İSTİKAMET

Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu.

İman, düşünce ve ahlakta dosdoğru olmayı ifade eden kavramlardan biri, istikamettir. Yüce Allah her Müslim’e günde en az on yedi defa bu kavramı hatırlatmakta ve onun ehlinden olmayı istemeye teşvik etmektedir:

“Bizi sırat-ı mustakime/dosdoğru yola hidayet et.”[1]

Allah Resûlü de (sav) ümmetinin iman etikten sonra dosdoğru, istikamet üzere olmalarını emretmiştir.

Sufyân ibni Abdullah’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Ben, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bana İslam’ı öylesine tanıt ki onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim.’ dedim.

Allah Resûlü (sav), ‘Allah’a inandım de ve sonra dosdoğru ol!’ buyurdu.”[2]

Biz de bu ayki yazımızda Yüce Allah’ın ve Nebi’sinin ümmete emrettiği istikamet kavramını ele alacağız.

İstikamet Nedir?

Kelimenin türediği kök “ka-ve-me”dir. Araplar “قاَمَ/Ayağa kalktı.” fiilini ve türevlerini değişik manalarda kullanırlar:[3] Bir işe azmetmek, kalkışmak anlamında,[4] dosdoğru ve istikamet anlamında,[5] bir şeyin üzerinde yönetici ve gözetmen anlamında,[6] durmak ve sebat anlamında… İstikamet ise bu kökün başına “e-s-t” harflerinin gelmesi ile kelimenin talep anlamına dönüşmesidir. İstikamet, kişinin yukarıda sayılan kök anlamlardan birini veya hepsini talep etmesi, öyle olmaya çalışmasıdır. Genelde istikamet dosdoğru olmaya çalışmak, “doğruluk yolundan ayrılmamak”[7] olarak tarif edilmiştir. Öyleyse istikamet vahyin öğretilerine inanma ve yaşamada dosdoğru olmak, “Dini yaşarken sağa sola meyletmeden istikamet çizgisinde yürümektir ki bu da zahirî ve batınî bütün emirlere riayet edip zahirî ve bâtınî tüm yasakları terk etmek demektir.”[8]

Kur’ân ve Sünnette İstikamet

Tevhid ve İmanda İstikamet

“Benden önceki (Tevrat’ı) doğrulayıcı ve (Tevrat’ta) sizlere haram kılınmış bazı şeyleri helal kılmak için Rabbinizden bir ayetle size geldim. Allah’tan korkup sakının ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah, benim Rabbim ve sizlerin Rabbidir. O’na ibadet edin. Bu (sizi davet ettiğim yol), sırat-ı mustakimdir/dosdoğru olan yoldur.”[9]

“De ki: ‘Şüphesiz ki Rabbim, beni dosdoğru yola iletti. Dimdik/Güçlü ve hanif olan İbrahim’in dinine. O, müşriklerden değildi.’ De ki: ‘Şüphesiz ki benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben Müslimlerin/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kulların ilkiyim’ ”[10]

Yalnızca Allah’ı rabb bilip O’na (cc) itaat etmek, hiçbir şeyi O’na ortak koşmadan tüm şirklerden teberrî edip hanif olarak O’na (cc) kulluk etmek; dosdoğru/istikamet üzere olan yoldur. Kur’ân-ı Kerim, tevhid inancını istikamet olarak isimlendirmiş, onu yol edinenlerin, yani kulluk yürüyüşünü tevhid yolunda sürdürenlerin yolunu da sırat-ı mustakim/dosdoğru yol diye isimlendirmiştir.

Birinci ayet (Âl-i İmrân 50-51), Îsâ’nın (as) kavmine yaptığı davettir. Bu davet bir taraftan tevhid inancının bir kısmını açıklarken diğer taraftan istikamet üzere olmanın anlamını tefsir etmektedir. Buna göre istikamet üzere olan yol; Allah’ın (cc) insanı başıboş bırakmadığını, birtakım helaller ve haramlar belirleyerek insanın hayatına düzen verdiğini bilmek, elçileri aracılığıyla bize ilettiği bu hayat düsturlarına itaat etmektir. Zaten Îsâ (as) tüm bu gerçekleri O’nun (cc) rububiyetine bağlamış ve Rabb olmasının bir tecellisi olarak O’na ve O’nun yasalarına uymanın gerekli olduğunu söylemiştir.

“Bu, tüm diğer peygamberler gibi İsa’nın (as) da öğretilerini aşağıdaki üç esasa dayandırdığını gösterir:

1. İnsanların boyun eğip teslim olması gereken En Yüce Otorite, sadece Allah’tır. Ve tüm sosyal ve ahlâkî sistemler tamamen bunun üzerine bina edilmelidir.

2. Bu Yüce Gücün temsilcisi olarak bir peygambere de kayıtsız şartsız itaat edilmelidir.

3. Eşyayı haram-helâl ve temiz-pis diye sınıflandıran düzenlemeler ve kanunlar yapmak hakkı sadece Allah’ındır.

O hâlde İsa, Musa, Muhammed (sav) ve tüm peygamberlerin (Allah’ın selamı hepsinin üzerine olsun) bir tek ve aynı görev ile geldiği açıktır. Peygamberlerin hepsinin farklı görevlerde ve farklı amaçları yerine getirmek için gönderildiklerini sanan kişiler, büyük bir yanılgı içindedirler. Evrenin mutlak Hâkim’i tarafından, O’nun kullarına elçi olarak gönderilen hiç kimsenin, insanların O’na asi ve O’ndan müstağni olmalarını önlemek ve herhangi bir şekilde otoritede Allah’ın yanı sıra, O’na ortaklar edinmelerini yasaklamaktan başka bir görevi olmaz. Çünkü onlar, insanları Aziz olan Allah’a teslim olup, O’na itaat etmeye ve O’na bağlılığa ve sadece O’na ibadet etmeye davet etmek üzere gönderilmişlerdir.”[11]

İkinci ayet grubu (En’âm 161-163) ise istikamet üzere olan yolun İbrâhîm’in milleti olduğunu; bu yolun hiçbir şeyi Allah’a (cc) ortak koşmadan, namazı ve kurbanı, hayatı ve ölümü, yani bir bütün olarak hayatı Allah için ve yalnızca O’na kulluk ederek yaşamak olduğunu, ne ibadetlerde ne yaşamda hiçbir şeyi O’na (cc) ortak koşmamak gerektiğini anlatır.

En’âm Suresi’nde yer alan bu ayetlerin öncesinde[12] Mekkelilere bir kitap verildiği, buna rağmen Kitab’a uymaz da dinlerini parça parça ederlerse Allah’ın azabından kurtulamayacakları haber verilmiştir. Zira Allah (cc) bir kitap/yasa indirerek onlara rehberlik etmiş; söz, inanç ve eylemlerinde, bireysel ve toplumsal olarak nasıl istikamet üzere olacaklarının yolunu göstermiştir. İşte o istikamet de dosdoğru yol olan İbrâhîm’in (as) yolu, hanifliktir. Allah’ın indirdiği Kitab’a uymadıkları sürece İbrâhîm Peygamber’e uyduklarını söyleseler de bu iddia geçersizdir. Zira herkes iddiada bulunabilir, en doğru yolun kendi yolu olduğunu söyleyebilir. Tüm iddialar Allah’ın indirdiği yasaya/Kitab’a arz edilir. Şayet inanç, söz ve eylemler Kitab’a uyuyorsa o, dosdoğru yol olan İbrâhîm’in yoludur. Aksi hâlde toplumlar, dinlerini bölük pörçük etmiş kendileri de grup grup olmuş sapkınlardan olacaktır. Ayetler bununla da kalmamış o dosdoğru yolun ne olduğunu tefsir etmiştir: İnançta istikamet iki esası bir araya toplamaktır. “Namazım ve kurbanım” ifadesi günlük hayatta yapılan cüz’i ibadetlerin sadece Allah’a ve Allah için olmasını, “ölümüm ve hayatım” ifadesiyse hayat ve ölüm arasındaki bütünün sadece Allah’a has kılınması gerektiğini anlatır:

“…Bu, kalpteki her çarpıntıda, hayattaki her harekette, namazda, ibadette, hayatta, ölümde, kulluk davranışlarında, pratik hayatta, ölümde ve onun ötesinde eksiksiz bir şekilde Allah için her şeyden soyutlanmadır. Bu, mutlak tevhidden ve eksiksiz kulluktan kaynaklanan bir tesbihtir. Allah’ı eksikliklerden uzak saymadır. Namazı, ibadeti, dirilişi ve ölümü birleştirip tek başına Allah’a özgü kılmadır. Tüm varlıkların rabbi olan Allah’a… Âlemlerin üzerinde eksiksiz otorite ve egemenlik sahibi, eğiten, yönlendiren ve hükmeden Allah’a… Tam bir teslimiyetle, gönülde ve hayatta Allah’tan başkasına kulluk eden bir şey bırakmadan… Vicdanda ve realiteler dünyasında O’na kulluk yapmaktan başka bir şeye yer vermeden…”[13]

Tevhid Bilinci Allah’a İstikamet Üzere Yönelmeyi Gerektirir

“De ki: ‘Ben, ancak sizin gibi bir insanım. Bana, ilahınızın ancak tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. (O hâlde istikamet üzere) O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Yazıklar olsun o müşriklere…’ ”[14]

Vahyolunan ayetlerle tevhid inancını inşa eden mümin, inancının gereği olarak tam bir kulluk ve teslimiyetle yalnızca Allah’a (cc) yönelmeli, O’nun dışında fayda ve zarar umulan putlardan/türbelerden/dilek ağaçlarından/kutsal(!) makamlardan yüz çevirmeli, daha önce O’ndan başkasına yöneldiği vakiyse şirk ve günahından istiğfar etmelidir. Zira tevhid, insanın Allah’ı (cc) hakkıyla tanıması, hayrın ve şerrin yalnızca O’nun elinde olduğunu idrak etmesidir. Madem ki yerin, göğün, faydanın, zararın, akılların ve kalplerin mülkü O’na aittir ve mademki O’nun mutlak iradesi her şeyin üzerinde caridir; öyleyse kalp neden O’ndan başkasına yönelip O’ndan başkasına rağbet etsin? Neden insan O’nun ile kendi arasına aracılar koyup O’nunla olan bağını koparsın?

Ayette emredilen “istikamet üzere Allah’a yönelmenin” Kur’ân’daki bir diğer ismi “inabe”dir. Birbirini destekleyen Kur’ân ayetleri; Allah’a yönelmenin en çok tevhid ehline, tağutlardan içtinab edip yalnızca Allah’a kulluk eden Müslimlere yakıştığına ve bu hasletin tevhidin gereği olduğuna dikkat çekmiştir.

“Size azap gelmeden önce, Rabbinize yönelin/dönün ve O’na teslim olun. Sonra yardım olunmazsınız.”[15]

“Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah’a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele.”[16]

İnabe, Yüce Allah’ın (cc) insana hidayet etmesinin, onun elinden tutup her işinde muvaffak kılmasının en önemli vesilelerindendir.

“De ki: ‘Allah dilediğini saptırır, kendisine yönelenleri de hidayet eder.’ ”[17]

“Allah’a (cc) yönelmek, El-Hâdî isminin tecelli sebeplerindendir. İnsanın O’na yönelmesi/inabesi, kalbin amellerindendir. Allah’a olan ihtiyaçlarının ve zaruretlerinin farkında olan diri kalplerin; sevgi, saygı, korku ve yakınlaşma isteğiyle yüzünü O’na dönmesi, içtenlikle Rablerine yönelmesidir. Munib insan, tüm benliğiyle Rabbine yönelir. O’nun (cc) rahmetini umar azabından sakınır. Duanın en güçlü hâli budur: Kalbin Allah’a yakarması! Hidayeti celbeden en etkili sebep de kalbin yakarışıdır.”[18]

Emrolunduğun Gibi Dosdoğru Ol!

Kur’ân-ı Kerim’in iki ayrı ayetinde Allah (cc), Resûl’üne “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” denmiştir. İki ayeti de bağlamıyla ele aldığımızda benzer konulardan bahsettiği görülecektir.

“Bunların ibadet ettikleri şeylerden şüphen olmasın. Daha önce babaları nasıl ibadet ediyorsa bunlar da öyle ibadet ediyorlar. Paylarına düşen (azabı) hiç şüphesiz, eksiksiz bir şekilde onlara vereceğiz. Andolsun ki biz, Mûsâ’ya Kitab’ı verdik. Onda ihtilaf edildi. Rabbinden bir söz/hüküm geçmemiş olsaydı, aralarında hüküm verilmiş olurdu. Gerçek şu ki onlar, (Tevrât’tan) yana huzursuzluk veren bir şüphe içindedir. Şüphesiz ki Rabbin, hepsine amellerinin karşılığını eksiksiz verecektir. (Çünkü) O, onların yaptıklarından haberdardır. Sen ve seninle beraber tevbe edenler, emrolunduğun gibi dosdoğru ol(un)! Azgınlaşmayın! (Çünkü) O, yaptıklarınızı görendir. Sakın zulmedenlere/zalimlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Allah’ın dışında dostlarınız olmaz, sonra yardım da olunmazsınız.”[19]

Okuduğumuz ayetlerde Allah (cc) Peygamber’ini uyarmaktadır. Kavminin ilah diye tapındıklarının batıl olduğu hususunda hiçbir şüphesinin olmaması gerektiğini, zira onların tapındıkları şeylerin geçmiş milletlerin taptıklarından farklı olmadığını belirtmektedir. Sonra Mûsâ’ya (as) Kitap indirdiğini ancak insanların bir kısmının ona inanıp bir kısmının inkâr ettiğini, bir kısmının onunla amel edip bir kısmının ondan yüz çevirdiğini, Yüce Allah’ın bunların hiçbirini ayırmadan onlara azaptan paylarına düşeni vereceğini haber vermektedir.[20]

Sonra hitap Allah Resûlü’ne dönmekte, onun ve ümmetinin emrolundukları gibi dosdoğru olmaları emredilmektedir. Elbette buradaki istikamet emri, dinin tüm emir ve nehiylerini kapsar. Ancak indiği bağlamda istikametin özel anlamı vardır: Buna göre istikamet; müşriklerin taptıkları sahte ilahların hiçbir fayda ve zarar vermediğine, hangi milletten olursa olsun tüm şirk koşanların aynı olduğuna, onların azaptan payına düşeni alacaklarına dair şüphe içinde olmamak gerektiğine; indirilen Kitab’a uymak yerine onda ihtilafa düşenlerin sapkın olduklarına ve haklarında takdir edilen azaba düçar olacaklarına dair yakinî bilgidir. Müminlerden istenen, şirk ehlinin sapkınlık ve akıbetleri hususunda şüphe etmemek, Allah’ın (cc) indirdiği Kitab’a uyup hiçbir şekilde onun haber verdiklerinde ihtilafa düşmemektir. Zira bu iki durum istikamete aykırıdır; haddi aşmak ve zalimlere meyletmektir. Üzülerek belirtmeliyiz ki günümüzün de en önemli iki sorunu budur: Kur’ân’ın sapkınlıklarına apaçık şekilde hükmettiği insanların durumları hakkında tartışma ve Kitab’ın muhkem hükümleri hakkında ihtilaf etmektir.

“Onlar kendilerine ilim (vahiy) geldikten sonra, aralarındaki azgınlık/kıskançlık/bir diğer gruba üstünlük sağlama isteği nedeniyle ayrılığa düştüler. Şayet belirlenmiş bir süreye kadar, Rabbinin verilmiş sözü olmasaydı, aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz ki onların ardından Kitab’a mirasçı olanlar, huzursuzluk veren bir şüphe içerisindelerdir. Sen (tevhide) davet et. Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevalarına/arzularına uyma. Ve de ki: ‘Ben, Allah’ın indirdiği tüm Kitaplara iman ettim. Sizin aranızda adaletle (hükmetmekle) emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda hüccet (karşılıklı delil getirip tartışmak) yoktur. (Çünkü hak, apaçık ortadadır.) Allah hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş O’nadır.’ ”[21]

Okuduğumuz ayette de Allah (cc) bizden önce kendilerine kitap verilen toplulukların cehalet nedeniyle değil, bağy ahlakı nedeniyle dinde ayrılığa düştüklerini; onlardan sonra gelenlerin de bu ihtilafları tevarüs edip bu ihtilaflar nedeniyle dinlerinde şüpheye düştüklerini haber vermiştir. Sonra Allah Resûlü’ne insanları tevhide (veya ayrılığa düşmemeleri gereken kitaba)[22] davet etmesi ve emrolunduğu gibi dosdoğru olması emredilmiştir. Öyleyse burada istikametin özel anlamı; geçmişten tevarüs edilen ihtilaflara, mezhebî kaygılarla ortaya çıkmış düşünce ve ayrılıklara aldırmadan Kitap’ta apaçık izah edilen tevhide davet etmek, gereksiz tartışmalardan kaçınmaktır. Allah’ın (cc) indirdiği bütün kitaplara iman etmek ve o kitapların ortak hükümleri olan tartışmasız gerçeklere insanları çağırmak din konusunda istikamet yoludur.

Tevhid İnancının Gereğiyle Amel Etmek ve Tevhidde Sebat Etmek İstikamettir

“Şüphesiz ki ‘Rabbimiz, Allah’tır.’ deyip sonra da istikamet üzere olanların üzerine melekler iner (ve der ki): ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevinin.’ ”[23]

“Şüphesiz ki ‘Rabbimiz, Allah’tır.’ dedikten sonra istikamet üzere olanlar, onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.”[24]

“Rabbim, Allah’tır.” demek bir itikat beyanıdır. Kişi yalnızca O’nun rububiyet ve egemenliğine teslim olacağını, hayatı O’nun (cc) emir ve yasakları doğrultusunda tanzim edeceğini ilan etmiş, tevhide şahitlik etmiş olur. Ancak bu kadarı yeterli değildir. Tevhide şahitlikten sonra istikamet üzere olmak, yani o ikrarın gereğiyle amel edip ölene dek o ikrarda sebat etmek gerekir. Şöyle ki; tevhide şahitlik insanın hayatının bir parçasıdır. Bunun yanında insanın zaaf ve arzuları, ayağını kaydırmaya çalışan şeytan ve nefsi, sadıklardan olup olmadığı açığa çıksın diye maruz kaldığı imtihanlar vardır. Tevhide şahitlikle bu sayılanlardan biri karşı karşıya geldiğinde, şahitliğinden yana tercihte bulunup nefsin hevası, İblis’in iğvası ve imtihanın sarsıntılarından -Allah’ın yardımıyla- korunanlar, istikamet ehli olanlardır.

Ebû Bekir (ra) şöyle der: “İstikamet, (Allah’a iman etmen ve) hiçbir şeyi O’na ortak koşmamandır.”[25]

Ömer (ra) şöyle der: “Allah’a (cc) itaatte dosdoğru olup, yılan gibi sağa sola sapmayanlar (yamuk, zikzaklı hayat yaşamayanlar)dır.”[26]

İbni Abbâs (ra) ve Enes ibni Mâlik (r.anhum), “Lailaheillallah şehadetinde dosdoğru olanlardır.” der.[27]

Sufyân Es-Sevrî (rh) şöyle der: “Konuştuklarına muvafık amel yapanlardır.”[28]

İbni Teymiyye (rh) ise şöyle der: “Allah’ın sevgisi ve O’na kullukta istikamet üzere olup sağa sola meyletmeyenlerdir.”[29]

Tevhide şahitlik ettikten sonra istikamet ne kadar önemliyse, bu hâli sürdürmek için çabalamak da o kadar önemlidir. Hedef O’nunla (cc) karşılaşıncaya kadar istikameti korumak, yalpalamamaktır.

Mucâhid (rh) bu hususta şöyle der: “Lailaheillallah dedikten sonra O’na (cc) kavuşana dek hiçbir şeyi ortak koşmamaktır.”[30]

“Ey iman edenler! Allah’tan hakkıyla korkup sakının! Yalnızca Müslimler/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullar olarak can verin.”[31]

Ahlak ve Amelde İstikamet

Kalbin İstikameti

Ummu Seleme Annemizden (r.anha) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Kalpler, Rahmân’ın parmaklarından iki parmağı arasındadır. Dilediği kalbi eğriltir/saptırır, dilediğini istikamet üzere kılar.”[32]

Amel ve ahlakta istikametin aslı kalbin istikamet bulmasıdır. Zira kalp bütün organların kumandanı, yönlendiricisidir. Kalp istikamet bulursa organlar istikamet bulacak, kalp istikametten saparsa tüm organlar ve organlara bağlı olarak ameller ifsad olacaktır.

Nu’mân ibni Beşîr’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır. O düzelirse tüm beden düzelir; o bozulursa tüm beden bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.”[33]

İbni Receb (rh) şöyle der:

“İstikametin aslı kalbin tevhid üzere istikamet bulmasıdır. Ebû Bekir (ra), ‘Şüphesiz ki ‘Rabbimiz, Allah’tır.’ deyip sonra da istikamet üzere olanların…’ ayetindeki istikameti, Allah’tan başkasına iltifat etmemeleri olarak tefsir etmiştir. Kalp Allah’ı tanıma, saygı duyma, yüceltme, korkma, sevme, irade, umma, dua etme, tevekkül ve O’ndan başkasından yüz çevirme üzerine istikamet bulsa, tüm organlar O’na (cc) itaat konusunda istikamet bulur. Çünkü kalp tüm organların meliki, organlar da kalbin askeridir. Yönetici istikamet bulursa ordusu ve tebaası da istikamet bulur.”[34]

Dilin İstikameti

“Rabbim, Allah’tır.” veya “Allah’a iman ettim.” diyen insan, kul olduğunu itiraf etmiş olur. Bu itirafın istikamet bulması, kişinin söz ve amellerinde istikamet üzere olma çabasıyla mümkündür.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkup sakının ve doğru/sağlam/adil söz söyleyin. (Allah da buna karşılık) amellerinizi ıslah etsin, günahlarınızı bağışlasın. Kim de Allah’a ve Resûl’üne itaat ederse, şüphesiz ki büyük bir kurtuluş ve kazanç elde etmiş olur.”[35]

Yüce Allah söz söylediğimizde sedid, yani dosdoğru söz söylememizi emrediyor. Sözü müstakim kıldığımız takdirde amellerimizi ıslah edeceğini ve günahlarımızı bağışlayacağını vadediyor. Öyleyse müminin en önemli çabası sözü müstakim kılmak olmalıdır. Söz söylemeden önce o sözün sedid/dosdoğru olmasına dikkat etmelidir. Zira dil ile diğer organlar arasında kopmaz bir bağ vardır. Dil müstakim olunca -ayette de buyrulduğu gibi- organlar ve ona bağlı olarak ameller ıslah olmakta, dil bozulunca aksi bir hâl meydana gelmektedir.

Ebû Saîd El-Hudrî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Her sabah organlar, dile nida eder: Bizim hakkımızda Allah’tan kork! Sen istikamet bulursan biz de istikamet buluyoruz. Sen sapıtırsan biz de sapıtıyoruz.”[36]

Söz Ahlakı: Antlaşmalarda İstikamet!

“Mescid-i Haram’ın yanında antlaşma yaptıklarınız dışında, müşriklerin Allah’ın ve Resûl’ünün yanında nasıl bir ahdi olabilir ki? Onlar size karşı (sözlerinde istikamet üzere) dürüst davrandıkça siz de onlara (istikamet üzere) dürüst davranın. (Çünkü) Allah, muttakileri sever.”[37]

İslam’ın bizlerden istikamet istediği özel hususlardan biri, sözlerine bağlı düşmanlarımıza karşı dürüst olmak, onlar bir ihanet içerisine girmedikçe onlara ihanet etmemektir. Bu, söz ve antlaşmalarda istikamet ahlakıdır. Sahabe bu konuda çok titiz davranmış, Kur’ân ve Nebevî Sünnetin onlara kazandırdığı söz ve antlaşma ahlakına riayet etmişlerdir.

Himyer Kabilesi’nden olan Suleym ibni Âmir’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Muâviye ile Rumlar arasında bir anlaşma vardı ve Muâviye bu anlaşma süresi sona ermeden önce Rum ülkesine doğru yola çıkmıştı. Sulh süresi bitince de onlarla savaşacaktı. Bir at veya Türk atı üzerinde bir adam çıkageldi ve şöyle diyordu: ‘Allah büyüktür, Allah büyüktür! Size uygun olan verdiğiniz sözde durmaktır. Hainlik yapmamaktır.’ Bir de baktılar ki bu kimse Amr ibni Abese imiş. Muâviye ona bir kimseyi gönderdi ve bu meseleyi sordu. O da, ‘Ben Allah Resûlü’nü (sav) şöyle derken işittim: ‘Kimin bir kavimle arasında anlaşması varsa anlaşma bitene kadar veya anlaşmayı bozduğunu onlara bildirip onların da hazırlanmalarına fırsat verene kadar bu anlaşmayı ne bozsun ne de çözsün.’ Muâviye bunu duyunca geri döndü.”[38]

Namazda İstikamet

Sevbân’dan rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle demiştir:

“İstikamet üzere olunuz. Ancak siz bunu başaramazsınız. Bilin ki sizin en hayırlı ameliniz namazdır. Abdesti ise ancak mümin muhafaza eder.”[39]

Kelimenin kök anlamını anlatırken vurguladığımız gibi istikamet, dosdoğru olmayı talep etmek ve bu doğrultuda çabalamaktır. Bu çabayı gösterirken unutmamamız gereken şeylerden biri, insan olduğumuz ve nefsimizin zaaflarla malul olduğudur. Allah Resûlü (sav) bu sebeple bir insanın her açıdan istikamet üzere olmasının mümkün olmadığına dikkatimizi çekmiştir. Bu, ona (sav) verilen hikmettir. Aksi hâlde insan istikamet üzere olmaya çabalayacak, çabası akamete uğrayınca ümitsizliğe kapılacaktır. İşte bu nedenle Allah Resûlü (sav) bize istikamet üzere olmayı kolaylaştıran ve istikametin anahtarı olan namazı öğütlemiştir. Her yönden istikamet ehli olamayacağımız gerçeğine işaret ettikten sonra, namazın en hayırlı amelimiz olduğuna işaret etmiş; çabamızı namazımızı müstakim kılma yolunda harcamamızı dolaylı olarak öğütlemiştir. Namaz ki günde beş defa zorunlu olarak Rabbimizin huzuruna durduğumuz, bizimle O’nun arasındaki en güçlü bağdır. Namazımız istikamet bulursa kalplerimiz Yüce Allah’a bağlılıkta istikamet bulacak, bu da tüm amellerimizin istikametine vesile olacaktır.[40]

İstikamet ve Ahlak Güzelliği

Abdullah ibni Ömer’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Muâz ibni Cebel bir yolculuğa çıkmak istedi ve ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bana tavsiyede bulun.’ dedi.

Allah Resûlü (sav), ‘Allah’a ibadet et ve O’na hiçbir şeyi ortak koşma.’ buyurdu.

Muâz, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bana daha fazla tavsiyede bulun.’ dedi.

Allah Resûlü (sav), ‘Bir kötülük yaptığın takdirde derhâl bir iyilik yap.’ buyurdu.

Bu sefer Muâz, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Daha fazlasını buyur.’ Deyince Allah Resûlü (sav), ‘Dosdoğru ol ve ahlakını güzelleştir!’ buyurdu.”[41]

Allah Resûlü (sav), Muâz ibni Cebel’e tavsiyede bulunurken, istikamet üzere olmasını ve ahlakını güzelleştirmesini tavsiye etmiştir. İstikamet üzere olmak ahlakı güzelleştirmeyi gerektirir. Çünkü insan ilişkilerinde istikamet, ahlak güzelliğiyle mümkündür. İnsanlara faydalı olup zarar vermemek, güler yüz, paylaşmak, eza ve cefaya sabretmek, hata yapanları bağışlamak… gibi emir ve yasakların tamamı güzel ahlakla gerçekleşebilir.

Bir Amelde İstikamet

Ebû Fâtıma’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“ ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bana istikamet üzere amel edeceğim bir şey söyle.’ diye Allah Resûlü’ne sordum.

Allah Resûlü (sav) bana, ‘Hicret et! Çünkü onun gibisi yoktur.’ buyurdu.”[42]

Bir diğer rivayette;

“Ey Allah’ın Resûlü! Bana istikamet üzere amel edeceğim ve başkalarına öğreteceğim bir ilim öğret.’ dediğimde, Allah Resûlü ‘Sabrı elden bırakma! Çünkü onun gibisi yoktur.’ buyurmuştu.

Yine ben, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Hayatımı kendisine göre düzenleyeceğim ve başkalarına da öğretebileceğim bir ilim öğret.’ dediğimde ise, ‘Secdeden (namazdan) geri durma! Çünkü Allah’a her bir secde edişinde Allah senin dereceni bir derece yükseltir ve bir hatanı da giderir.’ buyurmuştu.”[43]

Allah Resûlü’nün terbiyesinde yetişen sahabe, ondan istikamet üzere olacakları bir ameli kendilerine öğretmelerini istemiştir. Allah Resûlü de onlara üzerinde istikamet üzere sebat edecekleri, onlarla özdeşleşecek, hiç terk etmeden yapacakları ameller tavsiye etmiştir. Her Müslim’in böyle bir derdi olmalı, istikameti her yönden kuşatamasa da imkân dâhilinde bir amel edinmeli ve onun üzerinde istikamet üzere olmaya gayret etmelidir. Bu ameli seçerken elbette her insanın mizaç ve ihtiyacı belirleyici olacaktır. Seçim yapmayanlar için en evla olan Allah Resûlü’nün (sav) tavsiyesi olmalıdır.

Bir sonraki sayımızda devam edeceğiz inşallah.


[1] 1/Fâtiha, 6

[2] Müslim, 38

[3] bk. Nehcu’l Esmâ, 2/73

[4] bk. 18/Kehf, 14

[5] bk. 30/Rûm, 30

[6] bk. 4/Nîsa, 24

[7] bk. El-Mufredât, s. 690 vd. k-v-m maddesi

[8] Câmiu’l Ulûm ve’l Hikem, Muessesetu’r Risâle, 1/510

[9] 3/Âl-i İmrân, 50-51

[10] 6/En’âm, 161-163

[11] Tefhimu’l Kur’an, 1/259-260, Âl-i İmrân Suresi 50-51. ayetlerin tefsiri

[12] “Bu, bizim indirdiğimiz mübarek bir Kitap’tır. Ona uyun ve korkup sakının ki merhamet olunasınız. ‘Bizden önceki iki topluluğa Kitap indirildi ve biz onların öğrendiklerinden habersizdik.’ demeyesiniz diye ya da ‘Şayet bize kitap indirilmiş olsaydı onlardan daha fazla hidayet ehli olurduk.’ demeyesiniz diye… Şüphesiz ki size Rabbinizden apaçık bir delil, hidayet ve rahmet geldi. Allah’ın ayetlerini yalanlayan ve ondan yüz çeviren (ya da insanların yüz çevirmesi için çabalayandan) daha zalim kim vardır? (Kendileri) ayetlerimizden yüz çevirip (başkalarını) da ondan alıkoyanları yaptıklarına karşılık azabın en kötüsüyle cezalandıracağız. (Allah’ın ayetlerini yalanlayan veya insanları ondan alıkoyanlar) kendilerine meleklerin, Rabbinin veya Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesinden başkasını mı bekliyorlar? Rabbinin bazı ayetlerinin geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanında hayır kazanmamış kişiye imanı fayda vermez. De ki: ‘Bekleyin (bakalım). Şüphesiz biz de beklemedeyiz.’ Dinlerini parça parça edip, kendileri de grup grup olanlar (var ya); senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi ancak Allah’adır. Sonra (Allah) onlara, yaptıklarını haber verecektir.” (6/En’âm 155-159)

[13] Fî Zılâl-il Kur’ân, 5/507-508, En’âm Suresi, 161-163. ayetlerin tefsiri

[14] 41/Fussilet, 6

[15] 39/Zumer, 54

[16] 39/Zumer, 17

[17] 13/Rad, 27

[18] bk. El-Esmau’l Husna, Tevhid Basım Yayın, 2/1037

[19] 11/Hûd, 109-113

[20] bk. Fethu’l Kâdir li’ş Şevkânî, Dâru’l Ma’rife, s. 677-678, Hûd Suresi 112. ayetin tefsiri

[21] 42/Şura, 14-15

[22] Tefsîru’t Taberî, Muessesetu’r Risâle, 21/516, Şûrâ Suresi 15. ayetin tefsiri

[23] 41/Fussilet 30

[24] 46/Ahkaf, 13

[25] Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 19/471, 68517 No.lu rivayet

[26] age. 19/472, 68521 No.lu rivayet

[27] age. 19/473, 68526-68527 No.lu rivayetler

[28] age. 19/474, 68539 No.lu rivayet

[29] bk. İbn-i Teymiyye Tefsîri, 8/287, Fussilet Suresi 30. ayetin tefsiri

[30] Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 19/473, 68529 No.lu rivayet

[31] 3/Âl-i İmrân, 102

[32] Tirmizi, 3522

[33] Buhari, 52; Müslim, 1599

[34] Camiu’l Ulumi ve’l Hikem, 1/511-512, 21. Hadis şerhi

[35] 33/Ahzâb, 70-71

[36] Tirmizi, 2407

[37] 9/Tevbe, 7

[38] Ebu Davud, 2759; Tirmizi, 1580

[39] İbni Mace, 277; Darimi, 681; Ahmed, 22378

[40] Namazda istikamet için bk. Fıkhu’l Hadîs/Sünnet İlmihali, 1/440 vd.

[41] El-Mustedrek ale’s Sahîheyn, 179

[42] Es-Sunenu’l Kubrâ li’n Nesâî, 7742

[43] Es-Sunenu’l Kubrâ li’n Nesâî, 8645

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver