Gözlük

 

Her güneş tutulması arefesinde uzman hekimler halkı güneş tutulması ânını çıplak gözle izlememeleri yönünde uyarırlar. Çünkü korumasız bir şekilde çıplak gözle güneş tutulmasını izlemek gözlere ciddi zararlar verebiliyor. Sırf bunun için üretilmiş olan özel gözlüklerin kullanılması tavsiye edilir. Bu konudaki uyarı ve tavsiyeleri dikkate alanlar özel gözlükleri takıp güneş tutulmasını rahat rahat izlerler. O ânları hazırlıksız olarak karşılayanlar da hem güneş tutulmasını izlemekten mahrum kalmamak, hem de göz sağlığını korumak maksadıyla kendilerine pratik çözümler üretirler. Mesela; evdeki vitrinden renkli bir cam tabağı veya kaç zaman önce hastaneden çekilmiş röntgen filmini kapıp gözlerine siper edenler olur. Hatta renkli cam soda, kola ve şarap şişelerini dahi bunun için kullananlar olmuştur. Tabii güneş tutulması ânında çoğu insanın aklına istiğfarda bulunmak, Allah’a sığınmak, çokça dua etmek ve Küsuf (Güneş Tutulması) namazı kılmak gelmez, bu da ayrı bir konu.

Neredeyse hercûmercin yaşandığı günümüzde şahit olduğumuz olağanüstü gelişmeleri net olarak görmek ve doğru anlayıp anlamlandırmak hususunda güneş tutulması göz sağlığı meselesindeki hassasiyetten çok daha fazlasına ihtiyacımız var. Kesin olan şudur ki, gözler her ne kadar sağlıklı olursa olsun, yeryüzünü bir satranç tahtası gibi görüp kendilerini şah ve vezir olarak konumlandırarak başta müttefikleri olmak üzere diğer halkları ‘Büyük Oyun’larında kale, at, fil ve piyon olarak ileri sürerek gözetim ve kullanım haklarını elerinde bulundurduklarına inanan küresel şirk kuvvetlerinin sebep olduğu toz duman arasında hakiki tabloya vâkıf olmak için her bir müminin en çok ihtiyaç duyacağı şey, genel manzaraya doğru yerde ve doğru açıdan bakmaktır. Çıplak gözle görülmesi ve anlaşılması mümkün olmayan durumlarda dahi netliği, basireti ve feraseti arttıran saf tevhidî bir bakış ile bakmalıdır. İnançlara, hadiselere ve karakterlere bakışta, anlamada, tahlil etmede ve değerlendirmede tabiri caizse ‘Tevhid Gözlüğü’ kullanılmalıdır. Tevhid Gözlüğü’yle bakış, itikadları, hadiseleri ve karakterleri hakiki suretleriyle anlayıp değerlendirmek için sahih ve sağlıklı bir ölçü, bir mercek ve bir filtre imkânı sunar. Bu, Âdem aleyhisselam ile birlikte doğruluk çizgisi üzerinde başlayan insanlık hayatının aynı çizgide devam edebilmesinin de asıl mecrâsıdır.

Bugün yaşadığımız hadiselerin gerçekte ne mânâlar ifade ettiğini anlamak, anlamlandırmak ve istifade edilebilecek neticeler elde edebilmek için sadece gözlemde bulunmanın yeterli olmayacağı gayet açıktır. Gelişmelerin perde arkasının, gerçek sebeplerinin, ihtiva ettiği mesajların ve çok yönlü hedeflerinin açığa çıkarılabilmesi için ciddî ve organize bir güce sahip olmanın da tek başına yeterli olamadığı bir süreçteyiz. Böylesine sisli puslu bir çağda sis bulutlarının ardındaki manzarayı net olarak görebilmek için neredeyse tamamı Siyonist haçlıların kontrolünde bulunan etkili-yaygın uluslararası medya kuruluşları mahreçli haber ve görüntülerle yetinerek bir kanaat ve fikir edinen kimselerin hâli; kalbi olup da anlamayan, gözleri olup da görmeyen ve kulakları olup da işitmeyenlerin hâli gibidir. Bu durum özellikle dindar-muhafazakar insanlarımızın hakikatlerin çarpıtıldığı alana itilip zihnen orada hapsolunmaları neticesini doğurmaktadır.

Hemen hemen her gün şahit olunan olaylarda insanların büyük bir çoğunluğu ‘Hakikatler’ diye servis edilen yalan dağlarının gölgesinde ömür geçirmektedirler. Bu durum her geçen gün müthiş bir hızla gelişip yaygınlaşan ulaşım ve iletişim imkanlarının çokluğu ve ulaşılabilir olmasıyla büyük bir tezat teşkil etse de hakikat budur. Böyle garip bir sonucun ortaya çıkmasının bir sebebi de, Müslüman’ım diyen fertlerin akidelere, fikirlere, vakıalara ve karakterlere bakıp değerlendirmede bulunarak herhangi bir kanaat edinmede tevhide ve fıtrata uyumlu olmadığı hâlde bakışlarını/görüşlerini netleştirebileceğini umdukları farklı bir takım ‘gözlük’ler, kullanıyor olmalarıdır. Gerçeği arayıp bulmak niyetiyle yola çıktığı hâlde kendilerini çarpıtılan gerçekler sahasında bulan insanların kullandığı ‘gözlük’ler hakikatleri perdelemekten başka bir işe yaramamaktadır.

Laik Demokratik Cumhuriyeti Neredeyse ‘Hilafet’ Olarak Gören ‘Yanlış Gözlüklüler’

Tarih boyunca İslam’a karşı yürütülmüş savaşlarda kullanılan en etkili, en tehlikeli ve belki de küfür güçleri açısından en sonuç alıcı silah olan ‘Yumuşak Güç’ görünümlü itikad katili demokrasinin İslam coğrafyasındaki halklara verdiği zarar, rakamlarla ve istatistiklerle izah edilebilecek gibi değildir. Şuan hayatta bulunan ve dünya nüfusu içerisinde sayıları bir milyar üç yüz milyon olarak dile getirilen Müslüman sıfatlı insanların büyük bir çoğunluğunun yaşadığı mahrumiyet, zillet ve parçalanmışlığın en önemli nedenlerinin başında işte bu zillet ideolojisi, ‘yumuşak güç’ gelmektedir. Ümmet olma iddiasındaki nesiller itikatta demokrasi ve muamelatta da kapitalizmle büyük ölçüde etkisiz hâle getirildi. Tevhidden uzaklaşıp yüce Allah’ın subhanehu ve teâlâ İslam ümmetine en büyük lütuflarından olan hilafetten de mahrum bir şekilde geçen yüz yılın sonunda ortaya çıkan genel tablo, Tih çölünde kırk yıl boyunca dönüp dolaşan İsrailoğulları’nın ahvalini andıran bir manzara görünümündedir. Çoğunluğu hâlâ Tih ehlinin özelliklerini taşıyan bu nesil, bugün ABD’nin, İngilizler’in, Vatikan’ın, Ruslar’ın, Siyonistler’in ve hatta İranlılar’ın kâbusu hâline gelen ‘Nebevî menhec üzere raşid Hilafet’in yeniden tesis edilmesi ihtimalinden dahi büyük bir huzursuzluk ve endişe hissetmektedirler.

Küresel küfrün önde gelen güçlerine temenna durup aynı ittifaklarda yer alan, onlara müdarada bulunup yeri geldiğinde müdahane etme zilletine düşen Tih nesli yöneticilerin tevhid ümmeti içerisinde hilafetin yeniden ihyâsından duydukları hoşnutsuzluk, öfke ve korkuları ise çok daha şiddetlidir.

Sahih bir akide, doğru bir menhec ve temiz fıtrat sahibi olup ‘Müslümanım’ diyen hiç kimsenin bu tarz endişe ve korkulara kapılması tahayyül dahi edilemez. Bâtıl itikadlar ve batılı hayat tarzı, Müslümanlık iddiasındaki halkların içine o derece sinmiş ki Tevhid kelimesi dahi bugün artık neredeyse zihinlerde ilk ânda ‘suç’ veya ‘suçlu’ gibi çağrışımlara sebep olur hâle ge(tiri)lmiştir. Muhafazakar yahut modernist, hayatına sahih tevhid akidesiyle istikamet vermeyen bir kimse için Nebevi menhec üzere Hilafet’in güçlü bir şekilde ihyâsı meselesi; demokratik seçimlerde oy kullanarak dini değerler üzerinden prim yapan eşitlikçi bir tağutu hayâlindeki ‘Halife’ olarak seçmesinden daha önemli ve öncelikli değildir. Fikrî ve siyasî karmaşa içerisinde genel manzaraya ‘Tevhid Gözlüğü’ ile bakılmadığında hiç de arzu edilmeyen akıbetlerle karşılaşmak kaçınılmaz oluyor, maalesef.

İlimden nasiplenmiş birçok üstâd, hocaefendi ve akademisyenin son yıllarda tasvir etmeye çalıştıkları Peygamber portresi de malum olandan farklı bir tabloyla yüz yüze bırakıyor insanları. Temel kaynaklardan siyer okumayanlar söz konusu zatların anlatımlarından ötürü İslam’ın bazı aslî ıstılahlarının dahi öz anlamlarından daha dar ya da çok daha geniş mânâlarda kullanıma sokulduğunu en azından ilk anda pek de fark edememektedirler. Kısa süre öncesine kadar laik-kemalist rejimin temel kurumlarından birisi olarak tanımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatına mensubiyetlerinden dolayı ‘İtikadî bid’atçiler… Müraî… Münafık… Rejimin bel’amları vb.’ olarak tanımlanan topluluğa yukarıda bahsettiğimiz üstâd, hocaefendi ve akademisyenler de eklenmiş durumdadır. Şu farkla ki, bir buçuk iki senedir faaliyete geçen Beştepe Başkanlık Sarayı’na nisbetle eski ama yenilenmiş bir sıfatla tanımlanmaktadırlar. Tıpkı Osmanlı’nın son devrine kadar süregelen saltanat devirlerinde sıfat-ı meşhur olarak kullanılan ‘Saray Mollası’ terkibinde olduğu gibi Beştepe Sarayı da bu anlamda kendi özel ıstılahını üretmeye başlamış sayılır. Saray mollası sıfatını hak edenler, Anayasa da dahil kanun yapmada ve kanunların uygulanması gibi temel konularda tevhidî bir bakış, tahlil, değerlendirme ve sonuç elde etmede olması gerektiği gibi aslî misyonlarını ifâ etmekten oldukça uzaklar. Hâl böyleyken göz ve gönül ayarlarını bozan farklı ‘Gözlük’ler kullandıkları için Laik-Demokrat karakterini göz ardı ederek mevcut Cumhuriyet rejimini hani neredeyse Hilafet olarak isimlendirip vasıflandıracak noktaya gelmelerine az bir zaman kalmıştır. Bu tür kişiliklerde Nebevî Menhec üzere raşid Hilafetin güçlü bir şekilde yeniden ihyâsı hususunda çok farklı sebeplerden kaynaklı ciddî bir huzursuzluk, endişe ve korku olduğunu görmek hiç de zor değil.

Yönetim ve yöneticiler hususunda temel referansın Nebevî Menhec olmamasının altında ise söz konusu saray mollalarının tasvir edip zihinlerde yerleştirmeye çalıştıkları Peygamber tasavvuru bulunmaktadır. Saray ulemasına bakılırsa Medine İslam Devleti’nin kuruluşundan Mekke’nin fethine, ihanet ve fesat kavmi Yahudilerin Medine’den sürülmesinden o devrin süper devletleri olan Bizans ve Fars imparatorluklarına karşı İslam’ı yüceltme girişimlerine kadar her şey barış, diplomasi ve müzakerelerle gerçekleştirilmiştir. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem tek ve asıl misyonunun barış olduğunu dile getirirken kullandıkları söylemlerle başta ümmetin dinamizm kaynağı olan gençler olmak üzere çok büyük bir kitleyi bilinçli olarak adetâ sufî pasifizminin hendeklerine sürüklemektedirler. Buna da ‘İtikadî çukur siyaseti’ demek mümkündür.

İslamî olmadığı ısrarla ve ihtimamla gözlerden ve bilinçlerden uzaklarda tutulmaya çalışılan laik-demokratik sistemin içerisine dahil olmayı günümüz şartlarında elzem, hatta zaruri gören saray ulemasının bu ictihadı bir yönüyle parçacı yaklaşımın ibretlik bir örneğidir. Halbuki bir kısmı ak saçlı olan kerli ferli bu allamelerin, hareketlerinin başlangıç dahil tüm kademelerini Rabbanî menhec bütünlüğü içerisinde tedricî olarak uygulamaya çalışan ve her meseleye ‘Tevhid Gözlüğü’yle bakıp değerlendirerek rotasını çizen muvahhidlere yönelik ileri sürebildikleri en görünür itiraz noktası bizzat oldukları bu türden parçacı yaklaşımın ta kendisidir.

Şer’an makul karşılanması mümkün olmayan ve anlaşılması çok zor bir takım devlet politikalarına ictihad ve fetvalarıyla ön açıp sebebiyet veren (doğrudan veya dolaylı olarak bağlantılı) saray ulemasının temel hareket noktasının ne olduğu hakkında adetâ bir Mecelle kaidesi gibi bir şey çıkıyor ortaya: ‘Millî menfaatler eğer tevhidî hakikatlerle de herhangi bir suretle cem olunuyorsa o zaman lüzûmunun ifâsı icap eder. Millî menfaatler ile tevhidî hakikatler cem olunmuyorsa ol bapta emr ü ferman Hazret-i Reis’indir.’

İşte, dini parça parça etmenin ibretlik ve güncel tablolarından biri. Muvahhidleri ‘Heyacanlı’lıktan ‘Örtülü tekfir’e kadar uzanan geniş bir yelpazede yerden yere vurup mahkum edenlerin ‘Hakiki ve mutedil’ İslâm’la ilgili va’z u yazıları tüm bu fiillerinin aldatıcı bir tezyinatından başka bir şey değildir. Bir devletin akidesi hükmündeki anayasası kesintisiz olarak şirk üretirken saray himayesindeki sütunlardan ve ekranlardan tevhid, siyer ve cihad dersleri vermeye kalkışmalarının sahihliği ve inandırıcılığı bulunmamaktadır. Bir neslin yol gösterici üstâdları bunlar iken (yüce Allah’ın merhamet etmesi hariç) bu şartlarda istikbalden güçlü bir şekilde ümitvar olmak epey zor gibi görünüyor.

‘Tevhid Gözlüğü’ ve Net Bakış

Bâtılın hak suretinde gösterilmesi ve hak suretinde gösterilen bâtıla davet konusunda özellikle de ülkemizde muazzam bir tecrübe ve birikim vardır. Bu tür bir görevi ifâ eden Yahudi tıynetli çok sayıda uzman bulunmaktadır. Hadiselere bakış ve değerlendirmede ‘Tevhid Gözlüğü’nü kullanmayan mümin bir fert yahut camia, tevhid düşmanlarının müthiş senaryolarla peş peşe uygulamaya devam ettikleri hile ve oyunlarını anlamakta ve yıkıcı zararlarından korunmakta büyük sıkıntılarla karşılaşacaklardır.

Yüz yılık bir enkazdan sağ çıkabilen kesimlere bir tür ‘Ağıl Siyaseti’yle sınırları laik-demokratik çitlerle belirlenip çevrelenmiş özgürlük alanları açan sistemin gerçek mahiyetini net olarak görmek ve bu gerçeği unutmuş gibi görünenlere de yeniden hatırlatmak için ‘Tevhid Gözlüğü’ kullanmak zarureti vardır.

Etkileyici sözleriyle özellikle mütereddit kalpleri allak bullak eden modern Ka’b bin El-Eşref ile saygın tevhid davetçileri arasındaki gece ve gündüz gibi olan farkın hakkıyla anlaşılabilmesi ve birbirine benzer söylemlerle toplum içerisinde etkin olan karakterleri tanıyıp tahlil edebilmek için de ‘Tevhid Gözlüğü’ne ihtiyaç vardır.

Yaşanmakta olan birçok hadisenin esas itibariyle çok yanıltıcı ve yanlışa yöneltici olduğu gerçeği genellikle aradan uzun bir vakit geçtikten sonra anlaşılabilmektedir. Zahiri görünümleri kerli ferli allame müçtehidleri andıran zatlardan bazılarının eûzu çektikten sonra başladıkları konuşmalarının içeriğiyle, başta istiazede bulundukları merciden ne kadar uzaklaşabildiklerini tam olarak anlayabilmek için kalp gözü açık ve ‘Tevhid Gözlüğü’yle bakış hâlinde olunmalıdır.

Allahu Teala’nın lütfu, ikrâm ve ihsânı ile; zihinlerde üretilip dillerde köpürtülen asılsız kerametler ve istidrâc arasındaki mühim farkların ayırt edilebilmesi için sahih tevhidî bir nazar ve ‘Tevhid Gözlüğü’ gerektir.

Şam bölgesindeki savaşın fitilinin hak arama eylemlerini terörize eden laik-baasçı Nusayri rejimince tutuşturularak dev boyutlara ulaştırıldığını bilmeyen yoktur. Bu durumdan vazife çıkararak hadiseye açıkça rejim safında yer alıp taraf olmakla beraber bunu çok büyük çapta bir ‘Ehli Sünnet-Rafizî’ savaşına dönüştüren İran’ın gerçek yüzünü ve asıl niyetini az da olsa yeni yeni fark edenler, bu tür hadiselere ‘Tevhid Gözlüğü’yle bakmadıkları için Afganistan İslâm Emirliği’nin İran’ın büyük katkılarıyla ABD tarafından yıkılmış olduğu gerçeğini de hatırlamak istemezler. Ümmet coğrafyasındaki baş döndürücü gelişmelere Tevhidî bakış açısıyla, yani ‘Tevhid Gözlüğü’yle bakmayanın hâli; gömleğinin ilk düğmesini uyku mahmurluğuyla yanlış iliklediği için son düğmeye ilik bulamayanın şaşkınlık hâline benzer. İranlılar’ın asıl niyeti ve gerçek yüzleri ortaya çıkınca özellikle Şam bölgesiyle ilgili birçok gelişmenin doğru bir şekilde anlamlandırılması daha da kolaylaştı denilebilir. Böyle bir sonucun elde edilmesinde Ehlisünnet/İslam karşıtı örgütler enternasyonalini, koalisyonları ve stratejik ortaklıkları ‘Tevhid Gözlüğü’yle değerlendirip tevhidî direnişte en ön saflarda yer alan muvahhidlerin ortaya koyduğu emekleri ve ödedikleri ciddî bedelleri daima hatırda tutmak gerekir.

Laik-Demokratik Ulus devletin güvenlik güçleriyle Laik-Sosyalist Ulus devlet kurmak için küresel ve bölgesel her güce marabalık eden zenadik taifesi, paralelleri, yoldaşları, candaşları vs. diğer tüm müttefikleri arasındaki savaşın hiçbir surette Hak-Bâtıl mücadelesi olmadığı ancak ‘Tevhid Gözlüğü’yle anlaşılabilir. Ülkemizde yaşanan savaşı ‘Demokratik-Laik mezhep savaşları’ olarak isimlendirmek en doğru olanıdır. Ve eğer bir mezhep savaşından söz edilecekse gerçek mezhep savaşı tam da budur.

Laik-demokratik-Kemalist karakterli rejimin bekâsı uğruna öldürülenlerin ‘Şehit’ olarak tanımlanmasına, (doğal olarak) Laik-Demokratik-Sosyalist bir rejim kurmak uğruna öldürülenlerin taraftarları kendilerine göre haklı nedenlerle itiraz etmektedirler. ‘Onlar eğer laliklik ve demokrasi uğruna ‘şehit’ diye tanımlanıyorsa bizim gençler de laiklik ve (sosyalist de olsa) demokrasi uğruna öldürüldükleri için ‘şehit’ olarak tanımlanmalıdır!’ Demokrat ve sosyalist tüm Laikçilerin gerçek sıfatları ve nihaî akıbetlerinin ne olduğunu ancak ‘Tevhid Gözlüğü’yle bakıp değerlendirebilenler bilir.

Muvahhidleri, salih selefin ürettiği devasa ilmî birikimi kutsamak ve hikmetinden sual olunmayan dogmalar olarak değerlendirmek, tutuculuk, fanatizm ve (hadisçilik anlamında) mezhepçilikle suçlayanların Modernizm, reformculuk ve Kur’ancılık gibi sıfatlarla gizledikleri Hadis/Sünnet inkârcılıklarının görülebilmesi/anlaşılabilmesi için de ‘Tevhid Gözlüğü’ gerekiyor.

Bir asra yakın ömrüyle köklü ve ülkemiz de dahil İslâm coğrafyasının birçok beldesinde yaygın bir İslâmcı hareket olarak bu devasa camianın canlarına kasten kıyılırken, binlercesi zulüm zindanlarında unutulmuşluğa ve tükenişe mahkum edilirken, dışarıdaki mensuplarına olağanüstü baskılar uygulanırken ve hatta gözaltı merkezleri ile hapishanelerde mücrim müşrikler tarafından ismetlerine el uzatılırken dahi halâ silmiyet/barışçıl duruş sergileyebiliyor olmanın tahammül edilemez ağırlığı ile Rabbanî menhecin tedricî gereklerini ifâ etme mesuliyeti arasındaki hayatî öneme haiz tezatın hakkıyla anlaşılabilmesi için tüm bunların yeniden ‘Tevhid Gözlüğü’yle tahlili ve tenkidi yapılmalıdır.

İsâ aleyhisselam ile annesi Meryem-i Betül’ün aleyhisselam, Hristiyan olduğunu iddia edenler tarafından büyük bir iftirada bulunularak kendilerine atfetilen boş sözlerden münezzeh olmaları gibi; Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem temiz ehlibeyti ve seçkin ashabının da rafızîlerin bühtanlarından ve onlardan bazılarını ilahlaştırmalarından berî olduklarının hiçbir şüpheye mahal vermeyecek şekilde anlaşılabilmesi için bu tür şirk müptelalarını hissî olarak değil ‘Tevhid Gözlüğü’ netliğiyle değerlendirmek zarureti vardır.

Ölmüşlerinin cesetlerini toprağın altına defnettikleri hâlde bazılarını toplum içerisinde kin, adavet, ayrılık ve suçlama aracına dönüştürebilmek için ölülerini hiçbir zaman gündemden düşürmeyerek ‘gömmeyen’ sapkın rafızîler ile sapkın ve azgın diğer rafızîlerin tıyneti olan ‘kötülükten, daha büyük kötülükler üretme’ potansiyellerinin farkına varabilmek, bu kavme ve karakterlerine ‘Tevhid Gözlüğü’yle bakabilmekle mümkün olabilir.

Muvahhidlerin arasında yer kapmış, duygularını paylaşıyormuş gibi yapan, dillerini konuşan ve düşmanlarına karşı öfke gösterisinde bulunan profesyonel münafıkları adetâ dokuma tezgâhından çıkan kumaşın üzerindeki tel tel ipliği tarazlar gibi ayıklamak için duyguların ve hassasiyetlerin canlı tutulmasıyla beraber ‘Tevhid Gözlüğü’yle daimi bir murakabe şarttır.

Müthiş bir belagat ve çelik bir irade gösterisiyle tevhidin hakikatlerini kendi ajandalarındaki hedeflere münasip bir şekilde çarpıtıp sulandırma heveslerinin gerçek niyetlerini anlayabilmek için sadece yapıp ettiklerini izlemek yetmez, kalp gözünde ‘Tevhid Gözlüğü’ de olmalıdır.

Apaçık deliller ve sebepler orta yerde dururken göz göre göre bâtıla hak libası giydirerek halka ucuz ucuz pazarlayan ve sürümden kazanıp iktidar devşirenlerin tevhid ehline karşı sürdürdükleri müraî siyaseti iyice fehmedebilmek için ‘Tevhid Gözlüğü’ne ihtiyacımız var.

Varlığına kesin olarak inanmakla beraber çok uzaklarda bir yerlerdeymiş gibi algılanan ölümü, kıyameti ve ahireti bir kitabın şirazesi gibi hayatın tam orta yerine sokacak şekilde yakın ve ‘görünür’ kılar ‘Tevhid Gözlüğü’yle bakış ve murakabe.

Her bir Müslüman için yanlışlarını doğrultan ‘yardımcı kılıç’ gibidir Tevhid Gözlüğü. Güzel duyguları ve müsbet duyarlılıkları canlı tutmakla beraber Müslüman için hakkın, doğruluğun ve adaletin istikametini gösterir. Şirkten, nifaktan, haramdan ve yanlış yapmaktan sakındırır.

‘Tevhid Gözlüğü’yle bakış hayata güzellik, nezafet, kalite ve verimlilik katar. Hayata başka ‘gözlük’lerle bakanlar şüphesiz gaflet ve aldanış içerisindedirler. Sûr’a üfürülüp geleceği vâ’dedilen gün geldiğinde her bir nefsin önündeki perdeler kalkar ve o andan itibaren gözler keskinleşir. Hayata ‘Tevhid Gözlüğü’yle bakmayan ve ahiretini (ileriki hayatını) ‘Tevhid Gözlüğü’yle planlamayan nefsin o andan itibaren sermayesi vaveyladan başka bir şey değildir.

Tevhid nimetiyle lütufta bulunan Allah’a subhanehu ve teâlâ hamd ederiz. Hayatın her alanına ‘Tevhid Gözlüğü’yle bakmayı öğreten hidayet önderi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimize salât ve selamlar olsun.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver