Kader Meselesi

“…Cibril, ‘Bana imanı anlat.’ dedi. Allah Resûlü dedi ki: ‘İman; Allah’a, meleklerine, Kitaplarına, resûllerine, ahiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanmandır.’… “[1]

Kader kelimesi, “k-d-r” fiilinin mastarıdır. “K-d-r” fiili güç yetirmek, yapabilmek, takdir etmek gibi anlamlarda kullanılır.

Kader, Allah’ın (cc) gücü ve kudretiyle mahlukat için belirlediği hayat, ölüm, sağlık, hastalık, rızık ve mutluluk gibi takdirlerine denir.

Kader, Allah’ın (cc) güç ve iktidarını ifade eder. Çünkü o El-Melik olan, kelimenin tam anlamıyla varlığa sahip olan, dilediği şekilde varlıklar üzerinde tasarruf edendir. Çünkü o muktedirdir. Yani dilediğine güç yetirir. Dilediğini yapar. Kimse onun takdiratının önüne geçemez.

Kader, iman esaslarından biri olarak Cibril Hadisi’nde ifade edilmiş, başkaca naslarla da desteklenmiştir:

a. Kur’ân’dan delil

“Ateşin içinde yüzleri üzerine sürüklenecekleri o gün: “Cehennemin dokunuşunu tadın!” (denilecek.) Hiç şüphesiz biz, her şeyi bir kaderle yarattık.”[2]

Bu ayetler Kureyş müşriklerinin kader hakkında tartışmak için Rasûlullah’a (sav) gelmeleri üzerine indirilmiştir.[3]

b. Hadisten delil

“…Cibril, ‘Bana imanı anlat.’ dedi. Allah Resûlü dedi ki: ‘İman; Allah’a, meleklerine, Kitaplarına, resûllerine, ahiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanmandır.’… “[4]

c. Seleften deliller

Yahya ibni Ya’mer şöyle demiştir: “Basra’da kader konusunda ilk konuşan Ma’bed El-Cühenî idi. Daha sonra ben, Humeyd ibni Abdurrahman El-Hımyerî ile hac -veya umre- için yola çıktım. “Resûlullah’ın (sav) ashabından birisiyle karşılaşsak da şu adamların kader hakkında söylediklerini kendisine sorsak.” derken Abdullah ibni Ömer ibni El-Hattâb bize nasip oldu. Kendisi mescide giriyordu. Birimiz sağına diğerimiz de soluna geçerek onu aramıza aldık. Arkadaşımın sözü bana bırakacağını tahmin ettim ve ‘Ey Ebu Abdurrahman! Bizim oralarda Kur’ân okuyan, ilmi araştıran birtakım kimseler türedi.’ dedim. (Devamla Yahya ibni Ya’mer bu adamların durumlarını; kader diye bir şey olmadığını, olayların bağımsız olarak (ansızın, öncesinde bir kader olmadan) meydana geldiğini iddia ettiklerini belirtti. Abdullah ibni Ömer (ra) cevap olarak:) ‘Eğer onlarla karşılaşırsan, benim onlardan uzak olduğumu onların da benden uzak olduğunu kendilerine bildir! Abdullah ibni Ömer’in yemin ettiği Allah’a yemin olsun ki, eğer onlardan birisinin Uhud Dağı kadar altını olsa ve bunu hayır yolunda harcasa, kadere inanmadıkça Allah onun bu amelini kabul etmez.’ dedi ve babasından Cibril Hadisi’ni nakletti.”[5]

Bir kimse Ömer ibni Abdulaziz’e mektup yazarak kader konusu hakkında bilgi istedi. O da şöyle cevap yazdı: “…Ey mektup sahibi, kadere imanı soruyorsun. Allah’ın izniyle bu konuda tam bilene sormuş oldun. İnsanların uydurup ortaya attığı neler var, ne gibi bidatler çıkardılar, bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da kadere iman konusunun hadislerle gayet açık bir şekilde ve sağlam bir şekilde izah edilmiş olmasıdır. Cahiliye Dönemi’nde insanlar söz ve şiirlerinde kadere yer verirdi. Ellerinden kaçan nimetler için kendilerini onunla teselli ederlerdi. Bundan sonra İslâm geldi ve kader konusunda kesin hüküm getirdi. Resûlullah (sav) kader konusunu bir iki hadiste değil, pek çok hadisinde zikretti. Müslimler kader konusundaki hadisleri Peygamber’den (sav) işittiler ve Peygamber’in (sav) sağlığında ve vefatından sonra da yakin bir şekilde inanarak ve Allah’a teslim olarak kaderden bahsettiler. Allah’ın ilminin kuşatmadığı, Kitab’ında (Levh-i Mahfuz’da) saymadığı ve kaderde geçmeyen bir şeyin olmasını düşünmekte kendilerini zayıf gördüler ve onları muhal kabul ettiler. Bununla beraber kader konusu Allah’ın Kur’ân’ında da mevcuttur. Sahabe ve selef, kader inancını Kur’ân’dan almış ve Kur’ân’dan öğretmişlerdir.  Ey bidatçiler ve kaderiyeciler! Eğer siz ‘Allah, Kitab’ında şu ayeti indirdi ve niçin şöyle dedi?’ derseniz ben de size şöyle derim: Ashab da sizin okuduğunuz o ayetleri okudu ve o ayetlerin, sizin bilmediğiniz yorumlarını bildi. Bundan sonra, olan şeylerin hepsi yazgı ve kaderden dolayıdır, dediler. Kötülük ve bedbahtlık da yazılmıştır. Takdir olunan şey mutlaka olmuştur. Allah’ın dilediği olmuştur, dilemediği olmamıştır. Biz kendimize fayda ve zarar verme gücüne sahip değiliz, dediler ve bu hükme vardıktan sonra da Allah’a kulluk olan şeylere rağbet ettiler ve kötü işlerden de olanca güçleriyle kaçındılar.”[6]

İbni Deylemi (ra) şöyle demiştir: “Ubey ibni Ka’b’ın yanına varmıştım. Kendisine, ‘İçimde kaderle ilgili bazı şüpheler belirdi. Bana bu konuda bir şeyler anlat, belki böylece Allah kalbimdeki o şüpheyi giderir.’ dedim. O da şöyle dedi: ‘Eğer Allah göklerde ve yerde bulunan her şeye azap etseydi onlara zulmetmiş sayılmazdı. Eğer rahmetiyle muamele etseydi bu onlar için amellerinin karşılığından daha hayırlı olurdu. Eğer Uhud Dağı kadar altını Allah yolunda harcasan kadere iman etmedikçe; kaderde sana ulaşacak şeyin sana mutlaka ulaşacağını, kaderde sana ulaşmayacak şeyin de sana asla ulaşmayacağını bilmedikçe Allah bu harcamayı asla kabul etmeyecektir. Eğer bundan başka bir inanç üzerinde ölürsen cehenneme girersin.’ dedi. Sonra Abdullah ibni Mes’ud’un yanına vardım, o da buna benzer şeyler söyledi. Sonra Huzeyfe ibni Yeman’ın yanına vardım, o da aynı şeyleri söyledi. Sonra Zeyd ibni Sabit’e vardım, o da Peygamber’den (sav), benzer sözler nakletti.”[7]

Kaderi inkâr eden, Allah’ın (cc) ilmini inkâr eden ve “Kullar dilediğini yapar, Allah böylece öğrenir.” diyen kimseler sahabe tarafından tekfir edilmiştir. Bunun en bariz örneği yukarıda da zikrettiğimiz, İbni Ömer’in (rh) Kaderiler hakkındaki sözüdür.

Kader konusu sahabe tarafından bazı yönleriyle tartışma konusu olmuş, durum Allah Resûlü’ne (sav) sorulmuş ve Allah Resulü de  gerekli izahı yapmıştır. Bazı durumlarda kader hakkında tartışmaları nedeniyle ciddi anlamda kınanmışlardır.[8] Bu hakikati göz önünde bulundurduğumuzda şunu açık bir şekilde söylemeliyiz: Kader konusunu ayetler, hadisler ve sahabe anlayışı çerçevesinde değerlendirmeli ve o şekilde anlamaya çalışmalıyız. Anlayamadıysak kadere dair naslara iman etmekle beraber şunu unutmamalıyız:

Allah (cc) adildir. Kullarına asla zulmetmez. Her kula hak ettiğini vermiştir/veriyordur/verecektir.

Allah (cc) Hakîm’dir. Hikmetle iş yapar. Yaptığı her şeyde hikmet vardır. Biz bu hikmetleri anlasak da anlamasak da durum böyledir. Allah’ın kaderini anlayamıyorsak bu bizim acizliğimizdendir.

Allah (cc) yaptıklarından sorgulanmaz, ama bizler sorgulanacağız.

Kader; Kur’ân ve sünnet bütünlüğünde değerlendirildiğinde dört mertebeden müteşekkil olduğu görülür.[9]

1. Mertebe: İlim

Allah (cc) El-Alîm’dir. Her şeyi bilir. Allâmu’l Guyûb’dur. Gaybda gerçekleşen hiçbir şey O’na gayb değildir. Geçmiş ve gelecek, gündüz ve gece, aydınlık ve karanlık, zahir/açık ve batın/gizli olan O’nun için açıktır. Allah’a bilinmez yoktur.

“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır. (Gaybı) O’ndan başkası bilmez. Karada ve denizde olan her şeyi bilir. Herhangi bir yaprak düşmüş olsa mutlaka onu bilir. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık Kitap’ta yazılıdır.”[10]

2. Mertebe: Yazı

Her şeyi bilen Allah (cc) bu bildiklerini Levh-i Mahfuz’a yazmıştır. Sonra, doğacak her çocuğun ömürlük kaderini yazmıştır.[11] Sonra Kadir gecelerinde yıllık kaderi yazmıştır. Sonra her kulun günlük kaderini yazmıştır.

Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah, yarattıklarının kaderini, gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce yazmıştır. Kendisinin arşı ise su üzerinde bulunmaktaydı.”[12]

3. Mertebe: Dileme

Allah (cc) mutlak ilmi ile bildiklerini yazdıktan sonra gerçekleşmesini dilemiştir. Meşiet/dilemek/irade etmek Allah’a aittir. Allah’ın dilemediği olmaz. İrade buyurmadığı gerçekleşmez. Yeryüzü bir araya toplansa dahi. Allah irade ettiyse kimse mani olamaz.

“Âlemlerin Rabbi olan Allah istemedikçe siz isteyemezsiniz.”[13]

Rasûlullah (sav) her farz namazın ardından şöyle dua ederdi: “Allah’tan başka ilah yoktur, o tektir, asla ortağı/şeriki yoktur. Mülk tümüyle O’na aittir. Hamd O’na mahsustur. O’nun her şeye gücü yeter. Allah’ım senin verdiğini engelleyebilecek hiçbir güç yoktur, senin vermeyip engellediğini de verebilecek hiçbir güç bulunmamaktadır. Hiç kimsenin zenginliği (malı ve mülkü), senin katında fayda sağlamaz.”[14]

Kulun elbet iradesi vardır. Kulun tercih hakkı vardır. Kulun önünde seçenekler vardır. İyiyi tercih etmek de kötüye meyletmek de iradesine kalmıştır. Ancak… Kul bir şey yapmayı istediğinde Allah (cc) dilemeden onu yapamaz. Allah (cc) diler ve olmasına izin verirse yapabilir.

Bazen Allah (cc), iyi ve güzel bir amel yapmayı isteyen kullarını engeller. Kul bu engeli aşamaz. Allah’ın engellemesinin ise pek çok hikmeti vardır.[15]

Bazen kul bir kötülük yapmak ister de Allah (cc) onu engeller. Bu engellemesinin de aynı şekilde pek çok hikmeti vardır.

4. Mertebe: Yaratma

Allah (cc) olmasını dilediği ve müsaade ettiği şeyleri yaratır.

Kul ilim talep etmeyi ister. Allah (cc), bu kulun, yapmayı istediğinin gerçekleşmesini dilerse kul, ilim talep etmeye muvaffak olur.

Kul çalışıp rızık kazanmayı ister. Allah (cc) kulun istediğini gerçekleştirmek isterse onu bu işe muvaffak kılar.

Kul evlenmek ister. Adımlar atar. Allah (cc) dilerse kul, dileğinde isabet eder ve evlenir.

İnsanları da insanların yaptıkları eylemleri de yaratan Allah’tır (cc):

“Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.”[16]

Kader konusu altında pek çok mühim alt başlık taşır. Ancak her konuyu ele alıp incelemek, detayları ile zikretmek, batıl ehlinin batıllarını beyan etmek bir dergi yazısında pek mümkün değildir. Detaylı bilgi elde etmek isteyen kardeşlerimiz, bu konuda yapılmış derslerden ve yazılmış eserlerden istifade edebilirler.

 


[1]. Buhari, 50; Müslim, 8

[2]. 54/Kamer, 48-49

[3]. bk. Müslim, 2656

[4]. Buhari, 50; Müslim, 8

[5]. Müslim, 8

[6]. Ebu Davud, 4612

[7]. Ebu Davud, 4699

[8]. “Sahabe kader konusunda tartışırken Allah Resûlü (sav) onların yanına çıkıverdi. Öfkesinden dolayı yüzü nar tanesi gibi kızarmıştı. Şöyle buyurdu: ‘Bu şekilde tartışmak ile mi emrolundunuz? (Veya bunun için mi yaratıldınız?) Kur’ân’ın bazı ayetlerini bazıları ile vuruşturuyorsunuz. Sizden önceki topluluklar bu şekilde lüzumsuz tartışmalar ile helak olmuşlardır.” (İbni Mace, 85)

[9]. Bu mertebeler naslarla sabit değildir. Âlimler bu taksimatı naslar çerçevesinde meselenin daha iyi anlaşılması için yapmışlardır.

[10]. 6/En’âm, 59

[11]. Abdullah ibni Mesud’dan şöyle rivayet edilmiştir:

Doğru sözlü olan ve söyledikleri tasdik edilen Peygamber (sav) şöyle buyurdu:’Her biriniz annesinin karnında kırk günde bir araya getirilir. Daha sonra bunun gibi (kırk gün içinde) bir alaka olur. Daha sonra bunun gibi (kırk günde) bir çiğnemlik et olur. Daha sonra Allah bir melek gönderir ve ona dört şey emredilir: O kişinin rızkı, eceli, bedbaht mı mutlu mu olacağı. Daha sonra ona ruh üfler. Allah’a yemin ederim ki sizden biri -ya da bir adam- cehennem ehlinin amelini işler, cehennem ile arasında sadece bir arşın ya da bir kulaç mesafe kalır. Bu arada kader/yazgı galip gelir, o da cennet ehlinin amelini işler ve cennete girer. Bir adam da cennet ehlinin amelini işler, cennet ile arasında sadece bir arşın (ya da bir ulaç) mesafe kalır. Bu arada kader/yazgı galip gelir, o da cehennem ehlinin amelini işler ve cehenneme girer.” (Buhari, 6594)

Enes ibni Malik, Peygamberimizin (sav) şöyle dediğini nakletmiştir:

“Allah rahme bir melek gönderir, melek şöyle der: ‘Ey bu ceninin Rabbi, ey bu rahme tutunan embriyonun Rabbi, ey bu bir çiğnemlik etin Rabbi.’ Allah bu cenini yaratmayı irade ederse o zaman melek şöyle der: ‘Ey erkeğin veya dişinin Rabbi, Bu varlık bedbaht mı, mutlu mu? Rızkı nedir? Eceli ne zamandır?’ Bunun üzerine o kişi henüz anne karnındayken bunlar yazılır.” (Buhari, 6595)

[12]. Müslim, 2653

[13]. 81/Tekvîr Suresi, 29

[14]. Buhari, 844

[15]. Örnek:

“Ancak Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, kalpleri şüpheye düşen ve şüpheleri içinde bocalayıp duranlar senden izin isterler.” (9/Tevbe, 45)

“Şayet savaşa çıkmak isteselerdi, onun için hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların savaşa çıkmasını istemedi. Onları ağırlaştırarak (alıkoydu) ve onlara denildi ki: ‘Oturanlarla beraber oturun.’ ” (9/Tevbe, 46)

“(Allah’ın onları savaşa çıkmaktan alıkoyması şu hikmete mebnidir:) Şayet sizinle savaşa çıkmış olsalardı, size zarar vermekten başka bir artıları olmayacak ve aranızda fitne çıkarmak için uğraşacaklardı. Sizin içinizde de onlara kulak verenler vardır. Allah, zalimleri bilmektedir.” (9/Tevbe, 47)

[16]. 37/Saffât, 96

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver

Kader Meselesi

"…Cibril, 'Bana imanı anlat.' dedi. Allah Resûlü dedi ki: 'İman; Allah'a, meleklerine, Kitaplarına, resûllerine, ahiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanmandır.'… "[1]

Kader kelimesi, "k-d-r" fiilinin mastarıdır. "K-d-r" fiili güç yetirmek, yapabilmek, takdir etmek gibi anlamlarda kullanılır.

Kader, Allah'ın (cc) gücü ve kudretiyle mahlukat için belirlediği hayat, ölüm, sağlık, hastalık, rızık ve mutluluk gibi takdirlerine denir.

Kader, Allah'ın (cc) güç ve iktidarını ifade eder. Çünkü o El-Melik olan, kelimenin tam anlamıyla varlığa sahip olan, dilediği şekilde varlıklar üzerinde tasarruf edendir. Çünkü o muktedirdir. Yani dilediğine güç yetirir. Dilediğini yapar. Kimse onun takdiratının önüne geçemez.

Kader, iman esaslarından biri olarak Cibril Hadisi'nde ifade edilmiş, başkaca naslarla da desteklenmiştir:

a. Kur'ân'dan delil

"Ateşin içinde yüzleri üzerine sürüklenecekleri o gün: "Cehennemin dokunuşunu tadın!" (denilecek.) Hiç şüphesiz biz, her şeyi bir kaderle yarattık."[2]

Bu ayetler Kureyş müşriklerinin kader hakkında tartışmak için Rasûlullah'a (sav) gelmeleri üzerine indirilmiştir.[3]

b. Hadisten delil

"…Cibril, 'Bana imanı anlat.' dedi. Allah Resûlü dedi ki: 'İman; Allah'a, meleklerine, Kitaplarına, resûllerine, ahiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanmandır.'… "[4]

c. Seleften deliller

Yahya ibni Ya'mer şöyle demiştir: "Basra'da kader konusunda ilk konuşan Ma'bed El-Cühenî idi. Daha sonra ben, Humeyd ibni Abdurrahman El-Hımyerî ile hac -veya umre- için yola çıktım. "Resûlullah'ın (sav) ashabından birisiyle karşılaşsak da şu adamların kader hakkında söylediklerini kendisine sorsak." derken Abdullah ibni Ömer ibni El-Hattâb bize nasip oldu. Kendisi mescide giriyordu. Birimiz sağına diğerimiz de soluna geçerek onu aramıza aldık. Arkadaşımın sözü bana bırakacağını tahmin ettim ve 'Ey Ebu Abdurrahman! Bizim oralarda Kur'ân okuyan, ilmi araştıran birtakım kimseler türedi.' dedim. (Devamla Yahya ibni Ya'mer bu adamların durumlarını; kader diye bir şey olmadığını, olayların bağımsız olarak (ansızın, öncesinde bir kader olmadan) meydana geldiğini iddia ettiklerini belirtti. Abdullah ibni Ömer (ra) cevap olarak:) 'Eğer onlarla karşılaşırsan, benim onlardan uzak olduğumu onların da benden uzak olduğunu kendilerine bildir! Abdullah ibni Ömer'in yemin ettiği Allah'a yemin olsun ki, eğer onlardan birisinin Uhud Dağı kadar altını olsa ve bunu hayır yolunda harcasa, kadere inanmadıkça Allah onun bu amelini kabul etmez.' dedi ve babasından Cibril Hadisi'ni nakletti."[5]

Bir kimse Ömer ibni Abdulaziz'e mektup yazarak kader konusu hakkında bilgi istedi. O da şöyle cevap yazdı: "…Ey mektup sahibi, kadere imanı soruyorsun. Allah'ın izniyle bu konuda tam bilene sormuş oldun. İnsanların uydurup ortaya attığı neler var, ne gibi bidatler çıkardılar, bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da kadere iman konusunun hadislerle gayet açık bir şekilde ve sağlam bir şekilde izah edilmiş olmasıdır. Cahiliye Dönemi'nde insanlar söz ve şiirlerinde kadere yer verirdi. Ellerinden kaçan nimetler için kendilerini onunla teselli ederlerdi. Bundan sonra İslâm geldi ve kader konusunda kesin hüküm getirdi. Resûlullah (sav) kader konusunu bir iki hadiste değil, pek çok hadisinde zikretti. Müslimler kader konusundaki hadisleri Peygamber'den (sav) işittiler ve Peygamber'in (sav) sağlığında ve vefatından sonra da yakin bir şekilde inanarak ve Allah'a teslim olarak kaderden bahsettiler. Allah'ın ilminin kuşatmadığı, Kitab'ında (Levh-i Mahfuz'da) saymadığı ve kaderde geçmeyen bir şeyin olmasını düşünmekte kendilerini zayıf gördüler ve onları muhal kabul ettiler. Bununla beraber kader konusu Allah'ın Kur'ân'ında da mevcuttur. Sahabe ve selef, kader inancını Kur'ân'dan almış ve Kur'ân'dan öğretmişlerdir.  Ey bidatçiler ve kaderiyeciler! Eğer siz 'Allah, Kitab'ında şu ayeti indirdi ve niçin şöyle dedi?' derseniz ben de size şöyle derim: Ashab da sizin okuduğunuz o ayetleri okudu ve o ayetlerin, sizin bilmediğiniz yorumlarını bildi. Bundan sonra, olan şeylerin hepsi yazgı ve kaderden dolayıdır, dediler. Kötülük ve bedbahtlık da yazılmıştır. Takdir olunan şey mutlaka olmuştur. Allah'ın dilediği olmuştur, dilemediği olmamıştır. Biz kendimize fayda ve zarar verme gücüne sahip değiliz, dediler ve bu hükme vardıktan sonra da Allah'a kulluk olan şeylere rağbet ettiler ve kötü işlerden de olanca güçleriyle kaçındılar."[6]

İbni Deylemi (ra) şöyle demiştir: "Ubey ibni Ka'b'ın yanına varmıştım. Kendisine, 'İçimde kaderle ilgili bazı şüpheler belirdi. Bana bu konuda bir şeyler anlat, belki böylece Allah kalbimdeki o şüpheyi giderir.' dedim. O da şöyle dedi: 'Eğer Allah göklerde ve yerde bulunan her şeye azap etseydi onlara zulmetmiş sayılmazdı. Eğer rahmetiyle muamele etseydi bu onlar için amellerinin karşılığından daha hayırlı olurdu. Eğer Uhud Dağı kadar altını Allah yolunda harcasan kadere iman etmedikçe; kaderde sana ulaşacak şeyin sana mutlaka ulaşacağını, kaderde sana ulaşmayacak şeyin de sana asla ulaşmayacağını bilmedikçe Allah bu harcamayı asla kabul etmeyecektir. Eğer bundan başka bir inanç üzerinde ölürsen cehenneme girersin.' dedi. Sonra Abdullah ibni Mes'ud'un yanına vardım, o da buna benzer şeyler söyledi. Sonra Huzeyfe ibni Yeman'ın yanına vardım, o da aynı şeyleri söyledi. Sonra Zeyd ibni Sabit'e vardım, o da Peygamber'den (sav), benzer sözler nakletti."[7]

Kaderi inkâr eden, Allah'ın (cc) ilmini inkâr eden ve "Kullar dilediğini yapar, Allah böylece öğrenir." diyen kimseler sahabe tarafından tekfir edilmiştir. Bunun en bariz örneği yukarıda da zikrettiğimiz, İbni Ömer'in (rh) Kaderiler hakkındaki sözüdür.

Kader konusu sahabe tarafından bazı yönleriyle tartışma konusu olmuş, durum Allah Resûlü'ne (sav) sorulmuş ve Allah Resulü de  gerekli izahı yapmıştır. Bazı durumlarda kader hakkında tartışmaları nedeniyle ciddi anlamda kınanmışlardır.[8] Bu hakikati göz önünde bulundurduğumuzda şunu açık bir şekilde söylemeliyiz: Kader konusunu ayetler, hadisler ve sahabe anlayışı çerçevesinde değerlendirmeli ve o şekilde anlamaya çalışmalıyız. Anlayamadıysak kadere dair naslara iman etmekle beraber şunu unutmamalıyız:

Allah (cc) adildir. Kullarına asla zulmetmez. Her kula hak ettiğini vermiştir/veriyordur/verecektir.

Allah (cc) Hakîm'dir. Hikmetle iş yapar. Yaptığı her şeyde hikmet vardır. Biz bu hikmetleri anlasak da anlamasak da durum böyledir. Allah'ın kaderini anlayamıyorsak bu bizim acizliğimizdendir.

Allah (cc) yaptıklarından sorgulanmaz, ama bizler sorgulanacağız.

Kader; Kur'ân ve sünnet bütünlüğünde değerlendirildiğinde dört mertebeden müteşekkil olduğu görülür.[9]

1. Mertebe: İlim

Allah (cc) El-Alîm'dir. Her şeyi bilir. Allâmu'l Guyûb'dur. Gaybda gerçekleşen hiçbir şey O'na gayb değildir. Geçmiş ve gelecek, gündüz ve gece, aydınlık ve karanlık, zahir/açık ve batın/gizli olan O'nun için açıktır. Allah'a bilinmez yoktur.

"Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır. (Gaybı) O'ndan başkası bilmez. Karada ve denizde olan her şeyi bilir. Herhangi bir yaprak düşmüş olsa mutlaka onu bilir. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık Kitap'ta yazılıdır."[10]

2. Mertebe: Yazı

Her şeyi bilen Allah (cc) bu bildiklerini Levh-i Mahfuz'a yazmıştır. Sonra, doğacak her çocuğun ömürlük kaderini yazmıştır.[11] Sonra Kadir gecelerinde yıllık kaderi yazmıştır. Sonra her kulun günlük kaderini yazmıştır.

Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah, yarattıklarının kaderini, gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce yazmıştır. Kendisinin arşı ise su üzerinde bulunmaktaydı."[12]

3. Mertebe: Dileme

Allah (cc) mutlak ilmi ile bildiklerini yazdıktan sonra gerçekleşmesini dilemiştir. Meşiet/dilemek/irade etmek Allah'a aittir. Allah'ın dilemediği olmaz. İrade buyurmadığı gerçekleşmez. Yeryüzü bir araya toplansa dahi. Allah irade ettiyse kimse mani olamaz.

"Âlemlerin Rabbi olan Allah istemedikçe siz isteyemezsiniz."[13]

Rasûlullah (sav) her farz namazın ardından şöyle dua ederdi: "Allah'tan başka ilah yoktur, o tektir, asla ortağı/şeriki yoktur. Mülk tümüyle O'na aittir. Hamd O'na mahsustur. O'nun her şeye gücü yeter. Allah'ım senin verdiğini engelleyebilecek hiçbir güç yoktur, senin vermeyip engellediğini de verebilecek hiçbir güç bulunmamaktadır. Hiç kimsenin zenginliği (malı ve mülkü), senin katında fayda sağlamaz."[14]

Kulun elbet iradesi vardır. Kulun tercih hakkı vardır. Kulun önünde seçenekler vardır. İyiyi tercih etmek de kötüye meyletmek de iradesine kalmıştır. Ancak… Kul bir şey yapmayı istediğinde Allah (cc) dilemeden onu yapamaz. Allah (cc) diler ve olmasına izin verirse yapabilir.

Bazen Allah (cc), iyi ve güzel bir amel yapmayı isteyen kullarını engeller. Kul bu engeli aşamaz. Allah'ın engellemesinin ise pek çok hikmeti vardır.[15]

Bazen kul bir kötülük yapmak ister de Allah (cc) onu engeller. Bu engellemesinin de aynı şekilde pek çok hikmeti vardır.

4. Mertebe: Yaratma

Allah (cc) olmasını dilediği ve müsaade ettiği şeyleri yaratır.

Kul ilim talep etmeyi ister. Allah (cc), bu kulun, yapmayı istediğinin gerçekleşmesini dilerse kul, ilim talep etmeye muvaffak olur.

Kul çalışıp rızık kazanmayı ister. Allah (cc) kulun istediğini gerçekleştirmek isterse onu bu işe muvaffak kılar.

Kul evlenmek ister. Adımlar atar. Allah (cc) dilerse kul, dileğinde isabet eder ve evlenir.

İnsanları da insanların yaptıkları eylemleri de yaratan Allah'tır (cc):

"Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır."[16]

Kader konusu altında pek çok mühim alt başlık taşır. Ancak her konuyu ele alıp incelemek, detayları ile zikretmek, batıl ehlinin batıllarını beyan etmek bir dergi yazısında pek mümkün değildir. Detaylı bilgi elde etmek isteyen kardeşlerimiz, bu konuda yapılmış derslerden ve yazılmış eserlerden istifade edebilirler.

 


[1]. Buhari, 50; Müslim, 8

[2]. 54/Kamer, 48-49

[3]. bk. Müslim, 2656

[4]. Buhari, 50; Müslim, 8

[5]. Müslim, 8

[6]. Ebu Davud, 4612

[7]. Ebu Davud, 4699

[8]. "Sahabe kader konusunda tartışırken Allah Resûlü (sav) onların yanına çıkıverdi. Öfkesinden dolayı yüzü nar tanesi gibi kızarmıştı. Şöyle buyurdu: 'Bu şekilde tartışmak ile mi emrolundunuz? (Veya bunun için mi yaratıldınız?) Kur'ân'ın bazı ayetlerini bazıları ile vuruşturuyorsunuz. Sizden önceki topluluklar bu şekilde lüzumsuz tartışmalar ile helak olmuşlardır." (İbni Mace, 85)

[9]. Bu mertebeler naslarla sabit değildir. Âlimler bu taksimatı naslar çerçevesinde meselenin daha iyi anlaşılması için yapmışlardır.

[10]. 6/En'âm, 59

[11]. Abdullah ibni Mesud'dan şöyle rivayet edilmiştir:

Doğru sözlü olan ve söyledikleri tasdik edilen Peygamber (sav) şöyle buyurdu:'Her biriniz annesinin karnında kırk günde bir araya getirilir. Daha sonra bunun gibi (kırk gün içinde) bir alaka olur. Daha sonra bunun gibi (kırk günde) bir çiğnemlik et olur. Daha sonra Allah bir melek gönderir ve ona dört şey emredilir: O kişinin rızkı, eceli, bedbaht mı mutlu mu olacağı. Daha sonra ona ruh üfler. Allah'a yemin ederim ki sizden biri -ya da bir adam- cehennem ehlinin amelini işler, cehennem ile arasında sadece bir arşın ya da bir kulaç mesafe kalır. Bu arada kader/yazgı galip gelir, o da cennet ehlinin amelini işler ve cennete girer. Bir adam da cennet ehlinin amelini işler, cennet ile arasında sadece bir arşın (ya da bir ulaç) mesafe kalır. Bu arada kader/yazgı galip gelir, o da cehennem ehlinin amelini işler ve cehenneme girer." (Buhari, 6594)

Enes ibni Malik, Peygamberimizin (sav) şöyle dediğini nakletmiştir:

"Allah rahme bir melek gönderir, melek şöyle der: 'Ey bu ceninin Rabbi, ey bu rahme tutunan embriyonun Rabbi, ey bu bir çiğnemlik etin Rabbi.' Allah bu cenini yaratmayı irade ederse o zaman melek şöyle der: 'Ey erkeğin veya dişinin Rabbi, Bu varlık bedbaht mı, mutlu mu? Rızkı nedir? Eceli ne zamandır?' Bunun üzerine o kişi henüz anne karnındayken bunlar yazılır." (Buhari, 6595)

[12]. Müslim, 2653

[13]. 81/Tekvîr Suresi, 29

[14]. Buhari, 844

[15]Örnek:

"Ancak Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, kalpleri şüpheye düşen ve şüpheleri içinde bocalayıp duranlar senden izin isterler." (9/Tevbe, 45)

"Şayet savaşa çıkmak isteselerdi, onun için hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların savaşa çıkmasını istemedi. Onları ağırlaştırarak (alıkoydu) ve onlara denildi ki: 'Oturanlarla beraber oturun.' " (9/Tevbe, 46)

"(Allah'ın onları savaşa çıkmaktan alıkoyması şu hikmete mebnidir:) Şayet sizinle savaşa çıkmış olsalardı, size zarar vermekten başka bir artıları olmayacak ve aranızda fitne çıkarmak için uğraşacaklardı. Sizin içinizde de onlara kulak verenler vardır. Allah, zalimleri bilmektedir." (9/Tevbe, 47)

[16]. 37/Saffât, 96

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver