Yakın tarihimizde İslam çatısı altında yaşanan en büyük problemlerden ve hengâmelerden bir tanesi kavramlar ve tanımlar üzerinde yaşanmaktadır. Bu problem nedeniyle insanlar İslam’ın mühim konularına (tevhid-şirk, sünnet-bidat vb.) şaibeyle yaklaşmakta; bu konular akıllarda müphem ve bulanık bir halde kalmaktadır.
Asrımızda her konuda ölçü ve mizan ters düz edildiği gibi, İslam’ın esaslarında da bu yaşanmıştır. Öyle bir hale gelinmiştir ki; hak dalalet, batıl ise hak; sünnet bidat, bidatler ise sünnet olarak addedilmiştir. Bu durumu 1400 yıl önce Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bize haber vermiştir. Nitekim İmam Buhari ilim babında, Abdullah bin Amr bin As’ın Rasûlullah’tan şunu işittiğini aktarır:
“Allah size ilmi verdikten sonra ilmi sizin aranızdan çekip almaz, ama alimleri almasıyla ilmi çekip alır. Geriye cahil kişiler kalır, insanlar onlara soru sorunca onlar da bilmeden cevaplarlar. Böylece hem sapıtırlar hem de saptırırlar.”
Yine bu hadisin başka rivayetinde ise:
“Şüphesiz Allah ilmi çekerek insanlardan alıp çıkarmaz, ama alimleri almasıyla ilmi çekip alır. Alim kalmayınca insanlar cahil liderler edinir, onlara sorarlar. Onlar da bilmeden fetva verirler, böylece hem sapar hem de saptırırlar.”
Bu rivayetler asrımızda insanların durumunu açık bir şekilde tefsir etmektedir.
Her birimiz İslamî kavramlar üzerinde yapılan bu tahribatın ve karmaşıklığın, Allah’ın subhanehu ve teâlâ pak ve kâmil olan dininde ne kadar büyük tahribatlara yol açtığını ve insanların yanında İslam’ın en önemli meselelerini içinden çıkılmaz bir keşmekeş yumağına çevirdiğini bizzat müşahede etmekteyiz. Bunun anlaşılması için çok uzaklara gitmeye gerek yoktur. Çünkü bir çoğumuzun İslam’la tanışmadan önceki hali bunun en büyük şahididir. Mesela, o dönemde İslam adına her konuşanın söylediklerinin doğru olabileceğine ve İslam’ı daha fazla içinden çıkılmaz, zihinlerde sürekli şaibeli bir hale getirmek için ortaya atılan her şüphenin mümkün olabileceğine ihtimal veriyorduk. Çünkü neredeyse hepsinin Kur’an ve Sünnet’ten kendi görüşünü destekleyecek delilleri vardı. Yani İslam adına İslam’ı referans alarak konuşuyorlardı. Nasıl bir durumda olduğumuzu fark edebilmişsindir. Her şey allak bullak idi zihnimizde. Her şeyi sorgular olmuştuk. Gaybı bile… Şu anda Allah’ın rahmet ettikleri müstesna, insanların büyük çoğunluğunun durumu bundan farklı değil.
Kendilerine davet yapılan insanların genelinin de, bu durumdan şikayetçi olduklarını müşahede etmekteyiz. Bir kişiye tevhidi anlattığınızda: ‘Hanginiz doğruyu söylüyorsunuz, hanginize uyalım? Birinin ak dediğine bir diğeri kara demekte, birinin hak ve hidayet dediğine bir öbürü sapıklık demekte…’ cümlelerini duymamanız içten bile değil.
O zaman ortada ciddi bir problem var. O da İslam’ın doğru bir şekilde anlaşılıp yaşanabilmesi için gerekli olan kavramların doğru tanımlanmasından başka bir şey değil…
Kavram Karmaşası
Bir konuyu anlamak, o konunun manasını anlamaktan geçer. Bir kavramın doğru bir şekilde anlaşılması için, o kavramın nerede ve nasıl kullanıldığının bilinmesi şarttır. Öyleyse İslamî bir kavramı anlamak için, ilk olarak şeriatta bunun ne manaya geldiğini ve Allah ve Rasûlü’nün bu kavramdan ne kastettiklerini bilmek gerekir ki; Allah ve Rasûlü’nün istediğine muvafakat edilebilsin.
O zaman kavram karmaşası; şer’i olan bir kavrama, şer’i olmayan bir mana yüklemek veya o kavramın içi doldurulurken ve mahiyetini açıklarken, İslam’ın kabul etmediği bir manayı o kavrama yüklemektir. Yani kavramın İslamî olup, kavramı yaşama ve algılayış biçiminin tamamen cahiliye olmasıdır.
İçi boşaltılıp, anlamı daraltılıp, kargaşaya kurban giden bir kavramda, ‘Ehli Sünnet’ kavramıdır. Ehli Sünnet kavramı, bugün neredeyse her cemaatin ve topluğun dilinden düşürmediği, kendilerini ona nispet ettikleri bir tanımdır. Neredeyse grupların ekseriyeti kendilerine ‘Ehli Sünnet ve’l Cemaat’ demekle beraber, İslam’a taban tabana zıt olan düşünce ve amellerini bu kavram altında meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Örnek verecek olursak;
Bugünkü kabirperest olan sofiler, kabirlere ve şeyhlerine ibadetlerini sarf ederken, Hint ve Budistlerden aldıkları ‘yogayı’, İslamî bir kılıfa sokup ‘rabıta’ adı altında Allah’a şirk koşarken veya (haşa) ‘Her şey Allah’tır, O’nun bir yansımasıdır’ derken;
Diyalogcular, Allah’ın ehli kitap hakkındaki ahkamlarını hiçe sayıp, ehli kitabı cennete sokmaya çalışırken;
Particiler, Allah’ın en büyük hakkı ve Rabblik vasfı olan, kanun koyma hakkını maslahat bahanesiyle kendilerinde görme cürmünü işlerken;
Mürciyeler (Cehmiyeleşenler), Allah’tan daha çok rahmetli olmaya çalışıp hayatlarında A’dan Z’ye kadar şirke bulaşan insanları dahi Müslümanlaştırırken;
Yine tevhidi sadece kabirlerde, çaputlarda ve incik boncuklarda uygulayıp, sarayda (yönetimde) uygulamayanlar… Üstelik saraydaki yöneticilerin ulu’l-emir olduğunu, onlara itaat edilmesini söyleyenler… Ve daha birçok taife bu cürümlerini hep Ehli Sünnet kisvesi altında yapmaktadırlar.
Dikkat edilirse her birinin din algılayışı ve yaşantısı tamamen farklı olmasına rağmen, hepsinin ortak noktası ‘Ehli Sünnet ve’l Cemaat’ ismiyle vasıflanmalarıdır. Bu şekilde kendilerinin hadislerde belirtilen hak ve kurtulan taife olan ‘Fırkayı Naciye’den’ olduklarını ispatlamaya çalışırlar.
Nitekim Allah Rasûlü tafsilatlı olarak fitnelerin vuku bulacağını, hevanın insanlara hükmedeceğini, fırkalaşmanın olacağını, bunlardan bir tanesinin dışında hepsinin ateşte olacağını haber vermiştir.
” ‘Yahudiler 71 fırkaya ayrıldı. Biri cennette, yetmişi ateştedir. Hıristiyanlar 72 fırkaya ayrıldı. Yetmiş biri ateşte, bir cennettedir. Benim ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacak. Yetmiş ikisi ateşte, biri cennettedir.’ ‘Kimdir kurtulan taife Ey Allah’ın Rasûlü?’, ‘Cemaattir.’ ” (İbni Mace)
Tirmizi’deki rivayette ise Rasûlullah bu kurtulan taifeyi:
“Benim ve ashabımın yolu üzere olanlardır.” diye vasfediyor.
Bu sebepten ötürü Ehli Sünnet mefhumunun doğru bir şekilde bilinmesi ve anlaşılması gerekir.
Ehli Sünnet Kimdir?
Allah Rasûlü ve Raşid halifelerden sonra fitneler ve fırkalaşmalar çoğalmaya başladı. Bununla beraber insanlar Kur’an ve Sünnet’ten uzaklaşmaya, Allah’ın subhanehu ve teâlâ dinini felsefe ve filozofların anlayışıyla anlamaya başladılar. Sünnetler kaybolmaya ve bidatler çoğalmaya yüz tuttu. Sahabenin dahi tekfir edildiği bu dönemde; İslam’ın aslına sarılan insanlar, her türlü fırkadan ve düşünceden ayrı olduklarını, kendilerinin Kur’an ve Sünnet’e sarıldıklarını ve bu ikisini sahabenin anlayışı üzere anlamaya çalıştıklarını belirtmek için kendilerine, ‘Ehli Sünnet’ ismini vermişlerdir.
Ayrıca Ehli Sünnet yukarıdaki iki hadise dayanarak kendisini bu isimle isimlendirmiştir. Veya kurtulan fırka manasında kendilerine ‘Fırkayı Naciye’ demişlerdir.
Ehli Sünnet Menheci’nin özet tanımı: Kur’an ve sahih Sünnet’i, başta sahabe olmak üzere Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem en hayırlı nesil dediği selefin anlayışı üzerine anlamaktır.
(Devam edecek inşallah…)
İlk Yorumu Sen Yap