Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah’a hamd olsun. Salât ve selam her yönüyle bize en güzel örnek olan Rasûlullah’ın üzerine olsun.
Bir önceki yazımızda Ebubekir’in radıyallahu anh yerine Ömer’i radıyallahu anh bırakmasını anlatmaya çalışmıştık. O yazımızda da görmüştük ki, Ebubekir’in radıyallahu anh hilafete gelmesiyle Ömer’in gelişi arasında fark var. Buradan yola çıkarak aklımıza şu iki soru gelebilir.
— İslam’da kimler halife olabilir?
— İslam’da halife seçimi nasıl yapılır?
a. İslam’da Kimler Halife Olabilir?
Halifelik müessesesi, içinde barındırdığı birçok maslahat nedeniyle İslam’da en önemli kurumlardandır. Öneminden dolayı bu konu alimler tarafından çokça konuşulmuş ve çeşitli açılardan değerlendirilmiştir. Alimler, bir kimsenin Müslümanların başına halife olabilmesi için bir çok şart zikretmişlerdir. Bu şartları sıhhat ve kemal şartları olarak iki kısma ayırabiliriz.
Sıhhat Şartları: Bir kimsenin halife olabilmesi için mutlaka olması gereken ve olmadığı taktirde halifeliği geçersiz kılan şartlardır.
Kemal Şartları: Olması güzel olan fakat olmadığı taktirde halifeliğe zarar vermeyen şartlardır.
Halifede bulunması gereken şartları maddeler hâlinde zikredecek olursak;
1. İslam
Müslümanların başına halife olacak kimsenin Müslüman olması gerekir. Konu ile ilgili nasların çokluğu ve açıklığından dolayı alimler bu şartta ittifak etmişlerdir. Konuyla ilgili delillerden bazıları şunlardır:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin. Ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve Rasûlü’ne götürünüz. Bu hem daha hayırlı hem de sonuç itibariyle daha güzeldir.” (4/Nisa, 59)
Ayete dikkat edilirse Allah subhanehu ve teâlâ “Sizden olan emir sahiplerine” demiştir. Bu kayıt İslam dışındaki bütün milletleri nefy etmiştir.
“Allah müminlerin aleyhine kafirlere yol vermeyecektir.” (4/Nisa, 141)
Ayete ilk bakıldığında Allah’ın bir meseleyle ilgili haber verdiği görülmektedir. Ancak bazen cümlenin yapısı haber içerikli olsa da kastedilen şey emir olabilir. Arap lügatinde var olan ve Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde kullanılan bu üslup Nisa suresi 141. ayetinde de karşımıza çıkmaktadır. Ayette her ne kadar ‘Allah müminlerin aleyhine kafirlere yol vermeyecek’ dense de aslında kast edilen ‘Ey iman edenler! Kafirlerin sizin üzerinizde hiç bir velayet hakkı yoktur. Kendi üzerinizde onlara velayet hakkı tanımayın’dır.
Velayetin sınırı, kadının velisi olmak gibi en basit şekilden, yöneticilik gibi en üst mertebeye kadar uzanmakta ve bu alan içerisinde kafirlere bütün kapılar kapatılmaktadır.
Bir başka delil ise vela-beraya taalluk eden bütün naslardır. Çünkü kafirler ile basit meselelerde dahi dostluk yapmak yasaklanmışsa, onları yöneticilik mertebesine çıkarmak evleviyetle yasaklanmıştır.
“Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse muhakkak o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (5/Maide, 51)
Ebu Musa el-Eşari radıyallahu anh Hristiyan bir katibi yanında çalıştırmaya başladığında, Ömer radıyallahu anh ona çok kızmış ve bu ayetin de içerisinde geçtiği bir mektup yazarak onun işine son vermesini söylemiştir. Demek ki sahabenin yanında bu mesele çok hassastı. Basit bir devlet işinde dahi kafirlerin olmasına müsaade etmiyorlardı.
Ubade bin Samit’in şöyle dediği rivayet edilir: ‘Rasûlullah bizi çağırdı. Biz de kendisine biat ettik. Bizden söz aldığı şeyler arasında; sevinçte ve tasada, darlıkta ve bollukta kendisini dinleyip itaat etmemiz, kendisini şahsımıza tercih etmemiz ve işin ehline karşı çıkmamamız vardı. “Ancak açık bir küfür görmeniz ve buna dair elinizde Allah’tan bir delil bulunması hâli müstesna” dedi.’ (Buhari, Müslim)
Hadiste açık bir şekilde itaatin İslam kaydı ile sınırlandırıldığı görülmektedir.
Son olarak bu konuyla ilgili alimlerin icmasını nakledebiliriz. Halifeliğin ilk şartı olan İslam’la alakalı birçok alim konuşmuş ve hepsi de bu hususta ittifak etmişlerdir. İmam Nevevi ve Hafız ibni Hacer kitaplarında Kadı İyad’dan şunu naklederler:
‘İcma ettiler ki, kafire imamet geçerli olmaz. Sonradan küfür hâli ortaya çıkarsa azledilir.’
2. Akıl
Halifeliğin geçerliliği için akıl şarttır.
Akıl şartı ile kast edilen halifenin deli ya da sefih olmamasıdır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Kalem üç kişiden kaldırılmıştır. Uyanıncaya kadar uyuyandan, buluğa erinceye kadar çocuktan, akıllanıncaya kadar deliden…” (Ebu Davud)
Kişi bu hâllerde kendi yaptıklarından dahi sorumlu değilken, tasarruflarının herhangi bir geçerliliği yokken, ümmetin meseleleriyle ilgili nasıl adım atabilir, onları temsil edebilir?
Aklın tamamen yitirilmesi halifeliğe engel teşkil ettiği gibi, aklı tam olarak kullanamamak tabir-i caizse olgunlaşmamış olmak da halifeliğe engeldir. Çünkü Allah subhanehu ve teâlâ ‘sefih’ diye adlandırılan bu taifeyi mal ile alakalı tasarruflarda bulunmaktan dahi men etmiştir.
“Allah’ın sizin için geçimlik kıldığı mallarınızı sefihlere/beyinsizlere vermeyin. Kendilerine bunlardan yedirin, giydirin. Bir de onlara güzel söz söyleyin.” (4/Nisa, 5)
3. Erkeklik
Halifenin erkek olması gerekir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Farsların başına Kisra’nın kızının yönetici olarak getirildiğini duyunca şöyle buyurdu:
“Başlarına kadınları tayin eden bir toplum felaha ermez.” (Buhari)
Hadisten de çok açık bir şekilde anlaşıldığı gibi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, kadınların başa geçmesine müsaade etmiyor.
4. Hürriyet
Köle kendi nefsinin bile maliki değildir. Kendisiyle ilgili tam yetki sahibi olmayan birisinin ümmetin başına geçmesi düşünülemez.
Burada şu hadis-i şerif kafa karıştırmaktadır:
“…Başınıza kafası kuru üzüm tanesi kadar olan Habeşli bir köle dahi atansa işitin ve itaat edin…” (Buhari)
Alimler farklı izahatlarla çelişkili gibi gözüken bu durumu açıklamaya çalışmışlardır.
Bir grup alim, buradaki emirlikten kastın hilafet olmadığını, asıl kast edilenin namaz emirliği, komutanlık vb. görevler olduğunu söylemişlerdir.
İmam Hattabi gibi bazı alimler ise bu hadiste mübalağa ile konunun anlatılmaya çalışıldığını söylemişlerdir. Yani ‘Böyle bir şey olmaz ama velevki olmuş gibi hayal edelim, o durumda dahi itaat gerekir’ denmektedir. Bu uslüp Arap lügatinde mevcuttur. Zuhruf suresi 81. ayeti de bu kullanıma bir örnektir.
“De ki: Şayet Rahman’ın bir evladı olsaydı ibadet edenlerin ilki ben olurdum…” (43/Zuhruf, 81)
Bazı hâllerde kölenin başa gelmesi vaki olabilir. Mesela; İslam toplumu köle bir Müslümanı başa getirdi. Ya da köle güç kullanarak cebren hilafeti ele geçirdi. Bu gibi ihtimaller üzerine zikredilmiş bir hadis de olabilir.
5. Adalet
Adaletten kasıt, imamın büyük günahlara sevk edecek şehevi duygulardan ve küfre varmayan bidatlerden uzak durmasıdır. İki noktadan birinin ihlali adalet sıfatını zedeler.
Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:
“Hani Rabbi, İbrahim’i birtakım kelimelerle imtihan etmişti. O da bunları eksiksiz yerine getirmişti. (Allah): ‘Ben seni insanlara imam yapacağım’ demişti. İbrahim de: ‘Zürriyetimden de’ demişti. Allah: ‘Ahdim zalimlere erişmez’ demişti.” (2/Bakara, 124)
İmam Şevkani bu ayet-i kerime ile ilgili şöyle der:
‘Ayetin zahiri ihbarî olsa da asıl itibariyle emirdir. Çünkü Allah’ın haberinin tehallüfü olmaz. Oysa birçok zalimin imam olduğunu görmekteyiz.’
Yani Allah’ın ‘Ahdim zalimlere erişmez’ buyruğunu haber olarak kabul edersek, ayetin anlamı şu olur: Yöneticiler zalim olamaz!
Ayeti haber olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Çünkü zalim olan bir çok yönetici vardır. O zaman, ayetin anlamı ihsadır. Yani; ‘Zalimler yönetici olmasın ya da zalimleri yönetici yapmayın’ şeklindedir.
İmam Kurtubi ise bu ayetin tefsirinde şöyle demektedir:
‘Bir grup ilim adamı bu ayet-i kerimeyi imamın/halifenin bu işi üstlenebilecek gücün yanında adaletli, ihsan sahibi ve fazilet sahibi bir kimse olması gerektiğine delil göstermişlerdir. Nitekim Peygamber’in işin ehli olan kimseler ile çekişilmemesine dair emri de bu gibi kimseler hakkındadır.’
İmam Şankiti ise, Bakara suresinin 30. ayetinin tefsirinde imamet için on şart sayıyor ve altıncı şart olarak adaleti zikrediyor. Delil olarak da Bakara süresi 124. ayeti gösteriyor.
İbni Haldun ise meseleye başka bir açıdan yaklaşıp şöyle der:
‘İmamın kendisine yetki verilen her alanda adalet şartı isteniyorken, yetkili olanlarının en büyüğünde istenilmemesi düşünülemez.’
İbni Haldun şunu söylemektedir: ‘Halifenin kontrolündeki İslam mahkemelerinde en basit meselelerde yapılacak tahkikat için dahi şahitlerde adalet şartı aranmaktadır. Şahitlerde bile adalet şartı aranıyorsa, en baştaki yöneticide nasıl aranmasın?’
6. İlim
İlimden kast edilen halifenin, İslam devletinin mahkemelerinde kadılık yapacak ve içtihad edebilecek düzeyde bilgiye sahip olmasıdır.
İlim şartını ileri süren alimler, Talut ve Calut kısasını delil almışlardır. Allah subhanehu ve teâlâ İsrailoğullarının isteği üzerine onlara imam olarak Talut’u göndermiştir. Talut’un vasıfları sayılırken ilmi de zikredilmiştir.
“Peygamberleri onlara: ‘Bilin ki Allah, Tâlût’u size hükümdar olarak gönderdi’ dedi. Bunun üzerine: ‘…Biz, hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz hâlde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur?’ dediler. ‘Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir’ dedi.” (2/Bakara, 247)
Ayetten yapılan istidlal bu hâli ile çok doğru değildir. Çünkü ayette ilmin şart olduğuna dair kesin bir şey yoktur. Ancak ‘Vacibin kendisiyle tamamlandığı şey de vaciptir’ kaidesi gereğince ‘ilim’ şartının gerekli olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü ilim ile hedeflenen şeylerin hepsi halifenin üzerine vaciptir.
Konu ile ilgili İbni Haldun şöyle der: ‘Asıl vazifesi Allah’ın ahkamını tatbik etmek olan yönetici, bu hükümleri bilmeden nasıl hükmedebilir?’
İmam Maverdi ise şöyle der: ‘İmamete dahil olan ve meselelerde içtihad edecek kadar halifenin ilminin olması gerekir.’
İlim şartı, alimlerin üzerinde ittifak ettiği bir şart değildir. İmam Maverdi, İbni Haldun ve Kurtubi gibi alimler ilmin şart olduğunu konusunda ittifak olduğu söyleseler de bu doğru değildir. Çünkü birçok ilim adamı farklı görüş beyan etmektedir.
Onlardan biri olan İmam Gazali şöyle der: ‘İmamın yanında müçtehidlerin olması ve onun takvalı olması yeterlidir.’
İbni Hazm da ilim şartının yokluğunun imameti iptal etmeyeceğini, sadece varlığının güzellik katacağını belirtmiştir.
Maalesef İslam’ın ilk zamanlarında halifelik için şart koşulan ya da onun ahkamı içerisinde zikredilen bazı meseleler, vakanın gerektirdiklerinden dolayı farklı değerlendirmelere tabi tutulmuştur.
Mesela, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir emir varken çıkan ikinci emirin öldürülmesini emretmiştir. Sünnette bu hüküm gayet açıktır. Ancak İslam topraklarının genişlemesi, devletlerin parçalanıp devletçiklerin ortaya çıkması sonucunda ikinci emir hakkında varid olan bu hüküm, farklı yorumlar ile değişik bir formata sokuldu.
Hilafetin saltanata dönüşmesi sonucunda ilim ehli olmayan kişilerin halife olması da ilim şartında aynı etkiyi yapmıştır diyebiliriz.
Allah nasip ederse geri kalan şartları bir sonraki yazımızda zikretmeye çalışacağız.
Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap