Emanetin zikredildiği yerde iki kavram belirir… Eda ve hıyanet. Biz de hasbihalimize bu kavramlar üzerinden devam edeceğiz. Bir önceki hasbihalimizde sorumluluğun önemi ve beklenti içinde olmanın sıkıntılarına değindik. İslam için, Müslümanların maslahatı adına sorumluluk almak Allah’ın subhanehu ve teâlâ lütfudur… İnsanın kendini ilgilendirmeyen işlerle uğraşması, hayra muvaffak olamaması Allah’ın subhanehu ve teâlâ ondan yüz çevirdiğinin alameti olduğu gibi; İslam’a hizmetle şereflendirmesi, bu aziz dava adına sorumluluk yüklemesi ise Allah’ın subhanehu ve teâlâ kulu için hayır dilediğini gösterir. Rahman olan Allah, kulu için hayır diledi mi, ona hayrın yollarını kolaylaştırır. İslami çalışmalarda yerini almak, hizmette bulunmak bu babtandır.
Ancak her nimette olduğu gibi, sorumluluk ve hizmet nimetinde de bazı kayıtlar vardır… Kişi Allah’ın subhanehu ve teâlâ lütfettiği bu nimeti, Allah’ın subhanehu ve teâlâ dilediği gibi yaşar ve şükrünü sözlü-fiili eda ederse muvaffak kılındığı nimet, hayırla neticelenir. Bu insanın elinde olan bir şeydir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sahabesine dünyanın zararlarını ve dünyalık hususunda onlar adına korktuğunu anlatıyordu. Bir adam şöyle sordu:
” ‘Hayır şerle beraber gelir mi?’, Allah Rasûlü cevaben: ‘Hayır, ancak hayırla gelir. Dünya malı tatlı ve yeşildir. Baharın bitirdiği her ot yiyip şişeni ya öldürür ya da perişan eder. Usulünce yiyen müstesna… Bu mal tatlıdır, kim onu hakkıyla alır ve yerli yerinde kullanırsa ne güzel yardımcıdır. Kim de hakkıyla elde etmezse yiyip de doymayan gibidir.’ ” Muttefekun Aleyh; (Ebu Said el-Hudri)
Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem anlatmak istediği şudur:
Allah subhanehu ve teâlâ malı, bahar mevsiminde çıkan otlar misali nimet olarak vermiştir. Hayvanlardan ara vermeden yiyen ya şişip patlar veya helak olmaya yakın bir hale gelir. Otları usulünce yiyen, acele etmeyen, yediğini vücuttan atıp yenisine yönelen ise bahar boyunca ziyafetini sürdürür. Birine ziyafet sofrası olan bahar mevsimi bir diğerine azap olur. Oysa yedikleri şeyler aynıdır. Bu örnekten dünya malına geçer. Allah subhanehu ve teâlâ dünya malını insanlara nimet olarak yaratmıştır. Bu yönüyle hayırdır onlar için. Kimi insan onu usulünce elde eder ve Rabbi’nin razı olduğu şekilde kullanır. O mal ona yardımcı olur. Dünya hayatını kolaylaştırdığı gibi ahiret hayatını da kolaylaştırır. Onu haksız yolla elde eden ve Rabbi’nin razı olmadığı yerde harcayan ise yiyip de doymayan, şişerek patlayan hayvan gibidir.
Vermek istediğimiz sonuç da budur. Allah subhanehu ve teâlâ el-Muhsin’dir, kullarına nimetlerle ihsan etmeyi sever. Sürekli O’na yönelip, O’na kulluk edeceklere kapılar açar. Çünkü el-Fettah’tır… Kul hakketmese de karşılıksız lütfundan ve rahmet hazinelerinden bahşeder; çünkü el-Vahhab’tır.
İslam davasına hizmet fırsatı da bu nimetlerdendir. Kim onu hakkıyla alır ve Rabbi’ni razı etmek için kullanırsa, onun için dünya ve ahiret hayatını güzelleştiren bir nimet ve yardımcı olur. Kim de bu nimetle şereflendikten sonra hakkını vermezse, bu nimetle dünya ve ahiretini heder eden bir müflis olur. Allah’a subhanehu ve teâlâ sığınırız.
İslam davası adına sorumluluk almak aynı zaman da emanet almaktır.
Bu nimetin ahiret nimetine dönüşmesi için; emanetin hakkı verilmeli, hainlerden olmaktan şiddetle sakınılmalıdır. Zira ismi dahi selim kalpleri nefret ettirip kaçırmaya yeter. Hıyanet…
Ebu Zer radıyallahu anh anlatıyor:
” ‘Bana görev vermez misin ey Allah Rasûlü?’ dedim, elleriyle omuzuma vurdu ve şöyle dedi: ‘Ey Ebu Zer; sen zayıfsın, istediğin şey emanettir. Kıyamet gününde ise pişmanlık ve rezalettir. Onu hakkıyla alan ve sorumluluğunu hakkıyla ifa edenler müstesna.’ ” (Müslim)
Bu nimetle şereflenmiş kardeşlerin dikkatlice düşünmeleri gerekir. Ebu Zerr radıyallahu anh kimdir? Sahabenin en takvalılarından ve Allah yolunda bedellerin en çetinini ödemiş yiğitlerden bir yiğit… O, Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem görev talep ediyor, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem İslam adına alınan her sorumluluğun emanet olduğunu söyleyip, Ebu Zer’in hakkını vermeyeceğinden korktuğu için onu radıyallahu anh men ediyor… Bu ismine ’emanet’ lafzı laf olsun diye ıtlak edilen görevlerden değildir. Öyle bir emanettir ki; kıyamet günü pişmanlığa ve insanın küçük düşüp, rezil olmasına neden olur.
Sorumluluklar derken kastımızı yineliyoruz; küçük-büyük, kadın-erkek, yaşlı veya genç… Bir insandan veya cemaat lideri olup birçok insanın ilmî, siyasî, ahlakî veya sosyal gelişiminden sorumlu olan, Allah’ın subhanehu ve teâlâ dini uğruna taşın altına elini sokan herkestir. İslam davasına hizmetle şereflenmiş bu kardeşlerimizi, muhasebeye davet ediyoruz. Bize tevdî edilen emanete vefa ve eda ehlinden miyiz? Hıyanet ve nankörlük ehlinden mi? Konunun hassasiyetinin ne kadar farkındayız? Kendimize ve kardeşlerimize bu noktayı sıkça hatırlatıyor muyuz? Şeytan bizleri hıyanet ehli yapıp, bu nimeti helak vesilesi kılmak için elinden geleni yapıyorken, bizler kendimizi sakındırıyor muyuz?
Bir örnekle konunun Allah subhanehu ve teâlâ ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yanındaki hassasiyetini ifade edelim, umulur ki bu konuda hasbihal eylediğimiz kardeşlere muhasebelerinde yardımcı olur.
Beni Kurayza Yahudileri Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem hıyanet etmiş, ahitlerini bozmuşlardı. Onlar Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sallallahu aleyhi ve sellem adına Sa’d bin Muaz’ın radıyallahu anh hükmüne razı oldular. Sa’d radıyallahu anh erkeklerin katline, kadın ve çocukların esir edilmesine hükmetmişti. Bu hükmü duyanlardan biri de Ebu Lubabe bin Abdulmunzir radıyallahu anh idi. Yahudiler ona yönelmiş, kadınlar ağlamaya başlamıştı. Bu durumdan etkilenen Ebu Lubabe eliyle boğazını göstermiş ve kesileceklerini işaret etmişti. Gerisini Ebu Lubabe’den dinleyelim:
“Vallahi ayaklarım yerinden oynamadan Allah’a ve Rasûlü’ne hıyanet ettiğimi anladım.”
Ve kendini mescitte bulunan direklerden birine bağladı.
“Allah yaptığımdan dolayı tevbemi kabul etmedikçe bu mekandan ayrılmam. Allah’a söz veriyorum ki bir daha Ben-i Kurayza’nın yaşadığı yere adım atmam ve kimse beni Allah ve Rasûlü’ne hainlik ettiğim o topraklarda göremez.”
Bu olay üzerine şu ayetler indi:
“Ey iman edenler, Allah’a ve Rasûlü’ne hainlik etmeyin, bile bile emanetlere de hainlik etmeyin.” (8/Enfal, 27) (Bkz. Taberi Tefsiri, İbni Kesir Tefsiri, Siyret İbni Hişam)
Evet, Ebu Lubabe radıyallahu anh bir mecliste bulunup hükme şahitlik ediyor. Ve bunu sadece el işaretiyle gösterip ifşa ediyor. Yaptığı şey çok kısa bir süre sonra hayata geçecek. Yani ilelebet gizli kalması gereken bir sırrı açığa çıkarmıyor. O işaret etse de, etmese de, hüküm Yahudiler üzerinde uygulanacak. Vahiy bu noktada öyle bir işlemiş ki kalbine, adımını atmadan hainlik ettiğine kanaat getiriyor… Mazeret, yalan, ama, lakin yok. Hemen Rabbi’ne yöneliyor. Ve tüm insanların göreceği şekilde bağlıyor kendini. Semadan tevbesinin kabulü inmeden mekanı terk etmiyor. Öyle bir tevbe ki; hıyaneti işlediği topraklara bir daha basmamaya yemin ediyor. İşte İslam davasında emanet kavramı böyle ele alınmalıdır. Sahabenin bu hassasiyeti Allah ve Rasûlü’nün bu konudaki hassasiyetinden kaynaklanıyor.
Kalbi ölmüş veya nifakla mühürlenmiş kişi dışında kimse bu lakaba razı olmaz nefsi için. Allah’a, Rasûlü’ne, davaya ihanet…
Ebu Lubabe’nin radıyallahu anh bu hassasiyeti sıdkın; emanetlerde hainlik münafıkların alametidir.
“Münafığın alameti üçtür. Konuştuğunda yalan söyler, sözünde durmaz, emanete hainlik yapar.” (Buhari, Müslim; Ebu Hureyre)
“Dört şey vardır ki, kimde bulunursa o saf münafıktır. Kimde o dört hasletten biri bulunursa onu bırakıncaya dek, onda münafıklıktan bir haslet vardır. Emanete hıyanet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verdiğinde bozar. Düşmanlıkta haddi aşar.” (Buhari, Müslim; Abdullah bin Amr)
Müminlerin emanetler hususundaki hassasiyetleri Allah’a subhanehu ve teâlâ ve ahiret gününe olan imanlarındandır. El-Mümin ve es-Selam olan Rabbleri, bu iki sıfatına aykırı olsa da hainliği cezasız bırakmayacaktır. Kulların en sevdiği hasletler olduğu için, mümin ve Müslüman diye isimlendirmiştir. O’nu subhanehu ve teâlâ en iyi anlayan ve anlatan Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu iki kelimeyi:
“Müslüman elinden ve dilinden selamette olunandır.” (Buhari, Müslim)
“Mümin insanların mallarında ve canlarında kendinden emin olduklarıdır.” (İbni Hibban) şeklinde tefsir etmiştir.
Münafıklar bu manalardan yoksun oldukları için haindirler. Onların kalplerinde Allah’a subhanehu ve teâlâ ve O’nun yanında olanlara dair bir rağbet yoktur. Hesap şuurundan mahrumdurlar. İslam davası için tehlikeli olmaları hatta ‘asıl düşman’ diye isimlendirilmeleri bundandır. Nerede ve nasıl hainlik yapacakları belli değildir.
“Asıl düşman onlardır. Sakın! Onlardan…” (63/Münafikun, 4)
Allah subhanehu ve teâlâ insanlara yüklediği kulluk sorumluluğunu ’emanet’ diye isimlendirmiştir.
“Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.” (33/Ahzab, 72)
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kulların kalbine indirilene emanet demiştir. Huzeyfe radıyallahu anh:
“Muhakkak emanet ilk olarak insanların kalplerinin membaına indirildi. Sonra Kur’an ve sünneti öğrendiler. Sonra kişi uyur ve emanet kabzedilir (kalbinden alınır). Öyle olur ki insanlar alışveriş yapar, nerdeyse bir kişi dahi emanetin hakkını vermez ve denir ki: ‘Falanca kabilede ’emin’ bir insan vardır.’ Bir insana ne akıllı, güçlü, zarif denir de, onun kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur.” (Buhari, Müslim özetle.)
Hayrın başlangıcı emanet; şerrin ve fesadın başlangıcı ’emanetin’ insanlardan alınmasıdır. Öyle bir hal alır ki emin olan insanlar isimleriyle bilinir olur. Kulluk ve teklifin dahi ’emanet’ olarak isimlendirilmesi bizleri muhasebeye sevk etmelidir. Özelde İslam davasında üstlendiğimiz sorumluluklar, genel olarak da hayatımızda bize ’emanet’ olarak verilenler üzerinde düşünmeliyiz. Bizler bu emanetlerin neresindeyiz? Hayatımızda ’emanet’ olan herşey beraberinde bize üçüncüsü olmayan iki sıfattan birini getirir: Hain ve Emin. Allah subhanehu ve teâlâ, Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ve müminlerin omuzlarımızdaki emanetinde hangi durumundayız?
Bu konuda düşünmek için önümüzde zaman var. Bu süre zarfında hayatımızda bulunan emanetleri ve bu noktada hassasiyetimizi kontrol edelim. Allah subhanehu ve teâlâ nasip ederse gelecek sayımızda madde madde emanetlere hıyanet ve eminliğin alametlerini hasbihalimize konu edinelim.
İlk Yorumu Sen Yap