Bugün insanlar neden kendilerine bir takım önderler edinmektedirler?’, ‘Neden bu önderlerinin hükümlerine sanki ‘ilahi’ bir hükümmüş gibi sarılmaktadırlar?’, ‘Neden tabi olduklarını iddia ettikleri dinin sahibi olan Allah’ın subhanehu ve teâlâ hükümlerinden yüz çevirmiş vaziyettedirler?’ gibi soruların beynimizi kemirdiği şu dönemde, insanlığın son derece garip olan hallerine şahitlik etmekteyiz. Azımsanmayacak derecede fazla olan büyük bir kitle, sanki bir eylem birliği etmişçesine kendilerini nispet ettikleri şeyden fersah fersah uzaklaşarak, dini mehcur bir vaziyete düşürmüşlerdir. Peki, bunun altında yatan asıl neden nedir? İşte her şeyden önce irdelenmesi gereken mesele budur. Toplumun üzerine yağan bu dalâlet yağmuruna bakıldığı takdirde, bu yağmuru getiren bulutun İslam’a ve onun hükümlerine karşı ciddiyetsizlik, lakaytlık ve teslimiyetsizlik olduğu görülecektir. Toplumun bu dine olan ciddiyetsizliği ve bu dine teslim olmayışı, onları helak eden bir sele maruz bırakmıştır. Lakin bu durum sadece dalâlet içerisinde olan kâfirlere has bir durum olmayıp, gaflet içerisinde bocalayan müminleri de ilgilendiren bir mevzudur. Bu yazımızda ‘Bizi bu dinin esası olan teslimiyetten alıkoyan nedir?’ sorusunun üzerin de yoğunlaşarak, bağlılık ve teslimiyet konularını açıklamaya çalışacağız. Söylemiş olduğumuz doğrular Allah ve Rasûlü’ne ait olup, yanlışlar ve hatalar ise bizden ve günahkâr nefsimizden kaynaklanmaktadır.
Teslimiyetin en büyük delili, müntesibi olmakla şeref ve izzet bulduğumuz ‘İslam’ kelimesidir. İslam kelimesi, kendi içerisinde teslimiyet manasını barındıran bir kelimedir. Hatta Allah subhanehu ve teâlâ ayette şöyle buyuruyor;
“Rabbi ona ‘teslim ol’ deyince, İbrahim ‘Âlemlerin Rabbine teslim oldum’ dedi.” (2/Bakara, 131)
Hanif bir Müslüman olan İbrahim aleyhisselam, Rabbinin bu isteğine ‘Âlemlerin Rabbine teslim oldum’ diyerek iktida etmiştir. Buradan, teslimiyetin İslamiyet’in şartı olduğu anlaşılmaktadır. ‘Ben Müslümanlardanım’ diyen herkes için teslimiyet, mutlak manada yerine getirilmesi gereken bir zorunluluk ve sorumluluktur. Çünkü kişi ancak Allah’ın subhanehu ve teâlâ hükümlerine teslimiyeti ile beraber Müslüman ismini alabilir. Kişinin Allah’ın subhanehu ve teâlâ hükümlerine teslimiyet göstermeksizin Müslüman bir fert olabilmesi düşünülemez.
İslam isminin, ancak kendisinin yerine getirilmesi ile alınabilen bu teslimiyetin hem zahirde hem de batında meydana gelen bir teslimiyet olması gerekir ki, kişi selamete erebilsin. Nitekim Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Hayır! Senin Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.” (4/Nisa, 65)
Bu ayetten hareketle konunun daha iyi anlaşılması amacı ile teslimiyeti iki kısma ayırmamız mümkündür;
Zahirî teslimiyet
Bâtınî teslimiyet
Zahirî teslimiyet, insanın Allah ve Rasûlü’nün emirlerini yerine getirmesidir. Bâtınî teslimiyet ise zahirde ifa edilen bu emre, kalpten bir sıkıntı duymamaktır. Kaldı ki yukarıda zikretmiş olduğumuz ayet bu manalara delâlet etmektedir. Ayetin ilk kısmında çekişmeli meselelerde Rasûlullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem hakem tayin etmek zahiri bağlılık ve teslimiyettir. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem verdiği hükme karşı kalpte herhangi bir marazın veya düşüncede herhangi bir sıkıntının olmaması hali ise, batınî bağlılık ve teslimiyet halidir. Ki bu da zikrettiğimiz ayette geçmektedir.
Allah’ın subhanehu ve teâlâ bu ayette kendisi üzerine yemin etmiş olması, meselenin ne kadar ciddi olduğunu göstermektedir. Allah subhanehu ve teâlâ bu teslimiyet hali oluşmaksızın imanın gerçekleşmeyeceğine dair, Aziz olan nefsi üzerine yemin etmektedir. Peki, Rabbimizin bu denli ciddiyetle üzerinde durmuş olduğu bir meseleye karşı, insanların tutumları nasıl olmuştur? Acaba insanlar Allah’ın vaaz ettiği hükümlere, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın ‘ama’ları, ‘bence’leri bir kenara bırakarak ‘İşittik ve itaat ettik’ (24/Nur, 51) mi demişlerdir? Maalesef ki böyle değil! Allah’ın rahmet ettiği hayırlı bir azınlık müstesna, birçok insan zahiren bile bunu gösterememişlerdir. Halbuki İslam olan kişi, aynı zamanda teslim olmuş olan kişi değil midir?! Bir tarafta İslam iddiası, diğer tarafta içten duyulan bir sıkıntı ve hükme karşı gevşeklik… Bir tarafta ağız dolusu ‘Ben Müslümanım’ iddiası, diğer tarafta ‘Bence bu böyle olmalı’, ‘Ama bugün içerisinde olduğumuz şartlar buna elvermiyor’ sözleri… Bir tarafta sahabenin İslam’ı, diğer tarafta ise toplumun sanki bir mirasmış gibi babadan oğula sürdürdükleri isyanı… Bir tarafta yapı taşını teslimiyetin oluşturduğu ilahi bir din, diğer tarafta ciddiyetsizlik ve lakaytlıktan müteşekkil atalardan menkul bir din… Ne kadar da tuhaf bir iddiadır bu insanların İslam iddiası! İlimsiz bir kişinin âlimlik iddiasında bulunması, korkak birinin cesurluk iddiasında bulunması veya fakir birinin zenginlik iddiası kadar tuhaf…
İslam iddiaları ile zahir ve batınları birbirine paralel olmayan bu insanlar, bu İslamsızlıklarını/teslimiyetsizliklerini belli şekillerde icra etmektedirler. Bu şekilleri maddeler halinde yazıp açıklayalım.
1. Nasları Tevil Etmek: Şunu belirtmek gerekir ki sahih olan tevil, Ehli Sünnet’in kimi naslar üzerinde uygulamış olduğu tevil şeklidir ve konumuzla alakası yoktur. Burada kastetmiş olduğumuz tevil hiçbir dayanağı olmayan bozuk olan tevildir. Hatta bu bozuk tevili ‘tahrif’ olarak adlandırmamızda -Allah subhanehu ve teâlâ en doğrusunu bilmekle beraber- bir sakınca yoktur.
Şeyh Abdulkadir b. Abdulaziz bu konuda diyor ki: ‘Aslında tevil, şeriat hükümlerinin dışına gizli olarak çıkılması ve bağlılık kuralının çiğnenmesidir. Ancak bunu yapan kişi, açıkça İslam’a muhalefet etmeye cesaret edemediği için, tevil yolu ile gizlemeye çalışarak ona muhalefet etme yoluna gider. Naslara muhalefet ettiği halde, onlara sarılıyor görüntüsü verir.’
Şeyh’in bu dediğine, özellikle bizim yaşadığımız coğrafyada çokça rastlamak mümkündür. Size geçtiğimiz Ramazan Ayı’nda karşılaştığım tevil veya tefsir adı altında yapılan ‘tahrif’ örneğini aktarmak isterim. Dinlemiş olduğum bir programda bir şahıs Allah’ın subhanehu ve teâlâ bir ayetini insanlara tefsir etme çabası içine girmişti. Açıklamaya çalıştığı ayet Mücadele Suresi’nin ilk ayetleri. Bu ayet ve bu ayetin nüzul sebebi ile beraber bir küfür dini olan demokrasi ve bu sistemin bir parçası olan yargı sisteminin ne kadar önemli bir sistem olduğuna dair kendince bir istidlal(!) yaptı. Allah subhanehu ve teâlâ bu ayette şöyle buyuruyor;
“Gerçekten Allah, eşi konusunda seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan (kadın)ın sözünü işitti. Allah, aranızda geçen konuşmaları işitiyordu. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.” (58/Mücadele, 1)
Şahıs: ‘Ayetin kendisi sebebiyle indiği kadın, şikâyetini önce Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem iletti. Ancak bir cevap alamayınca şikâyetini Allah’a subhanehu ve teâlâ açtı. Bu da bize bugün ki yargı sisteminin pratize edilmiş halini göstermektedir'(!) mealinde sözler söyleyip bir üst mahkemelere başvurmanın güzelliğinden dem vurarak, demokrasiyi öve öve yere göğe sığdıramadı. Kendince yapmış olduğu bu ‘tevil’ işlemi, aslında ‘tahrif’ olarak isimlendirilmeye daha layıktır. Çünkü Allah’ın subhanehu ve teâlâ birçok ayeti, demokrasinin bütün organları ile beraber bir küfür dini olduğunu ve bir kişinin bu dini reddetmeden imanının geçerli olmayacağını ispatlamaktadır.
Yapılan tahrif örnekleri sayılamayacak kadar çoktur. Kendilerini dine teslim etmektense, dini kendileri teslim almaya çalışan bu insanlar, yirmi birinci yüzyılda kendi heva ve heveslerine uygun bir din oluşturma çabası içine girmişlerdir. Şeyh’in dediği gibi bunu açıktan yapamadıkları için tevillerini ve tahriflerini Allah’ın subhanehu ve teâlâ ayetlerine musallat etmişlerdir. Bu insanların cihadı, ‘Allah yolunda çalışmak ve nefisle mücadele etmek’ olarak tahrif ettiklerine çokça rastlarız. Ya da kadını daha da değerli kılan hicabı, ‘kalp temizliği’ şeklinde yorumladıklarına şahit oluruz. Ve daha birçoğunu duymakta ve görmekteyiz.
Önümüzdeki ay, zahir ve batınları birbirine paralel olmayan bu insanların bir diğer özelliğini, ‘Nasların Bazılarını Alırken Bazılarını Almamak’ başlığı altında yazamaya çalışalım.
Dualarımızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap