Kafile döneli bir kaç hafta olmuştu. Hacca katılmanın mutluluğu müminlerin tek konusu idi. Her oturumda Canım Peygamberim ile yaptıkları ibadetlerden bahsediyorlar, İslam’ın ve müminlerin geldiği noktaya hayret ederek geçmiş ile bugünü kıyaslıyorlardı. Ta ki o gün mescitte Nebi’yi göremeyinceye kadar… Her vakit mescide gelen Müslümanlar Canım Peygamberim’in imametinde namazlarını kılıyorlardı. Bugün ise her zamankinin aksine Canım Peygamberim namazı kıldırmamış hatta cemaate dahi katılmamıştı. Neler oluyordu?
__ Salim, çok korkuyorum arkadaşım.
__ Neden korkuyorsun Rafi? Anlamadım.
__ Acaba Canımız Peygamberimiz hasta mı, neden namazları kıldırmıyor?
__ Meşguldür. Kötü düşünme.
__ İnşallah dediğin gibidir. Ama hislerim onu bu makamda bir daha göremeyeceğimizi söylüyor.
__ Allah korusun ne diyorsun?
__ Hacdaki hutbeyi hatırlasana. Bir insanın vedası gibiydi.
__ Haklısın.
__ Ben dayanamayacağım gidip birine soracağım.
Rafi büyüklerden birinin yanına sokularak Rasûl’ün durumunu sordu. Aldığı cevap karşısında yüzü sapsarı kesilmişti. Yanılmamıştı. Canım Peygamberim hastalanmıştı. Mekke’den döndü döneli şiddetli bir başağrısı yaşıyormuş. Bu nedenle çok halsiz düşüyor ve namazlara gelemiyormuş. Herkes iyileşmesi için Allah’a dua ediyormuş.
Rafi duydukların inanamıyordu. Yine herşeyi en son o duymuştu. Nasıl haberdar olmamıştı bu başağrısından? Bir yandan elleri ile göyaşlarını siliyor bir yandan da eve doğru koşuyordu. Kapının önüne varınca annesini çağırdı ve eve gelmeyeceğini bir müddet mescitte kalacağını söyledi. Yanına birkaç yedek kıyafet ve biraz da azık almayı ihmal etmedi. Annesi neler olduğunu anlamaya çalışıyor, Rafi’ye sorular soruyordu. Fakat o çoktan mescidin yolunu tutmuştu.
Rafi mescitte kalarak Canım Peygamberim’i görebileceğini düşünüyor hiç değilse lavabo ihtiyacını karşılamak için dışarı çıkınca onunla karşılaşma fırsatını yakalamak istiyordu. Ya da belki kendini iyi hissettiği bir vakitte namaza bile gelebilirdi. Veya camdan bakarken onu görebilirdi. Allah’ım bir kez bir kez daha onu görmeyi nasip et bana diyerek mescitte kendine bir köşe seçti ve eşyalarını yanına bırakarak oturdu. Gözlerini hane-i saadete dikmiş öylece bekliyordu.
Zamanın ilerleyişini vakit namazlarından anlıyordu. Rasûl’ün evinin ne kapısı açıldı ne camı aralandı…İçeriye zaman zaman girenler oluyordu. Damadı Ali, dostu Ebubekir, bazen de Ömer giriyordu. Evden çıktıklarında yüzlerindeki ifade Canım Peygamberim’in hiç de iyi olamadığının açık bir göstergesiydi.
Rafi gibi birçok kişi de mescitte yatıp kalkmaya başladı. Onlar da Rasûl’den bir haber alabilmek onu son kez görebilmek için bu yolu seçmişlerdi. Fakat günler geçti Canım Peygamberim’in o güzel yüzünü göremediler.
Öğle namazı için ezanı okudu Bilal. Buruk idi sesi. Acılı, acıklı…
İmam yine Ebubekir idi. O da ağlamaklı. Yufka yüreği dostunun yerinde imam olmaya dayanamıyordu. Gözyaşları içinde namazı kıldırırken el çırpmaya başladı arka saftakiler. Neler oluyordu? Rafi bir an namazda olduğunu unutarak arkasına baktı. Heyecandan yere düşüp bayılacaktı. Canım Peygamberim geliyordu. Ali ve amcası Abbas’ın oğlu Fadl’ın kolları arasında. Ayaklarını yere sürte sürte geliyordu. Belli ki zorlanıyordu. Yüzünde her zamanki tebessümü vardı. O ashabına düşkündü, acısı ağrısı ne kadar olursa olsun belli etmemeye çalışıyordu. Ebubekir’in imamete devam etmesi için işarette bulunsa da sadık dostu onun önünde namaz kılamazdı. Buna dayanamazdı. Ebubekir Canım Peygamberim’e, cemaat de Ebubekir’e tabi oldu ve namazı bitirdiler. Selam verilince kimse yerinden bile kıpırdamadı. Canım Peygamberim doğruldu ve ashabına gülümsedi. Allah’a hamd ettikten sonra: “Allah kulunu dünya ve kendine kavuşma arasında serbest bıraktı. Kulu da Allah’a kavuşmayı seçti.” dedi. Herkes hüngür hüngür ağlıyordu. Bu vefat edeceği haberi idi. Sonra herkesten helallik istedi. Ardından da ashabından razı olduğunu, vefatından sonra kabrini tapınak haline getirmemelerini isedi. Ve evine doğru ilerledi.
Herkes gidişini gözyaşları içinde takip ediyordu…
İlk Yorumu Sen Yap