Medine’den bahsediyorduk. Kaldığımız yerden devam edelim:
Medine’de en etkileyici iki mekân, elbette Ravzâ ve Mescid-i Nebevi’dir. Bu sebeple kaldığınız günler de az olunca Mescidden ayrılasınız hiç gelmez. Fakat turlar Medine’de bir gezi rotası da sunuyor size. Bu rotalar siyer bilginiz azsa ya da hiç yoksa çok da bir anlam ifade etmez. Oysa her mekân nice güzelliklerin şahididir. Şahitliğini anlatmak için ziyaretçilerini beklemektedir.
Bu gezilerin ilk ve en büyük şahitlerinden biri Bedir. Bedir, Medine’ye araçla yaklaşık 150 km uzaklıkta. Hava sıcak olunca araçla dahi olsanız uzak geliyor insana. Ve yol uzayıp giderken bir kervanı vurmak için bineksiz, teçhizatsız ve oruçluyken bu kadar yolu nasıl da gelmiş Nebi (sav) ve arkadaşları, demekten kendinizi alamıyorsunuz. Bedir’e varınca beyaza boyanmış bir mescidle karşılaşıyorsunuz. Burası Aris Mescidi. Resûlullah’ın karargâhının kurulduğu yer. Hemen karşısında savaşın yaşandığı kuyular. Gözlerinizi kapatıyor ve kendinizi orada hayal ediyorsunuz. Habbâb ibni Munzîr (ra) Resûl’e (sav) kuyuların kapatılmasını ve Mekkelilerin susuz bırakılmasını teklif ediyor. Harika bir savaş stratejisi. Resûl onaylıyor. Siz de sahabeyle birlikte hızla kuyulara toprak atıyorsunuz. Terleyen teninize yapışıyor toprak. Gam değil. Hemen siperlere geçiyorsunuz. Önce mübareze yapılacak. Allah Resûlü’nün (sav) sesini duyuyorsunuz: “Kalk, ey Hamza! Kalk, ey Alî! Kalk, ey Ubeyde!” Bedir’in tepelerinde tekbirleriniz yankılanıyor. Mübarezenin ardından iki ordu kıyasıya çarpışıyor. Sayı farkı çok açık. Sahabiler yalnızca 350 kişi. Gözlerinde zerre korku yok. Yüreklerinde Allah’a (cc) karşı iman ve yakîn, tam. Resûl (sav) çadırında. Elleri semada. Ridası omzundan düşmüş. Sen bu topluluğa yardım etmezsen bu topluluk helak olur, diye yalvarıyor. Çadırdan gülümseyerek çıkışını Ebû Bekir (ra) ile birlikte izliyorsunuz. Anlıyorsunuz, yardım geliyor. Etrafınıza bakıyorsunuz. Kuyuların ilerisindeki tepelerden 5000 meleğin sarı sarıklarıyla meydana akın ettiğini hayal ediyorsunuz… Küfrün önderlerinin tek tek öldüğünü görünce bu savaşın hak ile batılın ilk savaşı oluşunun canlı şahidi oluyorsunuz.
Bir anne görüyorsunuz, tâ uzaklardan kuyulara doğru bakan. Savaşı hararetle takip eden bir anne… Afrâ olduğunu anlıyorsunuz hemen. İman etti edeli oğullarına Resûl’ün (sav) sevgisini aşılamıştı. Ve ona en çok eziyet eden Ebû Cehil’i anlatmıştı onlara. Demek savaş meydanında Ebû Cehil’i öldürmek için fırsat kollayan iki oğlunu takip ediyor. Korku yok yüzünde. Yalnızca gurur var. Oğulları Ebû Cehil’i yaralıyor. Yüzü gülüyor annenin. Kıpırdayan dudaklarından Allah’a hamdettiğini anlıyorsunuz.
Afrâ’yı orada bırakıp savaşın coşku ve heyecanından sıyrılıyor, şehitliğe gidiyorsunuz. Bir levha ve mütevazı bir şehitlik karşılıyor sizi. Levhada on dört Bedir şehidinin ismi yazıyor. Bedir’in aslanları onlar. Bu levha ne ki diyorsunuz, Allah’ın Kitabı’nda ayetsiniz siz… Resûl (sav) sizin hakkınızda, “Ne yaparlarsa yapsınlar, bağışlanmışlardır.” buyuruyor.
Listede tanıdık dört kişi var.
Onlardan biri Sa’d ibni Hayseme. Hicret yolunda, Kuba’da konaklayan Nebi’yi (sav), bahçesinde ağırlayan, Ashâb-ı Suffa’yı ise evinin geniş odalarında misafir eden sahabi… Hatta sonraları onun evi Beytu’l Uzzab, yani Bekârlar Evi olarak anılıyor.
Biz Sa’d’ı babasıyla münakaşasından tanıyoruz. İkisi de ilk Müslimlerden ve ikisi de Bedir’e katılıp şehit olmayı arzuluyor. Resûl (sav), ailenin geçimi için yalnız birinin gelebileceğini söylüyor. Kuradan başka seçenek yok. Baba Hayseme üzgün. Zira kazanan Sa’d. Ve Sa’d sadece kurada kazanmadı. İslam’ın ilk savaşında, şehadet şerbetini içenlerden oldu. Bu en büyük kazançtı.
Listede gencecik bir sahabi de var. Daha on altı yaşında. Sa’d ibni Ebî Vakkâs’ın kardeşi Umeyr. Resûl (sav) safları dolaşırken onu fark ediyor ve geri dönmesini istiyor. Umeyr ağlıyor… Savaşmak için değil bu gözyaşları. Şehadet için ağlıyor. On altı yaşında bir gencin gözyaşlarına şahit oluyor, nice dersler çıkarıyorsunuz. Resûl (sav) bu duyguya kayıtsız kalamıyor. Umeyr’i kabul ediyor. Ve Umeyr de Bedir’in şehitlerinden oluyor.
Listedeki tanıdıklardan ikisi de Afrâ’nın oğulları. Ebû Cehil’i öldürücü darbeyle yaralama şerefine varan bu gençler şehitlik şerefini de elde etmiş. Her birine selam vererek ayrılıyorsunuz.
Bedir, sadece bir savaş meydanı değil; imanla yoğrulmuş bir direnişin, teslimiyetin ve sadakatin sembolü. Her taşında bir dua, her kum tanesinde bir mücadele saklı. Orada yürürken yalnızca tarihin izlerini değil, kalbinizin en derin yerinde yankılanan bir çağrıyı duyorsunuz: “Sen de safını seç!” Bedir’in şehitleri, sadece bir dönemin kahramanları değil; bugünün inananlarına da yol gösteren yıldızlardır. Onlara selam verirken aslında kendi yolculuğunuza da bir niyet bırakmış oluyorsunuz.
İlk Yorumu Sen Yap