Hamd âlemlerin Rabbine, salât ve selam, O’nun Rasûlü Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem , ailesine, ashabına ve etbaına olsun.
Rafızilerin tarihini anlattığımız bu yazı dizisinde; bu akımı besleyen, büyüten ve günümüzdeki hâline getiren birçok sebebi zikrettik. Fakat bunlardan hiçbirisi Kerbela olayı kadar belirleyici olmamıştır. Hatta düz bir mantıkla düşünüldüğünde Rafızilerin, Ali’yi radıyallahu anh çok daha fazla ön plana çıkartmaları gerekirken, asıl vurgu Kerbela olayı ile Hüseyin’e radıyallahu anh olmuştur.
Biz bu olayı anlatmaya geçmeden önce, hem Rafızilerin uydurmaları ile garip bir formata sokulan Kerbela hadisesini daha sahih bir şekilde anlamak hem de çeşitli dersler çıkartmak için Kerbela olayını anlatacağız inşallah.
Hasan’ın ve daha sonra da Muaviye’nin radıyallahu anhuma vefatı, İslam tarihinde Allah Rasûlü’nün ifadesi ile ‘ısırıcı krallık’ devrinin başladığının habercisi idi. Muaviye radıyallahu anh, vefat etmeden hemen önce yerine oğlu Yezid’i halife olarak atadı.
Yezid’in halifeliğine her beldeden biatler ile cevap verildi. Gözler ise Mekke ve Medine ehlinde idi. Buralardaki dört isim, insanların sözlerine değer verdikleri kişilerdi: Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Hüseyin b. Ali ve Abdullah b. Zübeyir radıyallahu anhum.
Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbas radıyallahu anhuma, halifeye biat ettiler ve bunun en belirgin alameti olarak, halifenin atadığı valinin arkasında Cuma namazını kıldılar. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyir radıyallahu anhuma ise biat etmediler. Fakat meselenin tekfirle bir alakası olmadığını göstermesi açısından ve biraz da kerhen, Cuma namazını valtinin arkasında kıldılar. Bu durum, Medine valisinin dikkatini çekmişti. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyir’e bu hususta nasihatler etti. Fakat onlar, yine de biata yanaşmadılar.
Bu arada, daha ilk andan itibaren bu ateşin körükleyicisi olan Kufe halkı, tekrardan sahneye çıktı. Hüseyin’e radıyallahu anh sürekli mektuplar yazmaya başladılar. Yezid’in valilerinin onlara nasıl zulmettiğini, hilafetin eksik yönlerinin olduğunu ve benzeri sebepleri öne sürüp Hüseyin’e biat etmek istediklerini söylediler.
Kufe’den gelen biatlerin ve mektupların çoğalması üzerine Hüseyin radıyallahu anh, olayı bizzat yerinde müşahede etmesi için amcasının oğlu Müslim bin Akil’i radıyallahu anh Kufe’ye gönderdi. Müslim, Kufe’ye vardığında çok büyük bir ilgiyle karşılaştı. Çok kısa bir sürede binlerce insan, Hüseyin’e biatlerini sundular. Bunun üzerine Müslim bin Akil, hemen Medine’ye bir mektup yazıp Hüseyin’e, Kufe’nin çok uygun olduğunun haberini verdi. Hüseyin, haberi alır almaz yol hazırlıklarına başladı.
Hüseyin’in yola çıkacağını öğrenen sahabelerden bazıları, onu bu işten vazgeçirmeye çalıştılar. Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyir radıyallahu anhum, bunların başında geliyordu. Fakat dikkat çeken şey; bu sahabelerin karşı çıktıkları noktanın Hüseyin’in radıyallahu anh fiilinin yanlış olması değil, bunun Kufe ehline güvenerek yapılması idi. Yezid’in hilafetini kabul etmeyen Abdullah b. Zübeyir dahi, meselenin içinde Kufe olunca Hüseyin’e gitmemesi için dil dökmeye başladı.
Bu sahabelerin ve genel olarak diğer uyarı yapanların üzerinde durdukları noktaları şöyle sıralayabiliriz:
Kufe halkı bundan önce de Ali’ye radıyallahu anh destek olacaklarını söylemişlerdi. Ama Ali, onlardan hainlikten başka bir şey görmemişti.
Yezid’in hilafetiyle alakalı bir sorun varsa ve buna karşı bir kampanya yürütülecekse, bunun merkezi Mekke ve Medine olmalıydı. Hüseyin’e radıyallahu anh biat etmeyi düşünen kimseler de buralara gelmeliydi.
Eğer Kufe ehlinin hepsi, Hüseyin’in radıyallahu anh yanında ise, bir samimiyet göstergesi olarak başlarında bulunan Yezid’in valisini al aşağı etmeliydiler. Böylece onların mevzuya ne kadar ciddiyetle yaklaştıkları görülmüş olurdu.
Gitme kararından vazgeçilmeyecekse başka merkezlerin seçilmesi daha uygun olur, özellikle de merkezî yönetimin etkisinin az olduğu ve Ali’nin radıyallahu anh taraftarlarının daha yoğun bir şekilde yaşadığı Yemen bölgesi, bunun için daha uygundu.
Tüm bunlara rağmen yine de Kufe’ye gidilecekse, yolda karşılaşılabilecek sorunlara çözüm olması için bir kuvvetle beraber gidilmesi ve ailelerin kesinlikle götürülmemesi…
Maalesef Hüseyin radıyallahu anh, bu önerilerin hepsine sadece hayır duasıyla karşılık vermekle yetindi ve Kufe’ye doğru ailesinin de bulunduğu bir toplulukla beraber yola çıktı.
Medine’de durum bu iken ve Hüseyin radıyallahu anh yola çıkmış iken, Kufe’de yeni gelişmeler olmaya başladı. Kufe valisi Numan bin Beşir radıyallahu anh, insanların Emevi yönetimine karşı bir ayaklanma içerisine girmeye yeltendiklerini ve bu işin başında da Hüseyin’in olduğunu anlayınca insanları topladı ve nasihatlerde bulundu. İki başlılığın ortaya çıkaracağı fitneye vurgu yapan Numan bin Beşir, özellikle Kufe’nin ileri gelenlerine, böyle bir kalkışmaya ön ayak olmamaları hususunda tavsiyede bulundu.
Kufe’deki olaylardan haberdar olan Yezid ise, valisinin tavırlarından hiç hoşnut değildi. Daha sert yöntemlerin kullanılması gerektiğini düşünen Yezid, Numan bin Beşir’i görevden aldı. Yerine de Kerbela’daki katliamın sorumlularından Ubeydullah bin Ziyad’ı atadı.
Ubeydullah, ilk olarak olayın hangi boyutlarda olduğunu ölçmeye çalıştı. Meselenin ciddi manada kök saldığını anlayınca, halkın arasına saldığı casuslar ile bu kalkışmayı üst düzeyde kimlerin sahiplendiğini araştırdı.
Kufe ehlinden iki üç kişinin ismi netleşince; bunları para ile, ikna olmayanları da tehdit ile bu işten vazgeçirdi. Müslim b. Akil’i radıyallahu anh, Kufe’ye ilk geldiği günden beri saklayan ve diğer yerlerle bağlantısını sağlayan kişiyi hapsedip öldürmesi ise bardağı taşıran son damla oldu.
Müslim radıyallahu anh bu olay üzerine, Hüseyin’e radıyallahu anh biat eden dört bin kişinin hemen bir araya gelip valilik sarayına yürümesi emrini verdi. Bunu haber alan Ubeydullah b. Ziyad, o topluluğun içerisinde bulunan kişilerin önde gelenlerini çeşitli teklif ve tehditlerle kendi tebalarını bu işten uzak tutmalarını istedi ve bunda da başarılı oldu. En ilginci ise Müslim’in çağrısına uyan kişilerin eşlerinin, propagandalar neticesinde kendi kocalarını böyle bir işten alıkoymalarıydı.
Dört bin kişi ile yola çıkan Müslim’in radıyallahu anh etrafında, sarayın önüne geldiğinde sadece altmış kişi kalmıştı. Kufelilerin hainliğini, acı bir tecrübeyle de olsa tadan Müslim, Kufe sokaklarında yapayalnız kalmıştı. Sığındığı evin çocuğunun, valiye haber vermesi üzerine yakalanarak şehid edildi. Yakalanmadan hemen önce bir haberci ile Hüseyin’e radıyallahu anh durumun vehametini anlatan bir mektup gönderdi ve asla Kufe’ye gelmemesini söyledi. Mektubu yolda alan Hüseyin, geri dönme imkânı varken Kufe’ye gitmeyi tercih etti.
İnşallah diğer yazımızda da Kerbela’da yaşananları ve bu olaydan çıkarmamız gereken dersleri anlatmaya çalışacağız.
Davamızın sonu, âlemlerin Rabbine hamd etmektir.
Not: Bu yazımızda geçen tarihi vakıalar Muhammed Sallabi’nin Emeviler dönemi adlı kitabından özetle alıntılanmıştır.
İlk Yorumu Sen Yap