilim ehli olan bir aileden gelmiştir. İlk ilim tahsilini babasından almıştır. Babası Abdulvahhab b. Süleyman, Hanbeli âlimlerinden olup, aynı zamanda yaşadığı bölgenin de kadısıdır. Babası o daha küçük yaştayken hıfzının ve fehminin diğer ilim talebelerinden farklı olduğunu fark etmiş ve kardeşlerini bu konuda uyarmıştır. Ki gerçekten de Muhammed b. Abdulvahhab daha 12 yaşındayken tefsir kitaplarına, hadis kitaplarına yönelmeye başlamıştır.

Şeyh belli bir dönem orada ilim tahsilini devam ettirmiş, sonra içinde yaşadığı bölgenin ilmi ile yetinmeyip ilim tahsili için rıhle yapmaya başlamıştır. İlk başta Medine’ye gitti. Belli bir dönem orada ilim tahsiline devam etti. Sonra Mekke’ye geldi. Orada da belli bir süre kaldı ve orada tanınmış olan iki büyük alimden ders aldı. Genelde aldığı dersler tefsir, fıkıh vs. üzerineydi.

Orada da belli bir süre kaldıktan sonra Basra’ya geldi ve ilim tahsiline orada devam etti. Zaten asıl ilimde derinleştiği, bazı ilmi konuları münazara ve müzakere ettiği yer de burasıdır. Tevhid’e, Sünnet’e davet etmeye burada başladı. Tevhid’e ve Sünnet’e kınayıcının kınamasından korkmadan açıkça davet edince, şirk ve bidat ehli olanlar bundan rahatsız olmaya başladılar. Bidatçı ve taassupçu olan bazı bilginler ona karşı ayaklanınca, o da bir takım eziyetlere maruz kaldığı için Basra’dan ayrılmak zorunda kaldı.

Basra’dan ayrılınca Şam’a gidip ilim tahsiline devam etmek istedi. Fakat nafakası bittiği için gidemedi. Önce Zübeyr’e oradan da İhsa’ya geçti. Kısa bir süre kaldıktan sonra babasının beldesi olan Hureymila’ya geldi. Orada insanlara davet yapmaya ve onlarla ilgilenmeye başladı. Belli bir süre sonra davet, orada gittikçe yayılmaya başladı.

Necd bölgesi dediğimiz bu bölge, bedevilerin yoğunlukta olduğu bir bölgedir. Bu bedeviler milletin mallarını yağmalayarak, gasp ederek geçimlerini sağlıyorlar. Muhammed b. Abdulvahhab da kimse kimseye zulmetmesin, kimsenin hakkı kimsede kalmasın diye İslam hadlerini ikame etmeye başlıyor. Hadleri ikame etmeye başlayınca, bedeviler bundan rahatsız oluyorlar ve hemen oranın emirlerini sıkıştırmaya başlıyorlar. Bu adam buraların mülkünü kendi eline alıp sizi buradan çıkaracak diyerek, emirleri korkutuyorlar. Emirlerinde baskı kurmasıyla Muhammed b. Abdulvahhab o bölgeyi de terketmek zorunda kalıyor.

Orayı terk edince Uyeyne denilen bölgeye geliyor. Oranın emiri Osman b. Muhammed b. Muammer. Emir onu güzelce karşılıyor ve ona şöyle diyor: ‘Sen insanları Allah’ın dinine davet et, ben sana gereken desteği vereceğim.’ Muhammed b. Abdulvahhab ‘tamam’ diyor ve başlıyor insanlara davet yapmaya. Mescidlerde ders halkaları oluşturuyor, civar bölgelere mektuplar yazıyor. Bu şekilde insanları tevhide ve şirkten sakınmaya davet ediyor. İnsanlar da her yerden onun yanına hicret etmeye başlıyorlar.

Bu bölgede evli iken zina yapan bir kadın geliyor ve: ‘Ey imam ben zina yaptım. Zina haddini bana uygulayarak beni temizle.’ diyor. Muhammed b. Abdulvahhab ilk başta Rasûlullah’ın yaptığı gibi erteliyor. Sonra tam emin olduktan sonra zina haddini uyguluyor ve kadını recmediyor.

Muhammed b. Abdulvahhab kadını recmedince insanlar korkmaya başlıyorlar. Ve anlıyorlar ki kim olursa olsun had cezasını gerektirecek bir şey yaptıklarında hadler kendilerine uygulanacak.

Şu bir gerçektir ki batıl ehli ve münafıklar hadlerden çok korkarlar. Hadlerin kendilerine uygulanmasından korkan insanlar, o bölgede daha güçlü olan bir emirin yanına gidip şöyle diyorlar:

‘Bu adam bütün emirlikleri kendi kontrolüne alıp, sizi beldenizden çıkarmak istiyor.’

Bunun üzerine o emir Osman b. Muhammed’e mektup yazıp Muhammed b. Abdulvahhab’ı öldürmesini söylüyor.

Osman b. Muhammed, Muhammed b. Abdulvahhab’ı çağırıyor ve şöyle diyor:

‘Ey imam seni öldürmek bana yakışmaz. Sana bir iyilik olarak şunu yapabilirim. Sen bu beldeyi terk et.’ Muhammed b. Abdulvahhab ona diyor ki:

‘Ben insanları Allah’ın dinine davet ediyorum. Eğer sen bana destek verirsen Allah kendi dinine yardım edenlere yardım eder. Ve seni müjdeliyorum o zaman Allah buraların mülkünü sana verir.’

O da: ‘Ben yapamam’ deyince, İmam orayı da terk etmek zorunda kalıyor.

Sonra Dır’ıyye denilen bölgeye geliyor. İmam orada karar kılıyor ve vefat edinceye kadar orada ikamet ediyor. Buranın emiri Muhammed b. Suud. Muhammed b. Abdulvahhab buraya geldiğinde durmadan insanları tevhide ve sünnete davet ediyor. Kısa zaman içerisinde hem daveti hem de kendisi etraftan duyulmaya ve tanınmaya başlıyor.

Muhammed b. Suud’un hanımı çok saliha bir kadınmış. Onun bir arkadaşı yanına gelip bu bölgeye Muhammed b. Abdulvahhab adında bir imamın geldiğini, kınayıcının kınamasından korkmadan insanlara davet yaptığını ve ona sahip çıkmalarını söylüyor. O saliha kadın da kocasına durumu anlatıyor ve Muhammed b. Abdulvahhab’a sahip çıkmasını söylüyor. Muhammed b. Suud eşine:

‘Ben mi gideyim onun yanına? Onu mu çağırayım kendi yanıma?’ Kadın diyor ki:

‘Sen git çünkü biz alimlere ve davetçilere saygı göstermek zorundayız.’

Muhammed b. Suud imamın kaldığı eve geliyor ve ona destek çıkacağını, davetine devam etmesini söylüyor. Muhammed b. Abdulvahhab da ona diyor ki:

‘Ben de kitaba ve sünnete bağlı olmak kaydıyla sana biat ediyorum ve seni müjdeliyorum Allah buraların mülkünü sana verecek ve sen buraların tek emiri olacaksın.’

Muhammed b. Abdulvahhab oraya yerleşiyor. Hem sözlü hem de yazılı olarak insanları İslam dinine davet ediyor. İnsanlar akın akın onun yanına hicret ediyor. Muhammed b. Suud ciddi anlamda güçleniyor o bölgenin tüm mülkü onların eline geçiyor. Ve bir çok yeri Allah’ın izniyle fethediyorlar.

Ve Muhammed b. Abdulvahhab 91 yaşına gelince vefat ediyor (Allah rahmet eylesin).

Rabbim İslam için yaptığı amelleri ondan ihlas ile kabul etsin.

Davamızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver