Üçüncü Özellik: Ehli Sünnet’in Yanında İslam Dini Kamil Şeriattır
Ehli Sünnet’i hem dünyevi hem de uhrevi olarak dinlerinde selamet ve emniyet üzere olmalarını sağlayan en önemli esaslardan bir tanesi de ‘İslam şeriatı kâmil bir şeriattır’ esasıdır. Yani İslam şeriatını hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, eksiği olmayan bir şeriat olduğuna itikad etmeleridir. Ayrıca Ehli Sünnet’i kendi dışındaki muhaliflerinden ayıran en önemli özelliklerden bir tanesi de, İslam dininin kemale erdirilmişliğini menhec olarak kabul etmeleridir. Çünkü dinin tamamlanmış olması, dine sonradan hiçbir yeniliğin girmeyeceği ve hiçbir şeyin dinden çıkarılmayacağı demektir. Bundan dolayı insanlar özellikle sahabeden sonra dine yeni anlayış ve ibadetler eklemeye çalıştıklarında veya dinin bazı esaslarını reddetmeye, tahrif etmeye başladıklarında Ehli Sünnet imamları (Allah onlardan razı olsun), birçok zorluğa rağmen dinlerinden taviz vermeden bütün bunlara karşı dik durmuşlardır.
Ehli Sünnet’in bu meselede en umde delili Maide suresindeki şu ayettir:
“Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip beğendim.” (5/Maide, 3)
Dikkat edilirse bu ayette Allah, İslam ümmetine büyük bir nimet verdiğini haber vermektedir. Bu nimet ise dinin tamamlanması ve hiçbir konuda eksikliğin bırakılmamasıdır. Nitekim Allah, ehli kitabın dinlerini kemale erdirmemiştir. Her rahip veya haham kendi anlayışına, heva ve hevesine göre yeni bir din uydurmuştur. Bundan dolayı Yahudiler, Müslümanlara ne kadar büyük bir nimet verildiğini anlamış; nitekim bir yahudi Buhari de geçen bir rivayette Ömer’e radıyallahu anh gelip şu sözleri söylemekten kendini alamamıştır:
” ‘Ey müminlerin emiri, kitabınızda okumakta olduğunuz öyle bir ayet var ki, o bizlere inmiş olsaydı o günü bayram edinirdik.’ Ömer: ‘O hangi ayettir?’ deyince adam: ‘Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip beğendim’ ayeti dedi. Bunun üzerine Ömer: ‘Vallahi ben o ayetin Rasûlullah’a indiği zamanı biliyorum; Cuma günü ve arefe gecesinde indi.’ “
Yani bu ayet bizim bayram günlerimizde indi. Her ne kadar Müslümanlar bu nimetin kıymetini bilmeseler de, bir yahudi bunu idrak ediyor. Allah bu dini, insanların heva ve heveslerine bırakmamıştır. Müslümanların dünya ve ahirette ihtiyaç duydukları her şeyi tafsilatıyla beyan etmiştir.
Nitekim İbni Kesir rahimehullah kendi tefsirinde bu ayetle alakalı şöyle der: ‘Bu, Allah’ın bu ümmete en büyük lütfudur. Zira dinlerini kemale erdirdiğinden dolayı onlar başka hiçbir dine, Peygamberleri dışında hiçbir Peygambere ihtiyaç duymazlar. Bu yüzden de Allah onu Peygamberlerin sonuncusu yapmış, onu hem insanlara hem de cinlere göndermiştir. Artık onun helal dediğinden başka hiçbir şey helal, haram dediğinden başka hiçbir şey haram değildir. Dini hükümler, bir tek onun getirdiği ve koyduğu kurallardır. Allah, Rasûlü’ne ve müminlere, onlara bildirdiği iman esaslarını kemale erdirdiğini ve dolayısıyla hiçbir eklemeye asla ihtiyaç duymayacaklarını; onu tamamladığını ve dolayısıyla hiçbir zaman eksiltme de yapmayacağını, ondan razı ve hoşnut olduğunu ve asla hoşnutsuzluk göstermeyeceğini ifade etmektedir.’
İslam şeriatının kemale erdirilmesi, dinin bozulmasını ve sahih İslam’ı insanlara ulaştırırken ortaya çıkabilecek birçok yanlışı engellemiştir. Özellikle bu yanlışlardan biri olan ve yenilik adına dinde çıkarılan bütün bidatlerin (iyi veya kötü) sahih sünneti tahrif etmesinin önüne geçilmiştir.
O zaman Ehli Sünnet’in ‘İslam dini kâmil bir şeriattır’ esasını menhec kabul etmelerinin en büyük faydası; yenilik cinsinden olan hiçbir bidatin, ne olursa olsun dine sokulmamasıdır. Çünkü bizden önceki ümmetlerin dinlerinden sapmalarının ilk nedeni, dinlerine sonradan soktukları ve Allah’a subhanehu ve teâlâ daha çok yaklaşmak kastıyla çıkardıkları bidatlerdir. Bunun sebebi onların dinlerinin tamama erdirilmemiş olmasıdır. Oysa Allah subhanehu ve teâlâ bu ümmete olan lütfundan dolayı İslam dinini kemale erdirmiş ve kendisine sonradan yenilik sokmayı gerektirecek hiçbir eksik bırakmamıştır.
Ehli Sünnet alimleri bunu çok iyi bildiklerinden ve bunu dinlerinde menhec olarak kabul ettiklerinden dolayı insanları bidatlerden sakındırmışlardır. Ayrıca Ehli Sünnet âlimleri kendi dönemlerinde -Sünnet’e sarılma konusunda çok az olmalarına rağmen- mübtedi (bidatçi) olan insanlara karşı çok sert uygulamalarda bulunmuşlardır. Onlarla konuşmamışlar, onların ortamlarında bulunmamışlar, arkalarında namaz kılmamışlardır.
Ehli Sünnet alimlerinin bidat meselesinde bu kadar hassas olmalarının nedenleri şunlardır;
Kendi kafalarından bidatler çıkaran insanlar çok tehlikeli olan iki şeyden birisiyle karşı karşıya kalır.
Biri Allah’ın subhanehu ve teâlâ “Bu dini kemale erdirdim” (5/Maide, 3) ayetine inanmıyor olmalarıdır. Çünkü bir insan hakkıyla bu ayete iman etmiş olsaydı, dinde yenilik çıkarmazdı. İkincisi ise ayeti kabul etmekle beraber, ayeti kâle almamalarıdır. Onun için eğer din tamamlanmışsa bu dini sahabenin bize ulaştırdığı gibi alıp, hayata geçirmek gerekir. Selef âlimlerinden İmam Malik rahimehullah bu ayet hakkında şöyle der: ‘Kim İslam dininde olmayan bir şeyi çıkarırsa ve bunu da güzel bir şey zannederse, muhakkak ki, bu adam Rasûlullah’ın dine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Çünkü Allah diyor ki: “Bu gün size dininizi tamamladım.” ‘
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bidat sahibini ve bidatini sapıklık diye isimlendirmiştir. Hadiste:
“İşlerin en şerlileri yeniliklerdir. Muhakkak ki, her yenilik bidattir. Her bidat de sapıklıktır ve bütün sapıklıklar da ateştedir.”
Nitekim ümmetin fakih sahabelerinden biri olan İbni Mesud radıyallahu anh bir mecliste toplu halde zikir çeken insanları görünce onların yaptıklarına karşı çıkarak:
“Ya siz Peygamberden daha hayırlı bir yol üzeresiniz, ya da siz sapıklık kapılarını açanlarsınız.” demiş ve bu insanların işledikleri ameli sapıklık olarak isimlendirmiştir.
Allah katında her amel geçerli değildir. Amelin Allah katında makbul olup, sahibine fayda verebilmesi için iki şartı vardır. Biri amelin ihlaslı bir şekilde yapılması, bir diğeri ise Rasûlullah’ın sünnetine uygun olarak yapmaktır. Bidatler ise Rasûlullah’ın sünnetine uygun olmadığı için, her ne kadar Allah’a yaklaşmak amacıyla yapılsa dahi bu amellerin hiçbiri kesinlikle Allah katında geçerli değildir. Sahibine hiçbir faydası olamayacaktır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu amellerin kabul olmayacağını şöyle belirtiyor:
“Kim bizim yapmadığımız bir ameli yaparsa o reddedilmiştir.” (Buhari, Müslim)
Başka bir rivayette:
“Kim bir amel yapar da bu bizim yapmadığımız şekilde olursa, onun yaptığı da merduttur (kabul edilmez).” (Muttefekun Aleyh)
Dinde yenilik çıkaran insanlar, yaptıklarını din adına ve Allah için yaptıklarından dolayı hiçbir zaman bidatlerinden tevbe etmezler. Çünkü bir insanın Allah’a tevbe etmesi, ancak yaptığından pişman olması ve Allah’a karşı mahcubiyet içerisinde olmasıyla mümkündür. Bundan dolayı günah işleyip, içki içen, zina yapan, hırsızlık yapan insanların tevbe etmeleri umulur. Çünkü bunlar, günahkar olduklarını ve haram işlediklerini bilmektedirler. Ama bidat ehli olan insanlar kesinlikle tevbe etmezler. Nitekim İbni Kayyım ve başka alimler şeytanın insanı saptırma mertebeleri zikrederken diyorlar ki: ‘Şeytan insanı ilk olarak şirke düşürür. Şirke düşürmezse ikinci olarak bidate düşürür. Bunu da yapamazsa en sonunda harama düşürmeye çalışır…’ Dikkat edilirse şeytan insanı şirkten sonra harama değil, bidate düşürmeye çalışıyor. Sebebi ise yukarıda zikrettiğimiz hakikattir.
Ehli Sünnet, dinde çıkarılan bidatlerin hem dine, hem de bidat sahibine verdiği ciddi zararlar sebebiyle, bidat sahibine ve bidatine şiddetli bir şekilde karşı çıkmışlardır. O zaman bidatlerden sakınma/sakındırma ve Sünnet’e tabi olma, İslam’ın kamil bir din olmasının en mühim gereğidir.
Sonuç olarak Müslümanların Ehli Sünnet’ten ve kurtulan taifeden olabilmeleri için bunu kendilerine şiar edinmeleri gerekir. Ve kendi yaşadıkları zamanda, bidatleri öncelikle kendi hayatlarından tamamen çıkarmaları, insanlara da sahih sünneti ulaştırmaya çaba sarf etmeleri gerekir.
İlk Yorumu Sen Yap