Okul eşyası satan dükkanlar tıklım tıklımdı! Aileler bir yandan bütçelerini etkileyeceği kesin olan bu badireyi en hesaplı şekilde atlatmanın telaşındayken, aynı zamanda da yanlarındaki afacanları zapt etmeye çalışıyorlardı. Ama sanki bütün çocuklar sözlerinin geçeceği bu nadir günü fırsat bilip, anne- babalarına isteklerini kabul ettirmek için söz birliği etmişlerdi.
Aynı dükkanlarda alış-veriş yapmasına rağmen yüzünde heyecandan eser olmayan bir tek İbrahim vardı. Babasının elinden tutarak çanta reyonunun önünde durmuş, dalgın gözlerle çantaları izliyordu. Bazen, geceleri hayallerini süsleyen çizgi film kahramanlarının resimlerini çanta üzerinde görünce gözleri parlıyor ama çok sürmeden eski haline geri dönüyordu.
İbrahim’in babası Yakup Usta da oğlundan farksızdı aslında. Ama bunu belli etmemeye çalışıyor, İbrahim’i de canlandırmak için dikkatini çekmeye çabalıyordu:
– Oğlum bak! Şu kaplıklar senin en sevdiğin renkten. Onlardan bir top alsak üniversiteye kadar yeter sana herhâlde!
– Bu beslenme çantasını beğendin mi?
– Ya şu çantaya ne dersin? Ne kadar büyük? İçine bırak kitaplar, sen bile sığarsın!
Tüm bu dikkat çekme seansları ‘Olur baba’, ‘Sen bilirsin’, ‘Tamam’ gibi kısa cevaplarla son buluyordu. Elbette bu halin bir sebebi vardı.
Yakup Ustalar’ın oturduğu binaya üç ay önce yeni bir komşu taşınmıştı. Adı Ahmet olan yeni kiracı, eşi, üç çocuğu ve annesi ile beraber kiraları daha uygun diye bu semte gelmişler ve Yakup Ustalar’ın binaya yerleşmişlerdi.
İki aile tanışma fasıllarını bitirince birbirine iyice ısınmış, geliş-gidişler sıklaşmıştı. İşte o zaman anlamışlardı ki, her ne kadar dış görünüşleri benzerlik arz etse de tamamen farklı dünyaların insanlarıydılar.
Ahmet’le her konuşmasının sonrasında Yakup Usta, yeni yeni soruları sormaya başlıyordu kendi kendine. Ahmet’in anlattığı İslam ile kendilerinin yaşadığı İslam arasında akla kara kadar fark vardı.
‘Ya Ahmet bilmeden konuşuyor ya da biz Müslüman değiliz’ diye söylendi Yakup Usta. İlk ihtimal biraz zordu. Çünkü Ahmet ne söylese Kur’an ve hadisten delil getiriyor, sahabe hayatından örneklerle konuşmasını zenginleştiriyordu. ‘Bizim müftü gibi: ‘Şu şöyle bu böyle’ diyerek kestirip atmıyordu.’ dedi kendi kendine.
İkinci ihtimali düşünmek bile istemiyordu. Şu yaşına kadar namazına, niyazına dikkat etmiş, oruçlarını kaçırmamak için çabalamış, kul hakkına çok önem göstermişti. ‘Bir de Hacca gitsem ne güzel olur.’ deyip hazırlık yapıyordu. Ama Ahmet’in anlattığı İslam’da Allah sadece bu ibadetlerde değil, hayatın her alanında emir ve yasaklar koyuyordu.
Hatta çocuğun hangi okula gideceği hususunda bile!
Evet, evet! İbrahim’i okula yazdıracağını söyleyince bir anda Ahmet’in yüzü değişmişti. O gün İbrahim’i kucağına almış daha çok sevmişti. Hiç bir şey söylemese de ters giden bir şeyler olduğunu anlamıştı Yakup Usta. Sonradan öğrendi ki Ahmet çocuklarını okula göndermiyor, kendisi gibi yapan iki- üç arkadaşıyla beraber çocuklarını evde eğitiyordu.
Çocukların okumaları güzeldi. Hatta hemen hemen her gün İbrahim’in yanına gelip Peygamberlerin hayatlarının anlatıldığı hikayeler okuyorlardı.
‘Allah da biliyor ya iyi ilgileniyorlar çocukları ile. Diğerlerini, arkadaşlarının çocuklarını bilmem ama Ahmet’in çocukları harika. Nasıl oturup kalkacaklarını çok iyi biliyorlar. Büyümüş de küçülmüş gibiler! Ama…!’
‘Ama böyle nasıl olacak? Çocuklar diplomasız nasıl yaşarlar? Diplomalı olanlar bile bir dikiş tutturamazken bu çocuklar nasıl ayakları üzerinde durabilirler?’
bu düşünceleri Ahmet de açmıştı. Hatırlayabildiği kadar şöyle demişti Ahmet:
– Yakup abi! Mesele rızık endişesi ise bunun çözümü çok basit. Bak! Sana geçenlerde gazetede okuduğum bir şeyi anlatayım. Okyanusun dibinde yaşayan bir canlı keşfetmişler. Bu canlının hareket kabiliyeti neredeyse hiç yok! Peki nasıl besleniyor? Okyanusun dibindeki dalgalar yiyecekleri, besinleri ta bu canlının ağzının dibine getiriyorlar. O da sadece ağzını açıyor. O kadar!
İnsan da Allah’ın yarattığı bir varlıktır. İnsanla beraber rızkı da yaratılır. Beşer çaba gösterir, harama meyletmezse Allah ona rızık kapılarını muhakkak açar.
Hem abi düşünsene! Bu dünyada yaşayan sayısız zalim, günahkâr insan var. Allah onların hepsinin rızkını veriyor. Sen çocuklarını okula, oradaki küfürden, haramdan, Allah’ın yasakladığı fiillerden kaçınsın diye göndermiyorsun. Hiç Allah senin çocuklarını rızıksız bırakır mı?
Sen kaçıncı sınıfa kadar okudun Yakup abi?
– Ortaokulu zar-zor bitirdik işte.
– Peki! Şu anda konfeksiyonda Usta başısın. Evine ekmek götürebiliyorsun. Tüm bunlar Ortaokul diploması ile mi oldu?!
Böyle sürüp gidiyordu konuşmalar. Her seferinde İbrahim’i okula göndermeyeceğine dair kendi kendine söz veriyordu. Hatta eşi ile konuşup onun desteğini bile almıştı. Ama ne oluyorsa ondan sonra oluyordu. Sanki şeytanlar sıraya girmişler, vesvese vermek için birbirleri ile yarışıyorlardı. O da bu ruh hali ile tekrardan fikir değiştiriyordu.
İbrahim’in ‘Babaaa!’ diye seslenmesiyle düşüncelerinden sıyrıldı Yakup Usta.
– Ne zaman eve döneceğiz?
– Hemen oğlum hemen! Şu alışverişi bitirelim, hemen çıkalım.
Aceleyle birkaç parça malzeme aldılar. İbrahim hiç sesini çıkarmıyordu. Parayı ödeyip kendilerini sokağa attılar.
Sıcak geçen bir yazdan sonra sonbahar rüzgarları sokaklar da esmeye başlamıştı. Yakup Usta yüzünü yalayan esintiyle biraz ferahlamıştı. Fakat bu durum uzun sürmedi. Yine Ahmet’in sözleri aklına üşüşüverdi.
– Yakup abi! Sen İbrahim’in yalancı, ikiyüzlü bir karakter de yetişmesini ister misin?
– O nasıl söz Ahmet? Çocuğunun öyle olmasını kim ister?
– O zaman çocuğunu okullardan uzak tut abi!
– ?!
– Şimdi söyleyeceklerimi iyi düşün abi! Siz Allah’ın emrettiği şekilde yaşamaya çalışan bir ailesiniz. Sen sakal uzatıyorsun, eşin de çarşaf giyiyor, değil mi?
– Evet! Çok şükür!
– Çocukların zihinlerinde okula gidinceye kadar anne babanın yeri çok başkadır. Büyüyünce nasıl hayat süreceklerinin hayalini anne- babalarının yaşantıları üzerinden kurarlar. Sizin kız çocuğunuz olsa, muhtemelen büyüyünce annesi gibi örtünmeyi hayal edecektir. İbrahim’in de senin şu halini örnek alması muhtemel.
– Doğru! Zaten arada sırada yüzünü boyayıp sakal yapıyor kendine!
– İşte okula başlayınca işler değişecek. Artık örnek alacağı yeni bir insan yani öğretmen ortaya çıkacak. Bakacak ki örnek aldığı anne-babası dahi öğretmene hürmet ediyor, ona öğretmeninin sözünü dinlemesini öğütlüyor. Çocuk da bu sefer öğretmenini izlemeye alacak. Onda güzel çirkin ne varsa hafızaya işlenecek. Bunlar karakterini şekillendirecek.
Sadece bu kadar olsa yine iyi! Bu öğretmen çocuğa ne anlatacak? Yeri geldiğinde öyle bir yaşantıyı övecek ki sizin hayat anlayışınızla taban tabana zıt. Mesela İbrahim okulda annesi gibi giyinenlerin aslında gerici olduklarını, büyük önder(!) sayesinde kadınların öğretmeni gibi giyinerek çağdaşlaştığını öğrenecek.
Şimdi bu çocuk ne yapsın? Okulda açıklığın faziletini(!), evde örtünmenin güzelliğini dinleyecek. Sonuç olarak da evde annesini okulda öğretmenini memnun etmeye çalışacak. Peki bunu nasıl becerecek? Yalan söyleyerek ya da evde başka, okulda başka maske takarak. Bu sadece bir örnek. Daha bunlar gibi İslamî yaşantıyla alakası olmayan onlarca şeyin övüldüğüne şahit olacak İbrahim!
İleriki aşama ise daha da kötü! Çocuk bakacak ki arkadaşları arasında kendi ailesi gibi yaşayan ya hiç yok ya da çok az! Arkadaş çevresinde yalnız kaldıkça bu sefer ailesinden soğuyacak.
Yakup Ustayı Ahmet’in konuşmaları içinde en çok sarsansa ahlaki konuşmalar olmuştu. Gerçekten de okulların hali içler acısıydı. Yakup Usta bundan haberdar olsa da ‘Ben İbrahim’i korurum.’ diye düşünüyordu. Fakat Ahmet’i dinleyince bunun hiç de kolay olmayacağını anlamıştı. Hele hele kendi okul yaşantısı aklına gelince hepten umutsuzluğa düşmüştü.
Gerçekten hayatında şu anda da bir kısmı var olan bir çok günahın temeli okulda, oradaki çevrede atılmıştı. Hem de altıncı sınıfa kadar köy gibi bir ortamda, bu meselelerde tavizsiz olan ailesinin gözetiminde okumuş olmasına rağmen.
Durum bu olsa da gizliden gizliye haram işlemeye devam ederdi. ‘Gizliden gizliye’ diye düşünürken Allah’ın her şeyi gördüğünü hatırladı. Ürperdi.
Ortaokul için ilçe merkezine gittiğinde ise durum daha da vahimdi. Aynı sırayı paylaştığı kız arkadaşı ondan silgi isteyince nasıl da kızarıp, bozarmış, sıkılmıştı. İki üç ay sonra ise artık senli- benli konuşuyorlardı.
Ahmet günümüz okullarında var olan ahlaki bozukluklardan bahsederken Yakup Usta da bunları düşünüyordu işte. Birden Ahmet konuyu değiştirdi:
– Yakup abi! Bugünkü okullarda bu anlattıklarımdan daha kötü bir şey de var biliyor musun?
– Bundan daha kötü ne olabilir ki Ahmet?!
– Şimdi bana söyle abi! Adem’den aleyhisselam beri yeryüzüne teşrif etmiş en değerli insan kimdir?
– Her halde Muhammed’dir sallallahu aleyhi ve sellem.
– Evet abi! Ama Allah katındaki bunca değerine rağmen O sallallahu aleyhi ve sellem insanların kendisine saygı göstermek için ayağa kalkmalarını yasaklamıştır. “Ben de sizin gibi bir insanım” demiştir.
Peygamber’e sallallahu aleyhi ve sellem bile muamele böyle iken, okula giden çocuklar her sabah kimin huzurunda saygı duruşunda bulunuyorlar? Şeriatı ortadan kaldıran, halifeliği yok edip tüm dünyadaki Müslümanları kolları-kanatları kırık bir hale getiren onlarca İslam alimini, şeriatin yeniden hakim olmasını isteyen kimseleri astıran ve daha birçok suçun failinin putunun önünde!!! Hem de öyle bir and içiyorlar ki başlı başına bir facia!
Ulu önderin(!) yaptığı zulümlerin sonucunda açılan çağdaşlık yolunda yürüyeceklerine and içerek zehirleniyor bu körpecik zihinler! Halbuki Müslüman sadece Allah’ın huzurunda saygı ile kıyam ederek durur! Başka hiç bir yerde değil!
Bu antla beraber, her biri İslam’a vurulan bir darbenin kutlandığı resmi bayramları, onlara günler öncesinden yapılan hazırlıkları anlatmaya gerek bile yok herhâlde.
Yakup abi! Ben sana tüm bunları sadece İbrahim’i okuldan kurtar diye anlatmıyorum. Aslında İbrahim’i okula göndermeyerek sen kendini de kurtarmış olacaksın. Yoksa İbrahim anlattığımız bu fiilleri ne kadar yaparsa yapsın Allah katında bir sorumluluğu olmaz. Ta ki sorumlu tutulacağı yaşa gelinceye kadar. Peki o zamana kadar işlediği suçlar ne olacak? Ahirette hesabı sorulmak üzere onu okula gönderenlerin sırtına yüklenecek.
Sana son olarak şunu söyleyeyim abi! Çocuğu okula göndermeme kararı aldığında etrafındaki herkesin sana karşı çıkacağını göreceksin. Sakın onlara aldırış etme abi. Çünkü yarın Allah’ın huzuruna çıktığında, bugün seni fikrinden döndürmeye çalışanların hepsini kendi derdine düşmüş bir halde bulacaksın.
Sen ‘Eş, dost sonra ne der?’ diye düşünüp çocuğunu bu bataklığa gönderirsen, hesap günü geldiğinde yapayalnız kalırsın. Ama bu dünyada Allah’ı razı etmek için uğraşırsan çocuğunu bu ortamlardan muhafaza edersen belki dünyada başın ağrır, arkadaşların, akrabaların sana güler, seni yalnız bırakırlar. Ama asıl yardıma ihtiyaç duyulan o büyük gün geldiğinde, inşaallah Allah’ın dostluğunu kazanmış bir halde diriltilirsin.
İşte asıl kurtuluş da budur!
Gerçekten de Ahmet’in dediği gibi olmuştu. Yine İbrahim’i göndermeme kararı aldığı bir zamanda bu düşüncesini akrabaları işitmişti. Aman Allah’ım! Ev bir anda ana-baba gününe döndü. Sanki birisi ölmüş de taziyeye geliyorlar. Bir karanlık tablo çiziyorlar ki akıllar şaşar. Sanki dünyanın dengesi İbrahim’in okula gitmesi ile birebir bağlantılı! Olmazsa olmaz.
Hiç alakalı olmayan komşuları bile bu meseleyi dert etmişlerdi kendilerine. İbrahim’in ne çok seveni varmış da haberleri yokmuş! Acaba İbrahim’i göndereceği yer İslamî bir kurum olsaydı da son anda göndermekten vazgeçseydi aynı seferberlik hali yaşanır mıydı evde?
Elbette bu süreç İbrahim için de çok sancılı olmuştu Ahmet amcasının konuşmalarını daha sonrasında anne-babası arasındaki müzakereleri işitiyordu. Tam olarak anlamasa da özellikle son bir yıldır gitmeyi heyecanla beklediği okulun pek iyi bir şey olmadığını düşünmeye başlamıştı artık.
O her gördüğü kağıt parçasına okul aşkı ile bir şeyler karalayan İbrahim gitmiş, başka bir çocuk gelmişti. Biraz olsun canlandıran tek şey ise Ahmet amcasının çocuklarıydı. Daha doğrusu onların okuduğu hikayeler.
Herhâlde adaşı olduğu için en çok İbrahim Peygamberin hikayesini seviyordu. Hatta neredeyse hepsini ezberlemişti. Özellikle putları kırma, ateşe atılma, ateşin muhteşem bir bahçeye dönüşme sahneleri hep hayalindeydi. İbrahim Peygamberin yerine kendini koyuyor, en sonunda bahçeye kavuşunca sürekli top oynadığını düşlüyordu. Hatta bir keresinde bu hayalini ona hikayeleri okuyan Mustafa ile de paylaşmıştı. O da şöyle demişti:
– Allah’ın İbrahim Peygamberi ateşten kurtarıp, orayı bahçeye çevirmesi aslında İbrahim Peygamberin yaptıklarının bir karşılığı. İbrahim Peygamber Allah’ın emrine uyup putları kırınca, Allah da onu korudu. Sonra da böyle bir bahçe verdi. Eğer sen de böyle bir bahçen olsun istiyorsan Allah’ın emirlerine uy yeter.
İbrahim, babasının elinden tutmuş olmanın verdiği güvenle gözlerini kapatmış yürürken bunları düşünüyordu. ‘Ne yapabilirim ki? Allah’ın bana ne emrettiğini dahi bilmiyorum!’ dedi kendi kendine.
Babası durunca gözlerini araladı. Evlerine yaklaşmışlardı. Karşıdan karşıya geçeceklerdi. Babası arabaları kontrol ederken İbrahim’in gözü yolun karşısındaki okula takıldı. Burası kayıt olacağı okul.
Babasının hızlı adımlarına koşarak yetişmeye çalışarak karşıya geçti. Okulun bahçesinin sürgülü kapısı sonuna kadar açılmış, kayıt yaptırmaya gelenlerle bahçe neredeyse dolmuştu. Tam kapının önüne geldiklerinde İbrahim durdu. Uzak bir yeri görmeye çalışıyormuş gibi elini alnına siper yaparak bahçeden içeri baktı. Yakup Usta niye durduğunu anlamaya çalışır gözlerle İbrahim’e bakıyordu.
– Babaa!
– Efendim oğlum!
– Hani şu bahçedeki put var ya! O İbrahim Peygamberin kırdığı putlardan mı?
– ?!
İlk Yorumu Sen Yap